tunar-, 1. kararmak, karanlık olmak, karanlık basmak; 2. kör olmak.
tunarık, sisli ufuk.
tunarıkta-,bozarmak; bulanmak; közü bir az tunarıktap kaldı: 1) gözleri bir parça karardı, 2) gözleri fena bulanık görüyor.
tunart-, et. tunar-‘dan.
tuncur. Astur palubarius denilen atmacanın dişisi (ki değerce tuyğun-dan (bk.). sonra ikinci derecede gelir).
tuncura-, 1. tam bir rahat ve sükûn içinde bulunmak; 2. kederli, abûs ve düşünceli olmak.
tuncuranğkı: andan da tuncuranğkı oyğo çumup: daha derin düşünceye dalarak.
tuncurat-, et. tuncura-‘dan.
tuncuroo, 1. tam bir rahat ve sükûn durumu; 2. düşüncelilik durumu.
tundur-, 1. şeffâf ve temiz yapmak, dinlendirmek durultmak (diyelim, suyu); 2. memnun ve mahzuz etmek; susun berip tundurdu: içecek verdi ve memnun etti; 3. sağırlaştırmak, sersemleştirmek; on eskiden örgön buldursun, çapsa kulak tundursun folk.: on iki srırımdan örülmüş kamçı, ki onunla vurulduu zaman insanın kulağını sağırlaştırıyor; 4. saka tundur- vurmak için kullanılan aşığı kurşunla doldurmak (şöyleki kurşun dışarıya çıkık durmasın).