3. Workshop Toplantısı
“Olma akıl” “Dolma akıl”
veya
Rüzgara Karşı Teşalşül
Bilindiği üzere, Kara Avcılığı Kanun Tasarısı halen Tarım Orman ve Köyişleri Komisyonu’nda görüşülüyor ve 23 maddeden oluşan tasarının ilk 14 maddesinin görüşülmesi bitmiş.
İlgilenenlerin (!) bildiği gibi bu taslak, avcıların uzun vadede beklentilerini karşılamıyor. Yeni bir taslağın hazırlanıp sunulması, eski taslağın TBMM’den geri çekilmesine bağlı. Orman Bakanlığı’nın ilgili bürokratları, bu yöntemin usul açısından zaman kaybına sebebiyet vereceğini söylüyorlar. Bu sakıncadan ötürü, “eski taslağın milletvekillerinin verecekleri değişiklik önergeleri ile yeniden düzenlenmesi” düşüncesi ağırlık kazanıyor. Tasarı, ancak bu uygulamayla hızlı olarak kanun haline gelebilirmiş. Bu bağlamda, Kara Avcılığı Kanun Tasarısı’nın gelecek yılları da kucaklayabilmesi amacına dönük, redaksiyon çalışmaların sonuncusu olan 3. Workshop toplantısı, 7/8 Şubat 2000 tarihinde İstanbul Orman Fakültesi’nde yapıldı. Şimdi ortaya çıkan yeni taslak, TBMM’de bulunan eski taslakla, tabir caizse “kibarca” yer değiştirecek. Bu oldukça zor bir uygulama. Ama Orman Bakanı Sn. Nami Çağan isterse, bu iş hızla gerçekleşir. Hem de “içimizdeki İrlandalılara” rağmen.
Workshop toplantısının açılış konuşmasında Orman Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Sn. Ö. Bülent Seçkin özde: “Bugün, gerçekten çok önemli. Kara Avcılığı Kanun Tasarısını oluşturacak 3. Workshop toplantısını yapıyoruz. Tüm soruların bilinci ve idraki içindeyiz. Harç, sivil toplum örgütlerinin yüce katkılarıdır.” dedikten sonra, toplantıyı yönetmek üzere sözü Sn. Hüsrev Özkara’ya bıraktı.
Sn. Hüsrev Özkara, bu toplantının amaçları doğrultusunda yapılan 3.toplantı olduğunu söyledikten sonra, şimdiye kadar yaşadığı olumsuzlukların etkisi altında kalmış olacak ki “Bu toplantı inşallah son olur” dedi. Milli Parklar Av ve Yaban Hayatı Dairesi’ni yeniden yapılandırmak için gecesini gündüzüne katan Gn. Müdür, yenilikten hoşlanmayanların ve kapalı kapılar ardında iş bağlayanların boy hedefi. Haksız suçlamalarla yıpratılmaya çalışılıyor. Dolayısıyla yorgun, hassas ve üzgün.
Gn. Müdür, sistemin değişmesinin gerekliliğini somut bir örnekle açıklamak için; “63 yıl evvel pars avlanabilir deniyordu. Şimdi bu hayvanları bu konumdan çıkarmak lazım” dedi. Daha sonra, “Böyle bir sistem kurulmalı mıdır?” şeklindeki kendi sorusuna, yine gerekçeler göstermek sureti ile kendisi yanıt verdi.
“20.7 milyon hektar ormana sahibiz. Orman Genel Müdürlüğü ise 100 trilyon TL. bir zarar içinde. Her dönem, kalkınması istenilen orman köylüsü işin gerisinde kalmıştır. Çünkü sahip olduğumuz kaynakları yeterince geliştiremedik. Almanya’nın 1.5 milyar Mark geliri var. Avcılığı, kırsal kalkınmada bir anahtar olarak kullanıyorlar.” dedi. Daha sonra da; “Böyle bir sistemi harekete geçirecek güç nedir?” sorusunu yanıtlamadan önce bir de durum tespiti yaptı.
“1500 kadrolu elemanımız var. bunlardan 700 adedi geçici işçi. Kalanın 1/5 teknik, 4/5’ise teknik eleman değil!.. Genel bütçeden bize ayrılan pay 45 Milyar TL. genel Müdürlüğün kabuk değiştirmesi lazım. 2521 Sayılı Kanun, av tezkeresi gelirlerini İçişleri Bakanlığı’na veriyor. Bunu değiştirebilirsek gelir temin edebiliriz. Avcı kitlesini eğitmek istiyoruz. Bir eğitim süreci başlatacağız. Yasal anlamda değil ama, idari anlamda avcıdan bir belge isteyeceğiz.” dedi.
Sözlerini; “her yıl, 300.000 avcıdan 10.000.000 TL. alsak, 3 trilyon TL. kaynak yaratırız. Bu kaynağı bu işle iştigal eden kuruluşlarla kullanacağız. Merkez Av Komisyonu’nun, Türkiye’nin yabanhayatına yön veren bir kuruluş olmasını istiyoruz. Ülkede yaşayan hayvanlarının envanteri yok. Düzenli avcılık yok. Avcı örgütlerini sistemin içinde düşünüyoruz.” diyerek de bağladı.
Toplantı, başlar başlamaz Orman Fakültesi’nin hocaları arasında önce tek taraflı, daha sonra da karşılıklı olmak kaydı ile, sitem dolu sözler sarf edildi. Keşke hiç olmasaydı. Kanaatim odur ki, hocaların arasında doğan bu halin gerçek sebebi “yanlış (!) bilgilendirilmeden” kaynaklanıyor. Hocalardan bazıları, yoğun işlerinden dolayı geçmiş, toplantılara gelememiş. Dolayısıyla, geçmişi bilmedikleri için tartışılan konuların altında neler yattığını da bilemiyorlar.
Pratikte, avcılıkla ilgili bilgilerinin sınırlı olmasından ötürü, üzerinde ısrarla durulan konuları belki de “lüzumsuz” diye yorumluyorlar. Kendilerinin taraf olduğunu söyleyenler ise, ortalıkta yok. Toplantıya katılmak yürekliliğini bile gösterememişler. Onların, bu tür toplantılarda haklı çıkma şansları artık hiç yok. Bu bağlamda ümitlerini yitirdikleri için işi, siyasi baskı ile tepeden kotarmaya çalışacaklar. Bu tespitimi bir tarafa yazın. Zaman, ne denli haklı olduğumu ortaya çıkaracaktır.
Yaşanan tartışmalar konusunda benim söyleyebileceğim tek şey “Bilim adamlarının taraf olması gereken bir gerçek varsa, o da akıldır, bilimsel gerçektir”. Değerli hocalarımız, bu basit sözlerimin anlamını, benden çok daha iyi bilirler.
20.7 milyon hektar ormanın içi, 63 yılda tırnaklı yaban hayvanları açısından neredeyse tükenme sınırına gelmişse, özellikle başta Orman Bakanlığı olmak üzere; orman mühendislerinin, ilgili üniversitelerin, orman fakültelerinin bu iş de hiç mi günahı yok? “Tek suçlu avcıdır” demek neyi kurtarır acaba? Şimdi, birileri ortaya çıkıp bir şeyler yapmaya çalışıyorsa, kimin hangi sebeple, neye kızma hakkı var? bu konuda unutulmaması gereken gerçek Sn. Prof. Dr. Uçkun Geray’ın bu oluşuma olan müspet katkılarıdır. Büyük bir ciddiyetle başlatmış olduğu çalışmayı, toplantının son (!) anına kadar da takip etmiştir. “Yiğidi öldür ama hakkını yeme” sözü bu duruma tam uyuyor.
Çalışmalara, bakanlığın hazırlamış olduğu taslağın dağıtılmasından sonra başlayabiliyoruz. 2. Workshop sonuç raporlarını ihtiva eden yazılı metne alelacele göz attığımızda, o toplantıda katılımcıların kabul ettiği bazı düzenlemelerin, raporda olmadığına şahit oluyoruz. Daha doğrusu, kabul edilenler yok, red edilenler var olmuş!.. 3. Toplantıda önümüze çıkan taslak, 2. Toplantıda eriştiğimiz sonuçları kapsamıyor!..
Neden?
Bunun nedeni “süzgeç”.
Konuyu yakın takip edenler “süzgecin” ne anlama geldiğini artık biliyorlar. Ben sekiz senede seksen defa gördüm ve öğrendim. Onlar süze dursun, biz süzülenleri bu toplantıda yeniden yerlerine koyduk. Her ortamda, “Orman Bakanlığı’nın avcılıkla ilgili bilimsel dayanaklar ihtiva eden bir felsefesi yoktur” derken bunu anlatmaya çalışıyorum.
Bakanlığın felsefesi olsa, süzgeci olmaz!..
Felsefe, süzülmüşlüğün ta kendisidir.
Tortusuzdur, durudur, temeldir, pusuladır, mesnettir, ışık kaynağıdır.
Hangi işi kotarmaya kalksanız felsefe, işin “olmazsa olmazı” dır.
Hegel’e göre felsefe “zamanı kavramış olmaktır”.
Felsefe, belli bir yerde ve belli bir zamanda insan yaşamına doğru açıklamalar getirmekle, bize en temel bilgileri sağlar.
Felsefe, aynı zamanda yaşamın anlamıdır. Gerçeklerle sağlam ilişkiler, ancak felsefenin sağladığı öngörü ile olasıdır.
Felsefe, özü arar, öze yönelir.
Ateşin özü, çakmaktaşındandır. Ateşi elde etmek isteyen, çakmak taşını özenle korumalıdır.
Sinejetik bilimi, avcıların mevcut sistemin içinde, regülatör görevi yapacak unsur olarak öngörüyor.. Varlıklarını, vazgeçilmez koşul olarak kabul ediyor. Tıpkı, Orman Bakanlığı’nın varlığı gibi. Tıpkı, yabanhayvanlarının, var olma şartı gibi. Sistemin başarısı, bu üçlünün akılcı işbirliğinden geçiyor.
Yeni dünya, bu gerçeği tartışmadığı gibi, en az 50 seneden bu yana da başarı ile uyguluyor. Biz ise, avcıları dışlayarak, halâ bir şeyler yapabileceğimizi düşünüyoruz.
Bana, “avcıları, sistemin içine çekmeyen, onu zorunlu olarak eğitmeyen, ona mali yükümlülüklerin dışında sorumluluklar yüklemeyen idarenin, başarı şansı var mı?” diye bir soru sorarsanız, ben de size, yanıt mahiyetinde;
“Hiç, rüzgara karşı teşelşül ettiniz mi?” diye soru sorarım.
Düşünebiliyor musunuz, yakın geçmişte bir orman bakanı “Bu sene avcılığa kısıtlamalar getireceğiz, gelecek sene de avcılığı tümden yasaklayarak, sanal avcılığa geçeceğiz” diyebildi!.. Bu sözleri ile en azından mevcut Kara Avcılığı Kanunu’nun içeriği ile çelişkiye düştüğünü bile anlayamadan buz üstüne yazdığı ismi unutuldu gitti.
Neden?
Niçin? Çünkü, kafasındaki avcılıkla ilgili tüm bilgi ve birikimler “olma” değil de “dolma” idi de ondan?
Aynı kişiye, konu farklı bir biçimde bir bilen (!) vasıtasıyla anlatılırsa da “Av turizmi, 365 gün ve 24 saat yapılmalıdır. Bu halin icabı, ülkemizin yüksek menfaatlerinin bir gereğidir” gibi kallavi bir beyanatı her an duyabilirdiniz. Ben yaşadım ve gördüm. Yaşayanlar tekrar görecekler.
Her neyse, ben bu duruma yıllardan beri alışık olduğum için hiç şaşırmıyorum. Bu memleket bu hallere boşu boşuna düşmedi ki!.. Bu yazımı okuyup “pis pis” sırıtanları ben buradan görebiliyorum da onlar, kendi sonlarını hızlandırdıklarını göremiyorlar.
Bence böylesi iyi. Siz, siz olun ve son gülene bakın.
Var sayın ki son gülen de onlar oldu!.. Ne değişir?
O yasa, yine değişecek aklın ve sağduyunun emri eninde sonunda yerine gelecektir. Kaybedilen, para ile ölçülemeyen zaman, kaybeden de bu ülke olur. Siz, istediğiniz kadar “dünya dönmüyor” diyebilirsiniz. Medeniyet tarihi, Galille’nin adını hatırlar, cellatların değil.
2.toplantıda, kanun yapma tekniği açısından başlangıç maddeleri içinden çıkarılmış olan bazı tanımları da yeniden yerlerine kondu. Bakalım bu tanımlar daha sonra “malum süzgeç” tarafından yine çıkartılacak mı? Halbuki bu tanımlar, bu zenginlikte yerinde kalabilse, yaşanan pek çok yanlışlık artık yaşanmayacak. Dolayısıyla devlet, daha çok gelir elde edecek, daha az sorumluluk taşıyacak, avcılığı sadece kıtgalarına birkaç kuş asmak zanneden pek çok kişinin değer yargıları değişecek, hayvanlar daha çok korunacak, daha çok üreme imkanına sahip olacaklar, avcılık kırsal kalkınmanın itici gücü haline gelecek. En az 250.000 kişi, ekonomik özgürlüğüne kavuşacak ve bu güç onlara kendi ayaklarının üstünde durma becerisini kazandıracak. Pek çok insanımız yaşam savaşı vermek için kentlerde marjinal işler peşinde koşmayacak. Köylünün, yaşam yazgısı değişecek. Yeni iş kolları açılacak. Hangi tanımlar, derseniz aklımdan geçenleri bir çırpıda sıralayabilirim. Örneğin; Avlanma Planı, Avcı Örgütleri, Bölgesel Avcılık, Avcı Birliği ve Avlanma Hakkı v.s. gibi.
Sistemden, haksız ve usulsüz şekilde yararlananlar, yeni bir düzenin kurulmasına karşı çıkıyorlar. Gerçek kimliklerini, gerçek arzularını bugüne kadar akılları sıra kamufle edenler, avcıların örgütlenmesini istemiyor. Söz hakkı tabana yayılırsa, kendilerinin hiç bir değer ifade etmeyeceğini, adlarından daha iyi bilenler, doğal olarak bu korku içinde. Düzen değişirse, bozuk motor (!) devre dışı kalacak. Dolayısıyla yasa taslağını ellerinden geldiği ölçüde kuşa çevirmek için çaba sarf ediyorlar. Bakanlara baskı yapıyorlar. İşlerine gelirse, öve öve bitiremedikleri bir kimseyi, çıkarlarına zarar geleceğini anladıklarında, bir anda yerin dibine batırıyorlar. Sistemin en önemli üç unsurundan biri olan avcılar, tepeden kurgulamak sureti ile yönetme çabası içindeler. Bu tavır, “üreterek değil, yöneterek kazanç sağlama peşinde olanlar”ın tipik davranışıdır.
İki tam gün çalışmanın sonunda (19. Madde de dahil olmak üzere) Suçların Takibi başlıklı bölümün başına kadar geliyoruz. Herkes aşırı derece yorgun. Katılımcılardan herhangi birine kanunla ilgili değil adını bile sorsan, cevap olarak “hayır öyle değil” diye başlayacak hale gelmiş. Kısa sürede, çok şeyi anlayabilme çabası, yoğun konsantrasyon hepimizi fazlasıyla yoruyor. Bunu fark eden Gn. Müdür “Hepinize çabalarınız için teşekkür ederim. İzlenimin odur ki geriye kalan maddeler üzerinde çok büyük bir fikir ayrılığı yok. Bu maddelere itirazı olan yazılı olarak bize bildirebilir” diyerek toplantıyı kapattığını duyuruyor.
Bu arada faks yolu ile bir mesaj alıyoruz. Mesajın içeriği, yıllardan beri benim seslendirmeye çalıştığım acı gerçeğin ta kendisi. Almanya’da yayınlanan “Wild and Hund” isimli dergi Ekim 1999 sayısında av turizmi acentesi “Shikar”ın reklamını almış. Reklamın içeriği şöyle:
“DÜNYANIN EN GÜÇLÜ ERKEK YABAN DOMUZUNU AVLAYIN”
“Son 15 yılda Türkiye’de bizde diş uzunluğu 29.5 cm. olan yüzlerce yabandomuzu vuruldu. Gelin bizim 3 milyon hektar bölgemizde avlanın. Yabandomuzunu ister yüksek oturmalı kuleden, ister sürek isterseniz de geleneksel av arabası içinden avlayabilirsiniz” şeklinde.
Nasıl reklam ama? Beğendiniz değil mi?
Özellikle “geleneksel av arabası içinden avlayabilirsiniz” şeklindeki cümle çok çarpıcı!.. Bu cümleyi kurgularken, o kadar çok yorulmuş olmalılar ki akıllarına “arabadan avlanabilmek” düşüncesi gelmiş!.. Yanlız anlayamadığım bir husus var. Bu usul, hangi ülke avcısının geleneği acaba? Alman avcıların mı? Türk avcılarının mı? Bizim avcıların geleneği olduğunu iddia edenler tarihi bir yanılgının içine düşer. Dede Korkut hikayelerinin kahramanlarından olan Begil, at üstünde av yaparken yakaladığı geyik zayıf ise kulağına nişan koyup geri salarmış. Başka avcılar tarafından aynı geyik avlandığında ve kulağındaki işareti görür görmez “bu geyik daha evvel Begil tarafından yakalanmış ve bırakılmış” densin diye. Kısacası, bizim geleneklerimizde bu yok. Almanları ise ben bilemiyorum!.. Öyle bir yöntem kullanıyorlarsa ki zannetmiyorum çok da ayıp ediyorlar. Bu davranış, sizce içinde avcılık etiği barındırıyor mu? Bu olsa olsa “çirkin bir pazarlama taktiğidir” diye düşünüyorum. Ama bu yöntem, bu ülkede kesinlikle yasak.
İlanın birinci cümlesi hepsinden çarpıcı. “Son 15 yılda Türkiye’de (bizde) diş uzunluğu 29.5 cm. olan yüzlerce yabandomuzu vuruldu.” Bu ifadenin içeriği hemen incelemeye alınmalı. Eğer bu ilan gerçekse, bu firmanın geçmiş tarihli avlanma zabıtlarında 3 yaşından büyük yüzlerce domuz olmalı. Zabıtlarda yüzlerce üç yaşından büyük domuz yoksa biz ne anlayacağız? Kısacası bu iş tam bir Nasreddin Hoca klasiği gibi.
Kedi buysa, ciğer nerede?
Bir diğer yaklaşımla avlanma zabıtlarında bu hayvanlar görünmüyorsa o zaman da Alman avcılara da yalan söyleniyor demektir. O da ayıp. Al sana iki ucu ballı değnek!.. bu durumda Orman Bakanlığı’ndan açıklama beklemek de, bizim hakkımız. Bu firmaya ait son onbeş yılın avlanma zabıtlarının dökümünü rica ediyorum. Lütfen, bizi aydınlatır mısınız?
15.03.1997 tarihinde Milliyet Gazetesi’nde “Milletin Malı Deniz, Yenen Domuz” başlığı altında bir yazı yazmıştım. HBB de programa çıkan Sn. Önder Aslan ve Sn. Kaan Karakaya’ya program sunucusu Sn. Bülent Eşkinat; “Mehmet Emin Bora yazılarında sık sık ülkemizde yabandomuzu avlarının çok düşük bedelle yapıldığını söylüyor siz ne dersiniz?” diye bir soru yöneltiyor.
Sn. Önder Aslan; “Efendim bunlar kulaktan dolma bilgiler. Domuzun diş ölçüsünü biz kaldırttık, görevliler ölçemiyor. Domuz dişinin vergisi ( bedeli diyecekti herhalde) mi olur?” derken, yüreklerimizi sızlatan asıl cevap Sn. Karakaya’dan geliyor.
“Biz bu işi Artvin’deki vatandaşlara yardım için diye yapıyoruz”
Nasıl cevap ama?
Televizyonlarını tam o anda açanlar, “Kızılay yetkilisi konuşuyor” diye düşünmüş olabilirler. Hatırladığım kadar, benim bile gözüm dolmuştu!.. O zaman canlı yayına katılmam konusunda, ne kadar ısrar etsem de hatlar karıştığı için bir türlü beni yayına bağlayamadılar. Aksilik bu ya!..
Ben de o zaman Milliyet Gazetesi’ndeki köşemde yazımı Mehmet Akif Ersoy’dan bir şiirle bitirmiştim.
SAHİPSİZ OLAN VATANIM BATMASI HAKTIR
SEN SAHİP OLURSAN BU VATAN BATMAYACAKTIR.
Yıllardır bu duruma son verecek bir vatansever arıyordum. Şimdi bulduğuma bütün kalbimle inanıyorum.
İstanbul seyahati sırasında bu ile yeni atanan Milli Parklar Başmühendisi Sn. Ercan Yeni ile tanıştım ve Artvin’de yaptığı çalışmaların küçük bir kısmını, kendisinden dinledim. Bu atamanın çok isabetli bir seçim olduğunu düşünürken Sn. Ercan Yeni’nin görevinde başarılı olacağına inanıyorum. Kısacası taşlar yerine oturuyor. Sabredenler görecek.
Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki terör, hükümetin kararlı tutumu sayesinde bitti veya bitecek gibi. Devletin elinde 50 binden fazla silahlı korucu kaldı. Bunlar, silahlarını can güvenliklerinin yanı sıra ekmek kaygısı ile de bırakmak istemiyor. Bunlardan en az beş bin adedi, av koruma memuru olarak Orman Bakanlığı içinde istihdam edilebilse, sizce de iyi olmaz mı? Buna gerçekten ihtiyaç var. Koruma ve kontrol, başarının önemli bir parçası. Yeniden yapılanma çalışmaları, bunları devletin sırtına yük olmadan kendi içinde rahatlıkla barındırabilir. Keşke, bu konuyu enine boyuna bir düşünsek!..
Her zaman, her yerde söylediğim bir söz daha var. Av ve yabanhayatının idaresinden sorumlu tek otorite Orman Bakanlığı olmalıdır. Orman mühendisleri ve avcılar bu işin gerçek sahibidir.
Milli Parklar ve Av-Yaban Hayatı Genel Müdürlüğü, köklü bir reform çalışmasının eşiğinde. Sağduyu sahibi herkesin, bu çalışmaya destek vermesi lazım. Yeni oluşumda avcılar, sistemin bir parçası olacak ve yüksek sesle haykıracak,
SAHİPSİZ DEĞİLDİR BU VATAN,
BATMASI NA-HAKKTIR.”
ABESLE İŞTİGAL EDENLER,
ELBETTE Kİ CEZAYA MÜSTEHAKTIR.
Şubat 2000
Dostları ilə paylaş: |