25 Ekim 1894'te Sivas'ın Şarkışla ilçesi Sivrialan köyünde dünyaya geldi. 21 Mart 1973'te yine Sivrialan'da yaşamını yitirdi. Çocukken çiçek hastalığı yüzünden bir gözünü, daha sonra bir kaza sonucu diğer gözünü kaybetti. Saz çalmayı öğrendi. Yunus Emre, Pir Sultan Abdal, Karacaoğlan, Emrah, Dadaloğlu gibi halk ozanlarından etkilenerek türkü yorumu ve sazda ustalaştı. İki kez evlendi. 7 çocuğu oldu. Anadolu'yu kent kent dolaşıp şiirlerini sazıyla seslendirdi. Köy Enstitüleri'nde saz ve halk türküleri dersleri verdi. Ölüm nedeni akciğer kanseridir. En güzel şiirlerinden bazılarını ölümünden hemen önce yazdı. Şimdi Şarkışla'da her yıl adına bir şenlik yapılır.
Türkçesi yalındır. Dili ustalıkla kullanır. Tekniği gösterişsiz ve neredeyse kusursuzdur. Yaşama sevinciyle hüzün, iyimserlik ve umutsuzluk şiirlerinde iç içedir. Doğa, toplumsal olaylar, din ve siyasete ince eleştiriler yönelttiği şiirleri de vardır.
Şiirleri, Deyişler (1944), Sazımdan Sesler (1950), Dostlar Beni Hatırlasın (1970) isimli kitaplarında toplandı. Ölümünden sonra Bütün Şiirleri (1984) adıyla eserleri tekrar yayınlandı.
EVLİYA ÇELEBİ
1611’de İstanbul’da doğdu. 1682’de, Mısır’dan dönerken yolda ya da İstanbul’da öldüğü sanılıyor. Asıl adı Evliya Çelebi Derviş Mehmed Zillî. Ailesi Kütahya’dan gelip saraya yerleşti. Babası sarayda kuyumcu olan Mehmet Zillî’dir.
Özel öğrenim gördü.
Bir süre medresede okudu, babasından tezhip, hat ve nakış sanatlarını öğrendi. Musiki ile ilgilendi, hafız oldu. Enderun’a alındı. Dayısı Melek Ahmed Paşa aracılığıyla Sultan 4′üncü Murat’ın hizmetine girdi. Gezmeye ilgisi çocukluğunda babasından ve yakınlarından dinlediği öyküler, söylenceler ve masallardan kaynaklanır. Seyahatname’nin giriş bölümünde gezi merakını bir rüyaya bağlar. Kendi anlatımına göre, bir gece rüyasında Hazreti Muhammed’i gördü. “Şefaat ya Resulallah” diye şefaat isteyecekken, şaşırıp “Seyahat ya Resulallah” dedi. Böylece birçok ülkeyi gezme, tanıma fırsatı bulduğunu yazar. 1635’te, yani 24 yaşındaki iken önce İstanbul’u dolaşmaya, gördüklerini, duyduklarını yazmaya başladı. 1640’ta Bursa, İzmit ve Trabzon’u gezdi. 1645’te Kırım’a Bahadır Giray’ın yanına gitti. Yakınlık kurduğu kimi devlet büyükleriyle uzak yolculuklara çıktı. 1646’da Erzurum Beylerbeyi Defterdarzade Mehmed Paşa’nın muhasibi oldu. Doğu illerini, Azerbaycan’ın, Gürcistan’ın kimi bölgelerini gezdi. Gümüşhane, Tortum yörelerini dolaştı. 1648’te İstanbul’a dönerek Mustafa Paşa ile Şam’a gitti, üç yıl bölgeyi gezdi. 1651’den sonra Rumeli’yi dolaşmaya başladı, bir süre Sofya’da bulundu. 1667-1670 arasında Avusturya, Arnavutluk, Teselya, Kandiye, Gümülcine, Selanik yörelerini gezdi. Seyahat Gezileri 50 yıl sürdü. Gezilerinde karşılaştığı toplumların yaşama düzenini ve özelliklerini yansıtan gözlemler yaptı. Kültürleri, günlük yaşayışları inceledi ve ünlü Seyahatname’sinde yazdı. Seyahatname’nin üslubu, Divan edebiyatı düz yazılarının tersine son derece sadedir. Dili kolayca anlaşılır. Konuşma diline yakın, akıcı bir üslup kullandı. Anlatımlarında kimi zaman mizah unsurlarına da yer verdi.
Gözlemlerine, kendi düşünce ve çıkarımlarını da ekledi. Anlatımını belli bir zaman dilimiyle sınırlamadı. Seyahatname’de geçmişle gelecek, şimdiki zamanla geçmiş iç içedir. Yapısı gereği Seyahatname bir kültürel derleme niteliğindedir. İçinde, gidilen yerlerde dinlenen halk öyküleri, türküler, halk şiirleri, söylenceler, masallar, maniler, halk oyunları unsurları, giyim-kuşamla ilgili özellikler, düğün-cenaze törenleri, yerel oyunlar, inançlar, komşuluk bağlantıları, toplumsal davranışlar, sanat ve zanaat özellikleri de vardır. Ayrıca gezilen bölgelerdeki evler, cami, mescid, çeşme, han, saray, konak, hamam, kilise, manastır, kule, kale, sur, yol, havra, köprü gibi çevresel yapıları da inceler. Seyahatnamesi, yalnızca 17′nci Yüzyıl Osmanlı dünyası
için değil, Kafkasya, Arap ülkeleri, Balkanlar ve Orta Avrupa bakımından da önemli bir tarihsel coğrafya-kültür haritası niteliğindedir.
FUZULÎ
Divan Edebiyatının en büyük şairidir (1480-1556). Fuzuli’nin asıl adı Mehmet’tir. Irak’ta Kerbelâ’da doğdu, öğrenimini Bağdat’ta gördü. Gençliği, SafevÎ Türk İmparatorluğu’nun parlak dönemine rastlar. Bağdat’a yerleşti ve ömrü boyunca Irak’tan hiç ayrılmadı. Kanuni Sultan Süleyman 1534′te Bağdat’ı fethettiği zaman padişaha kaside yazıp sunduğu gibi, veziriazam Damat İbrahim Paşa, vezir Rüstem Paşa, nişancı Celâlzade Mustafa Çelebi gibi devlet ileri gelenlerine de kasideler yazdı. Kanuni, şaire günde 9 akçe aylık bağladı. Fuzuli’nin bu aylığı alamaması üzerine nişancı Celâlzade Çelebi’ye yazdığı mektup Şikâyetname adıyla ün kazandı.
Fuzuli’nin divan edebiyatı üzerindeki etkisi büyüktür. Şiirlerini Azeri şivesiyle yazmasına karşın bütün Türk milletince sevilen ve benimsenen bir şairdir. Üslûbu, edası ve temaları gerek klasik divan şairlerince, gerek halk şairlerince günümüze kadar taklit edilmiştir. Dili sade olan şiirleri halk arasında da yayılmıştır.
Türkçe, Farsça ve Arapça olmak üzere üç divanı vardır. O zamanın sanat ve bilim dili Arapça ve Farsça olmasına rağmen Türkçe ile de mükemmel şiir söylenebileceğini öne sürmüş ve bunu kanıtlamıştır.
Eserleri:
Fuzuli sadece şairliğiyle değil, yapıtlarının çokluğuyla da meşhurdur. Üç divanından başka başta Leylâ ve Mecnun olmak üzere birçok eseri vardır.
Başlıca eserleri şunlardır: Leylâ ve Mecnun (ünlü bir mesnevidir); Hadikat-üs-Süeda (Kerbelâ Olayı’nı konu alan bu düzyazı ve şiir karışımı eser, şairin en önemli kitaplarından ve Türk edebiyatının şaheserlerinden biridir, sonraki şairleri büyük ölçüde etkilemiş, birçok defa basılmıştır); Beng ü Bade (500 beyitlik Türkçe mesnevi); Heft-Cam (327 beyitlik bir sakiname); Rind ü Zahid (Farsça düzyazı); Hüsn ü Aşk (Farsça düzyazı); Şikâyetname (Türk mizah ve hiciv edebiyatının şaheserlerindendir).
Leylâ ve Mecnun Türkçe divanı kadar ünlüdür. Bir Arap emîrinin kızı Leylâ ile ona âşık olan bir Arap gencinin başından geçenleri anlatır. Mesnevi tarzında yazılmıştır. Zamanımıza kadar 30 defadan fazla basılmış, bütün önemli dünya dillerine çevrilmiştir. Rusya’da opera olarak da bestelenmiştir.
HAREZMÎ
780 yılında Harezm’de doğdu. Daha sonra ilim öğrenmek amacıyla, kendi döneminin ilim merkezi olan Bağdat’a gitti. Abbasi Halifesi Me’mun, Bağdat’ta kurduğu kütüphanenin (Darülhikme) idaresini kendisine verince, matematik ve astronomi kaynaklarını uzun süre inceleme imkanı bulmuştur.
Bağdat’taki bilimler akademisi Darülhikme’de görev alan Harezmî, matematik, astronomi ve coğrafya alanında değerli çalışmalar yaptı.
Harezmî, ilk defa, birinci ve ikinci dereceden denklemleri analitik metotla; bir bilinmeyenli denklemleri de cebirsel ve geometrik metotlarla çözmenin kural ve yöntemlerini tespit etti. Matematikte ilk kez sıfır rakamını kullanan Harezmî, cebir bilimini metodik ve sistematik olarak ortaya koydu. Kendisinden önceki cebire ait konuları, yine ilk kez ‘cebir’ adı altında sistemleştirdi.
Harezmî, matematik, astronomi ve coğrafya alanında çok sayıda eser yazdı. Yeryüzünün çapına ait hesaplarını Kitâbu Sûreti’l-Arz adlı kitabında topladı. Bu eserde, Nil Nehri’nin kaynağını açıklayan Harezmî, Batlamyus’un astronomik cetvellerini de düzeltti.
Güneş ve ay tutulmasına dair incelemelerini topladığı Zîcü’l-Harezmî adlı eserinde ise, astronomi için gerekli trigonometri bilgi ve cetvellerini verdi.
Harezmî, 850 yılında Bağdat’ta vefat etti.
HZ. ALİ
Hz. Ali (ra) 599 yılında (hicretten 23 yıl önce) Receb ayının 13. gününde Mekke´de dünyaya geldi. Babası Peygamberimizin (Sav) amcası Ebu Talib, annesi ise Esat Kızı Fatıma´dır.
O yıllarda Peygamber (Sav) Efendimiz de Ebu Talib’in evinde kalıyordu. Hazreti Ali’ye “Ali” ismini de Hazreti Muhammed (Sav) vermiştir.
Hz. Ali 6 yaşında iken Peygamberimiz (Sav) onu kendi evine götürdü. Terbiye ve himayesini bizzat kendisi üstlendi. Hz. Ali Peygambere ilk iman edenlerdendir. Hatice validemizden sonra Müslüman olan ikinci kişidir.
Hz. Ali, Peygamberimizin (Sav) kızı Hz. Fatıma (as) ile evlenmişti. Hz. Ali ile Hz. Fatıma’nın, Hasan, Hüseyin, Muhsin, Ümmü Gülsüm ve Zeyneb adında beş çocuğu oldu.
Hz. Ali, Peygamberimizin vefatında 33 yaşındaydı. Hz. Peygamber’in (Sav) vefatı sırasında yanında bulunanların başında geliyordu. Hz. Ebu Bekir (ra) halife seçildiği sırada Hz. Ali (ra) Resulullah’ın hücresinde tekfin ile meşgul idi.
Resulullah döneminde gerçekleşen savaşların çoğunda, Müslümanların zaferi, Hz. Ali’nin kılıcıyla gerçekleşmiş, bu savaşlardaki fetihleri nedeni ile Hz. Muhammed (Sav) “Ali´den yiğit ve Zülfikar’dan başka kılıç yoktur” diyen Hadis-i Kudside Hz. Ali’yi övmüştür.
Hz. Ali, Hz. Ebubekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman’dan sonra 4. halife olmuştur. Hz. Ali İslam devletini 656-661 yılları arasında yönetmiştir.
Hz. Ali Kufe’de bir camide ibadet ederken bir Harici olan Abdurrahman İbn-i Mülcem tarafından yaralandı. Hz. Ali iki gün kendi evinde yattıktan sonra, 661 yılında 63 yaşında iken (hicretin 40. yılı) Ramazan ayında şahadete erişti.
HZ. EBUBEKİR
(Sevr mağarasındaki iki kişiden biri) (Peygamberimizin hicretteki yol arkadaşı)
Hz. Ebubekir (ra) 571 Yılında Mekke’de doğdu. Babası Kureyş’in Teym boyundan Ebu Kuhafe Osman, Annesi ise Sahrin kızı Ümmü’l Hayr Selma’dır.
Müslümanlıktan önceki ismi Abdül Kâbe‘dir. Ebubekir Es Sıddîk (sadık, bağlı, doğrulayıcı) olarak anılır. Hz. Hatice’den sonra Peygamberimize (Sav) ilk iman eden odur. Hz. Ebubekir (ra) Müslüman olan ilk erkektir.
Hz. Ebubekir’in (ra) Ümmi Rüman adlı eşinden dört çocuğu olmuştur. İsimleri Abdullah, Aişe, Esma ve Abdurrahman’dır.
Hz. Muhammed’in (Sav), Hz. Ebubekir’in kızı Hz. Aişe ile evlenmesinden dolayı kayınpederidir.
Hicrette Peygamberimiz (Sav)’e arkadaşlık etmiştir. Üç gün kaldıkları Sevr mağarasına ilk giren Hz. Ebubekir’dir (ra). Mağarada keşif yaptıktan sonra Hz. Muhammed (Sav) içeri girmiştir.
Peygamberimiz (Sav) hastalandığında namazı kıldırması için Hazreti Ebubekir’i (ra) tayin ederdi.
Hz. Ebubekir (ra), iki yıl, üç ay kadar halifelik yapmıştır. Ayrıca, Kur’ân ayetlerinin toplanmasını sağlamıştır. Halifelik döneminde iki büyük zafer kazanmış İran ve Filistin O’nun zamanında fetih olunmuştur.
Hz. Ebubekir (ra), yakalandığı hastalığın ortaya çıkmasıyla 63 yaşında iken 634 yılında Medine’de vefat etmiştir.
Cenaze namazını Hz. Ömer (ra) kıldırmıştır. Hz. Muhammed’in (Sav) göğüsleri hizasına defnedilmiştir.
HZ. HAMZA (Şehitlerin Efendisi)
Hz Hamzan’ın Babası Abdülmuttalip, Anası Vehib kızı Hâle Hâtundur. Peygamber efendimizden (S.a.v) 2 yaş büyük, öz amcası ve süt kardeşi idiler. Süveybe Hâtun, her ikisine de sütanneliği yapmıştı.
Hazret-i Hamza, Kureyş’in en asil soyundan olması yanında; çok iyi kılıç kullanır, mükemmel ok atardı. Güçlü kuvvetli bir savaşçı idi.
Peygamberimiz bir gün "Safâ" tepesinde otururken yanından Ebû Cehil geçti. Rasûlullah(s.a.s.)'e çirkin sözlerle hakarette bulundu. Peygamberimiz hiçbir karşılık vermedi.
Hamza o gün ava gitmişti. Dönüşünde, bir câriye, olayı Hamza'ya anlattı. Hamza henüz Müslüman olmamıştı. Yeğenine hakaret edilmesine dayanamadı, silahını çıkarmadan, derhal Kureyşin toplantı yerine gitti. "Kardeşimin oğluna hakaret eden sen misin?" diyerek yayı ile Ebû Cehil'in kafasına vurup yaraladı. Ebû Cehil, "Hamza Müslüman oluverir" korkusu ile ses çıkarmadı. Ebû Cehil'den, Peygamberimize yaptığı hakaretin öcünü alan Hamza, Rasûlullah(s.a.s.)'e giderek O'nu teselli etmek istedi. Rasûlullah (s.a.s.)'in ancak imân etmesi ile memnûn olacağını söylemesi üzerine, şehâdet getirip Müslüman oldu.
Müslümanlığı kabul ettikten sonra da aynı kahramanlığı ALLAH, Peygamber ve İslâm dini uğrunda göstermiştir. Bu yüzden Resûlullah efendimiz (sav) kendisine Esedullah, (ALLAH'ın Aslanı) lâkabını vermişlerdi.
Peygamber efendimiz (sav), Mekke ve Medineliler arasında din kardeşliği ilân etmişlerdi. Hazret-i Hamza da, Peygamber efendimizin azatlı evlâtlığı Zeyd (ra) ile kardeş olmuştu. Kendisini o kadar çok severdi ki, ALLAH yolunda harbe çıkarken, bütün mülkünü Zeyde vasiyet ederdi.
Müşriklere karşı harekete geçen, ilk İslâm birliğinin kumandanı Hazret-i Hamza idi. Sevgili Peygamberimiz beyaz renkli İlk İslâm Sancağını ona teslim etmişlerdi. Sonraki seferler de ekseriya onun kumandanlığında yapılmıştır. Büyük Bedir Gâzâsının en büyük kahramanlarının başında, Hazret-i Hamza gelir. Bedir’in intikamı için Kureyşli müşrikler, Uhud’a koştular. Bu ibretli gazada Resûlulllah’ın yiğit amcası, hakikaten ALLAH'ın Aslanı olduğunu ispat etmiştir. Fakat pusuya düşürülerek, şehit edilmiştir.
HZ. HATİCE
O, Arapların en asil kavmi olan Kureyş kavminden ve Kureyş kavminin de, en asil, pak ailelerinden idi. Babası Huveylid, annesi Fâtıma'dır.
|
Hz. Hatice'nin baba tarafından soyu Kusay'da Peygamberimizin baba tarafından soyu ile birleştiği gibi, annesi tarafından da soyu yine Peygamberimizin baba tarafından dedesi olan Lüey'de bileşmektedir.
|
Hz. Hatice, ticaretle uğraşan zengin, haysiyetli, şerefli bir kadındı. Ücretle tuttuğu adamlarla Şam'a ticaret kervanları düzenlerdi. Hz. Muhammed (s.a.s.)'in doğru sözlü, güzel ahlâklı ve son derece kendisine güvenilen
bir insan olduğunu öğrenince, O'na ticaret ortaklığı önerdi. Hz. Muhammed (s.a.s) Hz. Hatice'nin bu teklifini kabul etti. Hz. Hatice O'nun başkanlığında bir ticaret kervanını Şam'a gönderdi. Ayni zamanda kölesi Meysere'yi de O'nunla beraber gönderdi. Meysere, yolculuk sırasında Hz. Muhammed(s.a.s.)'de harikulade hallere şâhid oldu. Gittikleri yerde, Peygamberimiz (s.a.s.) satacaklarını sattı ve alacaklarını da aldı. Ondan sonra geri döndüler. Hz. Hatice bu ticaret kervanından çok memnun oldu. Daha önce gönderdiği ticaret kervanlarına nazaran, bu sefer daha fazla kâr elde etti. Hz. Peygamber (s.a.s.) hakkında Meysere'yi de dinleyince, O'na olan itimadı ve sevgisi daha da arttı. O'na anlaştıkları ücretten fazlasını verdi ve Hz. Muhammed (s.a.s)'e evlenme teklifinde bulundu.
Hz. Peygamber (s.a.s.) durumu amcası Ebu Talib’e anlattı. Ebu Talib Hz. Hatice'yi Hz. Muhammed (s.a.s.) için istedi. İki aile anlaştı. Düğünleri o zamanın örf ve adetlerine göre, Hz. Hatice'nin evinde yapıldı.
Hz. Hatice'nin Rasûlullah (s.a.s.)'den Kasım, Zeynep, Rukiye, Ümmü Gülsüm, Fatıma, Abdullah isimlerinde 7 çocuğu dünyaya geldi.
Hz. Hatice(r.anha), Rasûlullah (s.a.s.)'e, Peygamberliğinden evvel son derece saygı gösterip onu mutlu ettiği gibi, Peygamberliği döneminde de, ona ilk inanan, onunla beraber namaz kılıp ona ilk cemaat olan kişi vasfını kazandı. Daima Hz. Muhammed (s.a.s.)'e destek oldu, ona moral verdi, son derece güzel davranış ve sözleri ile, onun başarılarına katkıda bulunmaya çalıştı.
Hz. Hatice (r.anha), Allah'ın selâmına ve Resûlullah (s.a.s.)'in övgüsüne nâil olacak derecede faziletli ve şerefli bir kadındı. O, imanda, sabırda, iffette, güzel ahlâkta, kısacası her yönü ile örnek olan bir anneydi. Rasûlullah (s.a.s.); "Hıristiyan kadınlarının en hayırlısı İmrân'ın kızı Meryem, Müslüman kadınlarının en hayırlısı ise; Hüveylid'in kızı Hatice'dir" buyurdu. Bu konudaki diğer bir hadisinin meali şöyledir: "Dünya ve âhirette değerli dört kadın vardır. İmran’ın kızı Meryem; Firavun'un karisi Asiye, Hüveylid'in kizi Hatice ve Muhammed (s.a.s.)'in kızı Fâtıma"
Allah’ın rızasını, yuvasının mutluluğunu, dünya ve âhiretin huzur ve saadetini düşünen bütün anneler için en güzel örneği teşkil eden Hz. Hatice (r.a.), nübüvvetin onuncu yılında, Ramazan ayında vefat etti ve Mekke'deki Hacun kabristanına defnedildi. Aynı yıl Ebu Tâlip de vefat ettiğinden dolayı bu yıla Hüzün Yılı dendi.
HZ. OSMAN
Ashabı Kiram'ın en büyüklerinden ve Peygamber Efendimizin damadı, üçüncü halifesidir. Peygamber Efendimiz'e iki defa damat olmakla şereflendiği için, iki nur sahibi manasına gelen 'Zinnureyn' lakabıyla anıldı.
Hz.Osman (R.A), M.577 senesinde Mekke'de doğdu. Babası Affan olup, Kureyş kabilesinin Beni Ümeyye kolundandır. Annesi ise Erva Binti Küreyz'dir. Hem ana hem baba yönünden soyu Abdülmenaf’ta Peygamber Efendimizin temiz nesebi ile birleşir. Dünyada iken Cennet'le müjdelenen on kişiden biridir. Hz. Rukiyye'den Abdullah isminde bir oğlu olmuş bu sebeple Ebu Abdullah künyesi ile tanınmıştır.
Rasulullah (S.A.V) kızı Rukiyye'yi Hz. Osman'a verdikten bir zaman sonra kızına;
-Osman Bin Affan'ı nasıl buldun? dedi.
-Hayırlı, iyi gördüm. dedi.
-Ey canım kızım! Osman’a çok saygı göster. Çünkü Ashabım arasında, ahlakı bana en çok benzeyen odur! buyurdu.
Hz. Osman, Peygamberimizin vahiy kâtiplerindendi. Güzel yazar, güzel konuşur ve çok kuvvetli bir hatipti. Daima Kur'an-ı Kerim okur, O'ndan çeşitli meseleler çıkarırdı. Kur'an-ı Kerim'i hıfzı çok kuvvetli idi. Çok okuduğu için iki Mushaf elinde eskimiştir.
*Hz. Osman, Hz. Ömer'in tayin ettiği bir heyet tarafından Hicri 23 (M.644) senesinde halife seçildi.
*Hz. Osman, hilm ve hayâsı ile meşhurdur. Marifet ilminde gayet mahirdi. O derece hayâ sahibi idi ki melekler dahi ondan hayâ ederdi.
*Hz. Osman (R.A.) zamanında; Hz. Ebu Bekir (R.A.) tarafından kağıt üzerine yazdırılan ve Mushaf adı verilen Kur'an-ı Kerim'in ilk nüshasından, altı nüsha daha yazdırılarak çoğaltıldı. Bu Mushaflar; Medine, Mekke, Şam, Bağdat, Yemen ve Bahreyn'e birer tane gönderildi. Bu bakımdan ona Naşirü’l-Kuran (Kur'an'ın yayıcısı) denilmiştir. Kufi harflerle yazılmış olan bu Mushaflarda harflerden başka hiçbir nokta ve işaret kullanılmamıştır. Bu ilk yedi nüshadan günümüzde, bir tanesi Mekke'de Kâbe’de, biri Kahire'de Milli Kütüphane'de, bir diğeri ise Özbekistan'ın Taşkent vilayetindeki İslam Kütüphanesinde korunmaktadır.
*Hz. Osman (R.A.) devrinde; Afrika'nın kuzey kısımları, Kıbrıs adası, Anadolu'nun içleri, Türkistan ve daha nice yerler İslam ordularının eline geçti. İslam’ın sınırları çok genişledi.
*On bir sene altı ay on dört gün halifelik yaptı. Hz. Osman (R.A.)'ın son zamanlarında bazı iç karışıklıklar çıktı. Bunun sonucu olarak da hicretin 35. senesinde, 80 yaşını geçtiği halde şehid edildi (M.656).
Hadisi Şeriflerde Hz. Osman hakkında buyruluyor ki;
-Her peygamberin cennette bir arkadaşı vardır. Benim arkadaşım da Osman’dır.
-Osman'dan gök kubbedeki melekler hayâ ederler.
-Bütün melekler benimle iftihar ederler. Ben de Osman Bin Affan ile öğünürüm.
HZ. ÖMER
Adaleti ile ünlü olan ve İslamiyet’in ikinci halifesi konumundaki Hz. Ömer 591 yılında Mekke’de doğmuştur. Hz. Muhammed’in akrabası olan Hz. Ömer tıpkı Hz. Muhammed gibi Mekke’nin Kureyş kabilesine bağlı Beni Adiyy Ailesinden gelmiştir. Bilindiği gibi Kureyş kabilesi o dönemlerde Mekke’nin en önemli ve önde gelen ailelerinden biriydi. Özellikle toplumsal olaylar ve anlaşmazlıklarda Kureyş ailesinin önde gelenlerine danışılır ve onların çözüm üretmesi istenirdi. Herkes onların vereceği karara saygı duyardı. Hz. Ömer’in babası çok zengindi ve insanlar genel olarak birçok konuda ona danışarak işlerine başlarlardı. Babasının ölümünden sonra Hz. Ömer hem babasından kalan işleri yürütmeye hem de anlaşmazlıkları çözmeye devam etti. Bu işi başarı ile sürdürdü ve insanlar arasında çok sevilen biriydi. Ayrıca korkusuz ve yiğit olmasıyla da ünlüydü.
Ömer, okuma-yazma bilen ve Mekke Şehir Devleti’nin dış ilişkilerine bakan biri olup oldukça sert bir mizaca sahipti. Mekke’de Peygamberimize ve Müslümanlara en fazla düşmanlık gösterenlerin başında gelmekte idi. Bir gün Hz. Peygamberi öldürmek niyetiyle kılıcını kuşanarak evinden çıktı. Peygamberimizin ve Müslümanların bulunduğu Darü’l- Erkam’a doğru yürümeye başladı. Yolda karşılaştığı Nuaym bin Abdullah, Ömer’in hiddetli yürüyüşünden şüphelenerek, “Nereye gidiyorsun Ey Ömer?” diye sordu. Ömer, “Muhammed’i öldürmeye...” diye cevap verdi. Müslümanlığını gizleyen Nuaym, bunun üzerine Ömer’i vazgeçirmek amacıyla, “Bunu yaparsan düşmanlığı daha da artırırsın. Muhammed’i öldürürsen Haşimoğulları seni rahat bırakır mı? Sen önce kendi aileni düzelt.” dedi. Nuaym, Hz. Peygamberi korumak ve zaman kazanmak amacıyla eniştesi ile kız kardeşinin Müslüman olduklarını Ömer’e haber verdi. Bunun üzerine Ömer, kız kardeşinin evine doğru hiddetle yürümeye başladı. Eve yaklaştığı zaman içeriden Kur’an
sesleri duyan Ömer, kapıya sertçe vurdu. Kız kardeşi Fatıma ve kocası Said bin Zeyd daha önce gizlice Müslüman olmuşlardı ve evlerinde Habbab bin Ered’den Kur’an öğreniyorlardı. Kapının sertçe çalınması üzerine telaşlanan ev halkı hemen Kur’an sayfalarını sakladı. Habbab’ı da evin bir köşesine gizlediler. İçeriye giren Ömer, “Nedir okuduğunuz şey?” diye bağırdı. Ömer, “Bir şey yok!” diyen eniştesinin yakasına yapıştı. Kocasına yardım etmek için Ömer’e müdahale eden Fatıma, Ömer’in attığı sert tokat ile yere düştü. Yüzü kan içinde kalan Fatıma, Ömer’e hiddetle bağırdı: “Ey Ömer! Ne istiyorsun? Evet, biz İslam’ı kabul ettik. Haydi! Ne istiyorsan yap!” Kardeşinin yüzünü kan içinde gören Ömer, üzülerek pişman oldu ve kalbi yumuşadı. Onun gönlünü almaya çalışarak az önce okuduklarını istedi. Fatıma, Tâhâ suresinin ilk ayetlerinin yazılı olduğu sayfaları Ömer’e verdi. Kur’an ayetlerini okuyan Ömer’i bir sessizlik kapladı. Bir müddet sustu ve ardından, “Beni Muhammed’e götürün.” diye seslendi. Bu tabloya şahit olan Habbab, gizlendiği yerden çıkarak sevinçle, “Allah’a yemin olsun ki Hz. Peygamber, önceki gün iki Ömer (Ömer bin Hattab ve Ebu Cehil)’ den biri ile İslam’ı kuvvetlendirmesi için Allah’a dua etmişti. O, sen olacaksın ey Ömer! Bu ortaya çıktı.” dedi. Ömer daha sonra Darü’l- Erkam’a doğru yürüdü. Erkam’ın evinde bulunan Müslümanlar Ömer’in silahlı olarak kendilerine doğru geldiğini görünce korkuya kapıldılar. Peygamberimize haber verdiler. Orada bulunan Hz. Hamza, “Telaşlanmayın! Eğer iyilik için gelmişse iyiliği ondan esirgemeyiz. Ancak kötülük için gelmişse o zaman onu kendi kılıcıyla öldürürüz.” dedi. Hz. Peygamber ise “Çekinmeyin, bırakın gelsin.’’ dedi. İçeriye giren Ömer’i karşılayan Hz. Peygamber ona geliş sebebini sordu. Ömer ise iman etmek için geldiğini söyledi ve kelime-i şehadet getirerek Müslüman oldu. Peygamberimiz ve orada bulunanlar büyük bir sevinç yaşadılar. Daha sonra topluca Kâbe’ye gittiler ve orada namaz kıldılar. Ömer’i Müslümanların arasında gören müşrikler büyük bir şaşkınlık yaşadılar. Ömer, orada artık Müslüman olduğunu açıkça ilan etti ve böylece Müslümanların safına katılmış oldu (M 616).
Halife olduktan sonra Hz. Muhammed ve ilk halife Hz. Ebubekir’in yapmak istediklerini devam ettiren Hz. Ömer fetihler gerçekleştirerek İslamiyet’i yaymaya devam etti. 642 yılında Libya’ya yapmış olduğu seferler ile büyük başarılar sağlamıştır. Kaderi tıpkı Hz. Muhammed gibi Medine’de son bulmuştur. Hayatı 644 yılında İranlı bir Hıristiyan tarafından namaz esnasında sayısız zehirli bıçak darbesi ile son bulmuştur.
İslamiyet’e verdiği hizmetlerden ötürü adını tarihe altın harflerle yazdıran Hz. Ömer Adaleti ve cesurluğu ile tanınan muhteşem bir halifeydi. Ayrıca tarih açısından bir önemi de devlet teşkilatının ilk temellerini atmış olmasıdır. Keza Hz. Ömer maliye, toprak ve ordu ile ilgili çeşitli düzenlemeler yaparak bunları çok iyi bir biçimde işlemeye çalışmıştır. İlk İslam parasını bastırmış ve hicret de onun devrinde hicri takvim başlangıcı olarak kabul edilmiştir.