47 Cİld yediNCİ BÖLÜM



Yüklə 2,61 Mb.
səhifə69/72
tarix30.05.2018
ölçüsü2,61 Mb.
#52083
1   ...   64   65   66   67   68   69   70   71   72

"Müdür Bey!

Afyon Emniyet Müdürüne derim ki; dünyada eski zamandan beri görülmemiş bu derece kanunsuz ve manasız ve maslâhatsız tecavüzler bana geldiği halde, neden aldırmıyorsunuz?

Bir misali: Camiye hâlî zamanda cemaat hayrına sahip olmak için, bazı bir iki adamdan başka kimseyi yanıma kubul etmediğim halde, resmen "Kat'iyyen camiye gitmiyeceksin" deyip, bu gurbette hastalık ve ihtiyarlık ve yoksulluk içinde bu ihanet hangi kanunladır? Hangi maslahat var?..

(178)Elyazma Emirdağ-1 aslı S:163

(179)Aynı eser S:189

1497

Haberim olmadan, câmiin hâlî bir yerinde iki üç tahta, bir kilimle beni üşütmemek fikriyle, bir zatın yaptığı iki kişilik bir settare yüzünden, ehemmiyetli bir mes'ele şeklinde hem bana, hem umum halka manasız telâş vermek hangi kanunladır? Hangi maslahatladır? Soruyorum... Bana bu ihanetleri yapaların hiçbir bahaneleri yoktur. Yalnız teveccüh-ü ammeyi bahane edip, "Bu menfi adama neden hürmet ediyorsunuz?."



Ben de derim: Bütün dostlarım biliyorlar ki; ben şahsıma karşı hürmet ve teveccüh-ü ammeyi istemiyorum, reddediyorum. Benim hakkımda, başkalarının hüsn-ü zannını kabul etmediğim halde, hangi kanun beni mesul eder ki; ihtiyarım ve rızam hâricinde başkasının hüsn-ü zannıyla bana ihanet ediliyor?

Farz-ı muhal olarak bu teveccüh-ü amme hakikat da olsa; vatana, millete faydası var, zararı olmaz. Hem eğer bir parçasını ben de kabul etsem; Bu ihtiyarlık, hastalık, yoksulluk ve soğuk bir oda içerisinde, dehşetli bir haps-i münferidde, zarurî hizmetlerimi görmek için bir iki insanın dostluğunu kabul etmekliğimde hangi fenalık var? Hangi kanun bunu men'eder? bir iki işçi çocuktan başka kimseyi benimle temas ettirmemek hangi kanunladır?..

O işçi çocuklar her vakit bulunmadığı için, kendim işimi göremiyorum. Bu dehşetli vaziyeti elbette bu memlekette inzibat ve hükümet ve idare adamları nazar-ı ehemmiyete almak borçlarıdır, cidden alâkadar eder, diye size beyan ediyorum. İnsaf ve vicdanınıza havale ediyorum.

Emirdağ'ında bir tecrid-i mutlakta

SAİD-İ NURSİ (180)

11- Cumhuriyetin ilk dönem milletvekillerinden ve Bediüzzaman'ın şahsiyet ve kemalâtını, ilim ve faziletini çok yakından, bilen Erzurum Meb'usu Mehmet Salih Yeşiloğlu'nun, zamanın Dahiliye Vekili Hilmi Uran'a yazdığı hususi ve ayn-i hakikat mektubundan bir iki bölüm:

"...Sayın Beyim, Cumhuriyet serbestiyetinden, teşkilât-ı esasiye kunununun hürriyetinden mahrum kalan bu zavallı ihtiyar adam her suretle himayeye lâyık, bakılmağa muhtaç, akraba ve taallukatı olmayıp, sırf bir İslam hükûmetinin himayesine muhtaç bir İslâm mütefekkiridir.

Şâir-i meşhur Akif Bey merhumun rivayetine nazaran: Mısır'ın en ma'ruf ulemasından olan ve Garbın müteaddit lisan ve felsefesine âşina bulunan Üstad-i azam Abdülaziz Çaviş'in, yirmi küsur sene evvelisi, "EL

(180)Elyazma Emirdağ-1 S: 185

1498


EHRAM" ceridesindeki Said hakkında yazdığı "Fâtin-ül asr" başlıklı makalesini okuyan ve kendisiyle bizzat görüşen ilim adamları, bu zatın fıtraten ilmî kudretini ve ilahî mesleğini takdir edebilirler.

Sayın Beyim! Kürtlük sözüyle türlü hakarete hedef olan Molla Said, seciye-i ulviyesi i'tibarıyla takdire şâyan bir Türk âşıkı (181) ve İslâmiyet hadimidir. Bundan memleketimiz içtimaen zarar değil, manen fayda görecektir. Ben namus ve şerefim namına şehadet ederim ki; Molla Said kat'iyyen temiz bir adamdır. Onun için, sizin gibi milletin dâhilen idare ve mukdderatına el koyan dirayetli zatlardan, insaniyet namına temenniyatım şudur: Yanlış anlayışlı jurnalcıların sözleriyle hürriyet ni'metinden, sâf hava teneffüsünden, herhangi bir Türk kardeşiyle görüşmeden mahrum kalan bu adamı; hükûmetin âdaleti, makamınızın ehemmiyeti namına ve adl ve ihsan kaziyesine tevfiken olsun, bu adam hakkında dahi adalet ve kendisiyle hiç olmazsa bir defa olsun hüsn-ü niyetle görüştükten sonra, onun hakkında ibka ve ifna kararını vermek lütfunda bulunursanız, elbette ehemmiyetli vazifenizi kanun dairesinde ifa etmiş olacağınızdan dolayı, tarihçe-i hayatınıza takdire değer bir fasl derc buyurmuş, adalet perverliğinizi halka ve âcizler gibi bacağı kesilmiş, köşede kalmış, hür fikirli vakanüvislere duyurmuş olursunuz efendim.

Milletini, memleketini, candan seven; Teninde, kanında Kürtlük, Arnavutluk, Boşnaklık kanı, kokusu olmıyan Erzurum'un eski Milletvekillerinden bacağı kesik

Yeşiloğlu Mehmet Salih(182)

Erzurum eski Milletvekili Salih Yeşiloğlu, Dahiliye Vekiline gönderdiği hususi mektubunun bir suretini de Hazret-i Üstad'a göndermişti. Adres olarak ta Emirdağ resmi makamları eliyle şeklindeydi. O sıra Emirdağ'ında jandarma eri olarak askerliğini yapan Hasan Ergen bu mektup hadisesini şöyle anlatır:

"Bölük komutanı beni çağırarak: "Hasan, sen eski harfleri okumasını biliyormusun?" dedi. Ben de evet, dedim. Bunun üzerine komutan mektubu okumam için bana verdi. Mektubu baştan sona kadar okudum. Mektubu yazan Eski millet vekili zat, Bediüüzzaman'dan nerede, ne zaman doğduğunu, ilk tahsilini nerede yaptığını, yazdığı eserlerinin ismini soruyordu.

(181)Evet her biri yüze mukabil binler Türk gençleri masumları, ihtiyarları Risale-i Nur şâkirtleri olmalarından, bu acib asırda Türk milletinin Devlet-i Abbasiye inkirazından sonra, İslam yardımına koşmaları gibi, bu şakirtler de aynen koştular. Değil yalnız Said, belki bütün ehl-i hakikat tahsin eder, Türk'e dost olur. Said Nursi

(182)Elyazma Emirdağ-1 S: 225

1499

Mektubu okuduktan sonra jandarma komutanı yine çekmeceyi açtı. Anahtarı çıkardı, bana verdi. Al, git bu mektubu kendisine ver, tekrar cevabını yazsın, onu getir diye emretti. Mektubu alarak çıktım. Yine bir önceki sefer gibi Üstadın dışardan kilitli kapısını açtım. İçerden de kilitli olduğu için kapıyı vurdum. Kapı açıldı. Üstad'a mektubu verdim. Bana aynen şunları söyledi:



"Oğlum Hasan, kaymakama ve komutana söyle: vazifeleri ne ise onu yapsınlar... Hapis mabis her ne ise ben razıyım. Verilen emri tatbik etsinler. Amma benim için ağır konuşmasınlar. Aleyhimde gıybetimi yapmasınlar" dedi.

Ben, ilk görüşmedeki ikazlarını hatırlatarak, hiç hatırımdan çıkmadığını, çok üzüldüğümü söyledim. Bunun üzerine, "Merak etme, benim de Allah'a karşı kusurlarım var."dedi.

"Sen jandarma görevinde bulunuyorsun, eğer vazifeni yapmazsan sana ne yaparlar" dedi" Hükümetten korkarsın, Allah'ın emirlerini yapmazsan, ne olur? bizim halimiz. O bizi yoktan yarattı. Onun emirlerini yerine getir, korkma, vazifeden atarlar diye hatırına bir şey getirme! Sen hükûmetten korkarsın da, Allah'tan korkmaz mısın?" diye bana ikaz edici dersler verdi.(183)"

12- Dahiliye vekiline ve diğer makamlara göndermek üzere zabıta kanalıyla yollanan şekvaname tarzındaki arzuhalinden, bir suretini de Afyon Emniyet Müdürüne göndermiş.. Fakat Müdür; âdalet, hakperestlik ve emniyet kıstaslarından tamamen insilah etmiş olacak ki; Üstad'ın bu gayet tabiî müracaattaki şikâyetnamesine karşı düşünmek, gereğini yerine getirmek şöyle dursun, Bediüzzaman'a bunları kim yazmış diye araştırılması için Emirdağ zabıtasına şiddetli emirler vermiş. İşte Üstad Hazretleri bu evhamlı, belki keyfi muamele üzerine Emirdağ'ı zabıtasına yazdığı iki hasb-i halinden bazı numuneler dercediyoruz:

"Emirdağ'ı zabıtasıyla bir hasb-ı haldir:

Hem insaniyyet namına istediğim bir hukukuma karşı yapılan, hem hayretimi mucib acib bir muamelenin sebebi nedir? diye bir iki sualim var...

Birincisi: Bir senedenberi sakladığım şekvamı verdim. Şimdi zabıta vasıtasıyla Ankara makamatına vermek üzere, bir zata gönderdik. Dedim: Afyon Emniyet Müdürü insaflıdır, ona da bir suret elden gönderdim. Ondan istirahatıma dair bir eser beklerken, bil'akis beni sıkıştıran zatlara yazmış: "Bu güzel yazı onun değil, kim yazmışsa takib ediniz!.. ”

(183)Son Şahitler-1 S:174

1500

Acaba çok kuvvetli ve ayn-ı hakikat o şekvayı nazara almayıp; lüzumsuz, ehemmiyetsiz, zararsız bir yazıyı merak etmek; benim istirahatımı bozmak; Binler liraya ehemmiyet vermemek, beş paraya çok ehemmiyet vermek gibi olmaz mı? Yüzotuz Risaleden binler nüshaları ayrı ayrı yazılarla üç mahkeme inceden inceye tetkikden sonra ve onları yazanların mühim bir kısmı benimle beraber mahkemede bulunmaları ve zerre miktar mes'uliyeti olmadığı halde, "Kim ona yazıyor? diye tahkik ediniz!..” demek yüzünden bir kanun, bir maslahat var mı? Bir biçareyi bu bahaneyle karakola çağırmak, endişe vermek, bilhassa beni icbarla istemek ne lüzumu var?..



İşte ben de size haber veriyorum; Eğer arzu etsem, binler adam yazılarımı yazacaklar, hem her tarafta millet ve vatan menfaatına yazıyorlar.

İkincisi: İnsaniyyet namına sizden isterim ki; ta bayrama kadar benim yüzümü dünyaya çevirmeyiniz. Ben sizi düşünmediğim gibi, siz dahi beni unutunuz! Bu mübarek aylarda beni, -dünyadan küsmüş bir biçareyi ahiret zararına- gayet ehemmiyetsiz dünya işleriyle meşgul etmeye mecbur etmeyiniz.

SAİD-İ NURSI(184)

13- Anlaşılan, Hazret-i Üstad'ın üstteki bu ricakârane dileği nazara alınmamış.. Kaymakam emir vermiş: "Cebren karakola getiriniz" demiş. Kasden ve keyfice Üstad'ı rahatsız etmek, huzurunu bozmak için yapılan bir çok muamelelerden birisi de bu olmuştur. Kaymakamın keyfi emriyle resmi adamlardan Üstad'a gelenlere Üstad da şu aşağıdaki cevabı vermiş göndermiştir:

"Kaymakamın emr-i cebrisiyle beni karakola istemeleri üzerine ifademdir:

Ben hastayım, oraya gelemem.. sualiniz nedir? dedim.

Dediler: Ankara makamatına karakol zabitinin vasıtasıyla verdiğin şekva mektuplarını kim yazdı?

Elcevab: Ben halkla görüşmüyorum. Bir çocuğa yazdığımı verdim, o da gitti, üç dört suretini bana getirdi. "Yazı güzel" dedim. Daha sormadım. Bir suretini de Afyon Emniyet Müdürüne elden gönderdim. Şimdi Emniyet merak etmiş: "Bu güzel yazı kimindir?" diye sormuş. Güya bir cinayet yapmışım gibi bana sıkıntı vererek: "Kim yazmış" diye beni sorguya çekiyorlar.

(184)Elyazma Emirdag-1 aslı S: 257

1501


Acaba zabıtanın tensibiyle ve eliyle dahiliye ve başvekile gönderilen aynı hakikat bir hasb-ı hali tebyize çeken bir adamın ne kabahati var? Benim de bir sene sakladığım o istidayı

zabıtaya verdim, onlar da gönderdiler. O yüzden ne hatam var ki; Bu iki günde iki ay hapis azabını verdiler. Şimdi hem bana hizmet eden yalnız bir tek çocuk korktu, anahtarı verdi.. Hem de yazan adamı ürküttü, yanından gitti. Daha kendini bildirmez.

İnsaniyyet namına bayrama kadar beni lüzumsuz, kanunsuz karakola çağırmayınız. Tahammül edemiyorum.

SAİD-İ NURSİ(185)”

Bu hadise üzerine, yani Üstad'a sebebsiz şekilde verilen sıkıntıların aynı günlerinde, Emirdağ'ında dört defa üst üste zelzeleler oldu. Hiç yere sebebsiz, kanunsuz ve keyfi bir şekilde rahatsız edilen bir Kur'an dellâlı, bir İslâm dini mümessili olan Bediüzzaman Hazretleri son derecede, o manasız ilişmeden mahzun olmuştu. Cenab-ı Hak da ikaz ve ihtar verdi zalimlere!..

Üstad Hazretleri, bu hadiselerin cereyan ettiği günlerde vaki olan zelzelelerden şöyle bahsediyor:

"...Bu manidar yeni zelzeleyi merak ettim, Kalben dedim; Eğer sair yerlerde bu şiddetle olmuş ise, herhalde Nur şâkirtlerine dahi yeni bir tecavüz var. Yoksa yalnız Ankara'ya dahiliye vekilini mahkemeye vermeye dair açık mektubumla mı alâkadardır? diye sordum. Dediler: Yalnız Ankara ve hafif Afyon ve Eskişehir ve bu Emirdağ'ında ve en şiddetlisi bu kasabada olmuş. Fakat medar-ı hayrettir ki; dört defa şiddetli olduğu halde, hiçbir zarar olmadı. Bunun bir hikmeti budur: Kat'î emir verilmiş ki; "Said'i cebren hükûmete getiriniz!" Bekçiler ve bir onbaşı gelmişler, kapımı kapamıştım, kilitlemiştim.. Onlar demişler: "Biz istifa ederiz, onun kapısını kırmıyacağız. ” dönmüşler, gitmişleı: Demek bu hususi zelzele, müdafaatımdaki zelzeleler gibi Risale-i Nur'la alâkadardır ki; Bu defa hususi kaldı. Hem şiddetiyle beraber zararsız geçti. Eğer Nurun buradaki küçük medresesinin kapısını kırsa idiler, elbette tokad ciddî olacaktı. Yalnız ihtar için olmıyacaktı.

Gerçi bu taarruz cüz'î ve hafif idi. Fakat ben gizlemem ki, hiçbir defa bu seferki gibi damarıma dokunmamıştı. Fakat Nur ve Nurcuların hatırı için harika tahammül ettim. Çünki o bedbaht, hükûmette vazife sandalyesinde bana şetmedip, hizmetçime der: "Git, ona söyle"; hükûmetin nüfuzunu serserî şahsına mal ederek meydan okumuş. Eski Said'in bende

(185)Elyazma Emirdağ-1 S: 258

1502


irsiyet kalan damarıma çok ilişti. Fakat fevkalâde ehemmiyetli olan sükûn ve temkin ve i'tidal-ı dem ve sabır ve tahammülün kat'î lüzumu beni teskin etti...(186"

14- Dahiliye Vekili Hilmi Uran'a hitaben yazılıp, fakat gönderilmiyen; Lâkin, bir sene sonra, yani 1946'da 2. Saraçoğlu Hükümetinin 5.8.1946'da sona ermesiyle, Dahiliye Vekilliği'nden C.H.P genel sekreterliğine getirilen Hilmi Uran'a yeniden gönderilmiş pek mühim, tarihî hasb-ı halinden mühim bölümler:

"Eski Dahiliye Vekili, şimdi parti Kâtib-i umumisi Hilmi Bey!

...Yirmi sene hükûmetle konuşmıyan, tek bir defa hükûmet hesabına hükûmetin büyük bir rüknü ile konuşan adam, on saat kadar söylese azdır. Onun için siz benimle konuşmayı bir iki saat müsaade ediniz...

Saniyen: Şimdi partinin kâtib-i umumisi itibarıyla size bir hakikatı beyan etmeye kendimi mecbur biliyorum. Hakikat da şudur: Sen kâtib-i umumi olduğun halk fırkasının, millet partisi karşısında gayet ehemmiyetli bir vazifesi var. O da şudur:

Bin seneden beri Âlem-i İslâmiyet'i kahramanlığıyla memnun eden ve Vahdet-i İslâmiyeyi muhafaza eden ve âlem-i beşeriyetin, küfr-ü mutlaktan ve dalâletten şanlı bir surette kurtulmasına büyük bir vesile olan Türk milleti ve Türkleşmiş olanların din kardeşleri; eğer şimdi eski zaman gibi kahramancasına Kur'an'a ve hakaik-i imana sahip çıkmazsanız ve sizler gibi ehl-i hamiyet, eskide yanlış bir surette din zararına medeniyetin propagandası yerinde, doğrudan doğruya hakaik-i Kur'aniye ve İmaniyeyi tervice çalışmazsanız; Size kat'iyyen haber veriyorum ve kat'î hüccetlerle ispat ederim ki: Âlem-i İslâm'ın muhabbet ve uhuvveti yerine(187) dehşetli bir nefret ve kahraman kardeşi ve kumandanı olan Türk milletine bir adavet ve şimdi Âlem-i İslâm'ı mahve çalışan küfr-ü mutlak altındaki anarşiliğe mağlup olup, Âlemi İslâm'ın kal'ası ve şanlı ordusu olan bu Türk milletinin parça parça olmasına ve şark-ı şimaliden çıkan dehşetli ejderhanın istilâ etmesine sebebiyet verecek.

Evet, hâriçte iki dehşetli cereyana karşı bu kahraman millet Kur'an'ının kuvvetiyle dayanabilir. Yoksa küfr-ü mutlakı, istibdat-ı mutlakı sefehat-ı mutlakı ve ehl-i namusun servetini serserilere ibahe etmesini alet ederek,

(186)Aynı eser S: 259

(187)Hazret-i Üstad Bediüzzaman, bu azim ve çok hayatî meseleyi 1945'lerde defalarca ehl-i idarenin başına vurmuş, ikaz etmek istemiştir. Amma o sıra kısır görüşlü, belki kör siyasiler bu hakikatı anlamaktan uzak kalmışlar. Lâkin zaman, yirmibeş sene sonra, Yani 1945 yerine 1980'lerde, bizim siyasilerimiz ister istemez İslâm Âlemine karşı ciddî şekilde birlik ve muhabbet içinde yanaşmaya gelmişler, belki de dize gelerek muhtaç olmuşlardır. A.B.

1503


dehşetli bir kuvvetle gelen bir cereyanı durduracak, ancak İslâmiyet hakikatı ile meczolmuş, ittihad etmiş ve bütün mâzideki şerefini İslâmiyyet'te bulmuş bu milet dayanabilir. Bu mümteziç, müttehid milliyetin can damarı hükmünde olan hakaik-i Kur'aniyeyi, terbiye-i medeniye yerine esas tutmak ve düstur-u hareket yapmakla o cereyanı durdurur inşaallah.

İkinci Cereyan: Âlem-i İslâmdaki müstemlekâtlarını kendilerine ısındırmak ve tam bağlamak için, bu vatandaki kuvvetli merkeziyet-i İslâmiyeyi dinsizlikle ittiham etmekle bozmak ve Âlem-i İslâmın irtibatını manen kesmek ve uhuvvetlerini bu millete adavete çevirmek.. -Bir plânla şimdiye kadar bir derece muvaffak da olmuş.- Eğer bu cereyan aklı başında olsa, bu dehşetli plânı da değiştirip hâriçteki Âlem-i İslâmı okşadığı gibi,(188) bu merkezdeki İslâmiyet dinini okşasa; hem o da çok istifade eder, hem azim fütûhatını bir derece muhafaza eder. Hem bu vatan ve millet dehşetli belâlardan kurtulur.

Eğer siz kâtib-i umumi olduğunuz hamiyetperver, milliyetperver adamlar; şimdiye kadar cereyan eden ve medeniyet hesabına mukaddesatı çiğniyen usulleri muhafazaya çalışıp, üç dört şahsın inklâb nâmında yaptıkları icraâtı esas tutarak, mevcud haseneleri ve inklâb iyiliklerini onlara verip; ve mevcud dehşetli kusurları millete verilse, o vakit üç dört adamın, üç dört seyyiesi üç dört milyon seyyie olup, bu kahraman ve dindar milleti ve İslâm ordusu olan Türk milletini geçmiş asırlardaki milyarlar şerefli merhum ordularına ve milyonlarla şehidlerine ve milletine büyük bir muhalefet ve ervahına bir manevi âzap ve şerefsizlik olmakla beraber; O üç dört inkılâpçı adamın pek az hisseleri bulunan ve millet ve ordunun

kuvvet ve himmetiyle vücud bulan haseneleri, üç dört adama verilse; o üç dört milyon iyilikler, üç dört haseneye inhisar edip küçülür, hiçe iner. Daha kusurlara keffaret olmaz.

Salisen: Size karşı elbette çok cihetlerde dâhilî ve hâricî muarızlar var. Ben dünya ve siyasetin haline bakmadığım için bilemiyorum. Fakat beni bu senede çok sıkıştırdıkları için, mecburiyetle baktım ki; size karşı bir muarız çıkmış. Eğer o muarız mükemmel bir reis bulup, hakaik-i imaniye namına çıksaydı, birden sizi mağlub ederdi. Çünki bu milletin yüzde doksanı, bin seneden beri an'ane-i İslâmiye ile ruh ve kalbiyle bağlanmış... Zahiren muhalif-i fıtratındaki emre itaat cihetiyle serfüru et

(188)Hazret-i Üstad'ın ismini söylemeden bahsettiği cereyan, İngiliz ve İngiliz siyasetidir ki; Üstad'ın işaret buyurduğuı şekilde, aklı başına gelmemiş, eski siyasetinde devam etmiş... Bu tarihten az sonra, dünyadaki şevketi gittikçe zayıflamaya başlamış ve 1947'nin başlannda tamamen eski dünya hâkimiyetini kaybetmiştir. A.B.

1504

se de; kalben bağlanmaz. Hem bir Müslüman başka milletler gibi değil, eğer dinini bıraksa, anarşist olur. Hiçbir kayd altında kalamaz. İstibdad-ı mutlaktan, rüşvet-i mutlakadan başka hiçbir terbiye ve tedbirle idare edilmez. Bu hakikatın çok cihetleri, çok misalleri var. Kısa kesip sizin zekâvetinize havale ediyorum. Bu asrın Kur'an'a şiddet-i ihtiyacını hissetmekte, İsveç, Norveç, Finlandiya'dan geri kalmamak size elzemdir. Belki onlara ve onlar gibilere rehber olmak vazifenizdir.



Siz şimdiye kadar gelen inkılâb kusurlarını üç dört adamlara verip, şimdiye kadar umumî harp vesair inkılâbların icbarıyla yapılan tahribatları,- hususan an'ane-i diniye hakkında- tamire çalışsanız, hem size istikbalde çok büyük bir şeref ve ahirette büyük kusuratlarınıza keffaret olup, hem vatan ve millet hakkında menfaatli hizmet ederek milliyetperver, hamiyetperver namına müstahak olursunuz.

Rabian: Madem ölüm öldürülmüyor ve kabir kapısı kapanmıyor.. Ve madem siz de herkes gibi kabre koşuyorsunuz.. ve madem o kat'i ölüm, ehl-i dalâlet için idam-ı ebedidir. Yüzbin hamiyetçilik ve dünyaperestlik ve siyasetçilik onu tebdil edemez.. Ve madem Kur'an, o idam-ı ebediyi ehl-i iman için terhis tezkeresine çevirdiğini, güneş gibi ispat eden Risale-i Nur elinize geçmiş ve yirmi seneden beri hiçbir feylesof, hiçbir dinsiz ona karşı çıkamıyor. Bil'âkis dikkat eden feylesofları imana getiriyor.. ve bu on iki sene zarfında dört büyük mahkemeniz ve feylesof ve ulemadan mürekkeb ehl-i vukufunuz, Risale-i Nur'u tahsin ve tasdik ve takdir edip, iman hakkındaki hüccetlerine itiraz edememişler.. Ve bu millet ve vatana hiçbir zararı olmamakla beraber, hücum eden dehşetli cereyanlara karşı sedd-i zülkarneyn gibi bir sedd-i Kuranî olduğuna Türk milletinden, hususan mektep görmüş gençlerden yüzbin şâhid gösterebilirim. Elbette benim size karşı bu fikrimi tam nazara almak, ehemmiyetli bir vazifenizdir. Siz dünyevî çok diplomatları her zaman dinliyorsunuz.. Bir parça da âhiret hesabına konuşan benim gibi kabir kapısında vatandaşların haline ağlıyan bir biçareyi dinlemeniz lâzımdır.

-Küçük bir Haşiye:

Hilmi Bey! Tali'in var!. Ben hapiste ve burada iken, hakkımda seni merhametsiz gördüm. Ne vakit hiddet ettim, bedduaya niyet ettim, Hilmi Bey nâmında benim bir kardeşim ve Nur'un hâs bir şâkirdini her vakit hayırlı duamda ismiyle zikrettiğimden; sana beddua niyet ederken; Bu hayırlı duaya mazhar Hilmi Bey ismi, adeta şafaatçı oldu, beni reddetti. Ben de o niyetten vaz geçtim. Senin beni ta'zib eden memurlarından ge

1505

len eziyete tahammül edip, o bedduadan vazgeçtim. Çok defa hayret ediyordum. Bana bu kadar sebebsiz azab vermekle beraber, sana hiddet etmiyordum. Demek en sonunda seninle dost olacağız diye o hiss-i kabl-el vuku' ile kalbe gelmiş.



Bu istida, yirmi seneden beri hiç müracaat etmediğim halde, bir hiddet zamanımda bir defa olarak beni tazib eden Dahiliye Vekili Hilmi’ye hitaben yazılmış.. Beray-i malûmat Afyon Emniyet Müdürüne gönderilmiş. Ma'nasız lüzumsuz dört beş defa bana sıkıntı verdiler. "Senin yazın böyle değil, kim sana böyle yazmış" diye resmen beni karakola çağırdılar. Ben de dedim: Böylelere müracaat edilmez, yirmi sene sükûtum haklıymış.

Ey Emirdağ hükümeti ve zabıtası! Bu hasb-ı hali bir sene evvel yazmıştım. Fakat vermedim, sakladım. Şimdi beş cihetle kanunsuz beni hususî ikametgâhımda bir hizmetçiden men' ve müdahale etmeleri gibi, dünyada emsalsiz bir tarzda beni istibdad-ı mutlak altına alıyorlar. Kanun namına kanunsuzluk edenleri, insafa gelmek fikriyle izhar ediyorum. (189)"

15- Yine Hilmi Uran'a -Dahiliye Vekilliği sırasında- yazılıp, fakat gönderilmiyen ve "Hasb-ı Halden bir parça" adıyla kaydedilen bir istidadır ki; mevzuda, şahsına karşı sebebsiz yapılan bed muameleleri dile getirip yüzlerine vurmaktır:

"Dahiliye vekiliyle hasb-i halden bir parçadır:"

Hiçbir tarihte ve zemin yüzünde emsali vuku' bulmayan bir zulme ve on vecihle kanunsuz bir gadre ve tazyika hedef olmuşum. Şöyleki:

Hem şiddetli su-i kasd eseri olarak zehirlenmeden hasta.. Hem gayet zaif yetmiş bir yaşında ihtiyar.. Hem kimsesiz acınacak bir gurbette.. Hem palto ve fanila ve papucunu satmakla maişetini te'min eden fakir-ül-hal.. Hem yirmi beş sene münzevî olmasından, binden ancak tam sâdık bir adam ile görüşebilen bir merdum-griz, mütevahhiş.. Hem yirmi sene hayatını ve eserlerini üç mahkeme ve Ankara ehl-i vukufu inceden inceye tetkikten sonra, bilittifak beraetine ve eserleri vatana, millete zararsız olarak menfaatli olmasına karar verilmiş bir ma'sum.. Hem eski harb-i umumide ehemmiyetli hizmet etmiş bir evlâd-ı vatan.. hem şimdi bu vatanı, bu milleti anarşilikten ve ecnebi ifsadlarından kurtarmak için meydandaki te'sirli âsarıyla bütün kuvvetiyle çalışan bir hamiyetperver.. ve mahkemede yetmiş şâhidle ispat edildiği gibi; yirmi beş senede bir gazeteyi okumayan, merak etmiyen ve yedi sene harbi umumiye bakmı

(189)Yeni yazı Emirdag-1 S: 215

1506


yan, sormayan, bilmiyen.. ve eserlerinde kuvvetli delillerle; siyasetten bütün bütün alâkasını kestiğini ispat eden ve dünyanıza karışmadığını adliyelerinizin resmen itiraf ettiği bir zararsız adam.. hem ahiretine ve ihlâsına zarar gelmemek için şiddetle teveccüh-ü ammeden kaçan ve kardeşlerinin onun hakkındaki hüsn-ü zanlarından ve medihlerinden çekinen, beğenmiyen bu biçare Said'e; başta Dahiliye Vekili olan sen, Afyon Valisini ve Emirdağ zabıtasını musallat edip, bir haps-i münferid azabını çektirmek ve tecrid-i mutlak içinde tek başıyla bir haps-i münferidde durmaya mecbur etmek, hangi maslahatınız iktiza eder? Hangi, kanun bu dehşetli gadre müsaade eder? diye hukuk-u umumiyeyi muhafaza eden adliyenin yüksek dairesi vasıtasıyla Dahiliye Vekili'ne beyen ediyorum.

Zulmen bütün hukuk-u medeniyeden ve insaniyeden ve yaşamak hakkından mahrum edilen

SAİD-İ NURSİ (190)"

AFYON HAPİS HADİSESİNİN MUKADDEME VE BELİRTİLERİ

Bu faslın başından buraya kadar kaydedilen arzu-hal ve dilekçeler,1944 senesinin son aylarından başlayıp,1947 yılının son aylarına kadardır. Buradan itibaren ise;1947 yılı ikinci yarısı içinde başlayıp 1948 başlarına kadar cereyan eden hadiseler ve onlara karşı Hazret-i Üstad'ın yaptığı müdafaa ve verdiği istidaları yer alcaktır. Böylece 1947 yılı son aylarında Üstad'a karşı plânlanıp uygulanan hadiseler bir Afyon hapis hadisesinin mukaddemeleri ve manevrasıdır. Fakat o günlerde bu manevralara ait ihdas edilen olayın ilki ve birincisi hangi gün ve ayda olduğunu bilmemekle beraber, şekil ve biçimi lahika mektupları serisinde güzelce görünmektedir. Maddî sebeb ve bahane ise; yani Afyon hapis hadisesi manevrasına bahaneler hususunda; Üstad'ın eliyle tashih edilmiş "Muhtelif parçalar dosyası" nâmındaki bir mecmuada şöyle gösterilmektedir:


Yüklə 2,61 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   64   65   66   67   68   69   70   71   72




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin