< tevhîD ve kelam takdiM


Iıı _ Maddecileetn Bu Âlem Hakkındaki Görüşleri



Yüklə 0,92 Mb.
səhifə18/25
tarix17.11.2018
ölçüsü0,92 Mb.
#83253
1   ...   14   15   16   17   18   19   20   21   ...   25

Iıı _ Maddecileetn Bu Âlem Hakkındaki Görüşleri

Madde ve bu âlemdeki tabiî hâdiselerle, hâdise ve olaylar ara­sındaki münasebetleri tahlil ile meşgul olan ve yalnız, müşahede (gözlem) ve tecrübe (deney) yoluyla sabit olduğunu gördükleri mad­dî ve hissedilen varlıklara inanan bir zümre vardır ki bunlara; «Mad­diyyun = Maddeciler» adı verilmiştir. Bunlardan bir zümre, tabiat ötesindeki metafizik hâdise ve varlıkları, his ve tecrübe dışında kal­dığı için tamamen inkâr etmekte, dolayısiyle, bu âlemin yaratıcısı olan Yüce Allah'ın varlığına da îmân etmemektedirler. 189



A) Maddecilerin Mezhebinin Beyanı :

Gözleri madde sınırım aşamayan, gönülleri hidâyet ışığına ula­şamayan bir zümre, az da olsa her çağda bulunmakta, Hak Teâlâ'-nın varlığına yeni burhanlar (kesin deliller) teşkil eden ilmî keşif­lere rağmen inat ve inkârlarında devam etmektedirler.

Bu zümre, maddeyi, bütün varlık âleminin Halikı, mebdei (aslı) sayarlar.

Maddecilere göre; bütün bu tabiat âlemi, görmekte olduğumuz yer, gök ve her ikisindeki varlıklar, henüz mahiyeti kesin olarak bilinemiyen ve (esîr) denilen, daima hareket halindeki sonsuz ve şuursuz zerrelerin rastgele hareketi ve tesadüfi olarak birleşmesiy­le vücuda gelmiştir. Bunlara göre, şu nizam ve güzellik mecmuası olan âlem, ezelî ve ebedî, şuur, ilim, irade ve kudret sahibi, hakîm bir yaratıcının eseri olmayıp, kör bir kuvvetin sevkettiği câmid ve şuursuz maddelerin tesadüfi hareket ve birleşmelerinin eseridir!..

Maddecilere göre; «Kuvvetsiz madde, maddesiz kuvvet olamaz.» Bu sebeple, âletle dahî görülemiyecek derecede küçük ve lâtif, ka­sıt ve şuurdan mahrum olan esirin, boşluktaki hareketi esnasında bir kısmının tesadüfi olarak birleşmesi ve bilâhare diğerlerini cez-betmesiyle büyük bir kütle meydana gelmiş, daha sonra bu muaz­zam kütleden parçalar ayrılarak, bir kısmı; üzerinde yaşadığımız bu dünyayı, diğer bir kısmı; güneş, ay, yıldız ve diğer seyyareleri meydana getirmiştir. O halde bu âlemin aslı; esir ve atomlarda© meydana gelen «Madde» ile, hareketini sağlıyan «Kuvvet» den vü­cuda gelmiştir, «Madde de, hareket de ezelî ve kadim olduğundan; bunlar dışında bir yaratıcıya lüzum yoktur.», faraziyesini ileriye sü­rüyorlar.

Sonra aradan U2un zaman geçince, «tabiattaki tekâmül» kaidesince yeni gelişmeler olmuş, maddenin kazandığı yeni istidatlarla (yeteneklerle) yeni unsurlar vücud bulmuş, madenler, daha sonra hayat sahibi eşya teşekkül etmiş. Canlı varlıklardan önce, en basiti olan nebat, sonra, ihsas ve hareket sahibi olan hayvanlar, daha sonra da mütekâmil varlık olan ve şuur, idrâk ve tefekkür sahibi bulunan insan meydana gelmiştir.

«İnsan, hayvanların en mütekâmili olan ve insana çok benze­yen maymun cinsinden gelmiştir.» fikri, İngiliz filozoflarından «Dar­vin» tarafından, «Tekâmül Nazariyesi» adıyla ortaya konmuştur. Böylece insandaki şuur, idrâk ve tefekkür (düşünce) gibi aklî ve nefsî hâdiseler, dimağdaki «efâil» ile, yani hep madde ve maddî hâ­diselerle izaha çalışılmıştır. Bu nazariyeye göre insan, maddî bir varlıktır. Onda maddî olmayan hiçbir şey yoktur. Nasıl ki midenin vazifesi hazımdır; dimağın vazifesi de irade ve tefekkürdür. Maddi olan dimağ, teşekkül bakımından bu işe kabiliyetlidir, deniliyor.

Bu iddiaya göre, maddî olmayan ne ruh, ne akıl, ne de «hâşâ» Allah vardır. Çünkü her şeyin aslı maddedir. Bütün eşya, madde­nin zamanla tahavvülünden meydana gelmiştir. 190



B) Bu Mezhebin Îptalt :

Görüldüğü gibi, Maddeciler ve Tekâmülcülerin iddiaları, hiçbir ilmî esasa dayanmayan, delil ve mantıktan mahrum ve tamamen hayâl mahsulü olan indî ve mesnedsiz bir faraziyeden ibarettir. Çünkü :



1- Bu faraziye, bizzat kendilerinin koydukları esaslarla tena­kuz (çelişki) halindedir. Zira maddeciler; görülmiyen, his ve tecrü­be ile sabit olmayan hiçbir şeye inanmaz, bu gibi şeylerin varlığı­nı kabul etmezler. Öyle olduğu halde nasıl oluyor da, bu âlemin, hiçbir şeyle görülmesi kaabil olmayan «esîr» denen zerrelerin şuur­suz ve tesadüfi hareketleriyle meydana geldiğini iddia ediyorlar? Esîr'i görmek, vasıflarını tecrübe ile anlamak kabil olmadığına göre, nasıl oluyor da, kendi kaide ve metodlarma aykırı bir fara­ziyeyi ileri sürüyorlar? Bu bir çelişki değil midir?

2- Esîr, madde ve kuvvet, dâima hareket ve değişiklik halin­de olduğuna göre, bunlar mümkinât cinsinden olup, bizatihi mevcut olan bir müessire, yani bir yaratıcıya muhtaçtır. Bu sebeple, esîr'in, her şeyin aslı ve illeti olduğu iddiası, hiçbir ilmî kıymet ifade et­meyen bir hayâl ve faraziyeden ibarettir.

3- Sonra maddeciler, hiçbir şeyin sebepsiz olarak vücuda gel-\ miyeceğini, «müreccihsiz tereccühün muhal olduğunu» bildikleri hal­de, şuur - idrâk ve her nevi kemâlden mahrum olau bu zerrelerin muayyen lıir nisbet dahilinde birleşerek mahiyyet ve evsafı muhte­lif olan varlıkları meydana getirmelerinde niçin bir sebep, bir mües­sir aramazlar? Zerrelerin hepsi aynı evsafta olduğu halde, bazıları­nın diğerlerinden farklı olarak hareketlerinde bir müreccihin lâmn olacağını nasıl kabul etmezler de, bütün bunları sebepsiz ve mü­reccihsiz olarak kor bir tesadüfe bırakırlar?

Hayat, idrâk, irade ve tefekkür gibi şeylerin, bütün bu vasıf­lardan mahrum olan şuursuz, câmîd bir maddeden hâsıl olmasını nasıl îzâh edebilirler?



4- Varhklardaki bu pekçok ve çeşitli sıfatlar» küçücük bir zerrede nasıl toplanabilir?

Bugün atomun parçalanm asiyle, Maddecilerin bir düsturu olan «Maddesiz kuvvet, kuvvetsiz madde olamaz» nazariyyesi iflâs et­miştir. Çünkü bu gün atomun parçalanması ile, maddesiz bir kuv­vet olan «enerji» ortaya çıkmıştır.



5- Şu husus da, bugün ilmen sabittir ki; bu kâinatta vâki olan herşey sabit ve devamlı bir kânuna, bir hikmet ve gayeye uy­gun olarak vücûda gelmektedir. O halde, kâinattaki bu nizâm ve güzellik mecmuasının, kör bir tesadüfün eseri olduğu nasıl iddia edi­lebilir?»

Evet, kâinatta böyle bir tekâmül kanununun câri olduğu aklen muhal değildir. Fakat böyle bir tekâmül, kör bir tesadüfün eseri değil, ancak irâde ve kudret sahibi bir varlığın, yani Hak Teâlâ'-nın ilâhî hikmetinin bir icabı olabilir.

Evet Hak Teâlâ, hikmet-i ilâhîsi icâbı olarak önce bu maddî âlemi, sonra bir takım nebat ve hayvanları, daha sonra en müte­kâmil varlık olarak insanı vücûda getirmiştir. İnsana verdiği akıl ve irade ile, keşiflerde bulunarak ilerlemesini ve yükselmesini sağ­lamıştır. Ancak, bütün bunlar, bizi Allah'ı inkâra değil, bilâkis O'na îmâna ve O'nu takdise sevketmelidir. Bugün, akl-ı selîm ve sağduyu sahibi her insan, madde ve tekâmülcülerin faraziyelerini reddet­mektedir. 191


Yüklə 0,92 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   14   15   16   17   18   19   20   21   ...   25




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin