mesini bile öğretmedin ona. Evde yalnız kaldığı geceler, ka-
ranlıkta yorganı başına çekti ve ter içinde, mısra 193 ile
mısra 214 arasında söylediği gülünç yakarmayı uydurabildi
o zor şartlar altında. Daha iyi birşeyler söyletemez miydin?
Neden, onu canı kadar seven annesinin bile Selim’i; “Benim
korkak oğlum” diye okşamasına göz yumdun? “Benim akıl-
lı oğlum, güzel oğlum” dediği zaman da neden, şımarması-
nı önlemedin? Bir duvardan bir duvara çarpıp durdun onu.
Bir uçtan bir uca itip durdun onu. Öğretmeni: “Yalan söyle-
me, bu resmi sen yapmadın,” dediği zaman neredeydin?
Neden, bir karşılık bulmasına yardım etmedin? Oysa, o res-
mi Selim yapmıştı. On bir yaşında, “benim kızla konuşu-
yorsun,” diye Erdal’dan ilk tokadı
yediği zaman, aslında
kızla konuşmamıştı. Neden, babasının verdiği on liranın
üstünü bir kerede yolda düşürmesini sağlamadın da, önce
iki buçuk lirayı düşürdü ve koşa koşa dönüp bu parayı
ararken kalan dört lirayı da kaybetti? Soruyorum: neden?
Sonra, neden karakola gönderdin Selim’i parayı bulan oldu
mu diye sormaya? Neden polisleri güldürdün ve Selim’i ağ-
lattın? Polisler daha mı iyiydi Selim’den? Biliyorum, İsa da-
ha büyük acılar çekti diyeceksin. Bu kadar ayrıntılara gire-
mezdi, diyeceksin. Asıl, ayrıntılara girmeliydi bence. Her
şeyi yaşamalıydı. İlkokula göndermeliydin İsa’yı da Selim
gibi. Sonra, Selim senin oğlun değil ki. Olsaydı da bilmiyor-
du. Biliyorum, bunlardan daha acıklı sözler yazdı romancı-
lar, diyeceksin. Ben daha neler duydum, diyeceksin. Demek
bunu söylemekle bitiyor her şey. Sen onlara inan (ne kay-
bettiğini bilmiyorsun onlara inanmakla). Küçük ayrıntılara
daha girme bakalım. İsa’nın ikinci gelişiyle durumu kurta-
racağını sanıyorsun. Selim de ikinci kere gelirse görürsün.
Yalnız, bu sefer lütfen aynı zamanda gelsinler artık. Araya
gene binlerce yıllık bir uçurum koyma. Sonunda, ilk geliş-
lerinde yaptığın gibi ikisini de yalnız bırakma.
200
Mısra 262:
Yazın camdan bakarım
Ankara, kışın
çok soğuk olduğu için, camdan (dışarı)
bakmak ancak yazın mümkündür. Selimlerin evi kaloriferli
olmadığından ve kışın geceleri soba söndüğünden, sabah
kalktığı zaman bütün camları kalın bir buz tabakasıyla kap-
lı bulurdu. Buzlar, soba yandıktan saatlerce sonra, ancak
öğleye doğru erirdi. (Bütün duvarlar su içinde kalırdı.)
Buzlar erimeye başlayınca Selim, cama yapışkanlığı kaybo-
lan küçük buz parçalarını parmağının ucuyla camın üzerin-
de dolaştırırdı.
Bu oyuna, kutup gemileri adını vermişti.
Mısra 263:
Dostları ilə paylaş: