47 Cİld yediNCİ BÖLÜM



Yüklə 2,61 Mb.
səhifə52/72
tarix30.05.2018
ölçüsü2,61 Mb.
#52083
1   ...   48   49   50   51   52   53   54   55   ...   72

bu altı aydır beni konuşmaktan, görüşmekten kanunsuz olarak men' ettiler. Eskişehir hapsinde adliye malûmatı altında müdafaattan başka, on risale daha te'lif ettim ve müteaddit nüshalar yazıldığı halde, bize kanun cihetinde ilişmediler. Burada ise, yeni harf bilmediğimden mecburiyetle eski yazıyla müdafaatımı yazdım. Benim yazım

(115) Denizli Mektupları S: 38

1303

yok, nakıs, herkes okuyamaz diye başkalara yazdırdım.



Risale-i Nur meselesi hem hükumeti, hem âlem-i İslâmı tam alâkadar edecek bir umum hadise hükmünde bulunmasıyla; hem benim ve arkadaşlarımın, mes'elenin vahdeti haysiyetiyle bir müdafaanamemizi ve Risalei Nurun mahiyetini gösteren o hakikatları cerhedilmez diye ispat eden onun bir nevi müdafaanamesi hükmünde bulunan Meyve Risalesini, her birisinden dört nüsha yazdırmıştım. Tâ ki, hem burada Adliyeye ve Ankara makamamatına vereyim. Birden onları kanunsuz olarak, evrak-ı muzırra gibi elimden aldılar, daha vermediler. Sonra çok yalvardık, bize bir makineye müsaade ediniz, ta hakkımızı müdafaa edeceğiz. Kanunsuz olarak müsaade etmediler. Ben mecburiyetle, temas edemediğim arkadaşlar vasıtasıyla yeni huruf ile üç nüsha yazdırdım. Biri Ankara Ağır Ceza mahkemesindeki evraklarımız ve kiaplarımızla oraya gönderilmiş, birisi de reisi-i cumhura, diğer biri de Diyanet İşleri Riyasetine göndermek için hazırladık. Fakat makineye serbestiyet verilmediği için, el yazısı müşevveş ve noksan ve okunmaz diye, onların okunmasına yardım etmek fikriyle, iki alâkadar me'murlara söyledik. Bize müsaade yüzü gösterdiler. Madem kitaplarımız eski harfle Ankara'ya mahkemeye gönderildi, biz dahi yeni harfle ve eski harfle iki müdafaa göndereceğiz diye hapishane müdürüne verdik. O da sabahleyin dedi: "Eski harfle yasaktır, ben daha bunları size vermem" diye kanunsuz müsadere etti.

Ben dedim: Bütün buradaki arkadaşlarımın müdafaası hükmündedir. Çünki mes'ele birdir. her birinin elinde hakkını müdafaa etmek için bulunmak kanunen haklarıdır. Hem madem altı aydan sonra şimdi makineye müsaade ettiniz, tashihli nüshalardan bir nüshayı makine ile makamata vermek için yazana veriniz.. ve bir nüshayı da bana veriniz ki, onunla tashih edeyim diye çok ısrar ettim. Yalnız bir nüsha bana verdi, ötekileri müsadere etti, vermedi. Halbuki kendi i'tirafı ile aynı hakikat olduğunu söyledi.

Reis-i Cumhura ve Ağır Ceza Mahkemesine ve Büyük Millet meclisine yazılan aynı hakikat olan müdafaat risalesinin müsadere edilmek için dünyada hiç bir kanun olmaz ve ihtimal vermiyorum. Hem aynı mes’elede müşterek adamların ellerinde, o müşterek müdafaaname bulunmasının yasak olması, hiç bir hükûmet kanununda yoktur ve olamaz biliyorum. Biz böyle hilâf-ı kanun mes'elelere hedef olmuşuz. Şimdiye kadar sabrettik, sabrımız kalmadı.

SAİD-İ NURSİ(116)

(116)Denizli Dosyası-2, S: 45

1304


Hz.Üstad bundan başka, müdde-i umuminin son tecziye talebini mahkemede okuması üzerine, mahkemede önce kısaca şifahi, sonra da yazılı olarak yaptığı müdafaalar olmuştur.

1- 31 Mayıs 1944 Çarşamba günü mahkemede bir saat müdde-i umuminin okuduğu iddianamesine karşı söylediği bir müdafaaxsı:

"Efendiler! Yirmi sene bir mazlumiyet hayatında yüz kitaplarımda ve en mahrem mektup ve risalelerimde, asabiyetle bililtizam onu mahkûm etmek fikriyle, yalnız sekiz dokuz sehivli bahaneler bulmaları gösteriyor ki; Risale-i Nur mahkûm olamaz.

Kim var ki, yirmi sene mazlumiyet hayatında bin yanlışı olmasın!...

Bu mahkeme yalnız bir hazır zamanı değil, belki iki istikbalin dehşetli tenkidlerini nazara alıp öylece muhakeme etsin...

SAİD-İ NURSİ(117)"

2- Yazılı müdafaa

“Efendiler!

Bizi sebebsiz kısmen mahkûm ve dokuz ay en sıkı ve sıkıntılı yerlerde tevkif etmek, gerçi bu haksız hale karşı çok şiddetli şekva ve i'tiraz hakkımızdır. Fakat İki sebeb bizi teskin etmiş..."

Bu parçanın devamı az yukarıda kaydedildiği için, tekrar edilmedi.

"Denizli Ağır Ceza Mahkemesi yüksek huzuruna!(118)

(Son Müdafaam)

İddia makamı, ne sahafat-ı muhakemeyi ve ne de bize karşı irad ettiği indî edillenin hiçliğini, kifayetsizliğini, çürüklüğünü, delilsizliğini.. ve gerek hak ve hakikatı zerre kadar nazara almıyarak, mutlaka bizi cezalandırmak emeliyle, hâlâ cemiyetcilik teranesini tekrar etmekte ve bu ana kadar yüzlerce defa cevabı verilmiş mes'eleleri yeni baştan mahkeme-i celile huzuruna sevketmekte, hiç bir ehliyet-i ilmiyeyi haiz olmıyan eski ehl-i vukufun sırf ilhad ve inkârın müdafaasını istihdaf eden raporlarına istinad ederek, en yüksek adlî makamın nezaret ve murakebesi altında merkez-i hükûmette, devletin en selâhiyetli profesörlerinden mürekkep bir ilim heyetinin tetkiklerini hiçe saymakta ve tanımamaktadır.

(117)Aynı Dosya S: 58

(118)Bu müdafaa parçası bir avukat tarafından tanzim edilmişe benziyor. A.B.

1305


Biçare bir kısım temiz nasiyeli ve bu memleket için cidden nafi' ve vefakâr vatan evlâdlarını tecziye ettirilebilmek suretiyle, koyu bir inkârın ve ölmüş bir şahsın intikamını almak için yanıp tutuşan müdde-i umumi muavini bey efendi, hey'et-i hâkimeyi aleyhimize tahrik için, kısmen yirmi otuz sene evvel yazılmış ve herşeyden önce ilmî olması icab eden ve hakaik-i İslâmiyenin ta bidayetten beri cereyan etmekte bulunan bir kısım tecelliyatını aksettirmekten başka bir maksad taşımıyan.. ve su-i tefsir edilir korkusuyla ve milletimiz arasında herhangi bir sarsıntıya sebeb olur düşüncesiyle, mevcudları ortadan kaldırılan ve hatta bir kısım nüshaları imha edilen bir eseri öne sürmekte ve bazı şahsiyetlerle, evvelce aramızda tekevvün etmiş bazı vakaiden mütevellid ve sırf benim şahsıma aid aks'ül-âmelleri yâdederek, bunlardan tamamen bihaber ve sırf dinî hakikatların taharrisi kaygısıyla kitaplarımı yazmış ve okumuş olan bir kısım bîgünahları sırf saika-i diyanetle, aciz şahsıma ve eserlerime karşı hüsn-ü zanlarından dolayı mahkûm ettirmek istemektedir.

Eğer ortada o meşhur şahsiyetlere karşı işlenmiş bir suç varsa, bundan ben mes'ulum. Sırf dinî noktadan aciz şahsıma ve hakikatta benim olmıyan ve hakaik-i Kur'aniyenin birer aksinden ibaret olan müellefatıma hüsn-ü zan etmeleri yüzünden bir kısım biçare ve hüsn-ü niyet sâhibi vatandaşları, benim bu şahsî cürümüme ne için teşrik ediliyor? Bu kadar açık bir gadr tarih-i adliyenin neresinde meşhuddur?..

Eğer benim Rical-i devlet ile bir maceram gelmiş geçmiş ise; ve tarihe karışmış olan bu macerayı iddia makamı bir türlü hazmetmiyor ise, düşünsün ki; ben o günün adamıyım ve onlarla aynı seviyede o macerayı birlikte yaşamışım. Bu gün sırf benim Kur'an'dan gelen ilmimden dolayı, aciz şahsıma hüsn-ü zanda bulunan habersiz biçarelerin benim sabık mücadelatımdan mes'ul olmaları hak ve âdaletin neresine sığar!..

İddia makamının bizi mutlaka cezalandırabilmek için tekrar tekrar öne sürdüğü ve bugünün hadisesi imiş gibi gösterdiği mektupların çoğunun hesabı Eskişehir Mahkemesinde görülmüştür.. Ve üzerlerinden aflar geçmiştir. Bilhassa her zaman öne sürdüğü mahrem tesettür risalesi bu meyandadır.

İddia makamı, mahrem risalelerinin evimde, odun yığınlarının altında, çivili sandık içinde bulunması gibi mahremiyet iddiamızın mesnedini teşkil eden bir delili de çürütebilmek için, bunu benim müfarakatımdan sonra mensublarım tarafından yapılmış olması muhtemeldir gibi, imkânatı vukuat yerinde kullanarak indî bir mütalâa serdetmiştir. Halbuki bu arama tevkifimden evvel huzurumla yapılmıştır.

1306


Hakikatların mahall-i izharı olması icab eden bir makamın böyle çocukça ve hiç delilsiz bir mütalaâ yürütmesine o makamın şeref ve vakarıyla kabil-i te'lif göremiyorum.

Aleyhimizde serdedilen diğer bir iddia da, güya milliyetçiliğe karşı cebhe almışızdır. Bin senedenberi alemdar-ı İslâmiyet olarak liva-i hidayeti ve hakiki meşa'Ie-i medeniyeti omuzlarında dalgalandırmış, beşer kütlelerine adalet ve insaniyet ve saadet şu'leleri, ümit ve inşirah ziyaları saçmış olan bu kahraman necib ve muzaffer Türk Milletinin dahilî bünyesinden kuvvetlenmesi demek olan müsbet bir milliyet sevgisini, biz muarız olanlardan değil, bilâkis onu samimî ruhumuzla isteyenlerdeniz. Bizim muarız olduğumuz cihet, sâdece menfî milliyetçiliğin Müslümanlık uhuvvetini kıracak ve bir cemiyyet hodgamlığı, tecavüz ve nefret ruhu doğuracak şekilde su-i telâkki edilmesi ve su-i istimalidir. Müslümanlık camiasını, evet hakiki insanlık ve fazilet mefkûreleri etrafında toplanmış olan bu insan camialarını sebebsiz birbirine düşman yapacak kadar öyle dar bir düşünüşün ve koyu iftiracılığın fikren muarızı olmak, bu millete hiyanet midir? Yoksa hizmet midir? Bunun takdirini ehl-i insafa bırakıyorum. Biz bu kabil telâkkilerimizin propagandacısı da olmadık...(119)”

"... Takdim edeceğim müdafaanamemden iddianameye karşı mukayese edildiğinde hakikat meydanda görülecektir.

Bu nümunelerden lâtif bir vakıayı beyan ediyorum: Eskişehir mahkemesinde makam-ı iddia, nasılsa bir sehiv neticesi, Risale-i Nurun iman derslerine "Halkları ifsad ediyor" gibi bir tabir ve sonra da o tabirinden vazgeçtiği halde, Risale-i Nur şâkirtlerinden Abdürrezzak namında bir zat mahkemeden bir sene sonra demiş: "Hey bedbaht, otuzüç ayat-ı Kur'aniyenin işaratının takdirine mazhar ve imam-ı Ali'nin üç kerametinin ihbar-ı gaybiyesiyle ve Gavs-ı A'zamın kuvvetli bir tarzda ihbarıyla kıymet-i diniyesi tahakkuk eden ve bu yirmi sene zarfında idareye hiç bir zararı dokunmıyan ve hiç kimseye hiç bir zarar vermemesiyle beraber, binler vatan evlâtlarını tenvir ve irşad eden ve imanlarını kuvvetlendiren, ahlâklarını düzelten Risale-i Nurun irşadlarına ifsad ediyorsun! Allah'tan korkmuyorsun, dilin kurusun!...” demiş. şimdi bu şâkirdin haklı olarak bu sözünü makam-ı iddia gördüğü halde, "Said etrafa fesad saçmış" tabirini insafınıza, vicdanınıza havale ediyorum.

Makam-ı iddia Risale-i Nurun içtimaî derslerine ilişmek fikriyle "Di-nin tahtı ve makamı vicdandır. Hükûmet kanununa bağlanmaz. Eski

(119)Denizli Dosyası-1 S: 60

1307

den bağlanmasıyla, içtimaî keşmekeşler olmuştur" dedi.



Ben de derim ki: Din yalnız iman değil, belki amel-i salih dahi dinin ikinci cüz'üdür... Acaba katl, zina, sirkat, kumar, şarap gibi hayat-ı içtimaiyyeyi zehirlendiren pek çok büyük günahları işliyenleri, onlardan men’ etmek yalnız hapis korkusu ve hükümetin bir hafiyesinin görmesi tevehhümü kafi gelir mi? O halde her hanede, belki herkesin yanında daima bir polis, bir hafiye bulunmak lâzım gelir ki, serkeş nefisler kendini o pisliklerden çeksinler. İşte Risalei Nur amel-i salih noktasında, iman cânibinden herkesin başında her vakit bir manevî yasakçıyı bulundurur. Cehennem hapsini ve gadab-ı Ilâhiyi hatırına getirmekle dalâletten kolayca kurtarır.

Hem makam-ı iddia bir risalenin güzel ve fevkalâde kerametkârane bir tevafukunu imza etmeleriyle, bir cem'iyet efradı diye manasız bir emare beyan etmiş... Acaba esnafların ve hancıların defterlerinde bulunan bu nevi imzalara cemiyet namı verilir mi?

Eskişehir'de aynı böyle bir vehim oldu. Cevab verdiğim ve Mu'cizat-ı Ahmediye Risalesini gösterdiğim zaman taaccüble karşıladılar.

Eğer mabeynimizde dünyevî bir cemiyet olsa idi, bu derece benim yüzümden zarar görenler, elbette kemal-i nefretle benden kaçacak idiler. Demek nasıl ben ve biz İmam-ı Gazalî ile irtibatımız var, kopmuyor. Çünkü uhrevîdir, dünyaya bakmıyor. Aynen öyle de, bu ma'sum ve safî ve halis dindarlar benim gibi bir biçareye iman derslerinin hatırı için bir kuvvetli alâka göstermişler. Ondan bu asılsız mevhum bir cemiyet-i siyasiye vehmini vermiş...

Son sözüm: Mevkuf

SAİD-İ NURSİ(120)"

SON SÖZ

Efendiler!



Dikkat ediniz, Risale-i Nuru ve şâkirtlerini mahkûm etmek, doğrudan doğruya küfr-ü mutlak hesabına hakikat-ı Kur'aniye ve hakaik-i imaniyeyi

mahkûm etmek hükmüne geçmekle; bin üçyüz seneden beri, her senede üç yüz milyon onda yürümüş, üçyüz milyar Müslümanların

(120) Denizli Dosyası-1 S: 62

1308


hakikate, saadet-i dareyne giden cadde-i kübralarını kapatmaya çalışmaktır ve onların nefretlerini ve itirazlarını kendinize celbetmektir; Ve bu mübarek vatanın başına bir kıyamet kopmaya vesile olmaktır. Acaba mahkeme-i kübrada bu üçyüz milyar davacıların karşısında sizden sorulsa ki: "Doktor Duzi'nin baştan nihayete kadar serapa İslamiyet ve vatanınız ve dininiz aleyhinde ve frenkçe tarih-i Islam nâmındaki eseri gibi zındıkların, kütüphanelerinizdeki kitaplarına ve serbest okunmalarına ve okutmalarına ve o kitapların

şâkirtlerinin kanununuzca cem'iyet şeklini almalarıyla beraber; dinsizlik veya bolşevizimlik veya anarşistlik veya pek eski olan ifsad komitecilik veya Türancılık gibi, siyasetinize ilişen cemiyetlerine ilişmiyordunuz? Neden hiç bir siyasetle alâkaları olmıyan yalnız iman ve Kur'an cadde-i kübrasında kendilerini ve vatandaşlarını idam-ı ebediden ve ebedi haps-i münferidden kurtarmak için, Kur'an'ın hakiki tefsiri olan Risale-i Nur gibi gayet hak ve hakikat bir eseri okuyanlara ve hiç bir siyasî cem'iyetle münasebeti olmıyan o halis dindarların birbiriyle uhrevî dostluk ve uhuvvetlerine cem'iyet namı verip ilişmişsiniz. Onları pek acib bir kanunla mahkûm ettiniz?" dedikleri zaman, ne cevab vereceksiniz? diye biz de sizlerden soruyoruz!. ve sizi iğfal eden ve adliyeyi şaşırtan ve hükûmeti bizimle vatana, millete zararlı bir surette meşgul eyleyen muarızlarımız olan zındıklar, münafıklar; İstibdat-ı mutlaka cumhuriyet nâmı vermekle, cebr-i keyfi-i küfrîye kanun ismi vermekle, irtidad-ı mutlakı rejim altına almakla, sefahat-ı mutlakaya medeniyet ismini takmakla; hem sizi iğfal hem hükûmeti işgal, hem bizi perişan ederek; hâkimiyet-i İslâmiyeye ve bu millet ve vatana ecnebî hesabına darbeler vuruyorlar.

Ey Efendiler! Dört senede dört defa dehşetli zelzeleler tam tamına dört defa Risale-i Nur şâkirtlerine şiddetli bir surette taarruz ve hem zulüm zamanında tevafuku ve her bir zelzele aynı taarruz zamanında gelmesi ve hücumun durmasıyla durması işaretiyle; şimdiki mahkûmiyetimiz ile gelen semavi ve arzî belâlardan siz mes'ulsunuz.

Denizli Hapishanesinde

Mevkuf

SAİD-İ NURSİ(121)



"Efendiler!

Şimdiki hayat-ı içtimaiyyeyi bilmediğimden, sizin musammem mahkûmiyetimize bir bahane olmak için, pek musırrane ileri sürdüğünüz cemiyetçilik ittihamına karşı, pek çok kat'î cevablarımızı, Ankara ehl-i vukufunun dahi müttefikan tasdikleri ile beraber, bu derece bu noktada ıs

(121)Denizli Dosyası-164

1309


rarınıza çok hayret ve taaccübte bulunurken, kalbime bu mana geldi:

Madem hayat-ı içtimaiyyenin bir temel taşı ve fıtrat-ı beşeriyenin bir hacat-ı zaruriyesi ve aile hayatından ta kabile ve millet ve İslâmiyet ve insaniyet hayatına kadar en lüzumlu ve kuvvetli rabıta.. ve her insanın kâinatta gördüğü ve tek başına mukabele edemediği medar-ı zarar ve hayret.. ve insanî ve Islâmî vazifelerin ifasına mani' maddi ve manevî esbabın tahaccümatına karşı bir nokta-i istinad ve medar-ı teselli olan dostluk ve kardeşane cemaât ve toplanmak ve samimane uhrevî cem'iyyet ve uhuvvet, siyasi cephesi olmadığı halde.. ve bilhassa hem dünya, hem din, hem ahiret saadetlerine kat î vesile olarak iman ve Kur'an dersinde halis bir dostluk, hakikat yolunda bir arkadaşlık ve vatanına ve milletine zararlı şeylere karşı bir tesanüd taşıyan Risale-i Nur şâkirtlerini pek çok takdir ve tahsine şayan dersi imanda toplanmalarına cem'iyet-i siyasiye namını verenler, elbette ve herhalde ya gayet fena aldanmış veya gayet gaddar bir anarşisttir ki; hem insaniyete vahşiyane düşmanlık eder.. Hem Islâmiyete nemrudane adavet eder.. Hem havat-i içtimaiyyeye anarşistliğin en bozuk ve mütereddî tavrıyla husumet eder.. ve bu vatana ve millete ve hâkimiyet-i İslmiyeye ve dinin mukaddesatına mürtedane, mütemerridane, anûdane mücadele eder.. veya ecnebî dinsizleri hesabına bu milletin can damarını kesmeye ve bozmaya çalışan elhannas bir zındıktır ki; hükûmeti iğfal ve adliyeyi şaşırtıp, ta o şeytanlara, firavunlara, anarşistlere karşı şimdiye

kadar isti'mal ettiğimiz manevî silâhlarımızı kardeşlerimize ve vatanımıza çevirsin veya kırdırsın!

Mevkuf


Said-i Nursi(122)"

BEŞİNCİ KISIM MÜDAFAALAR:

İlmî sükûnet ve vakar içinde, mahkeme hey'etinin vicdanî kanaatlarını müsbet yöne çekmesini temine medar ilmî ve tahkikî müdafaalardır. Bu müdafaalar, bu faslın baş tarafında savcılığa verilen uzun istid'alar içinde de geçtiği için, burada sadece bir parça takdim etmekle iktifa edeceğiz:

"Gayr-ı resmi ciddî bir hasb-ı halimi ve ehemiyetli şekvalarımı Denizli mahkemesinin reislerine ve müdde-i umumisine ve sorgu hâkimlerine takdim ediyorum.

Efendiler! Yirmi seneden beri hayat-ı içtimaiyyeyi -ahiret hesabına

(122)Denizli Dosyası-1 S: 65

1310

olmadan- alâkası ve düşünmesi beni incittiğinden bilemiyorum. İfadedeki kusurlarıma bakmayın, affediniz.



Ben dokuz sene evvel bir büyük zatın evhamına uğradım. Yüzer risalelerimiz tetkikden sonra, yalnız bir risalemin bir iki mes'elesiyle bir sene ceza verdiler. Ben de hem o cezayı hem sekiz sene bir haps-i münferid hükmünde bir odada karakol karşısında yalnız vakit geçirdim. Tâ ki, ehl-i siyasetin evhamına dokunacak bir halim bulunmasın.

Kastamonu hükûmeti ve adliyesi ve zabıtası beni tasdik eder... Ve o cezadan sonra çok defalar menzilimi taharrilerde karışık bir halim görünmedi,bulunmadı. Eğer bulunsa idi, Kastamonu hükûmeti bilmedi veya aldırmadı, benden ziyade onlar mes'ul olur.

Madem hükümet prensibi cumhuriyetin serbestiyet-i vicdan düsturuyla dinsizlere ve sefahatçilere ilişmiyor.. Elbette mümkin olduğu kadar dünaya ve siyasete karışmıyan dindarlara da, o prensip hükmiyle ilişmez ve ilişmemeli. Kastamonu'da sekiz sene nezaret ve tarassut altındaki hayatım ve zabıta ve adliyenin tasdikiyle şahiddir ki; şimdi bana ilişenler hükümet-i cumhuriyenin prensibiyle ve kanunuyla değil, belki evham ve garaz yüzünden habbeyi kubbeler yaptılar. Evet vehim ve inad ile ilişme hadiselerinin iki üçünü müsaadenizle beyan ediyorum:

Birisi: On beş sene evvel bana hizmet eden ve Eskişehir mahkemesinden beraetinden sonra, daha hayatından dahi haberim olmayan bazı zatları ve hiç görmediğim bir mektubta çabuk Kur'an okumuş ve imanî risaleleri yazıyor diye hoşuma gitmiş; ben de Maşaallah, Barekallah dediğim on iki, onüç yaşlarında tahmin ettiğim bazı çocukları ve Eskişehir mahkemesinde bahsi geçen fakat ehemmiyet verilmiyen bir kısım eski mektuplarım yüzünden, bazı rençber ve esnafları ellerine kelepçe vurup benim şimdiki mevhum suçumun şerikleri olarak taht-ı tevkife alınmalarıdır.

İkincisi: Kastamonu adliye ve zabıtası gayet dikkatle bir aramada bütün kitap ve mektuplarımı ve gizli eşyamı aldıkları halde, beni değil tevkif, belki kitaplarımı ve eşyamı taahhüdlerine binaen bana iade edeceklerini beklerken, birden Isparta müdde-i umumisinin tevkif işârı

üzerine adliyedeki emanetlerimi almadan sevkedildim. Isparta'da gayr-ı mevkuf olarak bir sual cevab beklerken, en müthiş bir cani gibi tecrid-i mutlak içinde gayet âdi bir bahane ile, yani bir jandarmanın akşam namazını yol üstünde camiin dışında kazaya kalmamak için kılmama müsaade etmesi bahanesiyle, öyle bir vaziyet o müdde-i umuminin emriyle verildi ki; ifadeye gittiğimiz vakit, hem benim, hem biçare arkadaşlarıma yolda şimendifer içinde kelepçe vurmalarıdır.

1311

Üçüncüsü: Yirmibeş sene evvel bir hadise bir mana verdim, dedim ki: "Şapka başa gelecek ve başa diyecek:" Secdeye gitme" fakat baştaki iman o şapkayı secdeye getirecek, belki imanı ona galebe edecek.."



Bir zaman sonra şapka çıktı, yine ben dedim: "Şek, yakînin hükmünü bozmaz" kaide-i şer'iyesiyle şapka bir şek verir, yalnız bir emaredir. Kalbteki iman ise, yakiniyyete, kuvvetli hüccetlere dayandığı için, o şekkin hükmünü bozar, dalâletten kurtarır.

Hem bundan dokuz sene evvel, Isparta'da bir müdde-i umumi benim aleyhimde bir inad ile şapka meselesini Eskişehir mahkemesine yazmış. Ben de o zaman dedim: Bir şeyi reddetmek ayrıdır, cezası on sene olsa, onunla amel etmemek ve kalben beğenmemek, bütün bütün ayrıdır. Cezası olsa olsa bir ihtar, bir tekdir veya bir iki gün hapis olduğu halde, ben münzevi yaşıyorum. Hem başım çok nezlelidir, başı açık olamam, ma'zeretim var... Fakat bu kanuna ilişmemek için, böyle resmi makama ve çarşıya gitsem elimde tutuyorum, beyan ettim. 0 mahkeme ise, Isparta müdde-i umumisinin şiddetine rağmen beraetimi müttefikan verdiği halde, güya ben şapka kanununa karşı red ile mübareze ediyorum diye habbeyi yüz kubbe yapıp, beni şiddetli hasta ve gecelik libasımla çok kalabalık insanların ortasında teşhir etmeleridir.

Dördüncü: Size ifadelerimin hatimesi olarak takdim edeceğim istid'amdır. Gayet kat'î cevabı verilen Beşinci Şua'nın(123) aslını Dar-ül Hikmet-il İslâmiye'de yazdım. Sonra bazı mes'eleleri bu zamanda dahi mutabık çıktığı için, tam mahrem dedim. Sekiz senede bir veya iki defa elime geçti,aynı vakitte kaybettirdiğimiz halde, benim iznim olmadan o risaleyle isim müşabeheti bulunan ve sırf imanî olan "Yedinci Şua" eski harflerle tab' edilmesi sebebiyle; o yedinciyi, beşinci Şu'a tevehhüm edip, yirmi senelik Risale-i Nur eczalarının ve on beş seneden beri yazılan ve ele geçen mektupları, ne mürur-u zamanı ve ne de af kanunları ve ne de Eskişehir mahkemesinin tebriye ve tahliye ve tasfiyesini nazara almıyarak, öyle lüzumsuz ve manasız sualler ve verdikleri yanlış manalarla muahezeye çalıştı.

Ezcümle, yirmi sene evvel bir rivayete binaen demiştim: "Dehşetli Süfyan İstanbul'da ölecek, Dikilitaş'ta şeytan bağıracak ve dünyaya işittirecek. Yani "radyo ile öldü" diye ilân edecek. İşte bu cümledeki "diye" kelimesini müdde-i umumi okumadı ve itiraz etti. "Sen öldü diyorsun" ben dedim: "diye " kelimesi var. Sonra sustu.

(123)Gizli ellerde gezdiği için bir iki haşiye kimin tarafından ilave edildiğini bilemediğim zatlar yapmışlar, bazı şahıslara tatbik etmişler. Ondan yeni yazılmış tevehhüm edilmiş. S.NURSI

1312


Daha çok emareler var ki, bana karşı bir habbeyi evham ve garaz yüzünden yüz kubbe yapmışlar. Hatta en acibi şudur ki; hiç bir şeyi bulamadıklarından, Eskişehir mahkemesinden beraet kazandığımız tarikatçılık ve cem'iyetçilik ve dinî hissiyatı alet etmek, emniyet-i

dahiliyeye zarar vermek ihtimal ve imkânı gibi eski nakaratı tazelemek ve yüz elli sahifelik müdafaatım ile gayet kat’î reddedilen o asılsız bahaneler ile bizi muaheze etmeleridir.

Ben bütün bu asılsız bahanelere karşı derim: Eğer bu sekiz sene bana dikkatle bakan ve ilişmiyen Kastamonu hükümetini ve dokuz sene evvel bir iki risalenin bir iki mes'elesiyle yalnız bir sene ceza verebilen, başkasına ilişmiyen Eskişehir mahkemesini; ve bir sene evvel Risale-i Nurun bütün eczalarını üç ay tetkikden sonra aynen iade eden Isparta adliyesini ittiham edebilmek; ve şimdi benim münasebetimle tevkif olunanların münasebetleri derecesinde benimle ve Risale-i Nur ile münasebetleri bulunan ve bu milletin ruhen en mübarek ve bir cihette ve keyfiyetçe ekseriyet teşkil eden ve hadsiz ve zararsız mütedeyyin zatları mahkemeye sokabilirlerse; O vehham mü'terizler, Risale-i Nurun o meselesini muannid ve hakkımda evhamlı Isparta müdde-i umumisi gibi inceden inceye tetkike çalışan ve yirmi senenin mahsûlünü birden bu senenin mahsülüdür, hiç af kanununa rastgelmemiş diye bizleri onun ile ittiham ederek mahkemeye verebilirler. Yoksa koca milletin hazır olan âdalet ve hak ve kanununu bazı şahısların hatırı için kırmakla, en ziyade bîtaraf ve hiç bir te'sirat-ı hâriciye altına girmeyen ve padişahları, âdi adamlar sırasında ve önünde diz çöktüren mahiyet-i âdalet, onları dairesinin haricine atacak.

Ben Denizli mahkemesine teslim olmuşum. Onu hakkımda hakiki bir âdalet dairesi bilmek ve görmek Halıkımın rahmetinden beklerim. (124)

Madem şimdi hayatım Denizli mahkemesiyle alâkadardır. Elbette sıhhatim dahi ona bakar. Ben hastalığım için şefkatli bir hekim istedim, bekledim, gelmedi. Burada doktorların hey'etine yazdığım istirhamnameyi, şimdi benim merciim mahkemenin merhametli hâkimlerine suretini takdim ediyorum. Doktorlara hitaben yazmıştım ki:

"Siz hakîm olmak haysiyetiyle şefkat etmek, sizin meslekçe ehemmiyetli bir seciyeniz olmasını ve hakikat-ı mevti ve ölüm mahiyetini her taifeden ziyade sizin bilmenizin lüzumunu.. ve küçük bir kainat hükmünde olan insanın teşrihatındaki Hikmet-i Rabbaniye, her meslekten


Yüklə 2,61 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   48   49   50   51   52   53   54   55   ...   72




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin