1950’ye girerken, 1839’a varamazken...
Baskin Oran
Önce, durum saptamasi yapalim: SSCB’nin ortadan kalkmasiyla rakipsiz kalan ABD, askerî gücüne dayanarak bütün dünyayi, bu arada da Türkiye’yi kendi isteklerine zorluyor. Normal olarak hem “korkutmasi” hem de “riza aramasi” gereken Hegemon Güç, politikasini artik yalnizca korkutmak üzerine kurmus durumda. Türkiye’nin 1 Mart karari yüzünden durup durup azarlanmasi da bu genel sürecin küçük bir parçasi. Sadece, Türkiye’de bizler, “ufuk” denilen seyden biraz yoksun oldugumuz için, bu azarlanma olayinin özel oldugunu saniyor, titriyor, panige kapiliyoruz.
Wolfowitz, Grossman, Perle. Hepsinin söyledigi, bu korkutmadan ibaret: “Komsu falan yok. Bizim her dedigimizi yapmaya mecbursun. Yapmazsan, basina gelecekler saymakla bitmez. Tek basina kalirsin”. Türkiye’nin, komsulari Iran ve Suriye’yle konusup birlikte hareket etmemesi, onlari terk etmesi, kendini ABD’nin iradesine teslim etmesi isteniyor. Bunu yaparsa, 1 Mart’i affedilecek. Tir tir titremesi gerekmeyecek. Eline bir tas çorba ile bir mum tutusturulacak.
Biz bu korkutmayi biyerlerden hatirliyoruz, ama nereden? Tabii ki Ikinci Dünya Savasinin sonundan. Çok benzer tehditler Stalin’in agzindan dile getirilmisti. Sovyetlerin bagimlisi olmamiz ve Bati’dan iyice uzaklasmamiz istenmisti. Uzaklastikça da, Sovyet bagimliligi yogunlasacakti.
Türkiye 1945’te fena korktu, ama korkutmaya pabuç birakmadi. Stratejik OBD niteligini hatirlayarak direndi. Hem de, birçok kitabin yazdiginin tersine, Amerikan destegiyle degil (bkz. bizim Türk Dis Politikasi kitabi, Cilt I, s.496), tamamen tek basina minimum 10 ay direndi.
Subat 1952’de de NATO’ya girdi. Çünkü Sovyetler, Türkiye’nin yani sira NATO ülkelerini de çok korkutmus ve onlarin o zamana kadar girmesini reddettikleri Türkiye’yi yanlarina çagirmalara sebep olmustu. Yani, Sovyetlerin “riza”yi bir kenara atan “korkutma” politikasi kendi mezar kazicisini kendisi yaratmisti...
Simdi, ikinci bir durum saptamasi daha yapalim: Bugün, 21. yüzyil basinda tipik bir 19. yüzyil emperyalizmi sergileyen ABD, Türkiye’nin yani sira AB’yi de çok korkutmus vaziyette. Böyle giderse, AB ikinci siniflikta demir atmakla kalmayacak, kendi üyelerini (ör. Ingiltere, Ispanya) ve özellikle de yeni üyelerini (ör. Polonya) ABD’nin çekimine kaptiracak. AB’nin mutlaka, zivanadan çikmis bir ABD’ye karsit agirlik koymasi lazim. Bu, zaten, uluslararasi iliskilerin elifba’si tarafindan emrediliyor; dogada tek kanatli kus olmaz; fevkalade güçlü bir devletin karsisina mutlaka bir karsit agirlik çikar. Bunun istisnasi hiç olmadi.
Bunu nasil yapacagini, ser’den hayir, AB’nin kafasina bu Irak saldirisi soktu: Hegemon Güç’ü dengeleyebilmesi için mutlaka bir de askerî boyut gelistirmesi lazim. Hegemon Güç olmanin diger iki boyutu, ekonomi ve kültür boyutlari “dünya devleti” olmaya yetmiyor. AB’nin bu üçüncü boyutu ne yapip yapip kurup, herseyden önce Bermuda Seytan Üçgeni’nin üç açisina da (Balkanlar, Kafkaslar, Ortadogu) yetisecek duruma gelmesi lazim.
Bu da, bir ülkeyi ABD’nin yanindan kendi yanina çekmekten geçiyor: korkutulan Türkiye’yi. Kimi AB yetkililerinin son haftalarda Türkiye’yi öven demeçler vermeye baslamalarini bu açidan almali.
Tabii, insan haklari bu durumda bulunan bir Türkiye’yi AB’nin almayacagi dogru. Hatta, ABD sokundan kendisini kurtaramamis bir AB böyle bir seyi su anda düsünecek halde bile degil. Fakat bir tane dogru daha var: Euro’su bunca degerli bir AB’nin bu denli parçalanmis ve asagilanmis bir durumda kalamayacagi.
Yani, isin özeti, galiba 1950 yilina geldik. Nasil Kore Savasi ABD’yi korkutup Türkiye’yi almaya zorladiysa, ABD’nin Irak Saldirisi da AB’yi korkuttu; simdi Türkiye’yle ortaklik görüsmelerini baslatmayi düsünebilir.
1950 kosullarinda sart yoktu, simdi bir tane var: Türkiye’nin 1945’deki gibi Stratejik OBD oldugu hatirlayip bu sefer de ABD’ye direnmesi ve AB’ye yanasmasi.
Iste bunun içindir ki, 2004 sonuna kadar kalan 1,5 yillik sürenin, Türkiye’nin demokratlastirilmasi yolunda olaganüstü verimli kullanilmasi gerekiyor. Su asagilayici Sevr Paranoyasi psikolojisinden artik silkinerek.
Peki, biz ne yapiyoruz? HADEP’i kapatiyoruz; DEHAP’a kapatma davasi açiyoruz; Insan Haklari Dernegini basiyoruz; “Azinlik vakiflarinin mallarini vermemek için ne lazimsa yapin” anlamina gelen gizli MGK genelgeleri yayinliyoruz, Vakiflar da memnuniyetle uyguluyor; Ermeni azinlik okullari dahil bütün okullarimiza emir gönderip “Sözde Ermeni Soykirimi” konulu kompozisyon yarismasi düzenliyoruz. Kompozisyonlarda neyin yazilip neyin yazilmamasi gerektigini de çocuklara genelgeyle bildirerek...
Uyanin: 1950 yilina geldik. Stratejik OBD için bu, tarihte çok nadir yakalanan firsatlardandir. Fakat 1839’a, yurttaslari esit sayan Tanzimat Fermanina bile gelmemek için, Sevr Paranoyasina sarilmis direniyoruz.
Simdi bir de, “ABD bizi cezalandiracak, çok fena yapacak, aman arayi düzeltelim”ciler zuhur etti. Sanki ABD, Türkiye güney kutbuna tasinmadikça onun stratejik öneminden vazgeçebilirmis gibi. Sanki IMF, Arjantin’den sonra ikinci “vitrin ülke”si Türkiye’nin de iflasina dayanabilirmis gibi. Allah selamet versin.
Dostları ilə paylaş: |