2 nolu alt komisyon tutanaklari iÇİndekiler



Yüklə 2,59 Mb.
səhifə9/37
tarix07.01.2019
ölçüsü2,59 Mb.
#90806
1   ...   5   6   7   8   9   10   11   12   ...   37

25.01.2012 Tarihli Toplantı




  • Açılma Saati: 10.10

  • -----0-----

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – Komisyonumuzun bugünkü çalışmalarına başlıyoruz. Tüm katılımcılara hoş geldiniz diyorum.

  • Kurum ve kuruluşları dinliyoruz. Bizim bir ilkemiz var burada genelde sizleri dinliyoruz, biz herhangi bir yorumda bulunmuyoruz ama açıklanmasını istediğimiz, sizin görüşlerinizi daha iyi değerlendirmek bakımından sormak gibi bir şeyler aklımıza geldiği zaman onları soruyoruz. Yani yaklaşımımız ve yöntemimiz bu.

  • Hoş geldiniz. Sizi dinleyelim efendim.

  • İTO GENEL SEKRETER YARDIMCISI SELÇUK TAYFUN OK – Efendim, ben de öncelikle teşekkür etmek istiyorum bizi kabul ettiğiniz için.

  • Biz, İstanbul Ticaret Odası olarak buradayız. Ben öncelikle grubumuzda gelen arkadaşlarımızı tanıtmak isterim.

  • (Katılımcıların tanıtımı yapıldı)

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – BDP’den arkadaşlarımız gelmedi. Yani bu komisyona üye olmayan arkadaşlarımıza da gelip gelemeyeceklerini sorduk. Onlar da randevuları olduğunu söyleyince biz üç parti olarak sizi…

  • Araya girmiş olduk kusura bakmayın.

  • İTO GENEL SEKRETER YARDIMCISI SELÇUK TAYFUN OK – Estağfurullah, nasıl uygun görürseniz.

  • Biz de zor geldik doğrusu. Yedide yola çıktık, uçak yedide kalktı. Normalde iniş saatini vermişti, normal saatini vermişti. Onun arkasından, bir saat havada dolaştık havaalanı hazır değil diye. İndik, bir saat de yerde dolaştık, buraya geldik.

  • Ben bir kere daha teşekkür ederek başlamak istiyorum.

  • İstanbul Ticaret Odası olarak zannediyorum biliyorsunuz, İstanbul Ticaret Odası 318 bin aktif üyesiyle Türkiye ekonomisinin yaklaşık ihracat-ithalat olarak yüzde 55-60’ını, sanayi üretimi olarak yüzde 25’ini, vergi gelirlerinin de yüzde 45 civarında payını oluşturan bir örgüte mensup bir mesleki kuruluş. Dolayısıyla, İstanbul Ticaret Odası olarak bizler ülkemizin gündemindeki pek çok konuyla ilgiliyiz. Özellikle tabii ki ekonomik ve ticari konularla ilgileniyoruz ve bu konuda da ülkemizin uluslararası rekabette yerini alması, toplumsal refahın ekonomik kalkınma yoluyla gerçekleştirilmesi konusunda bu yıl 130’uncu yılımızı kutluyoruz. Yüz otuz yıldır ülkemizin hizmetindeyiz. Anayasa hazırlık çalışmalarıyla birlikte ki biz de İstanbul Ticaret Odası olarak yeni bir anayasanın oluşturulması konusundaki görüşlere katılıyoruz ve bu çerçevede de anayasanın nasıl olması gerektiği konusunda sizlere, bu konuda çalışma yapan Büyük Millet Meclisimize yardımcı olmak ve Türk özel sektörünün görüş ve önerilerini, beklentilerini iletmek üzere hazırlık yaptık. Bu hazırlıklarımız çerçevesinde öncelikle akademisyenlere bir çalışma yaptırdık. Bu çalışmayı sizlere de sunacağız, daha önce Sayın Başkanlığa sunmuştuk ve onun dışında da yine Sayın Doktor Tevfik Altınok’un, eski Hazine Müsteşarımızın da bulunduğu değerli iktisatçıların da yer aldığı uzmanların oluşturduğu bir kurul vasıtasıyla da hazırlıklarımızı sürdürüp üyelerimizin ki, bizim, sizler biliyorsunuz, özellikle hocam, siz biliyorsunuz, meslek komitelerimiz, meclisimiz, yönetim kurulumuz onların da süzgecinden geçerek Odamızın görüşünü oluşturduk. Bu görüşlerimizin içerisinde tabii ki biz, diğer çalışmaları da hep gözden geçirdik. Daha önce hazırlanan anayasa taslakları ve bu konuda özellikle sivil toplum örgütlerinin oluşturduğu çalışmaları gözden geçirdik.

  • Tabii, bizim çalışmamızın bir farkı var. Birinci farkı diğer çalışmalara kıyasla, bizimki daha çok ekonomi odaklı. Yani biz siyasi ve sosyal tarafına o kadar çok girmedik çünkü o konuda hem daha ayrıntılı ve detaylı çalışma yapan kurum ve kuruluşlar vardı hem de biz Ticaret Odası olarak daha çok ekonomi ve iş hayatıyla ilgili olduğumuz için işin bu tarafında olmanın daha doğru olacağını düşündük.

  • Bir ikinci konu da: 1982 Anayasası, bildiğiniz üzere, belki günün koşulları, konjonktürü gereği daha çok siyasi ve sosyal tarafına ağırlık veren, ekonomiyi daha arka planda, başka bir ifadeyle ikinci planda tutan bir metin olduğu için biz bu tarafına daha çok önem verilmesi gerektiği inancıyla ekonomi kollarında, ekonomik özgürlüklerin, birey haklarının, kamu yararı, toplum yararı nedir konusuna daha çok odaklandık ve bu konuda önerilerimizi hazırladık ve bunları size sunmaya geldik. Bu konuda çalışma komitemizin içinde işin başından beri yer alan Sayın Tevfik Altınok size bu maddeler konusunda daha ayrıntılı bilgiler sunacak vaktimiz el verdiğince.

  • Ben bunları söyleyerek sözlerime son verirken bir kez daha teşekkür ediyoruz bizi kabul ettiğiniz için.

  • İTO EKONOMİ DANIŞMA KURULU ÜYESİ DR. TEVFİK ALTINOK – Efendim, öncelikle tabii, teşekkürlerimizi ben de sunmak isterim.

  • Başlangıçta ifade etmeliyim ki –Sayın Ok da belirtti- biz ekonomik ve ticari niteliği olan konuların dışına hiçbir şekilde girmedik. Bu konuda raporu da zaten takdim ettiğimiz zaman, yazılı olarak gönderdiğimiz görüş ki, özettir o, o bölümde de belirtmiştik, bizim üzerinde durduğumuz konular “İşin anayasada yer alması gereken ekonomiyle ilgili, ticaretle ilgili, bireylerin hak ve özgürlüklerinin içerisinde ticari ve ekonomik nitelik taşıyan konulardan hangileri acaba bu anayasada yer alırsa daha akılcı olur?” diye düşünerek kaleme almaya çalıştık. Bu çerçeveye girerken de tabii, olayın öncelikle bütün anayasa açısından, tümü açısından bir felsefesinin olması gerektiği inancıyla yola çıktık ve bu noktada da biz düşünce tarzımızın temelinde felsefe olarak bir kere, bireyin ekonomik hak ve özgürlüklerini esas alan ve daha önceki anayasalarda hep devleti biz ön planda tuttuğumuz için… Hasbelkader, ben burada, 1982 Anayasası’nın hazırlığında da bulunanlardan birisi olarak –bugün burada bu ifadeleri kullanmak durumundayım ama- o günkü anlayışla bugünkü anlayış arasında da çok büyük farkların olduğunu kabul edenlerden birisiyim çünkü o günün şartlarıyla, o günün ekonomi felsefesiyle, o günün ekonomi koşullarıyla bugünün arasında çok büyük fark olduğunu hepimiz biliyoruz ve bu bilinçten hareket ettiğimiz zaman da o zaman devlet ön planda tutulsun görüşünün şimdi artık yavaş yavaş bundan vazgeçilerek devlet de bir tüzel kişilik olarak diğer tüzel kişilerle ya da bireylerle eşit olması gerektiği noktasından veya bu görüşten hareket edildiği zaman farklı bir yere doğru gidilmesinin gerektiği konusunda hemen hemen bütün arkadaşlarımız komisyonda bizim, Ticaret Odasında yaptığımız konuşmalarda, görüşmelerde üzerinde mutabık kaldıkları bir husus olarak dile getirmek isterim. Bu yönüyle bakarak da bu temel felsefeden hareket ettiğimizde de biz konuyu iki ana başlıkla; bir, “Genel olarak anayasada ekonomik ve ticari açıdan neler yer almalıdır, bu esasa girerken genelde nelerin üzerinde durulmalıdır?” diye baktık bir de işin özelliği açısından düşünüldüğünde de belirli hükümlerin nerelerde ne şekilde yer almasının uygun olacağı üzerinde çalışmaya çalıştık.

  • Genel yönüyle baktığımızda meselenin üç başlık altında toparlanmasının uygun olacağı noktasında hemen hemen hepimiz hemfikirdik ve bunun için de anayasa hazırlanırken sadece ekonomik açıdan değil ama tümü açısından da bakıldığında mutlaka belirli temel kuralların esas olmasını biz kendi çapımızda önermenin uygun olacağı noktasında fikir birliği içindeydik. Bu çerçevede de anayasa bize göre, ihtiva ettiği hükümler itibarıyla basit olmalıdır, herkesin anlayabileceği tarzda olmalıdır. Tabii, “basit” derken bunun mümkün olduğunca kısa olmasına özen gösterilmelidir. Belirsizlikleri en aza indirgeyen, net ifadeleri mümkün olduğunca ifade edebilmelidir ve hukuk kuralları açısından da bireylerin ekonomik faaliyetlerini koruyabilmeli ve girişimciliği teşvik edecek nitelikte olmalıdır. Bu, anayasanın temel felsefesi olarak kabul edilirse buradan hareket edilerek tabii, Komisyonumuzun işinin ne kadar güç olduğunun bilincindeyiz, biz bunları madde yazmak yerine temeli içerisinde her biriyle olan bağlantısını da dikkate alarak çünkü anayasanın başında yer alacak hükümlerle, ekonomik hükümler sonda yer alacaksa bunların arasındaki bağdaşmayı da çelişkileri de ortadan kaldıracak nitelikte olması lazım ama bunu hazırlarken de biraz önce ifade ettiğim gibi, bu anayasanın büyüklüğü yüz madde mi olsun, beş yüz madde mi olsun arasındaki tercihi yapacak yine yüce Meclistir. Dolayısıyla, bu tercih yapılırken “Bizim tercihimiz nedir?” diye sorulursa biz bu yaklaşım içerisinde ne kadar kısa olursa, ne kadar daha net ve söylediklerinin ne olduğunu, çelişkileri de ortadan kaldıracak nitelikte olacak bir yapı oluşturulursa uygun olur diye düşünüyoruz.

  • İkinci üzerinde durduğumuz nokta: Bugüne kadar ki, 82 Anayasası’na da bakıldığında bu gözlenecektir, “kamu yararı” diye ifade edilen yarar bizde biraz, tabir caizse devletin yararı şeklinde hep algılanmıştır. Oysa bu kez bunun biraz dışına çıkılarak “Toplum yararı nedir?” düşüncesinden hareket etmenin daha akılcı olacağı noktasındayız çünkü devleti de biraz önce tanımladığımız şekliyle ele alırsak eğer gerçekten devlet bir tüzel kişilikse, bireylerle eşit düzeydeyse o zaman onun da eşit koşullarda işin içerisinde yer alması lazım. Böyle olunca da o eşitliğin bozulmaması adına hep devletin yararı veya kamu kuruluşunun bir biçimde devletin kuruluşu olarak ön plana geçişi, kişinin, bireyin önüne geçişi, diğer tüzel kişiliklerin önüne geçişi yerine, yapılan işte, alınan kararda toplumun yararı var mı yok mu konusunun ön plana çıkartılmasının gerektiğini biz dile getirmek istiyoruz çünkü bu husus –biraz sonra değineceğim özeline girdiğim zaman- özellikle kamulaştırmalarda bir yerde hep devletin menfaatinin ön planda tutulduğu bir yapının doğru olup olmadığı sorusunu gündeme getirmektedir.

  • Üçüncü konu da: Yine devletçilik ve birey açısından ele alınırsa şunu açıklıklı ifade edeyim ki, biraz evvel de söyledim, 82 Anayasası’nın hazırlıklarında birey değil hep devlet ön planda, “kamu” adı altında devlet ön planda tutulmuştur. Oysa şimdi eğer bir eşitlikten, hak ve özgürlüklerden söz edilme dönemi içerisindeysek ve bunun içerisinde ekonomik hakların ve özgürlüklerin neler olduğunu konuşacaksak o zaman devletle kişiyi karşı karşıya getirdiğimizde birine öncelik verecek miyiz vermeyecek miyiz sorusunun gerçekten sorulup cevaplandırılması lazım. Biz burada eşitliğin bozulmamasından yana bir tutum içerisinde düşünülürse olayın kamuda da veya devlette de ne olursa olsun sonunda bir hesap verilebilirliğin söz konusu olduğunu, şeffaflığın mutlaka gerekli olduğunu, kamuoyu denetimine açık bir yönetimin esas alınmasını ve zaman uyumsuzluğunun da neden olduğu sorunların çözülmesinin gerektiği inancıyla bu anayasanın hazırlanmasından yana bir tutumun izlenmesinin uygun olacağı görüşüne vardık.

  • Genelde ifadelerimi burada noktalamak istiyorum ama işin özeline girdiğimiz zaman –zamanı da dikkate alarak- burada da on bir tane başlık altında konuyu sizlere sunmakta gerek görüyoruz ve bunların ilki de uzun yıllar Türkiye’de tartışılan ve bir yerde “ekonomik anayasa” adı altında acaba anayasanın ekonomik büyüklüklere ilişkin yüzdesel dahi olsa hedefleri koymasının gerekli olup olmadığı noktasında biz düşüncemizi bir ekonomik anayasanın Türkiye için gerekli olmadığı görüşündeyiz. Bunu şunun için ifade ediyorum: Biz o tarihlerde bunu çok tartışmıştık 1982 senesinde özellikle akademisyen arkadaşlarımız “Anayasada borçlanma şu kadarı geçmemelidir, enflasyon şu kadar olmalıdır.” gibi belirli hedeflerle anayasaya hükümler konulmasından yana olduklarını dile getirmişlerdir. Biz böyle bir düzenlemenin –o tarihte de söylemiştik bugün de aynı görüş içerisindeyiz- bu tür hükümleri anayasaya koyduğumuz zaman bunları tutturamadığımızda –hukukçular benden çok daha iyi bileceklerdir- o zaman anayasanın ihlal edilip edilmediği, anayasa suçu işlenip işlenmediği gibi konuların gündeme geleceği, en azından görevde olan, iktidarda olanlar açısından hakikaten büyük bir sorun olarak karşımıza çıkar endişesindeyiz. Bu nedenle de mesela Türkiye'nin dış borçluluğu veya iç borçluluğuyla hazinenin borçlarının gayrisafi yurt içi hasılanın yüzde 60’ını geçmesin, bu bir kriter. Nerenin kriteri? Avrupa Birliğinin. “Bunu koyalım.” deyip de bunu anayasaya koyduğunuzda ve tutturamadığınız zaman, gerçekten onu aştığınız zaman, yüzde 100’e giden durumlarla da bugün dünyanın hemen hemen pek çok ülkesi boğuşup duruyor, o zaman, “Anayasayı ihlal ettik mi etmedik mi?” sorusunun cevabı gerekiyor. Basit bir örnek olarak verdim ama diğerlerini de sıralamak mümkün. Bu nedenle, biz diyoruz ki: Eğer anayasada bu konuda bir şey yazılmak isteniyorsa daha genel nitelikte olmak üzere ekonomik gelişmişlik, ekonomik istikrar, sürdürülebilirlik, bireylerin insani gelişmişliği ve devletin anayasadan kaynaklanan görev ve sorumluluklarının neler olduğu konusuna ilişkin bir düzenleme yapılır, burada bitirilmelidir. Bunun ötesine taşacak bir düzenleme hele adı da “ekonomik anayasa” dediğimiz bir anayasal düzenleme gerçekten tartışmaya açılmalıdır. Ne kadar doğru olduğu konusunda benim kişisel fikrimin ötesinde bizim komisyonda yaptığımız görüşmelerde de bütün arkadaşlarımız bunun anlamsız olacağı noktasında görüş bildirmişlerdir.

  • İkinci husus, sosyal devlet ilkesi. Biliyorsunuz, daha önceki anayasalarımızda da yer alan bir husus “Acaba, devlet kişiyle, bireyle olan ilişkilerinde bu sosyal devlet ilkesini ne şekilde ortaya koymalı, ne yapmalı?” diye düşündük. Burada da düşüncemiz, devletin toplumda ekonomik olarak mağdur olan, yoksul ve kırılgan koşullarda yaşayan yurttaşlarını barınma, sağlık, gıda, eğitim, su kullanma gibi temel haklarında onları bu durumdan kurtaracak ve kendi öz kaynaklarıyla, hazine kaynaklarıyla burada imkânlar yaratacak bir yapılanmanın içerisinde olmalıdır şeklinde görüş oluştu bizlerde. Bunun da sosyal devlet anlayışı içerisinde bu tanımlamanın uygun olacağını, bir ayrımcılık gerekiyor ise pozitif ayrımcılık niteliğinde de bunu özellikle bireylerin kendi ellerinde olmayan, savaşa girmiş, gazi olmuş veya şehit olmuş kişilerin yakınlarıyla ilgili olan hususlarda ya da yine elinde olmayan, çocuk olma, erişkin olma, ihtiyarlık veya “geriatri” diye bugün ifade edilen tarzda bir yerde kadın olmanın verdiği konularda, eğer korumacılık gerekiyorsa bu konularda sınırlı olmak kaydıyla bir korumacılığın düşünülmesinin gerektiğini biz kendi aklımızın erdiğince dile getirmeyi uygun gördük.

  • Burada özellikle ekonominin önem taşıdığı hükümler içerisinde belirli hak ve özgürlüklerin içerisinde mülkiyet hakkının, temel haktır elbette, hiç şüphesiz, bir fiziki varlığın mutlaka bir sahibinin olduğunu, bu mülkiyete izinsiz müdahalenin yani kişi, birey açısından bakıldığı zaman müdahalenin pek uygun olmayacağını dile getirmek istiyorum burada. Bu nedenle de yeni anayasada mülkiyet hakkı ve bu hak üzerindeki sınırlamalar arasında bir çelişkiyi ortadan kaldıracak tutumun izlenmesinin veya bunu koruma altına almak ya da anayasal güvence altına almak gereğini burada ifade etmek

  • güvence altına almak gereğini burada ifade etmek gerektiğini düşünüyorum.

  • “Sözleşme özgürlüğü” dediğimizde de bu konuda biliyorsunuz, özellikle bizim girişim özgürlüğü açısından sözleşme özgürlüğü açısından eski anayasamızla pek kısıtlama var mı,0, yok mu konusunda fazla bir şey söylemek istemiyorum ama dikkat edilmesi gereken hususun sözleşme özgürlüğüne bir kısıtlama getirilmesinden yana olmadığımızı, ticari açıdan bakıldığında bunun, bu tür sınırlamaların problem yaratacağını ifade etmek istiyorum.

  • “Özelleştirme ve devletleştirme” başlığı altında da burada mülkiyet hakkını biraz evvel ifade ettim. Her kamu kuruluşunun elinde kamulaştırma gibi bir yetkinin mevcut oluşu gerçekten bazen insanı endişeye düşürecek kadar bir düşünce tarzını zorlamaya doğru itekliyor. Bunu da söylerken şunu ifade etmek istiyorum. Ben pek çok olaya tanık olanlardan bir tanesiyim, sizler de pek çoğunu görmüşsünüzdür. Devletin burada ihtiyacı var, burayı kamulaştırdı. Gerçekten, bu toplum yararına mıdır, değil midir, yaklaşımının ötesinde bir yaklaşım olarak hep gündeme gelmiştir bizlerin gördüğü veya benim gördüğüm diyeyim. Burada sınırlamaların veya mülkiyet hakkının dokunulmazlığı söz konusu ise ve o kişilerin de buna ihtiyacı olup olmadığı, ne kadar var, yok tartışması yapılmadan doğrudan doğruya bu kamulaştırmanın bir kuruluş kararıyla ortaya çıkışı tartışılmalıdır diye düşünüyoruz ve burada kamulaştırmayı da toplum yararını esas alarak yapmakta yarar olacağı inancındayız.

  • İTO GENEL SEKRETER YARDIMCISI SELÇUK TAYFUN OK – Belki bir de şunu ekleyebiliriz Tevfik Bey: Kamulaştırma yetkisi bizde de var, İstanbul Ticaret Odasında çünkü orası da bir kamu kuruluşu olarak kabul edildiğinden dolayı.

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) - Vakıf üniversitelerinin de var.

  • İTO GENEL SEKRETER YARDIMCISI SELÇUK TAYFUN OK – Var efendim, kamu kuruluşu olur olmaz…

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Mesela bir sorun var, isim vermeden söyleyeyim. Boğaz’ın en güzel yerinde bir yeri kiralamış bir vakıf üniversitesi. Şimdi ihtilaf çıkmış mal sahibi ile aralarında, “Kamulaştırabilir miyiz?” diye araştırma yapıyorlar onunla ilgili.

  • İTO DANIŞMA KURULU ÜYESİ DR. TEVFİK ALTINOK – Onun için burada hem özelleştirme yani devletin belirli mallarının nasıl özelleştirileceği konusunda hem de devletleştirmede ya da kamulaştırmada gerçekten biraz daha farklı, eski anayasal düzenden daha farklı düşünülmesinin gerektiği inancındayız.

  • Rekabet ve girişim özgürlüğü konusunda da, bugün unutmamamız gerekiyor ki ekonomiler hakikaten serbest düzen içerisinde, serbest piyasa mekanizması içerisinde düşünüldüğü, mali piyasaların parasallaşma… Burada bazı bilimsel rakamları vermeme izin verir misiniz bilmiyorum ama şu kadarını ifade edeyim: Bugün, dünyada biliyorsunuz, gayrisafi yurt içi hasılaların toplamı 70 trilyon dolar, mali piyasaların toplamı, ciro demiyorum…

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – Toplamı…

  • İTO DANIŞMA KURULU ÜYESİ DR. TEVFİK ALTINOK – Şöyle, iki türlü bir hesaplama yapılıyor IMF ve Dünya Bankasının yaptığı hesaplamalarda: Bir, kurumsal olarak finansal kurumların aktif toplamları alınıyor, bunu alıyorlar. İki, sermaye piyasasındaki işlem gören kuruluşların sermaye piyasası değerlerini alıyorlar. Üç, kamunun borçlarını alıyorlar. Bunları topluyorlar. Bunların toplamı 232 trilyon dolar. Bu verdiğim rakamlar kesinleşen rakamlar 2009 yılı. Biliyorsunuz yeni G20’de kurulan bir (FSB) Financial Stabilitiy Board’ın hazırladığı tablolar bunlar. Bir de türev piyasası diye yeni bir düzen çıktı veya belirli bir piyasa oluştu. Bu piyasanın büyüklüğü de 614 trilyon dolar. 232+614 dediğimiz zaman 850 trilyon dolarlık bir büyüklükten söz ediyoruz ve bunu manipüle edebilecek gayrisafi yurt içi hasılaların bütün dünyadaki toplamı da, 192 ülkedeki toplamı da 70 trilyon dolar, 69 küsur da ben 70 diyorum.

  • Bu kadar parasallaşan bir ortamda kontrolün, düzenin nasıl sağlanacağı hususu gerçekten çok önem taşıyor çünkü biraz sonra başka bir konuya gireceğim ama rekabet ve girişim özgürlüğü bütün dünyada bu kadar serbestleşmişken bizim de bunları, hele bir de anayasalarla, anayasa hükümleriyle sınırlandırmak ne kadar doğrudur, değildiri tartışmakta yarar var diye aklımızdan geçti. O nedenle, bu girişim özgürlüğünü mümkün olduğunca serbest bırakmanın gereğine inanan bir yapı oluşmalıdır noktasındayız. Hiç şüphesiz, kamuda bütün bu ekonomik faaliyetlerin netice itibarıyla organizasyonel yapısı düşünülürken bazı hususlara dikkat çekmek istiyoruz eğer müsaade ederseniz.

  • Haddimiz değil ama şunu ifadeden de çekinmek istemiyorum. Bir rejim tabii anayasayla gelecektir, bu cumhuriyet rejimi ise nasıl olacağı, başkanlık düzeni ise nasıl olacağı konuları bir ayrı önem taşımakla birlikte, biz varsayımımızı yine de mevcut Anayasa’daki cumhuriyet rejimi içerisinde düşünerek bunları kaleme aldık. Bu nedenle de işte 112’nci maddede Başbakanlığın görevi bir koordinasyon yapmaktan ibaret olarak görünüyor, mevcut Anayasa hükmümüz bu. Tabii böyle bir yapılanma düşünüldüğünde eskileri de bilmekten kaynaklanan bir mantaliteyle Sayın Özal’ın zamanında 3046 sayılı Kanun çıkartılarak Başbakanlıkta, nasıl bir Başbakanlık olması noktasında görüş ayrılıklarına sebep olacak noktaya gelen fikirler çıkmıştır. Bunun temelinde de dediğim gibi, Başbakanlık da mademki bakanlıktır, o zaman icranın içinde olmalı mıdır, olmamalı mıdır sorusunu gündeme getirdi o tarihlerde. Sayın Özal’dan hatırlayacaksınız, “Mademki bakanlar bu işin içerisindeler, yapabiliyorlar, Başbakan olarak ben neden yapmayayım?” yaklaşımı içerisindeydi ve Başbakanlığı da o şekilde teşkilatlandırmak gerekir noktasına gelince bu sefer koordinasyondan çıkıp bir beyin yerine dalları, kolları, elleri olan, zaten Hazineyi Başbakanlığa aldığınız zaman, parasal her türlü giriş ve çıkışa hükmedecek bir kuruluşu Başbakanlığın içine aldığınız zaman zaten icranın fiilen içine sokmuş oluyorsunuz. Böyle olunca da bu yapılanma bu kez Başbakanlıkta dal budak sarıp yani son yapılan düzenlemelerden önce yine bileceksiniz, 9 müsteşarlık, 13 müsteşarlık düzeyinde başkanlık, bir o kadar genel müdürlüğü bünyesinde bulunduran bir Başbakanlık çıktı karşımıza. Şimdi, bu doğru yapılanma mıdır, organizasyonel yapı mıdır, değil midir? Tepede hem icracı bakanlıklarımız var hem de onun üzerinde bir Başbakanlık düşünün bu kadar teşkilatı olan, yetkisi olan bir Başbakanlık.

  • Biz bunda, daha çok koordinasyonun Başbakanlıkta olmasından yana bir görüş ifade ettik. Başbakanlığın fonksiyonel işlevlerinin ne olduğu konusu, buradaki hüküm saklanır, saklanmaz, tutulur, tutulmaz, onu bilemem, tabii o Meclisimizin kararıdır ama biz eğer Başbakanın fonksiyonunun ne olduğunu Anayasa’mızda ifade edeceksek ki 24 Anayasası, sizler benden çok daha iyi biliyorsunuz eski anayasaları, bugünkü, yürürlükteki 112’nci maddede Başbakanın koordinasyon görevini acaba genişletmek gerekiyor mu, gerekmiyor mu, en azından tartışmakta yarar görüyoruz.

  • İkinci üzerinde durduğumuz nokta yapılanmayla ilgili olarak, merkezî yönetimler ile yerel yönetimler arasındaki görev dağılımı nasıl olmalıdır? Bu konuda bir yasa tasarısı biliyorsunuz daha evvel gündeme geldi ama sonra, veto edildikten sonra yasalaşmadı. Bu konuda merkezî yönetimin ve gerçekten yerel yönetimlerin ne iş yapması gerekir noktasında bugüne kadarki belki tartışmaları da sonlandıracak bir fırsat yakalanmıştır, bunun iyi kullanılması gerekir diyoruz.

  • Eski anayasalarda yer almayan çünkü 1980’li yıllardan sonra ortaya çıkan bu bağımsız idari otoriteler ve devletin düzenleyici rolü nedir, ne olmalıdır? Burada sadece RTÜK’le ilgili bir hüküm var, eski Anayasa’da fakat şimdi biliyorsunuz, bağımsız düzenleyici ve denetleyici kuruluşlar hem mali piyasalarla ilgili hem enerji piyasasıyla hem iletişimle ilgili pek çok konuda yeni yeni otoriteler oluşmuş. Bu konudaki görüşümüzü çok açık ve seçik ortaya koymakta yarar görüyorum çünkü eğer biz devletimizi cumhuriyet olarak düşünüp üç erk şeklinde bir dağılıma gidiyorsak yasama, yürütme ve yargı diye, bu üç erkin içerisinde özellikle devlete ilişkin kurum ve kuruluşların hangi yerde olduğunun ortaya konulması lazım. Yani bağımsız dediğiniz zaman, beni affedin, ben 1992’de Merkez Bankasının bağımsızlığını yazanlardan birisiyim ama bağımsızlık nereye kadar ve ne şekilde bir bağımsızlık dediğiniz zaman, bunda çok dikkatli olunması gerektiğini de düşünenlerdenim çünkü genel siyaseti ve politikaları oluşturmak Anayasa’mıza göre Hükûmetin görevi. Hükûmette, iktidarda kim varsa o bu çizgiyi çizecek, yürütecektir fakat kalkıp da bağımsız yeni yeni otoriteler ortaya koyduğunuz zaman ve açık söyleyeyim çünkü bunu şeyde de çok tartıştık, bizim kendi komisyonumuzda da, yani kalkıp da Hükûmet “Ben yüzde 20 enflasyonla büyümeyi şu kadar tutacağım.” dediği zaman, bir Merkez Bankası idaresinin çıkıp “Hayır kardeşim, ben yüzde 5’ten daha fazla enflasyon istemiyorum.” deme şansı var mıdır, yok muduru tartışmak da gerekiyor. Biz eğer bu tür bağımsız kuruluşların yürütme erki içerisinde yer alacağını kabul ediyorsak, o zaman buna göre bir yapılanmanın ve buna ilişkin düzenlemenin Anayasa’da yer almasından yanayız diye görüşlerimi ifade etmiş olayım.

  • Bir diğer konu kalkınma stratejileriyle ilgili olarak ve özellikle de devletin piyasalardaki rolü ne olmalıdır, devlet burada nasıl bir kontrol mekanizmasının içerisinde olmalıdır dediğimizde de buradaki müdahalelerin hakikaten çok iyi düşünülmesi gerektiğini ifade etmek isterim eğer biz serbest piyasa mekanizmasını kabul ettiğimiz bir ekonomik yapıyla yönetilecek isek. Bundan kastım şu: Devletin kontrolü belirli noktalarda yine olacaktır. Hangi yönüyle? Yürütmeyle. Yürütme neresiyle? Bağımsız düzenleyici ve denetleyici kuruluşlarıyla. O zaman piyasaya girişi kontrol edecek bir mekanizma. “Baştan piyasaya girmek istiyorum.” diyende belirli nitelikler varsa bu piyasada faaliyet gösterebilirsin. Mesela bankacılık gibi ama rekabetin sağlanması, o ortamın oluşturulmasını düşündüğünüz zaman da özellikle kamunun sahip olduğu kurum ve kuruluşlar, Sayın Toskay çok iyi bilecekler. İktisadi devlet teşekkülleri ne kadar bu işin içerisinde olmalı veya olmamalı sorusu hep geçmiş dönemlerden beri tartışılmıştır. Bunun bir anlamda mutlaka ve mutlaka üzerinde durulması gereken husus olduğu inancındayım. Bunu söylerken de olağanüstü hâlleri, iktisadi krizleri ve kamu düzeninin bozulmasına ilişkin olağanüstü durumları dikkate almadan da devlet müdahalesi hiç olmasın demek bana ters geliyor. Bana değil, komisyonumuza ters geliyor çünkü buradaki müdahalelerin de gerektiği zaman yapılabileceğinin bir yerde düşünülmesi ve altının çizilmesi lazımdır diye düşünüyoruz.

    Yüklə 2,59 Mb.

    Dostları ilə paylaş:
  • 1   ...   5   6   7   8   9   10   11   12   ...   37




    Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
    rəhbərliyinə müraciət

    gir | qeydiyyatdan keç
        Ana səhifə


    yükləyin