47 Cİld yediNCİ BÖLÜM



Yüklə 2,61 Mb.
səhifə72/72
tarix30.05.2018
ölçüsü2,61 Mb.
#52083
1   ...   64   65   66   67   68   69   70   71   72

- Ben de, evet dedim. Mahkeme bana iade etti. Ben de ona gönderdim. Teksir makinesiyle

çıkardıkları nüshalar masrafını çıkarmak için satılır. Ben de yüzelli banknot verdim, satın

aldım.


“- Ne için bunları yazdın,neşrediyorsun?” dediler.

Dedim: Dahilde zaten yirmi senedir intişar ediyor. Belki İsveç, Norveç gibi Kur'an'ı kabul

edenlere iki hüccet-i Kur'aniye olarak onlara göndermek, Hem iki milyon liralık Kur'an

isteyen Hindistan'a istedikleri Kur'anlarla beraber göndermek için teksir edilmiş. Makine

çokların evinde bulunuyor. Matbaa değil ki, izne ihtiyaç bulunsun. Mahkemenin bana iadesi

bir izin hükmündedir. Onlar daha muhtasar yazdılar.(211)”

Hadise, bilâhere Isparta ve civarında zabıtaca el konulmuş kitaplar için, Ankara'ya bildirilmiş.

Orada tedkiki yapılmış ve gelen iş'ar üzerine sahiplerine iade edilmişti.(212)

Daha sonra, Isparta'da Nurlar'ı teksir eden makineyle beraber Hüsrev Altınbaşak ve birkaç

arkadaşı Isparta Sulh Ceza Mahkemesi'ne verildi. Mahkeme Nur talebelerine ancak bir ay

ceza verebildi. Bu ceza da te'cil edildi. Sungur ağabey der ki: "Hüsrev, Tahirî ve Mustafa Gül

birer ay yattılar." Hüsrev Altınbaşak bu kararı 12.19.1947'de temyiz etti(213) temyiz

mahkemesinin bu kararı bozup bozmadığını bilmiyoruz.

Daha sonraları Afyon Valiliği, müsadere ettikleri bazı Zülfikar ve Asayı Musa mecmualarını,

yeniden Ankara'ya Diyanet İşleri Riyaseti'ne tetkik için ve ayrıca da lç İşleri Bakanlığına

gönderdi.

İç işleri Bakanlığı bu mecmualardan bir kısmı için toplatma kararını aldı. Karar, sonra

Bakanlar kurulunca da onaylandı. Bu karar 11.12.1947 tarihli idi.

Diyanet İşleri Riyaseti ise; Bakanlar Kurulu'nun mahkeme kararı olmadan verdikleri kararına

rağmen, Risale-i Nur kitapları hakkında 16,12.1947'de müsbet bir rapor verdi.(214)

Bakanlar Kurulu'nun Nurlar hakkında toplatma kararını verdiği aynı günde, Afyon valisi ve

Emniyet Müdürünün emriyle, Üstad'ın evi Emirdağ'ında aranmıştı. Bunlar elbette bir tesadüf

değildi.

(211)Elyazma Emirdağ-1 S: 422

(212)Büyük boy Elyazma Emirdağ-1 aslı S: 282

(213)Emirdağ-1 -Zübeyr- S: 19

(214) Hadiseler dosyası yırtık cild, S: 219

1530


Bu hadiseden önce de, Kütahya'da cesur bir vaizin serbest konuşmaları üzerine evinde yapılan

taharride, Üstad'ın imzasız bir mektubu bulunmakla, güya orada bulunan Şeyh Said'in oğlu ile

(215) hadise münasebettardır diye dört taraftan hükûmet adamları ve polis harekete geçmiş

oldu.


Bundan bir müddet sonra da, Balıkesir'de İbrahim Edhem Hoca ile, Hüseyin Tabancalı

ismindeki Nur talebeleri tevkif edilmişlerdi. Tevkiflerinin sebebi de yanlarında bulunan ve

kimin olduğu bilinmeyen dokunaklı bir kitap idi. Bu zatlardan alınan kitaplar, Balıkesir

Müftülüğü'ne tetkike gönderildi. Balıkesir Müftüsü ise, bu kitapları tetkik ettikten sonra,

28.1.1948'de gayet güzel müsbet bir rapor verdi(216)

Fakat Balıkesir Müftülüğü'nün raporu tanzim edildiği zaman, Nur talebeleri Afyon hapsine

toplattırılmaya başlanmıştı. Hazret-i Üstad da beş gün olmuştu, Afyon hapsine geleli.

AFYON HAPİS HADİSESİ ÖNCESİNE AİT BAZI HATIRALAR

Bu fasla, evvela Üstad Hazretleri ve Nur talebeleri hakkında gizli ve sinsi şekilde çevrilen

dolapların fiilî bir numunesi olarak, Emirdağ'ına hususi surette talimatnameler gereğince iftira

ve fesad çıkarmakla vazifelendirilmiş olarak gönderilen bazı polis hafiyelerinin hatıralarından

başlamak istiyoruz. İşte o polis hafiyeleri içinde o sıra Emirdağ'ına gönderilmiş vicdanlı birisi

olan Emekli Komiser, Kırşehirli Abdurrahman Akgül'ü dinliyoruz: (Mealen ve bölüm bölüm

kaydedeceğiz)

"...1946 seçimlerinde, Afyon vilayeti Demokrat Parti listesi kazanması üzerine, Afyon'daki

bütün memur kadrosu valisinden polis memuruna kadar tamamen değiştirilmişti. Beni bu

hadisede Aydın'dan Afyon'a tayin ettiler. Afyon'da bir ğün Vali Abidin Özmen ve Afyon

Emniyet Müdürü Hayri İrdel beni çağırdılar (217) Elime çok kalın bir dosya verdiler.. Ve "Bu

dosyayı tetkik et, sonra seninle görüşeceğiz." dediler.

Dosyanın kapağını açtım, içinde bir sürü resimler, kupürler, raporlar ve yazılar vardı. Dosya

Bediüzzaman olarak bilinen Said-i Nursi'ye aitti. O zamana kadar kendisini tanımıyordum.

Dosyayı tetkik ettim ve Emniyet Müdürüne gittim. Müdür bana: "Abdurrahman, bu dosyasını

okuduğun adam, şimdi Emirdağ'ında oturuyor. Yanına polis Hasan'la Salih'i alıp beraber

Emirdağ'ına gideceksin. Orada

(215)Emirdag Lahikası -1- Zübeyr- S: 22

(216)Hadiseler Dosyası S: 8

(217)Hadise 1947 sonlannda olması lâzımdır. Çünkü Vali Abidin Özmen Afyon Valiliğine

1947 Aralık ayı içinde tayin olmuştur. A.B.

1531

olana bitene dikkat edeceksiniz. Sizi kimse polis olarak bilmiyecek. Sadece kaymakam ve



jandarma kumandanı sizi bilecek. Ailelerinize dahi durumu bildirmiyeceksiniz.

Polis olduğunuz ortaya çıkarsa, bunu hayatınızla ödersiniz. Raporlarınızı eski yazıyla

tutacaksınız. Raporları posta ile göndermeyin, hususi bir memurla gönderin. Said-i Nursi'nin

postahanelerde adamları bulunur, sizi eğer tanırlarsa öldürürler. Gözünüzle gördüğünüzü,

kulaklarınızla işittiğinizi hemen rapor edersiniz.

Jandarma kumandanı, Emirdağ'daki baş çavuşa sizin elektrik teknisyenleri olduğunuzu

söyliyecek. Ve ilerde malzeme geleceğini, köylere elektrik çekeceğinizi söyliyecek. Siz de

soranlara aynen öyle söyliyeceksiniz...

-Başkomiser Süleyman Faik Örsel'in ikazı

Mezkür vazife dolayısıyla sık sık emniyet müdürünün odasına girip çıktığımı gören

Başkomiser Süleyman Faik Örsel, beni bir ara odasına çağırdı "Abdurrahman gel biraz otur!"

dedi.


Oturduğumda durumu sordu. Ben de anlattım. Kendisi beş vakit namazını kılan dindar, dürüst

bir zattı. Bana şöyle dedi: "Ben o zatı iyi tanırım, muhterem bir insandır. Ben onu otuz sene

evvel İstanbul'dan tanırım. O zaman Dar-ül Hikmet-il İslâmiye'de âza idi. Alim ve fâzıl bir

zattır. Sen henüz gençsin. Vazifeni yap, fakat müdürün gözüne gireyim diye o temiz zatı

incitme, ileri gitme! Sonra tokad yersin, başına bir belâ gelir. Musibete uğrarsın!.."

Ben Emniyet Müdürüyle başkomiserimin arasında kalmıştım. Henüz tecrübesizdim. Çok

heyecanlı ve telâş içindeydim. Daha sonra 1947 senesi aralık ayı onüçüncü günü, sivil olarak

Emirdağ'ına geldik. Önce bir otele indik. Orada kaymakamı sordum. "Kulüpte bulunur"

dediler. Oraya gittim, fakat köylere gittiği için görüşemedik. Sonra jandarma kumandanıyla

görüştüm. Bana Bediüzzaman'ın evini gösterdi ve bu hususta bilgi verdi.. Ve "Ben elimdeki

adamlarla bunu takib edemiyorum. Kapı içerden kapanıyor. İçerde ne yapıyorlar, bilmiyoruz"

dedi.


- Şaşırdık afalladık

Size bir hatıramı anlatayım: Çarşıya çıkıp kahvaltı için peynir ve zeytin aldım. Bir dükkândan

da tere yağı aldık. Dükkâncı tereyağını tartarken, yağı koyduğu kâğıt kadar da, terazinin öbür

kefesine kâğıd koydu. Ben doğ

1532

rusu bu hali başka bir yerde görmemiştim. Bediüzzaman işte Emirdağ'ını böyle yapmıştı.



Bediüzzaman'ın kaldığı evin karşısında bulunan kahvehaneye oturduk. Küçük yer olduğu için,

dikkatler üzerimize çevrilmişti. Bu dikkati dağıtmak için, arkadaşım Salihle tavla oynamaya

başladık. Hasan da karşıdaki evi (Bediüzzaman'ın evini) ve oraya gireni çıkanı gözetlemeye

başladı.


Biraz sonra, Bediüzzaman, evinin kapısı önüne çıktı. Tâlebeleri de çıkmışlardı. Hasan bize

işaretle durumu haber verdi. Talebeleri hep genç delikanlı idi. Az sonra içlerinden birisi bize,

kahvehaneye doğru geldi. Önce kahveci ile görüştü, sonra bizim yanımıza geldi, selâm verdi:

"Üstad'ın selâmı var.. Sizinle görüşmek istiyor." dedi

Biz şaşırdık ve doğrusu afalladık. Ama durumu da çaktırmamaya çalıştık. "Kim Üstad,

bizimle ne işi varmış? Falan dedikse de, gelen genç ısrar etti. O zaman ben Hasan'ı

gönderdim. "Git bir bakıver!" dedim

Bir müddet sonra, Hasan döndü geldi. Ne olduğunu sordum. Bediüzzaman önce Hasan'a:

"Evlâdım senin ismin ne?" demiş. O da Ahmet diye cevap vermiş.

Bediüzzaman: "Bak evlâdım Ahmet, doğru söyliyeceğinize söz ver" demiş. Hasan da: "Söz

veriyorum" dedikten sonra, Bediüzzaman: "Beni takip için üç tane polis buraya gönderildiğini

haber aldım. Benim çok talebe ve dostlarım var. Eğer o üç polis siz iseniz, bana söyleyin ki;

adamlarıma ve talebelerime tenbih edeyim, size bir zarar vermesinler." demiş.

Üstad'ın bu sualleri karşısında şaşkına dönen Hasan,tabiî polis olduğumuzu inkâr etmiş..

"Dört yanımı o Kur'an çarpsın, vallahi-billahi biz polis değiliz" demiş. Hasan bu hali bize

anlatınca, biz şaşırdık kaldık.

Vaziyet böyle olunca, biz hemen kahvehaneyi değiştirdik. Ertesi günü başka bir kahvehaneye

gittik ve yine oyun oynamaya başladık. Yanımıza yine bir genç geldi: "Üstad Bediüzzaman

sizi çağırıyor" dedi.

Aramızda istişare yaptık, her ihtimale karşı belki pusu kurarlar, bir komploya uğrarız

korkusuyla: "İkiniz gidin, ben dışarda kalayım" dedim. Hasan ile Salih'i gönderdim. "Bir saat

sonra geleceksiniz, şayet gelmezseniz jandarmaya haber vereceğim.” dedim. Nihayet

anlaştığımız saatte geldiler. Karşılaştıkları manzarayı hayret ve heyecanla anlattılar. Onlara

Said-i Nursi:

"Biz manevî zabıtayız. Bizden millete, memlekete zarar gelmez. Hükûmet bizden boşuna

endişe ediyor. Yahut da bununla dini baskı altında tutmak istiyor." demiş.

1533

Onlara iman ve Kur'an hakikatlarından bahsetmiş, lokum ikram etmiş. Birer tane de Nur



risalelerinden el yazması "Asa-yı Musa ve Gençlik Rehberi" hediye etmiş.. ve "Eğer fazla

nüsha olsaydı, her birinize birer tane hediye ederdim. Bunlardan üçünüzde istifade edersiniz.

Diğer arkadaşınız niçin gelmedi...” diye sormuş.

- Polis Salih'in yediği tokad

Arkadaşımız Salih, inancı zaif küfürbaz birisiydi. Birgün şöyle bir pusula yazmış: "Said-i

Nursi talebesine bakkaldan içki aldırttı." Bu pusulayı bazı kimselere imzalatmak istemiş. Hiç

kimse(*) onu imzalamamış. Bu yaptığının cezasını daha sonra şöyle gördü:

"Bir gün beraberce bir düğüne gitmiştik. Bir müddet eğlendik, vakit geçmişti. Kalkalım

dedim. Fakat Salih, "Komiser Bey, ben biraz daha kalayım" dedi. Ben de peki dedim. Biz

Hasan'la otele döndük.

Salih bizden sonra ölçüyü kaçırmış, çok fazla içmiş, sarhoş olmuş. Sonra etrafındakilerle

kavga etmiş, onlar da kendisini iyice dövmüşler.

Gece yarısı bekçiler beni uyandırdılar.. Hasan'la beraber gittik, bir derede pis suların içinde

Salih'i yatıyor gördük. Salih, Salih! diye sarstımsa da kendine gelemiyordu. Baktım üzerinde

tabancası da yok. Sordum, cevab verecek hali yoktu. Sonra durumu vilâyete bildirdim. Salih'e

tabancasının üç mislini ödettiler. Rütbe tenzili cezasıyla başka yere gönderdiler.

Biz Emirdağ'ında iken, beş-altı defa Vali ve Afyon Savcısı Emirdağ'ına geldiler. Aramalar

yaptılar. En sonuncusunda on kişiyi akşamleyin evlerinden diğerlerini de iş yerlerinden

topladılar. Bediüzzaman'ı da ertesi sabah emniyetin arabasına alıp hep beraber Afyon'a

götürdüler. Biz de aynı gün, yani 17 Ocak 1948'de Afyon'a döndük. Onlar Afyon'da Emniyet

Oteli'nde üç gün kaldılar. İfadeleri alındı. Bu üç gün zarfında civardan büyük kalabalıklar

toplandı. Üç günün sonunda (218) bütün polisler Emniyet Oteli'nin etrafına ve cezaevi yoluna

dizildiler. Emniyet Müdürü bana: "Bediüzzaman'ı otelden sen alacaksın" dedi.

Ben: "Nasıl olur efendim, beni tanır, çok ayıp olur" dedim. Olsun artık herşey açığa çıktı,

dedi.

Resmi elbiseyi giydim, kuşandım ve birkaç polisle otele gittim. Arka



(*)Polis o kağıdı tehtit ile imzalattırmak istediği adamın ismi , Emirdağda içki satan ,serhoş

ve ayyaş ” öldüm oğlu” diye söylenen bir adamdır.(Bkz. Son Şahitler - 4,Sh: 58)

(218)Bu ifadeye göre "Üç günün sonundâ " olursa, 20 Ocak olur. Halbuki Üstad'ın tevkifi 23

Ocak 1948'dir. O halde, Hazret-i Üstad bir hafta Afyon'da ifadeler için bekletilmiş ve sonra

plânlandığı gibi tevkifi kesilerek ceza evine götürülmüştür.A.B.

1534


daşlar içeri girdi, ben kapıda bekledim. Bediüzzaman çıkarken beni merdiven başında

görünce, gülümsiyerek; "Abdurrahman ben seni yine severim. Sen vazifeni yapıyorsun" dedi

ve sırtımı okşadı.

Biz Bediüzzaman'ı tenha bir yoldan, talebelerini de halkın beklediği yoldan cezaevine

götürdük. Mahkeme Ağır Cezada uzun müddet devam etti. Ben de ifade verdim:

"Bediüzzaman'ın herhangi zararlı bir hareketini tesbit etmedim" diye söyledim (219)"

(219)Son Şahitler-1 S: 11-18

1535


1536

- Emekli Komiser Abdurrahman Akgül'ün

söylediklerinin Üstad tarafından te'yidi

Hazret-i Üstad, Afyon hapsi öncesinde kendisini takible vazifeli polis hafiyeleri, iftiraları ve

saireyi talebelerine bir kaç mektupla bildirmiş, ezcümle bir mektubta şöyle demiştir:

"Aziz Sıddık Kardeşlerim!

Evvelâ: Size hem âcîb,hem elim, hem lâtif bir macera-i hayatımı ve düşmanlarımın hem şenî'

hem bin ihtimalden bir tek ihtimal ile, hiçbir şeytan hiçbir kimseyi kandıramadığı iftiralarını

ve Nur'a karşı isti'mal edilecek hiçbir silâhları kalmadığını beyan etmeye bir münasebet geldi,

Şöyleki:


Târih-i hayatımı bilenlere malûmdur: Ellibeş sene evvel ben yirmi yaşlarında iken, Bitlis'te

merhum Vali Ömer Paşa hanesinde iki sene onun ısrarıyla ve ilme ziyade hürmetiyle kaldım.

Onun altı adet kızları vardı. Üçü küçük, üçü büyük.. Ben, üç büyükleri, iki sene beraber bir

hanede kaldığımız halde, bir birinden tefrik edip tanımıyordum. O derece dikkat etmiyordum

ki bileyim. Hatta bir âlim misafirim yanıma geldi, iki günde onları biribirinden farketti, tanıdı.

Herkes ve ben de bu hale hayret ederdik. Bana sordular: Neden bakmıyorsun?" Derdim:

"İlmin izzetini muhafaza etmek, beni baktırmıyor."

Hem kırk sene evvel, İstanbul'da Kâğıthane şenliğinin yevm-i mahsusunda, köprüden ta

Kağıthane'ye kadar Haliç'in iki tarafında binler açık saçık Rum ve Ermeni ve İstanbullu karı

ve kızlar dizildikleri sırada, ben ve merhum Meb'us Molla Seyyid Taha ve Meb'us Hacı İlyas

ile beraber kayığa bindik.O kadınların yanlarından geçiyorduk. Benim hiç haberim yoktu,

halbuki Molla Taha ve Hacı İlyas, beni tecrübeye karar verdikleri ve nöbetle beni tarassud

ettiklerini bir saat seyahat sonunda i'tiraf edip dediler: "Senin haline hayret ettik, hiç

bakmadın." Dedim: "Lüzumsuz, geçici, günahlı zevklerin akibeti elemler, teessüfler

olmasından istemiyorum.... "

Hem bütün tarih-i hayatımda hediyeleri kabul etmek ve minnet altına girip, halkın sadaka ve

ihsanlarını almaktan çekindiğimi, benimle arkadaşlık edenler bilirler. Nurların ve hizmet-i

imaniye ve Kur'aniyenin şerefini ve selâmetini himaye etmek için, dünyanın maddî ve içtimaî

ve siyasî bütün ezvakını ve merakını terkettiğimi ve idam gibi ehl-i garazın bütün tehditlerine

beş para ehemmiyet vermediğimi, yirmi sene işkenceli esaretimdeki iki dehşetli hapislerimde

ve mahkemelerimde kat'î görüldü.

1537


İşte, yetmiş beş sene devam eden bu düstur-u hayatım varken, Risale-i Nur'un fevkalâde

kıymetini kırmak fikriyle, şeytanların bile hatır ve hayaline gelmiyen bir iftira, resmî

makamını işgal eden bir adam(220) yaptı..ve demiş:

"Gece tablarla baklavalar, fahişe ve namussuzlar yanına gidiyorlar."

Halbuki benim kapım gecede dışardan ve içerden kilitli. Hem sabaha kadar bir bekçi o

bedbahtın emriyle kapımı bekliyordu. Hem buradaki komşular ve bütün dostlar bilirler ki;

Ben, işa' namazından sonra, ta sabaha kadar hiç kimseyi yanıma kabul etmemişim.

İşte böyle bir iftiraya, bir sefih ahmak insan, eşek olsa; sonra şeytan olsa, buna ihtimal

vermez. O adam anladı, o gibi plânlardan vazgeçti. Buradan başka yere cehennem olup gitti.

Onun resmiyet cihetiyle beni değil, belki Nurcular'ı lekedar etmek için kurduğu plânı ile, bu

yeni hadiseyi vesile edip şakirtlere leke sürmek istenildi. Fakat hıfz ve himayet ve inayet-i

ilâhiyye o plânı da harika bir tarzda akim bıraktı. Bu beyanla, ben nefsimi terbiye etmiyorum.

Belki kudsî hizmet-i imaniye, o nefsi bütün hevesatından vazgeçirmiş ve hizmetteki manevî

zevk ona kâfi geliyor, demek istiyorum.. ve Nurcular'ın ihtiyat ve dikkate ihtiyaçlarını beyan

ediyorum..(221)"

Emirdağ'ında, üstte bahsi geçmiş son baskın hadisesinden sonra, Hazret-i Üstad talebelerine

şu mektubu yazmıştır:

Aziz Sıddık kardeşlerim!

Evvelâ: Hiç merak etmeyiniz. Yalnız tesanüd ve ihtiyat ve "sırren tenevveret" düsturunu esas

tutunuz . Anlaşıldıki, gizli düşmanlarımız son taarruzlarını, bereyi bahene edip, Nurlar'ın

fütûhatına bir bulantı vermekle Afyon Vali ve Emniyet Müdürünü iğfal edip, bütün

kuvvetleriyle şahsımın aleyhine isti'mal ettiler. Hıfz-ı İlâhi ve inayet-i Rabbaniye beni

muhafaza

ediyor. Ben bundan bir cihette memnunum ki, şahsımla uğraşıyorlar. Resmen Nurlar'a

ilişemiyorlar. Belki gizli neşriyatı bahane ederek, buldukları bazı Risaleler'i alıyorlar. Hiç

ehemmiyeti yok. Merak etmeyiniz. Rahmet-i İlâhiyye altında Risale-i Nur kendini muhafaza

ve himaye ediyor.. Şimdilik bu ifadeyi gazete ile neşretmeyiniz...(222)"

(220) Bu iftirayı Kaymakam Abdülkardir Uraz da yapmıştı. Dr.Tahir Barçı'nın hatırasında

geçmiştir. A.B.

(221)Yeni yazı Emirdağ-1 S: 259

(222)Elyazma Emirdağ-1 S: 502

1538


Ve son olarak da Üstad'ın, Afyon hapsine pek yakın günlerde talebelerine göndermiş olduğu

şu mektubu da şayan-ı ibrettir,beraber okuyalım:

Aziz Sıddık kardeşlerim!

Nasılki Eğridir'de Asa-yı Musa'yı müsadere eden ve mahkemeye veren adam, kendisi iki sene

hapis cezasıyla tokad yemesi.. ve Hüsrev'e hiddetle bir ay ceza veren hâkimin istifaya mecbur

olmasıyla ve refikasının oradan müfarakatıyla bir nevi tokad yemesi gibi; aynen burada dahi

size leffen gönderdiğimiz pusulada yazılan tokatlar, kat'î gösteriyorlar ki: Biz himayet ve

inayet altındayız. Bize ilişenler ahirette şiddetli tokadlar yiyecekleri gibi, dünyada dahi bir

kısmı çabuk çarpılır. Hem bu defa bize hücumları aynı zamanında kış çok hiddet etti. Şiddetli

soğuk ve fırtına ile havanın kızdığını gösterdiği gibi, hücumları durmasıyla ve Nurcular'ın

ferahlanmasıyla, bu zemherir günleri Nevrûz günleri gibi gülmeye-başladı. O tebessüm

devamla manevî bir müjde ve teselli veriyor kanaatındayız.

Bu defa da pusulada yazıldığı gibi, hiçbir şeytanın da kimseyi kandıramadığı acib ve

maskaraca bir iftira etmekle teveccüh-ü ammeyi hakkımızda kırmaya çalışan resmi polisler,

aynı zamanda tokadlarını yemesiyle gösteriyor ki; bize hücum edenler iftiradan başka hiç çare

bulamıyorlar. Başka çareleri kalmamış. Hem biz de çok dikkat ve ihtiyat etmeye ve böyle

şayi'alara ehemmiyet vermemeye mecbur oluyoruz.

Elbaki hüvelbaki Kardeşiniz

SAİD-İ NURSİ(223)

(Haşiye): Buradaki mahkemeye çağrılmıyacak. Kitaplar Afyon'a gönderilmiş, mucib-i merak

bir şey yok.

Said-i Nursi

(223) Yeni yazı Emirdağ-1 S:284

1539


Emirdağlı merhum Mehmet Çalışkanın bir beyanı:

"Afyon mahkemesi baş kâtibi Necati Müftüoğlu bana demiştiki: İsmet İnönü sizinle

uğraşıyor.."Hepsini yakınlarıyla beraber içeriye atın" diye emir veriyor.(Son Şahitler-4-sh.61)

1540


41

42

43



44

45

46



47

48

49



1550
Yüklə 2,61 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   64   65   66   67   68   69   70   71   72




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin