Burada gördüğünüz gibi, dört partimizin temsilcileri var. Bendeniz Rıza Türmen, Cumhuriyet Halk Partisinden; Mustafa Şentop, AK PARTİ’den; Tunca Bey, Milliyetçi Halk Partisinden ve Altan Bey Barış ve Demokrasi Partisinden.
Sizin şimdi anayasa konusundaki görüşlerinizi dinlemeye hazırız.
BİRLEŞİK KAMU İŞGÖRENLERİ SENDİKALARI KONFEDERASYONU TEMSİLCİSİ ADEM ÇALIŞKAN – Ben Birleşik Kamu İşgörenleri Konfederasyonu Toplu Sözleşme ve Araştırma Sekreteri Adem Çalışkan, aynı zamanda Konfederasyonumuza bağlı Ulaşım-İş Sendikasının da Genel Başkanıyım.
Yapacağınız çalışmalarda öncelikle Meclisimize ve Komisyonumuza başarılar diliyoruz bundan sonraki süreçte.
Meclis Başkanlığımızın yazısı üzerine bir ön hazırlık yaptık Konfederasyon olarak ancak söz konusu yazıda bu ay sonuna kadar daha detaylı bir yazılı görüş de istendiği için anayasanın tümü üzerindeki görüşlerimizi ayrıca ay sonuna kadar bildireceğiz.
Böyle bir toplantıya çağrılı olduğumuz için bir ön hazırlıkla geldik şimdi biz. Bu ön hazırlığa ilişkin de dört grubumuz için de dört adet dosya yaptık, onu size takdim edeyim isterseniz.
Efendim, anayasa malum olduğu üzere toplumsal bir uzlaşı belgesidir. Bunun için de geniş bir halk iradesine ihtiyaç vardır uzlaşılmış bir metin olması açısından ancak bize göre “halkın iradesi” dediğimiz şey sadece, bugün seçilmiş Meclisimizin bugün yaşayan nüfusun iradesine dayalı olması karşısında anayasa yapmak için çok daha geniş bir uzlaşıya, tabiri caizse bir ulusal iradeye ihtiyaç olduğunu düşünüyoruz. Ulusal irade deyince de geçmişten geleceğe kadar bu topraklarda yaşayan bütün halkın görüşlerinin yapılacak bir anayasaya yansıması gerekir. Oysa bugünkü Türkiye Büyük Millet Meclisi 12 Haziranda yapılan seçimlerde çok büyük bir oranda Mecliste oy kullananların temsili sağlanmış olsa da mevcut Siyasi Partiler Yasası ve seçim yasasının antidemokratik hükümleri nedeniyle bize göre tam anlamıyla bir ulusal iradeyi yansıtmıyor. Çünkü milletvekilliği adaylık sürecinde adayların belirlenmesi aşamasında da yüzde 10 barajı gibi hiçbir demokratik ülkede bulunmayan bir seçim barajı yöntemiyle girildiği için bu seçimlere dolayısıyla iradenin tam olarak yansıdığını düşünmüyoruz. O nedenle de tümden bir yeni anayasa yapılmasının doğru olmadığını, ancak halkın da birçok sivil toplum kuruluşunun da talebi olan demokratik hükümlerin hayata geçirilmesi için de bir kısmi Anayasa değişikliğinin yapılmasının gerekli olduğunu düşünüyoruz çünkü kamu çalışanları olarak bizim de zaten öteden beri birtakım haklarımızın anayasal güvenceye kavuşturulması için taleplerimiz var.
Şimdi, bu genel açıklamadan sonra da dolayısıyla bugünkü Türkiye Büyük Millet Meclisi yapısının yeni bir anayasa, bir kurucu Meclis olarak yeni anayasa yapma yeteneği bizce olmadığı için Anayasa’nın değiştirilemez hükümlerinin de değiştirilmemesi kaydıyla diğer hükümlerinin bu başlangıç hükümlerini değiştirmeyecek yani başlangıç hükümleri, ilk 3 maddesi yerinde bırakılsa bile daha sonraki maddeleriyle bu maddeleri etkisiz kılacak bir düzenleme de yapılmaksızın yani özetle cumhuriyetin temel niteliklerinin tanımlamasının Anayasa’dan çıkarılmaması, değiştirilmemesi kaydıyla diğer maddelerde değişikliğin yapılması gerektiğini düşünüyoruz. Biz bir emek örgütü olduğumuza göre de öncelikle kişi temel hak ve hürriyetlerinden başlayarak bir değişiklik mutlaka yapılmalı. Mevcut Anayasa’mızda temel kişi hak ve hürriyetleri anayasal güvence altına alınmış olsa da bunun savaş hâli, olağanüstü hâl, sıkıyönetim gibi dönemlerde askıya alınabileceği hükümleri içeriyor. Oysa savaş hâli dışında hiçbir koşulda kişi hak ve hürriyetlerinin askıya alınmaması ya da kullanımının sınırlandırılmaması gerekir. Daha doğrusu, Türkiye’de hiçbir zaman bir sıkıyönetim veya olağanüstü hâl uygulamasının olmamasını da diliyoruz biz. Böyle bir zorunluluk doğduğu zaman da bunun bahanesiyle kişi temel hak ve hürriyetleri sınırlandırılmamalı. Böyle bir değişiklikle güvence altına alınmasını talep ediyoruz.
İkinci olarak, sendikal haklar konusunda ülkemizin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler, başta Uluslararası Çalışma Örgütünün 87 sayılı ve 98 sayılı sözleşmeleri bütün çalışanlar açısından grev ve toplu sözleşme hakkını güvenceye almıştır. Bu sözleşmeler Anayasa’mızın 90’ıncı maddesine göre de iç hukuk hükmünde olduğu için ve 2004 yılında yapılan Anayasa değişikliğiyle de iç hukukla uluslararası sözleşmelerin çelişmesi durumunda uluslararası sözleşmelerin uygulanması gerektiği hükmü olduğu için zorunlu olarak kamu çalışanlarına grev ve toplu sözleşme hakkının tanınması gerekir ama geçen yıl halk oylamasıyla yapılan Anayasa değişikliğinde toplu sözleşme hakkı getiriliyormuş gibi yapılsa da gerçekte toplu sözleşmede son sözü bir hakem heyetinin söyleyecek olması ve hakem heyetinin de atamasının yasaya bırakılması nedeniyle hem toplu sözleşme hakkımız işlevsiz hâle getirilmiştir hem de Anayasa’da sözüyle bulunmasa da bir örtülü grev yasağı getirilmiştir çünkü böyle bir hüküm sonucunda toplu sözleşme masasında uzlaşmazlık olursa direkt hakem heyetine gidilecektir yani arada bir greve başvuru şansı bırakılmamıştır çalışanlara, bu da bir örtülü grev yasağıdır. Bütün bunlar uluslararası sözleşmelere aykırıdır, hem ILO sözleşmelerine aykırıdır hem Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne, Avrupa Sosyal Şartı’na, gözden geçirilmiş Avrupa Sosyal Şartı’na ve Rıza Bey’in çok iyi bildiği gibi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına aykırı bir durumdur bu. Dolayısıyla çağdaş bir demokrasi hedefliyorsak, çağdaş, ileri bir demokrasi arzu ediyorsak ülkemizde bütün çalışanlara ayrımsız grev ve toplu sözleşme hakkı verilmelidir, grev hakkı sadece Silahlı Kuvvetlerin asker mensupları ile Emniyet Genel Müdürlüğünün emniyet hizmetleri sınıfında görev yapan personeline sınırlandırılabilir, bunun dışında da sadece iş yerleriyle ilgili sınırlama da yapılması hâlinde halkın genel güvenliği ve sağlığını tehlikeye düşürecek çok kısmi iş yerlerinde bir grev yasağı getirilebilir, onun dışında yasayla bir grev yasağı da kesinlikle getirilmemelidir, güvence altına alınmalıdır.
Son olarak da yüksek yargı organlarının, bağımsız mahkemelerin oluşumuna ilişkin hükümlerde mutlak değişiklik yapılmalıdır. Eğer yasama, yürütme ve yargı görevi kuvvetler ayrılığı ilkesine göre birbirinin üstü, altı değilse bunların belirlenmesi sırasında da bir organın diğer organın üzerinde belirleme yetkisinin olmaması gerekir. Mevcut Anayasa değişikliğinden sonra özellikle Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun oluşumunda ve yine yüksek yargı organlarının üyelerinin belirlenmesi sırasında doğrudan yasama organının, dolaylı olarak da yürütme organının etkisi görülmektedir. Bu, yargı bağımsızlığını zedeleyicidir bize göre. Adalet herkes için gerekiyorsa bağımsız mahkemelerle ancak adalet dağıtılabilir. Dolayısıyla da evrensel ilkelere uygun çağdaş ileri demokrasiye sahip ülkelerde yargı organları nasıl oluşturuluyorsa ona benzer bir düzenleme yapılmalıdır. Bugün toplumun çok büyük bir bölümünde olduğu gibi çalışanlar tarafından da yargı bağımsızlığının zedelendiği düşünülmektedir, yargıya karşı güven eksilmiştir bu sebeple. Bu fiilen böyledir iddiasında değilsek de algılama böyledir. Bu nedenle Anayasa’nın bu hükümlerinde de ileri bir düzenleme talep ediyoruz.
İlk söyleyeceklerimiz bunlar. Daha sonra, dediğim gibi, yazılı olarak daha detaylı bir raporumuzu tarafınıza sunmak istiyoruz.
RIZA TÜRMEN (İzmir) – Çok teşekkür ediyoruz.
Buyurun Mustafa Bey.
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Adem Bey, teşekkür ederiz. Tabii, sizin daha detaylı bir çalışmanız gelecek herhâlde onu beklememiz gerekiyor.
Yalnız ben burada birkaç hususu belki açmanız için sormak istiyorum. Şimdi, burada mevcut Türkiye Büyük Millet Meclisinin anayasa yapma yetkisiyle ilgili birtakım rezervleriniz olduğunu anlıyoruz, herhâlde metinde de onlar var. Tabii, bunun birtakım pratik gerekçeleri var sizin ifadelerinizde. Mesela işte yüzde 10 gibi bir baraj olmuş olması, seçimlerin tam olarak halkın iradesini yansıtıp yansıtmadığı konusunda bir tereddüt olabilir gibi sanıyorum düşünülüyor. Ama bir de bir başka şey yani anayasaların süreklilik arz etmesi dolayısıyla belli bir dönemdeki parlamentonun bir anayasa yapma yetkisinin tartışılır olabileceğine dair bir şey yani halk ve ulus ayrımından hareketle, burada metinde var… Yani bunlardan hareket edersek o zaman aslında hiç anayasa yapmamamız gerekir benim anladığım kadarıyla. Yani anayasayı bütün bir ulusu bir arada toplayabilme imkânımız olmadığına göre sonuçta gene halk ve halkın temsilcileri yapacak. O zaman anayasayı ne zaman ve nasıl yapabiliriz, yapacağız? Bu durumda bütün Türkiye Büyük Millet Meclisi yani herhangi bir döneme ait Büyük Millet Meclisi için de bunu söylememiz mümkün. Denirse ki: Büyük Millet Meclisinin durumu böyle ama işte buna STK’lar falan katılırsa… Peki, Büyük Millet Meclisi için geçerli olan yani belli bir dönemde ulusun sadece yaşayanlarını temsil eden bir organ ise Büyük Millet Meclisi STK’lar da öyle. Dolayısıyla STK’lar için de aynı itirazı ortaya koyabiliriz. O zaman bizim anayasa yapmak için yetkili bir merciimiz olmayacak diye ben bir netice çıkartıyorum buradan. Birisi bu, diğerlerini daha sonra isterseniz…
BİRLEŞİK KAMU İŞGÖRENLERİ SENDİKALARI KONFEDERASYONU TEMSİLCİSİ ADEM ÇALIŞKAN – Evet, efendim, izin verirseniz, tabii, bununla ilgili görüşümüzü söyleyelim.
Şüphesiz ki şunu söylemeye çalışıyoruz: Eğer meşruiyet anlamında düşünürseniz, yasallık anlamında daha doğrusu düşünürseniz Türkiye Büyük Millet Meclisinin elbette anayasa yapma y Peki lan katılırsa...sinin durumu böyle ama işte buna STK'u durumda bütün türkiye m anladığım kadarıyla. yani bileceğine dair betkisi vardır yasama organı olarak. Ancak bunun toplumca kabul görmesi ve uzun yıllar boyunca değiştirilmeksizin uygulanması biraz daha meşruluğu gerektirir. Bunun için de sadece anayasa yapmak üzere seçilmiş ve o barajları içermeyen, antidemokratik olmayan bir seçim yasasıyla seçilmiş ve sadece görevi anayasa yapmak olan bir Türkiye Büyük Millet Meclisi pekâlâ baştan sona yeni bir anayasa yapabilir, o büyük bir uzlaşı demektir. Biz bugünkü TBMM yapısına bu nedenle eleştiri yapıyoruz anayasa yapma konusunda. Öyle bir kurucu meclis yapılır, anayasa yapmak için bir meclis seçilir, o toplumun tüm kesimlerinin temsilcilerini içinde barındırır, kuşkusuz o meşru bir anayasa yapacaktır. Öbür türlü sivil toplum örgütleri için de dediğiniz doğru. Ulusal iradeyi nasıl yansıtacağız? Türkiye Cumhuriyeti emperyalizme karşı verilmiş bir savaş sonucunda kurulmuştur ve o savaş sonucunda da kurucu irade Türkiye Cumhuriyetini tesis etmiştir. Kastettiğimiz budur. Bu kurucu iradeye zamana bakmaksızın, sürece bakmaksızın her zaman bu ülkede yaşayan yurttaşların saygı göstermesi gerekir. Buna aykırı olmamak üzere bunu ilerletebilir elbette. Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş felsefesini daha çağdaş, daha demokratik hâle getirebilir ama bunu geriye götüremez, cumhuriyet niteliğini ortadan kaldıramaz. Bu da cumhuriyetimizin kuruluşuyla ortaya konmuş bir iradedir, bunu kastettik biz. Elbette herhangi bir zamandaki bir meclis bu anayasayı yapacaktır. O kurucu iradenin ya da gelecek kuşakların beklentisini öngörerek de yaparsa bir tartışma olmayacaktır.
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Tabii, kurucu meclisle ilgili olarak... Bizim prensip kararımız sadece dinlemek üzerine ve görüşleri mümkün olduğu kadar açmak üzerine kurulu. Bu bakımdan kurucu meclis fikriyle ilgili benim ayrı itirazlarım, gerekçelerim var ama söylediğiniz husus da aynen bir kurucu meclis için de geçerli. Bir de pratikte anayasa hukuku bakımından bir kurucu meclisin diğer meclis çalışırken yani olağanüstü dönemler dışında bir kurucu meclisin nasıl çalışacağı konusu da tartışmalı. Yani yasaları kim yapacak, kurucu meclisin yapmış olduğu anayasa nihai şekliyle yürürlüğe mi girecek, yine olağan şartlarda seçilmiş Meclisin onayından geçecek mi?
Bunlar ayrı teknik tartışmalar da asıl benim de ikinci olarak soracağım şey buydu yani kurucu irade ve ona bağlı olarak değişmez maddelerle ilgili şimdi burada da diyorsunuz ki: “Değişmez maddeler değişmemeli.” Bu maddeler neden değişmez? Şunun için soruyorum: Mesela ilk üç maddesi değişmez şu anda Anayasa’nın. Peki, değişmezlikle ilgili 4’üncü madde, bu hükmü kim koydu? Bu hüküm 1982 Anayasası’nda var yani ilk üç maddenin değişmeyeceğine dair hüküm 61’de yok, 24’te de yok. Bir kere bu, 82’de askerî darbe sonucu oluşmuş, kurulmuş bir danışma meclisinin ama nihayetinde Millî Güvenlik Konseyinin kararıyla konulmuş bir hüküm. Şimdi, bu değişmezlik hükmünün, eğer sizin dediğini varsayarsak, ilelebet devam etmesi lazım, hem sonraki kuşakların hepsi Kenan Evren’i ve arkadaşlarını mesela hiç görmemiş, adını duymamış, yüz sene sonraki -farazi olarak söylüyorum- kuşakların bile buna dokunmaması gerekir. Niçin?
Şimdi, 61’de sadece 1’inci maddeyle ilgili bir değişmezlik hükmü var. 24’te de sadece cumhuriyet niteliğiyle ilgili var. İşin bir boyutu bu.
Cumhuriyetin nitelikleriyle beraber kabul ettiğimiz zaman da aslında bir başka sorum o zaman var. Devletin nitelikleri 1924 Anayasası’nın ilk hâlinde yok, zaten orada devletin diniyle ilgili bir ifade var, “İslam dini” diyor. 1928’de bu çıkmış, 1937’de Cumhuriyet Halk Partisinin altı oku, altı ilkesi Anayasa’ya konulmuş yani devletin bugün nitelikleri dediğimiz şey 24 Anayasası’nın 1937 versiyonunda Cumhuriyet Halk Partisinin altı okuyla beraber belirlenmiş esaslar. Peki, 61’e bakıyoruz, 61’de bu altı ilkeden beşi yok yani cumhuriyetçilik yok, devletçilik yok, inkılapçılık yok, halkçılık yok, milliyetçilik yok, millî devlet ilkesine dönüşmüş; laiklik ilkesi sadece muhafaza edilmiş.
Peki, kurucu irade 24 Anayasası’nın yapan iradeyse 61’deki irade bunu nasıl değiştirdi, değiştirebiliyor? Bu da ayrı bir soru konusu, sual konusu. 82’de zaten bazı değişiklikler var yine 2’nci maddede. Yani bu açıdan hem teoride hem pratikte bu değişmez maddeler sorununu aslında nasıl açıklıyorsunuz demokratik meşruiyet bakımından?
Şimdi, elbette biz Anayasa’nın 4’üncü maddesiyle değiştirilemeyeceği söylenen ilk üç maddesi değiştirilmez ya da değiştirilmemelidir demiyoruz. Hele bu söylediğimizden 12 Eylül hukukunu meşru saydığımızı ya da 12 Eylül’ün anayasa yapma biçimini meşru saydığımızı da kastetmiyoruz. Bizim orada söylediğimiz, cumhuriyetin temel niteliklerinin korunması yani bu iradeye saygı gösterilerek, kurucu iradeye saygı göstererek… Kurucu idare derken de elbette bu dediğiniz gibi değişik zamanlardaki anayasa hükümlerinde farklı ifade edilmiş olabilir ama kastettiğimiz şey şu: Türkiye Cumhuriyetinin laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti olduğu tanımının değiştirilmemesi ve başka maddelerle de bu niteliğinin etkisiz, hükümsüz kılınmamasını söylüyoruz. Örneğin, uygulamada şu anda bile, böyle maddeler varken bile devlet birçok kamu hizmetini yani devletin varlık sebebi olan kamu hizmetini piyasa koşullarına ticarileştirilebiliyor. Biz tam tersine bunun hiçbir kuşkuya yer vermeyecek şekilde güvenceye alınmasını istiyoruz, kastettiğimiz bu. Anayasa’nın 4’üncü maddesinde “Değiştirilmesi teklif edilemez.” cümlesi öteden beri bana da tuhaf gelmiştir çünkü eğer o bir hukuk kuralıysa, o bir yasa hükmüyse her yasa hükmü gibi değiştirilebilir, onda bir şüphe yok. Değiştirilirken hangi iradenin bunu değiştireceği, ona demin açıklık getirdik…
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Burada bir soru sorabilir miyim ben?
RIZA TÜRMEN (İzmir) – Tabii, buyurun.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Mesela bu ilk üç maddede başkentin Ankara olduğu var. Yarın zaruret hâlinde başkentin Çorum veya Kayseri yapılmasının ne gibi bir mahsuru var?
BİRLEŞİK KAMU İŞGÖRENLERİ SENDİKALARI KONFEDERASYONU TEMSİLCİSİ ADEM ÇALIŞKAN – Bütünlüklü olarak bakmamız gerekir, işte, “Başkent değiştirilebilir mi?” dediğimiz zaman tek bir maddeyi görüşmüş oluruz ama örneğin Ankara Kurtuluş Savaşı’nın karargâhı olmuş ve Ankara’nın seçilmesinin de belli nedenleri olmuş Kurtuluş Savaşı verilirken.
Şimdi, eski başkent, Osmanlının başkenti İstanbul’un belki yeni bir başkent hüviyetine kavuşturulma girişimleri de var. Biz bunu da izliyoruz, görüyoruz. Örneğin, “Türkiye'nin ekonomik, siyasi başkenti Ankara iken ekonomik başkenti İstanbul’dur, bu nedenle ekonomik kurumların merkezlerini de İstanbul’a -Merkez Bankası başta olmak üzere- taşıyalım gibi söylemleri de biz görüyoruz. Biz gerçekten zorunlu bir sebep varsa zaten bu taşınır yani öyle bir zorunluluk varsa, öyle bir millî irade varsa taşınır ama şu anda onun değiştirilmesini gerektirecek ne bir toplumsal talep görüyoruz ne de bir lüzum görüyoruz. Türkiye'nin ortasında…
ALTAN TAN (Diyarbakır) - Değiştirilmesi demiyor zaten, değiştirilebilir mi değiştirilemez mi?
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) - Tabii ki ama bir gerçek zaruret varsa değiştirilir ama şu anda böyle bir talep de yok, gereklilik de yok ama şu anda birisi dese ki “Değiştirilsin.” biz deriz ki “Değiştirilmesin.” Niçin değiştirilsin? Başkentimizden hiçbir sıkıntımız yok. Dolayısıyla, bu hangi şartlar altında değiştirilmesi gerekirle tartışılacak, beraber tartışılacak bir şeydir.
TUNCA TOSKAY (Antalya) – Adem Bey, çok teşekkür ediyoruz, kapsamlı çalışmanız da inşallah çok kısa sürede elimize geçer.
Şimdi, bizim burada çalışma yöntemimizde, alt komisyon üyelerinin bize lütfedip bilgi vermek durumunda olan kişilerin fikirlerini dinlemek, anlamadığımız bir nokta varsa küçük onları sormak, yoksa size sizi sınava sokmak, sınava tabi tutmak gibi bir görevimiz yok, o bizim yöntemimize de geleneklerimize de aykırı. Sizin söylediklerinizi biz saygıyla karşılıyoruz. Yalnız Mustafa Hoca’nın söylediğine, madem o kadar ayrıntılı o konuya girdik, bir iki cümleyle temas etmek istiyorum.
Türkiye Cumhuriyeti devletinin sınırları ve şekli Avrupa’da birtakım büyük devletler tarafından yapılan konferanslarda filan çizilmedi, bir İstiklal Savaşı’nın sonunda çizildi. Bu İstiklal Savaşı’nı yapan kadro da bu devletin temeline bir felsefeyi koydu. Ondan sonra bu değişir mi, değişmez mi filan tartışması bu felsefeyi dikkate aldığımızda bana göre çok da anlamlı gözükmüyor. Eğer siz bu kurulmuş olan devletin bütün özelliklerini değiştiren yeni bir devlet kurmaya kalkıyorsunuz o zaman felsefeyle de oynarsınız, ona da gücünüz yetiyorsa tabii.
Ben çok teşekkür ediyorum.
RIZA TÜRMEN (İzmir) – Efendim, ben başka bir konuda görüşünüzü almak, daha doğrusu görüşünüze açmak istiyorum. Şimdi, dediniz ki bu mevcut Anayasa’nın 53’üncü maddesindeki son değişiklikle kamu çalışanlarına toplu sözleşme hakkı örtülü olarak verilmedi, grev hakkı ise açık olarak verilmedi. Burada tabii kamu görevlilerine toplu sözleşme hakkını gölgeleyen şey, anlaşma durumunda anlaşmazlığın hakem kuruluna götürülmesine ve bu hakem kurulunun kararının kesin olmasına ilişkin hüküm.
Şimdi, bu sizdeki endişe, hakem kurulunun oluşumundan mı kaynaklanıyor, hakem kurulunun bu şekilde oluşmasından mı kaynaklanıyor? Yoksa hakem kurulunun varlığından mı kaynaklanıyor? Yani yeni anayasada kamu çalışanları bakımından hiç mi hakem kuruluna yer verilmemeli? Yoksa hakem kurulunun oluşumu mu iyi düzenlenmeli ve tabii ki grev hakkı bakımından da ona göre bir hüküm konması lazım, açık bir hüküm konması lazım. Tabii, dediğiniz doğrudur, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararı da biliyorsunuz bu açık bir biçimde söylenmiştir yani toplu sözleşme, grev hakları, aslında sendika hakkının ayrılmaz bir parçasıdır denmiştir. Ama bu konuda ben sizin görüşünüzü almak istiyorum yani somut olarak.
BİRLEŞİK KAMU İŞGÖRENLERİ SENDİKALARI KONFEDERASYONU TEMSİLCİSİ ADEM ÇALIŞKAN – Şimdi, adı hakem kurulu ancak açıkça bir tahkim. Hakem kurulu ise ve hakem kurulu olarak uzlaştırmacı, arabulucu hüviyetinde ise böyle bir kurul olabilir ve bu kurul kesinlikle konunun uzmanı akademisyenlerden oluşturulabilir ve görevi sadece arabuluculuk olabilir. Onun dışında karar verecek noktada hakem kurulu elbette olmamalıdır yani o zaman hakem kurulu olmaz zaten. Böyle bir tarafların karşılıklı pazarlığından sonra uzlaşılmamış konuların başka bir heyete, tarafların dışında oluşturulan, tarafların katılımıyla bile olsa tarafların dışında oluşturulan bir kurul kesinlikle olmamalıdır. Bu, uluslararası sözleşmelere aykırıdır. Uluslararası sözleşmelerde bu aşamada doğrudan grev hakkı devreye girer veya grev hakkıyla da sınırlı değildir, grev hakkının yanı sıra değişik etkinlikler, eylemler, iş bırakmalar, iş yavaşlatmalar, hatta barışçıl olmak koşuluyla iş yeri işgalleri bile devreye girebilir ama asla son kararı verecek olan bir kurul anayasada yer almamalıdır, yasalarda da buna göre yer almamalıdır. Biz hem varlığına hem yapısına bu nedenle itiraz ediyoruz.
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Tunca Bey’in söylediklerinden sonra belki biraz açmam gerekir diye düşünüyorum. Şimdi burada tabii 82 Anayasası üzerinden konuşuyoruz. Bu Anayasa’daki değiştirilmezlik hükmü, 4’üncü madde ve değiştirilmez olduğu kabul edilen 1’inci madde dışında, 2’nci ve 3’üncü maddedeki hükümler, 1920’de Büyük Millet Meclisinin açılmasından sonra İstiklal Harbi sırasında ve ilk hazırlanan 24 Anayasası’nda mevcut olan hükümler değil. Bunda herhâlde mutabıkız, metinler burada. Bunlar ne zaman konulmuş hükümler? Bunlar, 1980 darbesinden sonra belirlenmiş hükümler yani 2’nci ve 3’üncü maddede, mesela “insan haklarına saygılı devlet” devlet niteliğiyle ilgili. Mesela 61’de “insan haklarına dayanan devlet” ilkesi vardı. Toplumun huzur ve refahı ve millî dayanışma ilkeleri içerisinde, anlayışı içerisinde, mesela bu darbeden sonra getirilmiş ve anayasal bir hüküm olarak maddeye konulmuş, Anayasa Mahkemesinin kanunları denetlerken kullanacağı bir anayasal kriter olarak mevcut. Şimdi buradan konuşuyoruz.
Biraz geriye gidiyoruz, peki, elbette İstiklal Harbi ve bir felsefeden bahsediyoruz ama bu nedir? 82 Anayasası’ndaki düzenlemeler mi, 61 Anayasası’ndaki düzenlemeler mi? 24’e gelirsek 1924’ün ilk yapıldığı zamandaki düzenlemeler mi, yoksa 1937 değişikliklerindeki midir kuruluş felsefesi? Siz de ifade ettiniz dediniz ki “Laik, sosyal, demokratik devlet.” Bu ilke ne zaman var? 61’de var, ondan önce yok, 37’de yok, 24’te yok. Bunu derken şunu kastetmiyorum yani yanlış anlaşılmaya yol açmak istemem: Şimdi, mesela 2’nci maddedeki ilkeler koruma altında değildi 61’de, değil mi, 61 Anayasası’nda değildi ama bu ilkelerin değiştirilmesiyle ilgili, başkentin değiştirilmesi koruma altında değildi, değiştirilmesiyle ilgili, İstiklal Marşı’yla ilgili hiçbir Mecliste bir öneri, bir teklif verilmiş midir? Verilmemiştir. Dolayısıyla, ben buradaki esasların, bu anlayışların sadece Anayasa’nın 4’üncü maddesinin koruması altında olduğunu düşünmüyorum, bu konuda Anayasa ötesi, Anayasa öncesi bir mutabakat var, bir anlayış var. Bunu unutmamak lazım. Bir de maddelerin değiştirilmesi başka bir konu, değiştirilmezlikle ilgili bir hükmün Anayasa’da bulunması başka bir konu, bu ayrı bir anayasa hukuku tartışması aynı zamanda, onun için açmış oldum sadece.
RIZA TÜRMEN (İzmir) – İzin verirseniz, bu Adem Bey’le bizim aramızdaki bir konu değil de bizim kendi aramızdaki bir konu yani başka yerde yapılması gereken bir tartışma. Bu şeyin amacı bu değil tabii.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Birinci Büyük Millet Meclisinin dışında, Kurtuluş Savaşı’nı yapan Meclisin dışında bir kurucu meclis veya kurucu irade tanımı yapıyor musunuz?
BİRLEŞİK KAMU İŞGÖRENLERİ SENDİKALARI KONFEDERASYONU TEMSİLCİSİ ADEM ÇALIŞKAN – Şu ana kadar, sizin dediğiniz gibi ilk Türkiye Büyük Millet Meclisinden sonra bir kurucu meclis…
ALTAN TAN (Diyarbakır) - Veya kurucu irade.
BİRLEŞİK KAMU İŞGÖRENLERİ SENDİKALARI KONFEDERASYONU TEMSİLCİSİ ADEM ÇALIŞKAN – …kurucu irade diye atıfta bulunacağımız bir meclis belki olmamıştır ama şunu söyleyebiliriz, zaman zaman, örneğin 61 Anayasası’nın yapılma sürecinde kurucu iradeye saygı gösterilen ve bugünkü Anayasa’mıza göre daha ileri bir anayasa olduğunu düşündüğümüz anayasalar da yapılabilmiştir geçmiş dönemde. Böylece, toplum tarafından daha meşru bulunmuştur o.