110-) Ya'lemu ma beyne eydiyhim ve ma halfehüm ve lâ yuhıytune Bihi ılma; Onların önlerindekini de, arkalarındakini de (geçmiş ve geleceklerini) bilir... O'nun ilmini ihâta edemezler. (A.Hulusi)
110 - O onların önlerindekini ve arkalarındakini bilir, onlar ise onu ilmen ihata edemezler. (Elmalı)
Ya'lemu ma beyne eydiyhim ve ma halfehüm O; onların bildiklerini de bilmediklerini de biliyor. Belki burada ima edilen şey, ki lafzen bu önündekileri de arkasındakileri de biliyor manasına gelir ama, bildiklerini ve bilmediklerini bir açılım olarak geçmişlerini ve geleceklerini biliyor manasına da gelir.
ve lâ yuhıytune Bihi ılma fakat insan bilgisinin sınırlılığı sebebi ile bunu asla kavrayamayabilir. Yani insan Allah’ın geçmişi ve geleceği nasıl bildiğini, insanın gizli ve açığını nasıl bildiğini kavrayamaya bilir. Zaten kavrayamaz. Allah’ın mutlak ilmini nasıl kavrasın, sınırlı olan, sonsuz olanı nasıl kavrasın. Bu eşyanın tabiatına aykırı. Bu ibare çok yakın bir biçimde Bakara/255. ayetinde ki Ayete el kürsi olarak bilinir. Enbiya/28., Hac/28. geçer. Ki bir anlamı şöyle; Allah’ın zatını kavrayamaz anlamına gelebilir. 2. si O’nun bilgisini kavrayamaz. Ama biz 2. anlamın daha uygun olduğunu düşünüyoruz.
111-) Ve 'anetilvucuhu lil HayyilKayyûm* ve kad habe men hamele zulma; Vechler (yüzler), Hayy ve Kayyum'a zillet ile boyun eğmiştir... Bir zulüm yüklenen (halife oluşunu fark edemeden vefat eden) kimse hakikaten kaybetmiştir. (A.Hulusi)
111 - Ve bütün yüzler o hayyü kayyuma baş eğmiş ve bir zulüm yüklenen cidden hâib olmuştur. (Elmalı)
Ve 'anetilvucuhu lil HayyilKayyûm her şeyi ayakta tutan mutlak dirinin huzurunda yüzler yere eğilmiştir. ve kad habe men hamele zulma ve sırtına zulüm yükünü yüklenen kimsenin işi bitmiştir. Tabii ki ahirette.
Zulüm yükü, aslında zulüm yerini bilmemekti dostlar. Zulmün etimolojik manası dilsel anlamı yerinden etmektir bir şeyi. Kişi kendisini yerinden ederse Allah’ın koyduğu yerde durmazsa kendisine yapabileceği en büyük zulüm budur işte. Kendisine yaptığı zulmü sırtlanan, bu zulümden nasıl kurtulacak. Kendisine zulmetmek, yani kendi kendine kıymaktan söz ediyor ayet ve düşünüyor musunuz dostlar Allah sizi size karşı savunuyor. Sizi sizin şerrinizden koruyor.
Allah böyledir işte ve bunu sadece Allah yapar. Allah insanı kendisinin şerrinden korur. Allah insana kendisine dahi kötülük yapamayacağını emreder. Ben benim değil mi diyemez insan, çünkü sen senin değilsin. Bu koskoca bir yalan olur. Sen kendi bedelini ödeyerek hak etmiş değilsin, kendi kendini yaratmış değilsin, tercihini sonucunda var olmuş değilsin, var olduğunda tercih yapacak zaten bir akla bile sahip değildin. Var olduğunu bile bilmeden var oldun. Ama biri biliyordu. İki gözünü, iki kulağını, iki elini iki ayağını, bir yüreğini bir beynini hiçbir bedel ödemeden aldın, borç aldın. Asana borç veren de Allah’tı. Yani beynin var, beynin varsa dinin olmak zorundadır. Borcun varsa dini olmak zorundadır. Onun için din borçluluk duygusudur Allah’a.
112-) Ve men ya'mel mines salihati ve huve mu'minün fela yehafü zulmen ve lâ hadmâ; Kim imanlı olarak doğru fiiller ortaya koyarsa, o, bir haksızlığa uğramaktan ve hakkının çiğnenmesinden korkmaz. (A.Hulusi)
112 - Her kim de mümin olarak Salih amellerden işlerse o vakit o, ne bir zulümden korkar, ne çiğnenmeden. (Elmalı)
Ve men ya'mel mines salihati ve huve mu'minün fela yehafü zulmen ve lâ hadmâ Fakat kimde mümin olduğu halde erdemli davranırsa artık o ne haksızlığa uğramaktan, ya da hak ettiğinden mahrum bırakılmaktan korksun.
Nahl/96. ayetinde yaptıklarının en iyisiyle ödüllendirilecek diyordu ya Kur’an. Korkmasın o. Yani ne haksızlığa uğratılacak ne de hak ettiği bir şey elinden alınacak. Yaptıklarının en iyisiyle ödüllendirilecek diyor Kur’an.
113-) Ve kezâlike enzelnahu Kurânen Arabiyyen ve sarrefna fiyhi minel va'ıydi leallehüm yettekune ev yuhdisü lehüm zikra; İşte böylece O'nu Arapça bir Kur'ân olarak inzâl ettik; Onun içinde tehditkâr haberleri, sonları, türlü türlü açıkladık... Umulur ki korunurlar (arınırlar) yahut (Kur'ân) onlara bir öğüt olur. (A.Hulusi)
113 - Ve işte onu böyle Arabî bir Kur'an olarak indirdik ve bunda vaîydden(tehditten) türlü şekilde tekrar yaptık, ki belki korunur takvâ yolunu tutarlar, yahut da o, onlara bir zikir ihdas eyler. (Elmalı)
Ve kezâlike enzelnahu Kurânen Arabiyye ve böylece biz bu vahyi Arapça bir hitap olarak indirdik. ve sarrefna fiyhi minel va'ıyd ve ondaki tüm uyarıları bütün boyutlarıyla ortaya serdik. Yani her türlü örneği vererek, insan yeter ki ibret alsın, yola gelsin diye verilebilecek her türlü örneği, kullanılabilecek her türlü dil imkanını kullanarak insanı uyardık.
Neden? Bahanesi olmasın diye. Ya rabbi şöyle olsaydı belki uyanırdım demesin diye. Hem korkutarak, hem sevindirerek, hem müjdeleyerek, hem uyararak, hem tehdit ederek, yani hangi üslup kullanılacaksa tüm üslupları kullandık ki, bundan almazsa şundan alır, ondan almazsa ondan alır diye. Ne demeye hakkı var insanın?
leallehüm yettekune ev yuhdisü lehüm zikra belki sorumluluk duyarlar da bu mesaj onların fıtratlarında zaten var olanı hatırlama yoluyla yeniden ortaya çıkarır diye.
Ne kadar da uzun bir çeviri oldu değil mi. Kısacık metin uzunca çeviri. ev yuhdisü lehüm zikra var ya, o üç kelime, işte odur uzatan bunu. Çünkü ahdese; bir şeyi yeniden ortaya çıkardı manasına gelir. Bir şeyi yeniden icat et, yeniden meydana getirdi. Zikr ise yukarda da değindim unutulan bir şeyi hatırlamak manasına gelir. yuhdisü lehüm zikra cümleciği birlikte ifade edildiği zaman anlamı şudur; Fıtrat, ilahi format olan alt yapıydı. Üzeri küfürle örtülürse eğer alt yapı ile üst yapı arasında ilişki kalmaz. Yani temelle bina arası kopar.
Küfür bir kopuştur zaten, bir kırılmadır. Hiçbir kopuş makbul değildir. İnsanın özünden kopuşudur şirk, küfür. Dolayısıyla vahiy bu temelleri ortaya çıkarıp üzerine hayat binasını inşa etmek için gönderilmiş ilahi bir projedir. Yani alt yapıya uygun bir üst yapı projesi.
Peki alt yapıya uygun bir üst yapı olmaz, yani Allah’ın temele yerleştirdiği fıtrata uygun bir hayat yaşanmazsa ne olur? İki ayrı malzeme kullanıldığında en ufak sarsıntıda gider. Mühendisliğin en bilinen gerçeğidir. Betonla ahşap, iki ayrı malzeme iç içe kullanılmaz. Çünkü birbirine geçmeyen malzemelerdir. Eğer siz alt katı beton, orta katı ahşap, bir üstünü daha beton yaparsanız bu birbirini tutmayan malzeme olur. Onun içinde iki ayrı malzemeden yapılan hayat binası yıkılır. Daha doğrusu alt yapıya uygun bir üst yapı olmamış olur. Fıtrata uygun bir üst yapının projesini vahiy verir. İşte vahiy hayat binanızın yıkılmaması için ahirette ki o büyük deprem ve sarsılıp ta yere geçmemesi için sizi peşinen uyarır. Dikkat edin hayat binanızı doğru yapın. Şu mühendislik esasları ve şu statik hesapları üzerine kurun diye vahiy insanı uyarır.
114-) Fete'âllellahul Melikül Hakk* ve lâ ta'cel Bil Kur'âni min kabli en yukda ileyke vahyuhu ve kul Rabbi zidniy 'ılma; Melik ve Hak olan Allâh ne yücedir! O'nun vahyi sana bitmeden önce Kurân'ı (tekrara) acele etme ve: "Rabbim ilmimi arttır" de. (A.Hulusi)
114 - Demek ki Allah o hak şehin şah yüksek, çok yüksek, mamafih sana vahyi tamam edilmeden evvel Kur'an ı acele etme ve de ki «rabbim artır beni ilimce».(Elmalı)
Fete'âllellahul Melikül Hakk sonuçta aşkın olan Allah, mutlak otoritenin sahibi olarak, mutlak hakikatin de kaynağıdır. Evet, yine kısa bir metin uzun bir çeviri. Fete'âllellahul Melikül Hakk hepsi de uzun uzun tanımlanmayı gerektiren sıfatlar.
El Melik; Mülkün mutlak sahibi Allah’ın sıfatı olarak ebedi otorite, sahici iktidar demektir.
El Hakk; Yaratılmışların aksine değişmez mutlak gerçek. Allah için sıfat olarak kullanıldığında değişmez gerçeğin kaynağı anlamına gelir. Mahza hakikat yani. Onun içinde burada Allah’ın ebedi hakikati, insanınsa geçici tabiatına bir atıf yapılıyor. O nedenle de kalıcı olan Allah’tan bağımsız bir kalıcılık mı düşünüyorsun ey insanoğlu. Şeytan da Adem’i böyle aldatmıştı. Allah’tan bağımsız bir mutluluk mu düşünüyorsun ey insanoğlu. Allah’tan bağımsız bir kariyer planlaması mı yapıyorsun ey insanoğlu. Yanlış yapıyorsun. Aklını başına al uyarısı.
ve lâ ta'cel Bil Kur'âni min kabli en yukda ileyke vahyuh Şu halde O’nun vahyi sana tamamıyla ulaştırılmadan önce Kur’an hakkında tez canlı davranma. Çok önemli bir uyarı. Adeta tefsir usulünün, Kur’an ı anlamanın temel ilkelerinden biri bu ayet.
Ne diyor? Kur’an ın bütünü gözetilmeden, bütününü gözetmeden parçası üzerinden yola çıkarak bir hükme varma diyor. Özeti bu. Tabii öncelikle Resulallah’a söylüyor gibi ama hayır, hepimize söylüyor. Bütünü bilmeden parça üzerinden yola çıkarak kendince şeyler çıkarma ortaya. Hükümler çıkarma. Çünkü parçadan yola çıkarak vardığın hükümler bütüne aykırı olabilir. Kur’an ı anlamanın çok temel bir esasıdır bu aslında ve tarihimiz boyunca Kur’an ı yanlış anlamanın en büyük nedenlerinden biri diyeceğim ama hayır, en büyük nedeni Kur’an ın bütününü göz ardı ederek, maksadını göz ardı ederek, amacını göz ardı ederek parçalarından yola çıkıp ta hüküm vermek olmuştur.
İşte bu ayette bu muhteşem uyarı yapılıyor ki Kur’an a yamuk yaklaşılmasın. Yani biraz önce de tefsirimizin ilkesini dile getirirken söyledik; Kur’an ın tümüne bir ayet, her ayete de Kur’an ın bütünü gibi bak, maksadı gözet, amacı gözet. Amacı göz ardı ederek doğru hükme varamazsın.
ve kul Rabbi zidniy 'ılma fakat, rabbim ilmimi artır de. Yani en sonunda da bunu söyle. Çünkü ne yaparsan yap nihayetinde anlamın imkanını tüketemezsin. Vahyin imkanını tüketemezsin. Vahyin imkanı devam edecek. Vahyin lafzı bir kez nazil oldu, ama anlamı sonsuza kadar nazil olacak.
Benim ilmimi artır; İlim; Malumat, veri, bilgi değil dostlar. Buradaki ilim var ya Rabbi zidniy ‘ilme ayetindeki ilim data değil, veri değil, malumat değil. Yani salt bilgi kırıntıları değil. Nedir bu? İsterseniz büyük lügatçı Mekayyıs sahibi İbn. Faris versin bunun anlamını; El ‘ılmi diyor; Yedıllu alâ eserin bisşey’i yetemeyyezü bihi an ğayri. Bundan daha şahane bir ilim tarifi olamaz. Bir izdir diyor,
‘ılm; bir izdir. Ki onu izleyerek, onu takip ederek bir şeyi diğerinden, iyiyi kötüden, güzeli çirkinden, doğruyu yanlıştan Hakkı batıldan ayırmaya yarar. Buyurun, ilim buymuş, ilim izmiş, ilin alamet kökünden mastarından türetilir onun için. İşaret demektir. eser diye tanımlaması da boşuna değil dilcimizin. Nedir İz; İzler izlenir. Yani ilim amaç değil araçtır. Bir şeyin ilim olabilmesi için insanı, El Hakk olan Allah’a götürmesi lazım. O yolda bir işaret taşı olması lazım. O nedenle dostlar ilin mutlak hakikate bir atıf olduğu zaman ilim olur.
Hikmet; veriyi, bilgi kırıntısını datayı ilme dönüştürme becerisidir. Hikmet diye buna denir ve vahiy insanda bilgi verilerini ilme dönüştüren istasyon kuran, dönüşüm, çevrim istasyonu kuran bir müessesedir. Vahiy; Çevrim istasyonu kurar insanın aklında, insanın yüreğinde. Neye yarar bu çevrim istasyonu? Sıradan malumatı, veriyi, datayı, ilme çevirir. Bilmem anlatabildim mi. İşte vahiy bu istasyonun kurulum projesidir, inşa projesidir.
115-) Ve lekad ahıdna ila Ademe min kablü fenesiye ve lem necid lehu 'azma; Bundan önce Âdem'i bilgilendirmiştik... (Fakat) O unuttu... Onu (uyarıyı uygulamada) azîmli bulmadık. (A.Hulusi)
115 - Filhakika bundan evvel Âdeme ahit verdik de unuttu ve biz onda bir azim bulmadık. (Elmalı)
Ve lekad ahıdna ila Ademe min kabl ve doğrusu, -Kur’an yeni bir pasaja girdi. Ama yukarısı ile tabii ki bağlantılı olarak.- biz Adem’e her şeyden önce talimatımıza uygun bir fıtratı nakşetmiştik. Öyle söyleyelim.
İlginç değil mi, yukarıda ki tefsirimizi, yorumlarımızı hatırlayınız lütfen ve burada anlatılana eklemleyiniz. Adem’e biz diyor ayet her şeyden önce talimatımıza uygun bir fıtratı nakşetmiştik ahıdna’yı böyle çevirdim. Yani ahd, söz demektir aslında, söz almıştık. Ama burada ki Adem, aslında insan soyunu temsilen kullanılan bir sembol burada. Yani Adem insan soyunun mümessili olarak gündeme taşınıyor burada. İnsan oğlunun fıtrat sözleşmesine bir atıf dile getiriliyor. Çünkü Adem’in insan soyunu temsil ettiğine dair bir yorumum temelsiz bir yorum değil; A’raf/11. ayetine dayanıyor. O ayette;
Ve lekad hâlâknaküm.. (A’raf/11) biz sizi yarattık ..sümme savvernaküm..sonra size suret verdik, ..sümme kulna lil melaiketiscüdu liAdem.. sonra meleklere dedik ki Adem’e secde edin. Sizi yarattık, size suret verdik, sonra meleklere Adem’e secde edin dedik. Siz-Adem. Adem-siz. İşte bu. Onun için A’raf/11. ayetinde aslında Hz. Adem’in insanoğlunu temsilen, temsil eden bir prototip olduğunu anlıyoruz. Dolayısıyla burada sözleşmeden maksatta Allah’ın; İnsanın temeline yerleştirdiği fıtrattır. Fıtrat sözleşmesi. O sabit bir sözleşme. Onun için çevirimizin gerekçesi buydu.
Ademe üflenen ruh; iradenin verilişini temsil ediyordu aslında. Kur’an ın değişik ayetlerinde ruhun üflenişi dile getirilir. Ahd ve Misak olarak ta anılır bu. sözleşme yapılmıştı. Allah – insan arasında ki bu sözleşme, aslında insanın Allah’a kulluğunu temsil ediyordu. Yani Ya rabbi, kul olduğumu unutmayacağım. Hiç haddimi aşmayacağım demekti. Fakat, devam edelim;
Fenesiye ama insanoğlu bunu unuttu. ve lem necid lehu 'azma fakat o buna yabancılaştı. Unuttu. Dolayısıyla biz onu bu hususta kararlılık sahibi bulamadık diyor Rabbimiz. Yani Adem Allah ile sözleşme yapmıştı fakat unuttu.
Unutmak yabancılaşmaktır aslında, önemsememektir, aldırmazlıktır bir yerde. Onun için unutmanın nihai anlamında bir yabancılaşma olduğu belli.
116-) Ve iz kulna lil Melaiketiscüdu liAdeme fesecedu illâ ibliys* eba; Hani biz meleklere (arz kuvvelerine) "Secde edin Âdem'e (şuur varlığa)" demiştik de, İblis hariç, (hepsi) hemen secde ettiler... (İblis) kaçınmıştı! (A.Hulusi)
116 - Ve düşün o vaktı ki: Melâikeye «Âdem için secde edin» dedik, hemen secde ettiler, ancak İblîs dayattı. (Elmalı)
Ve iz kulna lil Melaiketiscüdu liAdeme fesecedu illâ ibliys* eba hani meleklere Adem’e hürmet ve itaat edin dediğimiz zaman onların tümü hemen hürmet ve itaat etmişti. Fakat sadece iblis yüz çevirmişti.
6 yerde Kur’an da Adem İblis kıssası anlatılır. Aslında bu kıssanın anlatıldığı yerde şöyle bir ima görüyorum gibi. Babalar da yanılır. Çünkü peygamberlere ve son peygamber Resulallah AS. a karşı çıkan inkarcıların karşı çıkış gerekçelerinin başında biz babalarımızı böyle bulduk, bu yolda bulduk, biz onları takip ediyoruz diyorlardı. Zımnen Adem kıssasının Kur’an da bu kadar çok gelmesi, geldiği her yerde hemen hemen böyle bir imayı içerir. Babalar da yanılır, atalar da yanılır. Yani Adem gibi büyük bir atanız, Adem gibi Allah’ın kendisine gerçekten özel muamele yaptığı bir atanız yanıldığına göre ey insanoğlu sen kendini yanılmaz mı zannediyorsun. Atanın yolunda olmakla övünüyorsun. İşte böyle bir imayı içerir. Ataların mutlak hakikatin referansı olamayacağı ilkesi hatırlatılıyor. İnsanoğlunun sonradan nasıl kendine kıyıcı ve cahilleştiği izah edilir ki;
innehu kâne zalumen cehula. (Ahzap(72) emanet ayetini hatırlayalım. Biz emaneti göklere, yerlere dağlara sunduk kabul etmedi, fakat insan kabul etti. Ama kabul etti de daha sonra insanda cahil olup, zalim olup çıktı, yani bunu bilmezden geldi, kabul ettiği yükün altına girmemeye kalktı. Ya da önce kabul etti, sonra kabul ettiği şeyi görmezden geldi. Zulmetti kendisine ayetini hatırlayalım.
117-) Fekulna ya Ademu inne hazâ adüvvün leke ve li zevcike fela yuhricenneküma minel cenneti fe teşka; Dedik ki: "Ey Âdem, kesinlikle şu (iblis, vehmini tahrik eden kendini beden kabul etme fikri) senin ve eşin (bedenin) için bir düşmandır! Sakın sizi (kendinizi şuur {melekî yapı - kuvve} olarak yaşadığınız) cennetten (bedenselliğe - bilinç yaşamı boyutuna) çıkarmasın; sonra şakî (kendini beden sınırlamasının mutsuzluğu içinde bulan ve bunun sonuçlarını yaşayarak yanan) olursun!"
Not: Burada anlatılmak istenen, müşahedemizdekine göre özetle şudur: Âdem ismiyle işaret edilen, yokken, Allâh Esmâ'sının ihtiva ettiği ruh {mânâlar bütünü} üflenerek, bir "şuur varlık" hâlinde beyinde yani madde bedenden açığa çıkarılmıştır. Beyin bu açığa çıkarılışı kabul edecek şekilde 'tesviye' edildikten sonra, açığa çıkan bu El Esmâ ruhu - data olan şuur varlık, melekî bir yapı - boyut olarak cinsiyetsizdir.
Ne var ki beyinin oluşum sürecinde karındaki ikinci beyin denen nöronlar topluluğunun ve diğer organların yolladığı verilerin beyinde oluşturduğu "ben bu bedenim" düşüncesi, iblis tarafından da kullanılarak, Âdem'i, kendini beden kabul noktasına düşürmüştür. İblis diye tanımlanan cin türünün, {göze göre görünmez} ışınsal bedenli varlığın, beyine yolladığı impulse ile tahrik ettiği kendini beden olarak kabullenme fikriyle, şuurun hakikati örtülmüş; kendisini, eşi diye tanımlanmış olan beden kabulü noktasına indirmiştir.
Beyin, yapısı itibarıyla, veri tabanını oluşturan genetik bilgiler, şartlanmalar, değer yargıları ve bunun getirisi duygular ile çeşitli fikirler doğrultusunda açığa çıkan bilincin, akıl kuvvesini değerlendirmesiyle kendi DÜNYASI İÇİNDE YAŞAR! Bilincin yani oluşmuş benliğin, şuur boyutunu oluşturan Allâh Esmâ'sına 'İman' etmesi ve "orijin BEN"deki özelliklerle yaşayarak farkında olmadığı meleki denen kuvvelere ermesi istenir. Ona bu hatırlatılmak üzere BİLGİ {KİTAP} yollanır! İşin doğrusunun bu olduğu 'hatırlatılmaktadır'. Şuur ise bu bağlardan öte, hakikati Allâh ilmine uzanan melekî kuvve - nûrdur. Şuur, kalp veya daha deriniyle hakikati aksettirmesi itibarıyla 'fuad' (Esmâ mânâ özelliklerini beyine yansıtıcılar - kalp nöronları) diye anlatılır. Fuad adıyla işaret edilen hakikati kavrama özelliği ana rahminde 120. günde ya beyne aksettirilir o takdirde kişi "said" olarak nitelendirilir; ya da aksettirilemez ve beyinde bu açılım olmaz, bu defa da o kişi "şaki" diye tanımlanır.
Bundan sonra o nöronların işlevi kopyalandığı beyinden devam eder. "Ayna nöronlar" konusunun bir kapsamı da bu olaydır tespitimize göre! Şuurun, eşi olarak kendisine geçici süre verilmiş olan beden ise, kâh maddeden meydana gelmesi itibarıyla 'arzın dabbesi', kâh bedendeki hayvanlarla ortak özellikler dolayısıyla 'en'am', kâh da şuurun melekî vasfını sınırlaması veya örtmesi fikrini beyinde tetiklemesi itibarıyla 'şeytan' diye tanımlanmıştır. "İnsan" diye tanımlanmış "şuur", kendi orijin yapısını, bedende gözünü açması dolayısıyla da unutmuş, 'hatırlamaz' olduğu için 'zikir - hatırlatıcı' gönderilmiştir.
Kur'ân bilgisi, 'zikir' yani 'hatırlatıcı'dır. İnsana hakikatini hatırlatmak içindir. Beyin - beden kabulünün getirisi sınırlı - kayıtlı cehennemî bedensel yaşam; şuur boyutundaki melekî boyuttaki seyir ise cennet yaşamı olarak tanımlanmaktadır. Bütün bu olaylar ve cennet - cehennem tasvirleri bir kısım âyetlerde vurgulandığı üzere, tamamıyla misal yollu benzetme ve işaret yollu anlatımdır. Cennet şuur yaşamı ve şuurdan, El Esmâ özelliklerinin açığa çıktığı bir yaşam olduğu içindir ki; biyolojik - hayvansı beden var olmadığı ve dahi söz konusu olmadığı içindir ki; buna dair oluşlar da o boyutta yer almaz. Onun için cennetin gerçekte, çok algı dışı bir yaşam boyutu olduğuna işaret edilmiştir. Konunun detayları ayrı bir kitap mevzuudur. Ancak Kurân'daki işaretlerin yerli yerinde değerlendirilip anlaşılması için bu kadar bir özet anlayışımızı buraya eklemeyi uygun gördüm. Eksik veya yanlış müşahedem oluşmuşsa bağışlanma dilerim. Hakikatini bilen Allâh'tır. (A.H.)
(Bu NOT konusunda A.H. nin bir süre önce arkadaşlarına yaptığı bir açıklamayı burayı tıklayarak dinleyebilirsiniz.) (A.Hulusi)
117 - Bunun üzerine biz de ya Âdem dedik: haberin olsun bu sana ve zevcene düşmandır, sakın sizi Cennetten çıkarmasın ki sonra bedbaht olursun. (Elmalı)
Fekulna ya Adem inne hazâ adüvvün leke ve li zevcik bunun üzerine biz de ey Adem demiştik işte bu sana ve eşine tarifsiz bir düşmanlık beslemektedir. Yani şeytan sana ve eşine tarifsiz bir düşmanlık –ki, adüvvün ibaresinin nekira, belirsiz gelmesinden dolayı tarifsiz bir düşmanlık diye çevirmemiz uygun olur.-
fela yuhricenneküma minel cenneti fe teşka dolayısıyla onun sizi bu bahçeden çıkarma girişimine karşı çok dikkatli olun. Fe teşka. Yoksa..! yoksa bedbaht olursunuz.
118-) İnne leke ella tecû'a fiyha ve lâ ta'râ; "Oysa senin için onda (biyolojik - hayvansı - madde beden olmadığı için) ne acıkma (hissi) var ne de çıplak kalma!" (A.Hulusi)
118 - Çünkü senin acıkmaman, çıplak kalmaman oradadır. (Elmalı)
İnne leke ella tecû'a fiyha ve lâ ta'râ zira aklından çıkarma ki burada aç değilsin, açık değilsin.
119-) Ve enneke lâ tazmeü fiyha ve lâ tadhâ; "Kesinlikle sen onda (yeni madde - biyolojik bedensiz yaratılışın dolayısıyla) ne susarsın ne de güneşten yanarsın!" (A.Hulusi)
119- Ve sen orada susamazsın ve Güneşte yanmazsın. (Elmalı)
Ve enneke lâ tazmeü fiyha ve lâ tadhâ yine unutma ki burada ne susuzluk çekersin, ne de sıcağa maruz kalırsın.
120-) Fevesvese ileyhişşeytanu kale ya Ademu hel edüllüke alâ şeceretil huldi ve mülkin lâ yebla; (Sonunda) Şeytan ona vesvese verip: "Ey Âdem, sana ölümsüzlük ağacını ve eskiyip yok olmaz mülkü bildireyim mi?" dedi. (A.Hulusi)
120 - Derken Şeytan ona vesvese verdi: ey Âdem! sana kılâvuzluk edeyim mi Huld ağacına ve çürümez mülke? Dedi. (Elmalı)
Fevesvese ileyhişşeytanu kale ya Ademu hel edüllüke alâ şeceretil huldi ve mülkin lâ yebla hal böyle iken, yani Adem ve eşi o durum içinde sonsuz bir mutluluk ve nimet içinde yüzerken şeytan onu vehimlere sürükleyerek gizlice içinden fısıldayarak fıs fıs fıs ederek –ki vesvese doğal bir kelimedir.- fısıldayarak ey adem dedi. sana sonsuzluk ağacını ve sonu gelmez bir saltanatın yolunu göstereyim mi? Şaşanın debdebenin yolunu göstereyim mi?
İşte insanın içine düştüğü tuzak. İşte insanın var olduğu her yerde sürekli önüne çıkan tuzak. Nedir? Mükemmelleşme ve ebedileşme tuzağı. İnsan çoğu zaman bu tuzaklarda kaybolur. İnsanın önüne hepte bu tuzakları kurarlar insana düşman olanlar. Ve nedense bunlar gene de hep insan olur. İnsan cinsinden çıkarlar. İnsanı kendilerine kul köle etmeye çalışanlar da insanları bunlarla tuzağa düşürürler.
Ebedileşme, mükemmelleşme ve müreffeh bir hayat, sorunsuz bir hayat. Dünyada cennet vaadi. Hep böyle düşünürler. Ki Kur’an da bir başka ayeti kerimede Hz. Adem ve eşinin tuzağa düşürülüş şekli şöyle anlatılır.
..en teküna melekeyni ev teküna minel halidiyn (A’raf/20) İki melek olmak istemez misiniz, ya da ebedileşmek. Yani melekleşmek istemez misiniz. Kim istemez. Ama insanın melekleşmek istemesi büyük bir hatadır. Çünkü mükemmellik insana göre değildir. Nerede mükemmellikten söz ediliyor o Allah’a aittir. Allah dışında mükemmel mi vardır ki. Belki Adem’in kendisini aldatmaya çalışan şeytana söyleyeceği söz, söylemesi gereken şey de buydu.
[Ek bilgi; İnsanlarda akıl, fikir, idrak, vehim, şekillendirme, hayâl dediğimiz özellikler şartlanma ve tabiat istikametinde vehim hükmü altında kullanılır!Normal olarak bütün insanlardaki kullanım, bu özellikleri “vehim” hükmü altında olarak ve şartlanmalar istikametindedir. Çevre neyi “değerli” diye empoze etmişse, o değerli dediği şeyi elde etmek için çaba sarf eder ve bunu elde etmediği takdirde büyük zarar göreceğini düşünür insan! (A.Hulusi-İnsan ve sırları-1)]
121-) Feekela minha febedet lehüma sev'atühüma ve tafika yahsıfani aleyhima min varakıl cenneti, ve 'asa Ademu Rabbehu feğavâ; İkisi de (şuur ve bilinç {beden}) ondan (ağacın, bedenselliğin meyvesinden) yediler! SEVAT'ları (bedenleri) hissedilir oldu da Cennet yaprağından (bedensellik duygusunu bilinçteki hissedişleriyle) örtmeye çalıştılar! Âdem, Rabbine âsi oldu da yaşayışı bozuldu. (A.Hulusi)
121 - Bunun üzerine ikisi de ondan yediler, derhal kendilerine kötü yerleri açılıverdi ve üzerlerine Cennet yaprağından yamamağa başladılar ve Âdem rabbine asî oldu da şaşkın düştü. (Elmalı)