maza sürüklenecektir. Kendini beğenmişliğin cezasını daha
bu dünyadan çekmeye başlayacaklardır. Sıkıntılarını kim-
seyle paylaşmasını bilmedikleri için, yalnız başlarına ıstırap
çekeceklerdir. Duygu alışverişinden nasipleri olmayacaktır.
Duygusuz, hareketsiz, tatsız bir hayat yaşadıkları sanılacak-
tır. Istırapları, ne yüzlerindeki çizgilerden, ne de saçlarının
beyazlaşmasından anlaşılacaktır. Çektikleri acılarla, yüzleri-
nin buruşmasına, saçlarının beyazlaşmasına izin verilmeye-
cektir. Güldükleri zaman sevinçli, ağladıkları zaman kederli
oldukları sanılacaktır. Hayattan çıkarları olmadığı
da asla
kabul edilmeyecektir. Böyle bir yanlışlığa düşülmeyecektir.
Aslında, hayattan çıkarları olduğu ispat edilecektir; çıkar-
larını korumak için canları çıktığı halde, bunu becereme-
dikleri için, çıkarlarıyokmuşdabirşeybeklemiyormuşçasına-
gillerden göründükleri yüzlerine vurulacaktır. Onlar da bu
saldırılara bir karşılık bulamayacaklardır.
Kendilerini yok-
ladıkları zaman, bütün ileri sürülenlerin gerçek olduğunu,
hayatlarını boş yere harcadıklarını, ne yazık ki artık çok geç
kaldıklarını onlar da açık ve seçik olarak göreceklerdir. İşte
o anda dahi, delice bir harekette bulunmalarına, anlamsız
bir hayatı anlamlı bir şekilde bitirmelerine göz yumulmaya-
caktır. Kendilerini öldüremeyeceklerdir. Onlara anlatılacak-
tır ki, böyle bir davranış bütün yaşantılarıyla çelişki içinde-
dir, gerçekle bir ilgisi yoktur: kendilerini öldürürlerse, on-
lar hakkında varılan isabetli yargıları çürütmek için gene
boş bir çaba göstermiş olurlar. Bu hiçbir şeyi değiştirmez.
Onlar, bu rezilliğe de katlanarak sürünmeye devam edecek-
lerdir. Hayatlarıyla yanlış olanların ölümleriyle doğru olma-
larına imkân var mıdır? Hayattan çıkarı olmamak, hem
Tanrının hem de insanların gözünde affedilmez bir suçtur;
gelişip yayılmaması için gerekli her türlü tedbir alınacaktır.
Bütün tarih, bütün iktisat, bütün sosyoloji, bütün psikoloji,
kısaca bütün lojiler, hayatın çıkarcılığa dayandığını göster-
202
mek için yırtınacaklardır, yırtınmalıdırlar. “Ben çıkarıma
bakarım”
diyeceksiniz, bunun için “Babamı bile tanımam”
diyeceksiniz. Kimseyi tanımayacaksınız; hele hayattan çıka-
rı olmayanları hiç!
ÜÇÜNCÜ ŞARKI
Mısra 300:
...sağa sapın. Etilerin at oynatmış olduğu...
Türk Tarihi, bilimsel olmayan bir tasnife göre, ikiye ayrı-
lır: yakın tarihimiz, uzak tarihimiz. Aslında, bu iki tarihi-
miz de bize uzak kalmaktadır. Bizim öz yapımız, bu iki dö-
nemin de dışında kalan ve “En Uzak Tarihimiz” diyebilece-
ğimiz bir çağda tayin edilmiştir. Her ne kadar Etiler, Sümer-
ler, Akadlar daha eski sayılırlarsa da, onların bizim için ka-
lıcı özellikleri yoktur. Bu nedenle, bu kavim isimleri, sine-
ma sahiplerinin ve berberlerin ilgisini çekmekten öteye gi-
dememiştir.
“Yedi Işık”, Orta Asya’dan Anadolu’ya gelmekle, tarihimi-
ze gerçek damgasını vurmuştur. Bazı çevrelerce “Yedi Yatır”
olarak bilinen yedi gencin Çin’den göç ederek bugünkü Si-
vas dolaylarına yerleşmesi tarihimiz için bir dönüm noktası
olmuştur. Birinci şarkıda da açıkladığımız gibi,
Orta As-
ya’dan Çin’e kaçan Orkan ve altı arkadaşı, sonunda Çin’den
de ayrılmak zorunda kalmışlar ve Anadolu’ya gelerek biraz
da oraları aydınlatmaya karar vermişlerdi.
Sivas’ta ilk yıllar yoksulluk içinde geçmiş, fakat yazı dili
öğrenildikten sonra aydınlatma bakımından büyük işler ba-
şarılmıştı. Öztürkçe’nin zorlukları yenildikten sonra -yani
bu dil bir yana bırakıldıktan sonra- yeni ve zengin bir dille,
halkı doğru yola getiren büyük bir eser hazırlanmıştı. Kısa-
ca “İlmihal” adını alan bu muazzam eser,
yetmiş yedi bö-
203
lümden ibarettir. Kitaba Orkan’la Salgan başlamışlar. Onla-
rın ölümüyle, çömezleri durmadan ekler yazarak, eseri bu-
günkü durumuna getirmişler. Birinci bölümde “Yeni Dü-
zen”in ilkeleri anlatılıyor. Bundan sonra “Hadisat” ve “Tat-
bikat” bölümleri de düzenin başına gelenleri ve uygulama-
larını dile getiriyor. Kitabı bazı örnekler vererek tanıtmaya
çalışacağım. Oldukça ağdalı olan dilini de mümkün olduğu
kadar sadeleştirdim.
Dostları ilə paylaş: