KURUMLAR Cumhurbaşkanlığı
24 Haziran 2018 seçimlerinde yürürlüğe giren Anayasa Değişikliği ile Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçildi. Bu sistemde, Cumhurbaşkanı yürütmenin tek yetkilisi haline geldi. Cumhurbaşkanı sadece yürütme erkinde tek yetkili olmakla kalmadı aynı zamanda yasama ve yargı erkleri üzerinde de tahakküm kurma yetkisine sahip oldu. Bu kapsamda, Cumhurbaşkanı, aynı gün yapılacak seçimlerle parlamento üyelikleri için partisinin propagandasını yaparak yasamadaki milletvekillerinin belirlenmesini de kendisine bağlama yetkisine sahip oldu. Ayrıca üst düzey idari ve yargı bürokrasinin atanmasında da hâkim yetkili konumuna yükseldi.
Meşruiyet tartışmaların devam ettiği Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin ilk bütçe tasarısında, Cumhurbaşkanlığına ayrılan bütçe fahiş oranda yükselmiştir. Bu artış yetkilerin Cumhurbaşkanında toplanmasına hizmet etmekten çok, israf ve şatafat ekonomisi ile gizli ödenek kapsamında artmıştır.
2019 bütçe teklifiyle birlikte 2018'de 845 milyon TL olan cumhurbaşkanlığı bütçesinin 2019 yılında yüzde 233 artışla 2 milyar 818 milyon TL'ye yükseltilmesi planlanmaktadır. Ülkede büyük bir ekonomik kriz varken ve AKP’li temsilciler her fırsatta tasarruf çağrısı yaparken Cumhurbaşkanlığı bütçesinin fahiş oranda arttırılmasının eşitlik, hak ve adalet değerleri ile ilgisi yoktur. Bu yönüyle, halk enflasyon ile yoksullaşıp vergiler altında ezilirken Cumhurbaşkanının lüks ve şatafat ekonomisi içerisinde yaşaması Titanik Sendromundan başka bir şey değildir. Bilindiği üzere, Titanik Sendromu batmaya doğru giden bir geminin metafor olarak kullanılması ile ilgilidir. Zigurat sistemini andırır şekilde geminin kısımlarına yerleştirilmiş insanlar arasında en yoksul olanlar alt kısımlarda bulunur. Katlar yukarı doğru çıktıkça zengin olanlar ve yüksek makamlılar yerleşmiş olarak görülür. Ünlü Titanik gemisi batmaya yakınken, alt katta bulunanlar boğulmamak için çırpınır, üst katta bulunanlar ise gemi hiç batmayacakmış gibi hayatın olağan akışında lüksleştirdikleri “danslarına” devam eder. Oysaki gemi battığında üst kısımlar da bundan etkilenecektir. Bugün Cumhurbaşkanlığı bütçesi ve harcama kalemlerine bakıldığında, geminin batmaya doğru gittiği ama üst kattakilerin “dansa” devam ettiği açıkça görülmektedir.
Cumhurbaşkanlığı bütçesinde göze çarpan kalemlerden biri Kar Amacı Gütmeyen Kuruluşlara 12,5 Milyon TL tutarında ayrılan kaynaktır. Fakat gerek Cumhurbaşkanlığı gerekse de AKP, tüm ısrarlarımıza rağmen “Kar Amacı Gütmeyen Kuruluşlar”ın hangileri olduğunu, hangi kriterlere göre belirlendiğini açıklamamıştır. Oysaki 12,5 milyon TL gibi onlarca insana istihdam yaratabilecek bu meblağın nereye harcandığının açıklanması gerekir. Bu açıklama yapılmadığı sürece, Cumhurbaşkanlığı bütçesi şaibeli olmaya devam edecektir.
Cumhurbaşkanlığı bütçesinde göze çarpan bir başka harcama kalemi de Temsil ve Tanıtma gideri 101 milyon 500 bin TL’dir. Bilindiği üzere, bu harcama kalemi üzerinden kamuoyunda ciddi tartışmalar olmuştu. Cumhurbaşkanlığının israf ettiği tezine karşı Cumhurbaşkanlığı’nın yaptığı açıklama “İtibardan tasarruf olmaz”143 şeklinde olmuş, bu açıklama ile iktidar kibrinin sınırları çizilerek muhalif sözün dinlenmemesinin boyutları gösterilmiş oldu. Kendisini yerli ve milli olarak tanımlayan AKP, yerlilik ile muhafazakârlığa, millilikle Türklüğe vurgu yapsa da temsil ve ağırlama giderlerinin nelere harcandığına ilişkin haberler, bu iddiaları çürütmektedir. Cumhurbaşkanlığı sarayında sunulan menü en basit örnek olarak önümüzde durmaktadır. Menüde ejder Meyveli Smoothie, Efuli, Aloevera, Orman Meyveli Special, Taze Sıkılmış Greyfurt, Taze Sıkılmış Havuç, Taze Sıkılmış Elma. Pataşur içerisinde Çerkez Tavuğu, Zencefilli Somonlu Suşi, Tartalet içerisinde Antakya usulü Humus gibi yiyecek ve içecekler bulunmaktadır. “Vişneli Tayfır”ın yerlilik ve millilik testinde geçemediği AKP’de söz konusu menü yerlilik ve millilik iddialarının sahteliğine işaret etmektedir.144
Sayıştay’ın 2017 raporuna göre145 Cumhurbaşkanının bir yıllık gideri 658 milyon TL’dir. Günlük olarak hesaplandığında; Cumhurbaşkanının bir günlük masrafı yaklaşık 1,8 milyon etmektedir. 1,8 milyon lira 1122 asgari ücretlinin 1 aylık maaşına karşılık gelmektedir. Cumhurbaşkanı emeklilikte yaşa takılanlarla ilgili düzenlemeye “erken yaşta emekli olup 40 yıl maaş alacaklar, böyle bir uygulama dünyanın neresinde var” diyerek karşı çıkarken Sarayın bir günlük masrafı ile bir asgari ücretliye tam 93 yıl maaş ödenebilmektedir.
Cumhurbaşkanlığı bütçe kalemlerindeki harcamalarda bir başka dikkat çekici konu Cumhurbaşkanının brüt maaşının geçen yıla oranla yüzde 26 artışla 74 bin 500 TL’ye çıkmasıdır. Ekim ayı itibariyle Türkiye’de enflasyon yüzde 25,24 seviyesine geldiği göz önüne alındığında emekçiler, emekliler, işsizler, yoksullar hayat pahalılığı karşısında daha fazla yoksullaşırken Cumhurbaşkanının maaşının yüzde 26 artması izahı zor bir durumdur. Cumhurbaşkanının brüt maaşı 59 bin TL'den 74 bin 500 TL'ye çıkmıştır. Dolar kuru 5,7 TL’den alındığında Cumhurbaşkanının maaşı 13.000 dolar olmaktadır. Birçok lider halk geçim sıkıntısı yaşadığı için maaşlarında kesinti yapılmasını veya hiç maaş almamayı isteyerek sembolik de olsa tavır sergilemektedir.
Bu dünya örneklerine karşın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın maaşına oranla servetindeki yükseliş de dikkat çekicidir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, iki mal bildirimi arasında 46 ay geçti. 2014 yılında Cumhurbaşkanlığında geçirdiği 5 ay, bu yıl bildirim yaptığı sırada geçirdiği 5 ay da dâhil olmak üzere Cumhurbaşkanlığı maaşı brüt 39 bin 950 TL’den, brüt 59 bin TL’ye yükselmişti. Yani servetini yaklaşık 5 milyon TL’den fazla arttırdığı 4 yılda, devletten yaklaşık 2 milyon 250 bin TL brüt maaş aldı. Faizsiz bankalarda duran parayla ve 2,2 milyonluk maaşla 5 milyonluk zenginleşmenin nasıl mümkün olduğu akıllarda soru işaret olarak dururken Cumhurbaşkanı Erdoğan 2014 yılında alacakları, taşınır ve taşınmazları, banka hesaplarındaki Türk Lirası ve dolarları ile birlikte 5 milyon 548 bin 271 TL olan servetini yaklaşık iki kat artırarak 10 milyon 386 bin 761 bin TL’ye çıkmıştır.
Türkiye siyasi tarihi boyunca “örtülü ödenek” her zaman bir tartışma konusu olagelmiştir. 90’lı yıllarda daha yoğun gündeme gelen örtülü ödenek, hukuk dışı işlere ayrılan kaynak olarak ifade edilmiş ve derin devletin bütçesi olarak adlandırılmıştı. 90’lardan sonra son birkaç yılda örtülü ödenek tekrar yoğun şekilde tartışılmaya başlanmıştır. Tüm bu tartışmalar devam ederken, tartışmaların ekseni Türkiye’de, Suriye’de ve Akdeniz’de yaşanan gerilimler ve çatışmalar üzerinden okunurken, Cumhurbaşkanlığına 2019 yılı için “gizli ödenek/örtülü ödenek” tutarı belirtilmemiştir. 2019 yılı için belirtilmemiş olmasına rağmen Cumhurbaşkanlığının 2018 yılında örtülü ödenek bütçesi 1 milyar 308 milyon TL’ydi. Örtülü ödenek miktarı belirtilmemişken, Cumhurbaşkanlığı 2019 bütçesi ve bağlı cetvellerde yaptığımız incelemede bir harcama kalemi dikkat çekicidir. Diğer Sermaye gideri olarak belirtilen 15 milyon TL’lik bir bütçe ayrılmıştır. Geçtiğimiz yıllarda görünmeyen bu kaleme ilişkin ayrıntılı cetveller harcamaların nerelere yapılacağını belirtmemektedir. Bunların yanı sıra AKP 16 yıllık iktidarında 15 milyar lira örtülü ödenek harcaması yaptı. 2017 senesinde ilk defa yasal tutarın hepsi kullanıldı. Önceden Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı örtülü ödenek harcamalarını birlikte yaparken yeni sistemle birlikte Temmuz 2018’den itibaren örtülü ödenek harcamaları sadece Cumhurbaşkanı’nın tasarrufuna bırakıldı. Bunun açık anlamı şudur: Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 2018 yılı sonuna kadar 2,5 milyar lirayı daha sorgusuz sualsiz kullanabilecektir. Halk ekonomik krizle boğuşurken, insanlar evine ekmek götüremediği için intihar ederken halkın parasının halka hesap vermeden kullanılması kabul edilemezdir.
Türkiye’de son dönemlerin en tartışmaları kurumlarından biri kuşkusuz ki Milli İstihbarat Teşkilatı olmuştur. 694 Sayılı KHK ile daha önce Başbakanlığa bağlı olan MİT Müsteşarlığı, 25 Ağustos 2017 tarihinde Cumhurbaşkanlığı’na bağlanarak Başkanlık olmuştur. AKP’nin Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu'nda 2014’te gerçekleştirdiği değişiklikler yoluyla, MİT, bankacılık sektörü de dâhil tüm kamu kurum ve kuruluşlarından, bağlayıcı olarak, bilgi ve belge talep edebilmekte, telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişimin tespiti için ayrı bir merkez oluşturabilme yetkisine sahip olabilmektedir. Bu düzenlemelerin yanı sıra sızmaların yayımlanmasına hapis cezası getirilmiş, ihtiyaç halinde kamu kurum ve kuruluşlarındaki teçhizatın MİT’e devrini mümkün kılan düzenlemeler getirilmiştir. Bu, tüm toplumun kişisel bilgileri üzerinde mutlak bir hâkimiyet demektir. Ayrıca, MİT'e hâlihazırda sağlanan koruma zırhı, MİT mensuplarının tanıklık yapmaktan ve istihbari faaliyetler için görevlendirilenlerin sorumluluktan muaf tutulması yoluyla daha da güçlendirilmiştir. Son olarak MİT, bilgi edinme kanunundan muaf tutularak “karanlık” bir kurum olarak çevrelenmiştir.
Gölge devlet olarak adlandırılan Milli Güvenlik Kurulu da Cumhurbaşkanlığına bağlıdır. 90’ların karanlık ve derin devlet kurumu özellikle 2015’ten sonra başlayan çatışmalı ortam ve 2016’da ilan edilen, 7 defa uzatılan OHAL ile birlikte tekrar gündeme geldi. Devletin asıl Anayasası olarak tabir edilen Milli Güvenlik Siyaset Belgesi kapsamında çalışmalar yürüten bu kurum, demokratik rejimlerden eşi benzeri olmayan, deyim yerindeyse gölge devlet kurumu olarak iş yapmaktadır. AKP iktidarının ilk zamanlarında “sivil siyaset”, “demokrasi”, “hukuk devleti”, “derin devletle hesaplaşma” gibi retorikler kapsamında bu kurumun anti demokratik ve vesayetçi bir anlayışın ürünü olduğu fikrini işlemekteydi. Fakat AKP, otoriterleştikçe devleti ele geçirdiğini sandı fakat devlet reflekslerini verme ve devlet gibi düşünme biçimlerine teslim oldu. 2019 MGK bütçesinde birkaç husus dikkat çekmektedir. MGK 2019 bütçesinde, 2 bin TL hane halkına yapılan transfer ve 130 bin TL kar amacı gütmeyen kuruluşlara yapılan transferler olarak öngörülmektedir. Gölge devlet olarak adlandırılan bu kurumun 2019 yılı içerisinde söz konusu transferleri neden, nasıl, kimlere yapacağı hususu kuşkulara neden olmaktadır.
TMSF, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminde, Cumhurbaşkanlığı ile ilişkilendirildi. TMSF kamuoyu hafızasında, darbe girişimi sonrası ilan edilen OHAL sonrası, el konulan ve kayyum atanan mal ve şirketlerin aktarıldığı kurum olarak yer almıştır. OHAL sonrası bin 200’den fazla şirket TMSF’ye devredilmiştir. Yargı kararı olmaksızın devir yapılması, yürütme erkinin kuvvetler ayrımını yok etmesi olarak okunabilir. Yargılamanın yapılmadan idari işleme dökülmesi hem çok sayıda mağduriyet yaratmış hem de kamuoyunda rahatsızlığa sebep olmuştur. Öyle ki, Anayasada garanti altına alınan mal ve mülk güvenliği açık şekilde ihlal edilmiştir. Yargılamanın olmaması az da olsa adaletin tecelli etmesi beklentisini boşa düşürmüştür. Ayrıca, İMC TV, Dicle Haber Ajansı, Azadi TV gibi her türlü darbe girişimi karşıtı, her daim demokrasinin yanında yer alan kurumlara el konulması, 20 Temmuz OHAL ilanının bir “karşı darbe” olduğunu ve tüm muhalefeti sindirmeye yönelik siyasi bir operasyon olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Ekonomik krizin görünümlerinden ve sebeplerinden biri olan ekonomi yönetiminin özerk olmaması meselesinde sorunu derinleştiren bir yaklaşımla TMSF Cumhurbaşkanlığı ile ilişkilendirilmiştir. Bu işlem, siyasi iktidarın ekonomik krizi aşmayı değil, mal ve mülk güvenliği başta olmak üzere piyasaya dair her unsuru kendi karar yetkisi altına alma kaygısına öncelik ettiğini göstermektedir. Şirketlerin TMSF’ye devrinden sonra satış ihalelerine dair çok sayıda şüphe ve soru işareti doğmuştur. İddialar ve soru işaretleri söz konusu şirketlerin AKP’ye yakın sermaye gruplarına değerinden düşük fiyatlarla verilmesine işaret etmektedir. Bu tartışmalar ve iddialar çerçevesinde, TMSF sermayenin el değiştirmesinin adresi olarak adını tarihin kara sayfalarına yazmıştır. Nihai olarak, el konulan mal ve mülklerin şirket hakları ile birlikte sahiplerine teslim edilmesi gerekmektedir. Yargılama sürecinin başlatılması ve adaleti gözetecek şekilde sürdürülmesi kaçınılmaz bir gerekliliktir. Ayrıca darbe girişimi ile ilgisi olmayan şirketlerin geri iadesi ve zararlarının tazmin edilmesi öncelikli işlerden biridir. TMSF’nin 2017 Sayıştay Raporu146 büyük yolsuzluk, usulsüzlük ve kayırmacılıklar içermektedir. Ayrıntısına şerhimizin Sayıştay Raporları başlığında gireceğimiz TMSF’deki bu iş ve işlemlerin 1 milyar 200 milyon TL civarında bir büyüklükte olduğunu buraya not düşelim.
Cumhurbaşkanlığı bütçesinde de görüldüğü üzere, 2019 yılı bütçe kanun teklifi, ülkenin içerisinde olduğu derin ekonomik krizi analiz etmekten uzaktır. Bu kanun teklifi, kaynakları toplamak ve dağıtmak konusunda krizin aşılmasını değil, AKP’nin siyasi ajandasının esas alındığına işaret etmektedir. Yukarıda da örneğini gördüğümüz şekilde bu ajanda israf, çatışma, usulsüzlük ve militarizmin esas alınmasından ibarettir.
Dostları ilə paylaş: |