Halifeligin Kaldýrýlmasýnýn Sonuçlarý
* Halifeligin kaldýrýlmasý laiklige geçişin en önemli aşamasý olmuştur.
* Halifeligin kaldýrýlmasý Türkiye’de inkýlâp sürecini hýzlandýrmýş ve inkýlâplar için
elverişli bir ortam hazýrlamýştýr.
* Türkiye’de ümmetçilik arayýşlarý sona ermiştir.
Çok Partili Hayata Geçiş Denemeleri
Müdafaa-i Hukuk Grubu ve Halk Fýrkasý’nýn Kurulmasý (9 Agustos 1923)
TBMM 1 Nisan 1923'te tarihi görevini tamamlayarak seçimlerin yenilenmesini
kararlaştýrdý. M. Kemal Paşa da seçimlerden sonra Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i
Hukuk Cemiyeti’nin yerine Halk Fýrkasý’ný kurdu. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk siyasi
partisi olan Halk Fýrkasý’nýn başkanlýgýna M. Kemal Paşa seçildi. Bu arada yapýlan
seçimlerle, ikinci grup mensuplarý meclisten tamamen uzaklaştýrýlmýş oldu.
Ordunun Siyasetten Ayrýlmasý
Mustafa Kemal Paşa, daha II. Meşrutiyet döneminde Ittihat ve Terakki Partisi’nde
gördügü ordu ile işbirligini tenkit etmişti. Bu tecrübelerin ýşýgýnda önce 3 Mart
1924'te o zamana kadar hükümette yer alan Genelkurmay Başkanlýgý politika
145
dýşýnda býrakýldý. Ardýndan komutanlarýn milletvekili olmalarýnýn kaldýrýlmasýyla
ordunun siyasetten ayrýlmasý saglandý. Ordunun siyasetten ayrýlmasý ile meclisteki
rekabetin iç çatýşmaya dönüşmesi önlenmiştir.
Terakkiperver Cumhuriyet Fýrkasý
Mustafa Kemal Paşa’da mecliste demokrasinin yerleşebilmesi için yeni bir partinin
kurulmasýný gerekli görüyordu. Cumhuriyet rejiminin yerleşebilmesi için başka
partilerin varlýgý ve hükümetteki partinin denetlenmesi gerekiyordu.
Muhalif milletvekilleri hazýrlýklarýný tamamladýktan sonra 17 Kasým 1924'de
Terakkiperver Cumhuriyet Fýrkasý’ný kurdular. Partinin başkanlýgýna Kazým
Karabekir getirildi.
Şeyh Sait Isyaný
Isyanýn Nedenleri
* Yenilik hareketlerinin hýzlanmasý
* Ingiltere’nin kýşkýrtmalarý
* Terakkiperver Cumhuriyet Fýrkasý’nýn çalýşmalarý
* Hilafet ve Saltanatý geri getirme düşünceleri
Şeyh Sait Ayaklanmasý 13 Şubat 1925'te Diyarbakýr’da başladý. Isyancýlarýn amacý
Türkiye Cumhuriyeti’ni yýkmak ve Osmanlý devlet düzenini geri getirmekti. Isyan
kýsa sürede Erzurum, Elazýg, Muş, Bitlis gibi dogu illerinde yayýldý. Ali Fethi Okyar
Hükümeti isyanýn bastýrýlmasýnda başarýlý olamayýnca istifa etti. Yeni hükümeti
kuran Ismet Paşa aldýgý askeri ve siyasi önlemlerle isyaný bastýrdý.
Şeyh Sait Ayaklanmasý’nýn Sonuçlarý
* Dogu Anadolu Bölgesi’nde bozulan huzuru saglamak amacý ile Takrir-i Sükun
Kanunu çýkartýldý (4 Mart 1925). Bu kanun 1929 yýlýna kadar yürürlükte kalmýştýr.
146
* Türkiye Cumhuriyeti yýprandýgý için Ingiltere Musul sorununun kendi lehine
çözülmesinde büyük avantaj saglamýştýr.
* Türkiye Cumhuriyeti’ni yýkmaya yönelik ilk isyan bastýrýlmýştýr.
* Terakkiperver Cumhuriyet Fýrkasý isyanda rolü oldugu gerekçesi ile
kapatýlmýştýr (5 Haziran 1925).
* Türkiye’de çok partili hayata geçiş için yapýlan ilk deneme başarýsýzlýkla
sonuçlanmýştýr.
* Şeyh Sait isyaný, Türkiye’de çok partili hayata geçiş için ortamýn uygun
olmadýgýný ve henüz demokrasinin tam anlamýyla uygulanamayacagýný
göstermiştir.
Serbest Cumhuriyet Fýrkasý ve Menemen Olayý
Mustafa Kemal Paşa’nýn onayýyla kurulan Serbest Cumhuriyet Partisi’ni kurdular
(12 Agustos 1930). Bir süre sonra teşkilâtlar oluşturmaya başladý. Işte bu esnada
inkýlâplara karşý olanlar partiye girmeye başladýlar. Bir süre sonra inkýlâplar,
hükümet ve lâiklik aleyhine gösteriler ortaya çýktý. Fethi Bey’in kontrolünden çýkan
olaylar, kendisini Mustafa Kemal Paşa ile karşý karşýya getirdi. 18 Aralýk 1930'da
Serbest Cumhuriyet Fýrkasý kendi kendini feshetti. Böylece ülkemizde
Cumhuriyetin ilânýndan sonraki çok partili hayata geçişteki ikinci deneme de
başarýlý olamadý. Bundan sonra Atatürk döneminde bir daha girişimde
bulunulmadý. Ülkemizde çok partili hayat ancak 1946'da başlayabilmiştir.
Serbest Cumhuriyet Fýrkasý’nýn kendi kendini feshetmesinden sonra Menemen
Olayý meydana geldi. Derviş Mehmet ve adamlarý 23 Aralýk 1930'da Menemen
kasabasýnda isyan ettiler. Isyaný bastýrmaya gelen Astegmen Kubilay öldürüldü.
Menemen Olayý süratle bastýrýldý. Bu olay, Serbest Fýrka’nýn kapatýlmasýnýn ne
kadar yerinde bir davranýş oldugunu göstermiştir.
147
Hukuk Alanýndaki Inkýlâplar
Hukuk Inkýlâbýnýn Nedenleri
* Milliyet, din, mezhep ve tarikat farklýlýklarýndan dolayý ülkede hukuk birliginin
saglanamamasý
* Halkýn evlenme, boşanma ve miras gibi konularda kendi dini kurallarýný
uygulamasý
* Ceza hukukunun şahýslarýn güvenligini saglamada yetersiz kalmasý ve modern
ceza hukukuna uymamasý
* Mahkemede tek yargýçýn (kadý) bulunmasý
* Kadýn haklarýyla ilgili kanunlarýn yetersiz kalmasý
* Iktisadi ve ticari hayatý düzenleyen kurallarýn yetersiz kalmasý
* Müslüman olmayan azýnlýklarýn kişisel hukuk ve aile hukukuna ait sorunlarý
kendi dini kurallarýna göre çözmeleri
* Eski hukuk sisteminin çagýn gelişmeleri karşýsýnda yetersiz kalmasý
* Türkiye Cumhuriyeti’nin Batý medeniyetine katýlmayý hedeflemesi
* Devletin lâik bir karakter kazanmasýnýn gerekliligi
Medeni Kanun’un Kabulü
TBMM, 17 Şubat 1926'da yeni Medeni Kanunu kabul etti. Bu kanun 6 Ekim
1926'da yürürlüge girdi.
Medeni Kanun’un Kabulünün Sonuçlarý
* Kadýnlarla erkekler arasýnda toplumsal ve ekonomik alanda tam bir eşitlik
saglanmýştýr. Kadýnlara istedigi meslege girme hakký tanýnmýştýr.
* Evlilik, devlet kontrolü altýna alýnarak resmi nikâh zorunlulugu kabul edilmiştir.
* Çok kadýnla evlenme yerine tek kadýnla evlilik kararlaştýrýlmýş, Medeni Kanun
ile modern Türk ailesi kurulmuştur.
* Mirasta kýz ve erkek çocuklar arasýnda eşitlik saglanmýştýr.
* Boşanmada serbestlik kaldýrýlarak belli şartlara baglanmýştýr.
* Toplumsal hayat çagdaş gelişmelere göre düzenlenmiştir.
148
* Kabul edilen kanunlar, Türkiye Cumhuriyeti’nin bütün vatandaşlarýna uygulanýr
hale getirilmiştir. Böylece hukuk bakýmýndan vatandaşlar arasýnda din ve mezhep
farký gözetilmemiştir.
* Türkiye’deki Müslüman olmayan topluluklar, Lozan Antlaşmasý’nýn kendilerine
tanýdýklarý haktan vazgeçtiklerini ve Türk Medeni Kanunu’na uymak istediklerini
bildirdiler. Hükümetçe de bu istegin kabulüyle Avrupa devletlerinin müdahaleleri
ortadan kalkmýştýr. Patrikhane ve konsolosluklarýn mahkeme kurma yetkileri de
sona ermiştir.
* Hukuk birligi saglanmýştýr.
Türk Kadýnlarýna Siyasal Haklarýn Verilmesi
1930 yýlýnda kabul edilen Belediye Kanunu ile kadýnlarýn belediye seçimlerine
katýlmalarý saglandý. 5 Aralýk 1934'te kadýnlara milletvekili seçme ve seçilme hakký
tanýndý. Böylece Türk kadýný hukuk alanýnda tam olarak erkeklerle eşit oldu.
Avrupa devletlerinden çogu, kadýnlara bu imkânlarý saglayamadan, Türk
Inkýlâbý’nýn kadýnlara siyasal haklar vermesi Atatürk’ün kadýnlara verdigi degeri
göstermektedir.
Egitim Alanýndaki Inkýlâplar
Tevhid-i Tedrisat Kanunu (3 Mart 1924)
Tevhid-i Tedrisat Kanunu’yla;
* Bütün egitim kurumlarý Milli Egitim Bakanlýgý’na baglanmýştýr.
* Azýnlýk ve yabancý okullarýn dini ve siyasi amaçlarla ögretim yapmalarý
önlenmiştir.
* Yabancý okullarýn ders programlarýna Türkçe kültür dersleri konmuş ve bu
derslerin Türk ögretmenler tarafýndan okutulmasý saglanmýştýr.
* Devlet egitimin her çeşidiyle ugraşmaya başlamýş, Milli Egitim Bakanlýgý bütün
egitim ve ögretim işlerinin tek sorumlusu haline gelmiştir.
* Medreseler kapanmýştýr.
* Egitimin lâikleşmesi alanýnda önemli bir adým atýlmýştýr.
149
Lâtin Harflerinin Kabulü (1 Kasým 1928)
Meclis, 1 Kasým 1928'de yeni harflere dair çýkardýgý kanunla Arap harfleri yerine
Lâtin alfabesini kabul etmiştir. Lâtin harflerinin kabulüyle;
Batý dünyasý ile yakýnlaşma yolunda önemli bir adým atýlmýştýr.
Çagdaşlaşmada önemli bir engel oluşturan yazý meselesi çözümlenmiştir.
Okuma-yazma oraný sürekli artarken, basýlan kitap sayýsýnda da büyük bir artýş
meydana gelmiştir.
Yeni Tarih Anlayýşý
Atatürk, Türk tarihinin sadece Islâm ve Osmanlý tarihleriyle sýnýrlý olmasýný kabul
etmiyordu. Bu nedenle tarih konusunda araştýrmalar yapmak üzere Türk Tarih
Kurumu’nu kurdu (15 Nisan 1931). Türk Tarih Kurumu’nun kurulmasýyla milli tarih
anlayýşý yolunda önemli bir gelişme kaydedildi.
Türk Dilinin Geliştirilmesi
Atatürk, dil çalýşmalarýnýn planlý bir şekilde yapýlmasýný saglamak amacýyla Türk Dil
Kurumu’nu kurdu (12 Temmuz 1932).
Dil inkýlâbýyla ;
* Türkçeyi, Osmanlýlarýn halk tarafýndan benimsenmemiş kelime ve
kurallarýndan arýndýrmak
* Yabancý kelimeler yerine halk arasýnda kullanýlan ya da yazýlý kaynaklarda yer
alan yeni kelimeler türetmek
* Türkçenin zenginligini ortaya koymak
* Türkçenin bilim dili konusunda da gelişmesini saglamak
150
amaçlanmýştýr.
Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu'nun kurulmasý milliyetcilik ilkesi
dogrultusunda yapýlmýştýr.
Toplumsal Hayatýn Düzenlenmesi
Tekke, Zaviye ve Türbelerin Kapatýlmasý (30 Kasým 1925)
30 Kasým 1925 tarihinde çýkarýlan bir kanunla tekke, zaviye ve türbeler
kapatýlmýştýr. Böylece Türk toplumunun çagdaşlaşmasý ve lâikleşmesi yolunda
önemli bir adým atýlmýştýr. Yine ayný kanunla “şeyhlik, dervişlik, dedelik, seyyitlik,
çelebilik, türbedarlýk” gibi ünvanlar kaldýrýlmýştýr.
Kýlýk - Kýyafetin Düzenlenmesi
25 Kasým 1925 tarihinde şapka Kanunu çýkarýlmýştýr. Bu kanunla Türk erkeklerinin
başlýk olarak şapka giymesi kararlaştýrýlmýştýr. 1934 yýlýnda çýkarýlan bir kanunla da
hangi din ve mezhebe mensup olursa olsun din adamlarýnýn mabetler ve ayinler
haricinde dini kýyafetle dolaşmalarý yasaklandý. Sadece Diyanet Işleri Başkaný,
Rum ve Ermeni Patrikleri, Hahambaşý her zaman dini kýyafet giyebileceklerdi.
Kýlýk-Kýyafet düzenlenmesi çalýşmalarý çagdaşlaşma ile işgilidir.
Ölçüler ve Takvimde Degişiklik
Batýlý devletlerle olan münasebetlerini geliştirmesi için takvim ve ölçülerin de
düzenlenmesi gerekiyordu. 26 Aralýk 1925 tarihinde çýkarýlan bir kanunla çagdaş
dünyanýn kullandýgý Milâdi Takvim kabul edildi. 1 Ocak 1926'dan itibaren de
uygulandý. Yine ayný tarihte uluslararasý saat kabul edilerek gün, gece yarýsýndan
başlatýldý ve yirmidört tane saat birimine ayrýldý.
Osmanlý ülkesinde uzunluk ve agýrlýk ölçüleri de geleneklere göre düzenlenmişti.
Okka, arşýn, endaze, kile vb. yörelere göre degişen ölçülerin kullanýlmasý ekonomik
hayatta bazý karýşýklýklara neden oluyordu. 1931 yýlýnda kabul edilen bir kanunla
151
metre ve kilo sistemi getirilerek ticaret ve ekonomi alanlarýnda işlemler
kolaylaştýrýldý. Yurdun her tarafýnda düzenli bir ölçü sistemi kuruldu.
Batýlý ülkeler pazar günü tatil yapmaktaydý. Türkiye’nin bu ülkelerle ekonomik
ilişkileri gelişmekte oldugundan hafta tatilinin yeniden düzenlenmesi gerekiyordu.
1935 yýlýnda alýnan bir kararla pazar günü hafta tatili olarak benimsendi.
Soyadý Kanunu’nun Kabulü (21 Haziran 1934)
Kişilerin toplumsal hayatta kolaylýkla tanýnmalarý amacýyla 21 Haziran 1934'te
Soyadý Kanunu kabul edildi. Bu kanuna göre her aile bir soyadý alacak, soyadlarý
Türkçe olacak, rütbe, memurluk, yabancý ýrk, millet adlarý ile ahlâka aykýrý ve
gülünç kelimeler soyadý olarak kullanýlamayacaktý. Soyadý Kanunu’nun kabulünden
sonra TBMM Türk milleti adýna, M. Kemal’e Atatürk soyadýný vermiştir.
1934 yýlýnda çýkarýlan diger bir kanunla “aga, hacý, hoca, hafýz, hocaefendi, bey,
paşa, haným, hanýmefendi” gibi eski toplum zümrelerini belirten ünvanlar kaldýrýldý.
Ayný kanunla, eski Osmanlý idarecilerinin verdigi tüm nişan ve rütbeleri taşýmak
yasaklandý.
Ekonomi Alanýndaki Gelişmeler
Izmir Iktisat Kongresi (18 Şubat - 4 Mart 1923)
Izmir Iktisat Kongresi’nde;
1. Hammaddesi yurt içinde yetişen veya yetiştirilebilen sanayi dallarýnýn kurulmasý
2. Küçük imalattan süratle fabrikaya geçilmesi
3. Özel sektörce yapýlamayan teşebbüslerin devletçe gerçekleştirilmesi
4. Özel teşebbüse kredi saglayacak bir devlet bankasý kurulmasý
152
5. Işçilerin durumunun düzeltilmesi gibi kararlar alýnmýştýr.
Milli Ekonominin Kurulmasý
Tarým
Osmanlý Imparatorlugu döneminde köylü, agýr vergiler altýnda eziliyordu. Özellikle
âşâr vergisi köylüler için büyük yük haline gelmişti. Âşâr vergisi genel bütçe
gelirinin % 40'ýný oluşturuyordu. Yeni Türk Devleti böyle bir gelirden vazgeçti. 17
Şubat 1925'te çýkarýlan bir kanunla âşâr vergisi kaldýrýlarak yerine arazi vergisi
konuldu. Böylece köylünün rahatlamasý saglanmýştýr.
Köylüye yardým etmek amacý ile tohum ýslah istasyonlarý, numune çiftlikleri
kuruldu. Traktör kullanýlmasý teşvik edilerek ucuz alet ve makina dagýtýldý. Tarým
Kredi Kooperatifleri kuruldu. Yüksek Ziraat Enstitüleri açýlarak tarýmla ilgili bilimsel
araştýrmalar yapýlmasýna imkân hazýrlandý. Tarým faaliyetlerini geliştirmek ve
çiftçilere kredi kolaylýgý saglamak amacýyla Ziraat Bankasý geliştirilerek kredi
imkanlarý artýrýldý.
Sanayi
Kurtuluş Savaşý’nýn sonunda Istanbul, Izmir ve Adana’da birkaç dokuma fabrikasý
ile Istanbul’da bir askeri fabrika ülkenin sanayi gücünü meydana getiriyordu.
Halbuki, kalkýnmak için sanayileşmenin gerçekleşmesi gerekiyordu.
Sanayi kuruluşlarýný teşvik amacýyla 28 Mayýs 1927 tarihinde “Teşvik-i Sanayi
Kanunu” çýkarýldý. Bu kanunla özel teşebbüse yatýrým yapmada pek çok kolaylýklar
saglanmýştýr. 1929 yýlýndan itibaren gümrük tarifelerinin yükseltilmesi de,
memleketimizdeki sanayii dýş rekabette korumayý amaçlamýştýr.
Yeni devletin kuruluşundan 1933'e kadar geçen dönemde sanayileşme istenilen
seviyede gerçekleşmemiştir. Bu durumda;
153
* Gelir seviyesinin çok düşük olmasý
* Özel sektörün yetersiz olmasý
* Teknik bilgi yetersizligi
* 1929'a kadar sanayinin dýşa karşý himaye edilememesi
* Özel sektörün Teşvik-i Sanayi Kanunu’na ragmen yapabildigi yatýrýmlarýn
miktar ve çeşit itibariyle yeterli olmamasý
1929 dünya ekonomik bunalýmýnýn olumsuz etkileri gibi nedenler önemli rol
oynamýştýr.
Ülkemizde 1934 yýlýnda ilk defa planlý ekonomiye geçildi. 1934 - 1939 yýllarý
arasýnda “Birinci Beş Yýllýk Plan” uygulandý. Hazýrlanan bu plana göre, özel
sektörün gerçekleştiremeyecegi yatýrýmlar devlet eliyle yapýlmaya başlandý. Plân
dogrultusunda dokuma, demir, kâgýt, cam ve kimya alanlarýnda 1937'ye kadar
onaltý fabrika kuruldu. Fabrikalarýn işletmeye açýlmasýyla dýşarýdan alýnan mallar
yüzde elli oranýnda azaldý. “Ikinci Beş Yýllýk Plân” ise Ikinci Dünya Savaşý’ndan
dolayý uygulanamadý. Fakat, 1945 yýlýna kadar süren savaş esnasýnda Türkiye,
dýşarýya muhtaç olmadan kendi ihtiyaçlarýný karşýlayabilmiştir. Sümerbank’ýn
açýlmasýyla elde edilen başarý, yeni kuruluşlarýn açýlmasýný teşvik etmiş ve maden
işleri ile ugraşacak Etibank ve Maden Tetkik Arama Enstitüsü kurulmuştur (1935).
Böylece sanayide devletçilik ilkesi iyice yerleşmiştir.
Yeni dönem, sanayi alanýndaki hizmetlerin dogrudan devlet tarafýndan
gerçekleştirildigi Devletçilik politikasýnýn uygulandýgý bir dönem olmuştur.
154
23) Atatürk Dönemi 'nde Türkiye 'nin Dýş Politikasý
Atatürk Dönemi’nde Türk Dýş Politikasýnýn Temel Ilkeleri
Atatürk’ün dýş politikasýnýn temel ilkeleri;
* Milli sýnýrlarýmýz içinde kalmak ve gerçekleştiremeyecegimiz emeller peşinde
koşmamak
* Bagýmsýzlýgýmýza ve sýnýrlarýmýza saygý duyan devletlerle iyi ilişkiler kurmak,
diger devletlerin içişlerine karýşmamak ve kendi içişlerimize karýşýlmasýna fýrsat
vermemek
* Devletlerarasý sorunlarý hukuka dayalý olarak barýşçý yollardan çözümlemek
* Ulusun hayatý tehlikede olmadýkça savaşa girmemek
* Milli sýnýrlarýmýz içinde herşeyden önce kendi kuvvetimize dayanarak
varlýgýmýzý devam ettirmek
* Dýş politika ve diplomaside bilim ve teknolojiyi yol gösterici olarak kullanmak ve
dünyadaki gelişmeleri göz önünde tutmak
şeklinde özetlenebilir. Atatürk “Yurtta sulh, cihanda sulh” vecizesiyle iç ve dýş
politikada barýşý benimsedigini ortaya koymuştur.
Türkiye – Ingiltere Ilişkileri
Türkiye ile Ingiltere arasýndaki ilişkilerin normalleşmesini engelleyen en önemli
neden, Türk – Irak sýnýrýnýn tesbiti anlamýna gelen Musul sorunu olmuştur.
Musul bölgesindeki zengin petrol yataklarýný býrakmak istemeyen Ingiltere, Irak’ta
manda yönetimi ilan etti. Lozan Konferansý’nda Türkiye - Irak sýnýrý görüşülürken
Türk heyeti, “Halkýn çogunlugunun Türk olmasý” nedeniyle, Musul ve Süleymaniye
bölgelerinin Türkiye sýnýrlarý içerisinde kalmasý gerektigini öne sürdü. Irak adýna
mandater devlet olan Ingiltere ise, Musul’un Irak sýnýrlarý içinde kalmasýnda direndi.
Bunun üzerine Türkiye’nin bölgede bir halk oylamasý yapýlmasý istegi yine Ingiltere
tarafýndan reddedildi.
155
Türkiye, sýnýrlarýný ve bagýmsýzlýgýný korumak için her türlü tedbire başvuracagýný
açýklayarak Ingiltere’nin askeri hareketini önlemiştir. Bu dönemde ortaya çýkan
Şeyh Sait isyaný Türkiye’yi olumsuz yönde etkilemiştir. Dolayýsýyla Şeyh Sait isyaný
bir ülkenin içerisinde yaşanan olumsuzluklarýn dýş politikayý olumsuz yönde
etkiledigine kanýt olarak gösterilebilir.
Ikili görüşmeler sonunda çözülemeyen Musul meselesi, Milletler Cemiyeti’ne
götürüldü. Musul meselesini incelemek amacýyla oluşturulan komisyonun
önerisiyle Milletler Cemiyeti, Musul’un Irak’a katýlmasý gerektigini belirtti.
Türkiye Milletler Cemiyeti’nin kararýna uyarak Ingiltere ile Ankara Antlaşmasý’ný
yaptý (5 Haziran 1926).
Bu antlaşmayla;
* Musul ve Kerkük Irak’a býrakýldý.
* Irak Hükümeti, Musul’a karşýlýk petrol üzerine konulan verginin % 10’unu 25 yýl
süreyle Türkiye’ye vermeyi kabul etti.
Türkiye – Fransa Ilişkileri
Fransa ile Türkiye arasýnda yaşanan sorunlarýn en önemlisi Osmanlý Devleti’nden
kalan borçlarýn ödenmesi konusunda yaşanmýştýr. Alacaklý ülkeler içinde en fazla
pay sahibi olan Fransa’ydý. Bu konuda 13 Haziran 1928’de Paris’te Türkiye ile
alacaklý devletler adýna Duyun–ý Umumiye Idaresi arasýnda bir antlaşma
imzalandý. Bu antlaşmayla ödenecek borçlarýn miktarý ve ödeme şekli
belirlenmiştir. Ancak, 1929’da başlayan dünya ekonomik krizi borçlarýn ödenmesini
güçleştirmişti. Bunun üzerine Türkiye, borçlarýn ertelenmesini istemiş ve 22 Nisan
1933’te Paris’te yeni bir borç sözleşmesi imzalanmýştýr. Son antlaşma Türkiye
lehine olmuş ve borçlarla ilgili sorun çözümlenmiştir.
156
Lozan Antlaşmasý’na göre yabancý okullar, Türk kanunlarýna ve diger okullarýn
baglý bulunduklarý yönetmeliklere uyacaklardý. Bu durum Fransa ile
anlaşmazlýklara neden oldu.
“Türkiye’de bizim okullarýmýzýn sahip olmadýklarý ayrýcalýga, yabancý okullarýn
sahip olmasý kabul edilemez.” diyen Atatürk, yabancý okullarýn Türk kanunlarýna
uymasýný istemiştir. Yönetmeliklere uymayan bazý okullar kapatýlmýştýr. Yabancý
okullar meselesi Fransa ile iyi ilişkilerin kurulmasýný geciktirmiştir.
Türkiye – Yunanistan Ilişkileri
Lozan Antlaşmasý’ndan sonra Türkiye ile Yunanistan arasýnda en önemli sorun
nüfus mübadelesi (degişim) hakkýndaki sözleşme ve protokolün uygulanmasý
konusunda yaşanmýştýr.
Lozan Antlaşmasý’nda, Istanbul’daki Rumlarla Batý Trakya’daki Türkler dýşýnda
Türkiye’deki Rumlarla Yunanistan’daki Türklerin karşýlýklý degiştirilmeleri
kararlaştýrýlmýştýr. 30 Ocak 1923’te imzalanan protokolle degişime tabi tutulacak
kişilere ait şartlar belirlenmiştir. Tarafsýz devletlerin temsilcilerinin de katýldýgý
mübadele komisyonu kurulmuş, ancak Yunanistan’ýn sürekli anlaşmazlýk çýkarmasý
yüzünden bir sonuç alýnamamýştýr.
Bir süre sonra Türk - Yunan ilişkileri gerginleşti. Anlaşmazlýk silahlý bir çatýşmaya
yol açmadan gergin hava yumuşatýldý ve 10 Haziran 1930 tarihinde anlaşma
yapýldý. Bu antlaşma ile yerleşme tarihlerine ve dogum yerlerine bakýlmaksýzýn
Istanbul Rumlarý ile Batý Trakya Türklerinin hepsi etabli (yerleşik) sayýlmýştýr.
Türkiye’nin Milletler Cemiyeti’ne Girmesi
Milletler Cemiyeti, Birinci Dünya Savaşý’ný kazanan devletler tarafýndan savaştan
hemen sonra uyuşmazlýklarý barýşçý yollardan çözmek, uluslararasý işbirligini
geliştirmek, böylece barýş ve güvenligi koruyarak yeni savaşlarý önlemek iddiasýyla
kurulmuştu.
157
Türkiye Cumhuriyeti’nin dýş politikasýnýn temeli barýşçý esaslara dayanýyordu.
Türkiye komşu ülkelerle dostluk ve iyi ilişkiler kurmuştur.
Türkiye’nin barýşçý girişimleri diger ülkeler tarafýndan memnuniyetle karşýlandý.
1930’dan sonra milletlerarasý işbirliginin önem kazanmasý, Milletler Cemiyeti’ne
ilgiyi artýrmýştýr. 1932 Temmuz’unda Ispanya’nýn teklifi, Yunanistan’ýn destegiyle
Türkiye Milletler Cemiyeti’ne üye olmuştur (18 Temmuz 1932).
Balkan Antantý
Türkiye Milletler Cemiyeti’ne girdikten sonra Balkan uluslarýyla yakýnlaştý. 1933’ten
sonra Almanya ve Italya silahlanarak dünya barýşýný tehdit etmeye başladýlar. Bu
gelişmeler sonucunda Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya devletleri
arasýnda Balkan Antantý imzalanmýştýr (9 Şubat 1934).
Arnavutluk, Italya’nýn baskýsýndan dolayý, Bulgaristan ise, Makedonya konusunda
Yunanistan ve Yugoslavya ile anlaşmazlýk nedeniyle antanta katýlmadýlar.
Balkan Antantý’yla Türkiye batý sýnýrlarýný güvence altýna almýş ve Türkiye için
Balkanlarda barýş dönemi başlamýştýr.
Bogazlar Sorunu ve Montrö Sözleşmesi
Lozan Konferansý’nda imzalanan Bogazlarla ilgili hükümler Türkiye’nin bogazlar
üzerindeki egemenlik haklarýný sýnýrlandýrmaktaydý. Türkiye, bogazlarla ilgili bu
hükümleri, güvenlik konusunda Milletler Cemiyeti’nin etkili olacagýný ve Avrupa’da
silahsýzlanmanýn gerçekleşecegi umuduyla kabul etmişti.
1933’ten sonra Italya, Almanya ve Rusya silahlanmaya başladý. Milletler Cemiyeti
barýşý tehdit eden bu gelişmeleri önleyemedi. Bu gelişmeler üzerine kendi
güvenligini garanti altýna almak isteyen Türkiye, 10 Nisan 1936’da Bogazlar
üzerindeki sýnýrlamalarý kaldýrmak amacýyla Lozan Antlaşmasý’ný imzalayan
devletlere birer nota göndererek Bogazlarla ilgili hükümlerin düzeltilmesini
158
istemiştir. Türkiye’nin bu istegi ilgili devletler tarafýndan olumlu karşýlanmýş ve
Isviçre’nin Montreux (Montrö) şehrinde Montrö Bogazlar Sözleşmesi imzalanmýştýr
(20 Temmuz 1936).
Montrö Sözleşmesi’ne göre;
– Lozan Antlaşmasý’nda kurulan Bogazlar Komisyonu kaldýrýlarak bütün yetkileri
Türkiye Cumhuriyeti’ne devredilecektir.
– Lozan Antlaşmasý ile Bogazlarýn iki yanýnda askersiz duruma getirilen yerlerde,
Türkiye asker bulundurabilecek ve tahkimat yapabilecektir.
– Ticaret gemilerinin her iki yönde Bogazlardan geçişi serbest olacaktýr.
– Savaş gemilerinin geçişi ise zaman ve agýrlýk bakýmýndan sýnýrlandýrýlacaktýr.
– Türkiye, savaşa girer veya bir savaş tehlikesi ile karşýlaşýrsa Bogazlarý istedigi
gibi açýp kapatabilecektir.
Montrö Bogazlar Sözleşmesi’yle;
* Türk Devleti’nin egemenlik haklarýný sýnýrlayýcý hükümler kaldýrýlmýştýr.
* Bogazlarda asker bulundurulmasý ile Türkiye’nin Dogu Akdeniz’de önemi
artmýş ve Türkiye milletlerarasý dengede önem kazanmýştýr.
* Türk – Sovyet ilişkilerinde ayrýlýgýn ilk adýmý atýlmýş, sözleşme Sovyet Rusya
tarafýndan yetersiz bulunmuştur.
Dostları ilə paylaş: |