Abdal (Bak. Fütüvvet)



Yüklə 2,51 Mb.
səhifə30/52
tarix27.12.2018
ölçüsü2,51 Mb.
#86799
1   ...   26   27   28   29   30   31   32   33   ...   52

MASRAF KÂTİPLERİ (Bak. Masraf-ı şehriyarî kalemi, Matbah-ı âmire)M.Sertoğlu.

MASTÇİ Sarayda, Hasodaya mensup olup bu odanın ikinci derecedeki âmirlerinden olan kimse. Mastçi, yoğurtçu de-mak olup padişahların yiyecekleri yoğurdun temini ve muhafazasiyle mükellefti. (Bak. Hasoda)M.Sertoğlu.

MASTGERÂNI HASSA Saray mutfağına bağlı ve kilercibaşıya tâbi yoğurtçular olup sayıları yirmi beş kadardı. Sarayda yenilecek yoğurt ve içilecek sütte bunlar meşgul olurlardı. Matbah-ı âmire esnafından sayılırlardı. (Bak. Matbah-ı âmire)M.Sertoğlu.

MASURA (Bak. Lüle)M.Sertoğlu.

MATBAH EMİNİ (Bak. Matbah-! âmire)M.Sertoğlu.

MATBAH-I ÂMİRE Saray mutfağına verilen isim. Bu mutfakta her gün bütün saray erkânının, yani Bîrun, Enderun, Harem mensuplarının, Divan-ı hümayun erkânının, Divan günlerinde hazır bulunan Kapıkulu askerinin, din ve millet farkı gözetilmeden divana başvuran davacı ve şahitlerin yiyecekleri pişerdi ki bunların yekûnu dört beş bin kişiyi bulurdu. Bu yüzden neşkilâtı gayet genişti. Saray mutfakları, Orta kapıdan girince, ikinci yerin sağ tarafında bulunurdu. Matbah-ı âmirenin umumi levazım müdürüne matbah-ı âmire emini, onun muavinine matbah kâhyası denirdi. Bundan başka bir büyük masraf kâtibi, bir küçük masraf kâtibi, bir kilerci ile maiyeti, müteaddit usta ve kalfalar bulunurdu. Her gün pişecek yemeklere ait levazımı temin etmek matbah emininin, bunların hesabını tutup pişecek şeylerin cinsini tâyin ise kâhyanın vazifesiydi. Masraf kâtipleri ise mubayaa defterlerini tutarlardı. Eski saray, Galatasarayı, ibrahim Paşa sarayı ve Topkapı sarayının ihtiyacı olan zahire, pazarbaşı adlı memur vasıtasiyle tedarik edilirdi. Bunların mesrafı herhangi bir yerin mukata-asından temin edilirdi. Matbah-ı âmire sekiz kısımdan mürekkep olup her kısımda bir aşçıbaşı vardı. Bunlar, nöbet usuliyle ve birer gün fasıla ile çalışırlardı. Hepsinin maiyetinde altmış aşçı ve iki yüz hizmetkâr bulunurdu. Bütün aşçıların en kıdemlisine Başaşçıba.şı denirdi. Başaşçıbaşı, mutfaklarda her işin icabettiği şekilde cereyan etmesine nezaret ederdi. Sarayda padişahların şahsı için pişen yemeklere mahsus ayrı bir mutfak vardı ki Kuşhane denirdi. (Bak. Kuşhane matbahı). Burada on iki aşçı ile şercini adı verilen başpişirici mevcuttu. Bundan başka, masraf lan; matbah-ı âmireye, azl ve tâyinleri enderun kilercibaşısma ait olmak üzere sakalar, has fırıncılar, mumcular, helvacılar, simitçiler, sebzeciler, sütçüler, yoğurtçular, tavukçular, kasaplar, bozacılar, buzcular, karalar, kalaycılar ayrı cemaat halinde bulunurlar ve acemioğlanlarından seçilirlerdi. Hepsine birden matbah-ı âmire esnafı denirdi. Bunlar buradaki hizmetlerine mukabil, zamanı gelince Kapıkulu süvari ocaklarına çıkarlardı. Matbah-ı âmirede böylece bütün çalışanların sayısı bin üç yüze varırdı. Matbah-ı âmirenin yıllık umumi masrafı Kanuni zamanında bir yük yüz bin akçe hesabiyle kırk sekiz yük akçe idi. Bu miktar II. Selim devrinde altmış üç yüke çıkmış, III. Murad devrinde ise dört misli artmıştı. Bu, devlet hazinesinden çıkan miktardı. Bunun haricinde her seno Mısır'dan elli bin altınlık, Rumeli ve Anadolu mukatalarından elli yük akçelik havale gelirdi. Eflâk ve Buğdan voyvodalıkları da saray için yılda yirmi bin koyun gönderirlerdiM.Sertoğlu.

MATLABCI Şeyh'ül-İslâm dairesinde bulunup sırası gelen kadılara memuriyetlerini bildirmekle mükellef kimseM.Sertoğlu.

MATRACI Padişahların ve muhtelif devlet ricalinin maiyetinde bulunup vazifeleri sefer zamanlarında veya merasimlerde onların matralarım taşımak olan kimse. Bunlar, aynı zamanda emirleri tebliğe memur olarak da kullanılırlardı. Padişahların maiyetinde bulunanlara matra-ı şehriyârî denirdi ve bunlar kapıcı sınıfından olurdu. Bundan başka, sad-rıâzamlarla vezirlerin yeniçeri ağasının, sekbanbaşımn matracıları vardıM.Sertoğlu.

MATRACIBAŞI Sadrıâzamların maiyetindeki matracıların âmiri olan kimse. (Bak. Matracı)M.Sertoğlu.

MATRA-I ŞEHRİYARÎ (Bak. Matracı)M.Sertoğlu.

MAVİ ASA Tersane ricalinin, Patrona, Riyale, Liman Reisi gibi ileri gelenlerini merasimlerde kullandıkları mavi renkte asa. (Bak. Tersane ricali)M.Sertoğlu.

MAVİLİ TAKIM Asâkir-i mansureye mensup olan bir kısmı mavi, bir kısmı kırmızı elbise giyerlerdi. Mavi giyenlere Maviij takım denirdi. (Bak. Asâkir-i mansure)M.Sertoğlu.

MAVNA Osmanlı donanmasının çek-diri cinsinden olan gemilerden birisinin adı. (Bak. Çekdiri). Mavnalar umumiyetle Pergende ile Gırab arasında idiler. Yirmi altı çift kürekle hareket edip iki katlı olurlardı. Kadırgadan daha yüksek ve daha geniştiler. Boyları altmış beş zi-ra'di. Her küreğini yedi kişi çekerdi. Bütün mürettebaatiyle birlikte mevcudu altı yüz kadardı. Yirmi dört topu ve otuz topçusu vardı. Mevcudun 364 ü kürekçi, yüz ellisi cenkçi idi. Ayrıca bir reis, dört dümenci, bir odabaşmın emrinde kırk kadar yelken kullanan efrad bulunurdu. Mavnalar, kürekten başka bazan bir ve bazan iki lâtin yelkeni ile mücehhezdilerM.Sertoğlu.

MÂYUBE Harbde, alınsn kadın esirlerin bir cinsi. (Bak. Beççe)M.Sertoğlu.

MECİDİ Sultan Abdülmecid zamanında ihdas olunan bir cins nişan. Abdülaziz zamanında Osmanî nişanı ihdas olununcaya kadar en yüksek nişan bu idi. Murassa, birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü, beşinci rütbeleri vardı. Murassa rütbesini ihraz edenler, aynı zamanda yeşil hamail takarlardıM.Sertoğlu.

MECİDİYE Sultan Abdülmecid zamanında basılan bir cins gümüş para olup bir Osmanlı altının beşte biri kıymetindeydi. Cumhuriyet devrine kadar tedavülde kalmıştır. (Bak. Beşlik)M.Sertoğlu.

MECİDİYE KÖŞKÜ Topkapı sarayında, Üçüncü yerde Hazine ve Kiler koğuşlarının birleştiği kısımda bir kemer altından Dördüncü yere geçiLr. (Bak. Enderun). Dördüncü yere girince sağ aşağıda göze çarpan önemli bir bina vardır ki bu Abdülmecid'in yaptırdığı Mecidiye Köşküdür. Mermer bir set üzerine Marmara'ya ve kısmen Boğaz'a gayet güzel nezareti olan Fransız ampir uslubundaki bu köşkün yerinde evvvelce kâisik Türk mimarisi tarzında Çadır ve diğer bir ufak kasır varmış. Mecidiye köşküne, sonradan yapıldığından Yeni köşk de denmek-tedirdir. imparatorluğun son devirlerinde padişahlar, Hırka-i saadet'i ziyarete ve başka sebeplerden ötürü, terkedilmiş olan Topkapı sarayına geldiklerinde burada istirahat ederlerdi, içinde pek kıymetli ve güzel saatlerle, giriş yerinde ve sağlı sollu yapıldığı devri tasvir eden resimler bulunurM.Sertoğlu.

MECLİS-t VALÂ Meclis-i vâlâyı ah-kâm-ı adliyenin kısa adı. 1837 tarihinde ku-halk ve hükümet arasındaki davalara ba-bakardı. 1861 tarihinde salâhiyetleri gen;ş-letilerek üç daireye ayrılmış ve 1867 yılında ilga olunarak yerine Şûrayı Devlet kurulmuştur. (Bak. Şûrayı Devlet)M.Sertoğlu.

MEDİNE-İ MÜNEVVERE Müslümanların mukaddes şehirlerinden olup asıl adı Yesrib'dir. Hicretten sonra Medi-net-ün-nebî veya Medine-i resûlullah diye anılmıştır. Daha sonraları Medine-i münevvere dendi. Medine sözü bunlardan kısaltma olup lügat mânası büyük şehirdir. Medins, Mekke'nin 340 kilometre kuzeyinde ve Kızıldeniz'deki iskelesi okın Yenbu'ül-bahr'ın 200 kilometre kuzey doğusunda 35 derece 20 dakika kuzey paralel ve 37 derece 3 dakika doğu meridiyen mevkiinde üç tarafı dağlarla çevrili, güneye doğru uzanan dalgalı ve mümbit bir ovamn kenarındadır. Kırk kadar kulesi ve dört kapısı olan 30 metre yüksekliğinde bir surla çevrilidir. Güney ve batı taraflarında bahçeleri, hurmalıkları, sayfiyeleri vardır. Şehrin ortasında Ravza-ı mutahhara denilen Hazreti Muhammed'in (S.S.) türbesi ve mescidi nebevi bulunup buna Harem-i şerif denir. 165x130 adım ebadında, dört tarafı sütunlarla çevrili ve sütunların üstü revaklıdır. Güney tarafının sütunları on, batı tarafının dört, doğu ve kuzey taraflarının üç sıradır. Güneyinde mermerle ve altın yazılarla süslü Bab üs-selâm adlı bir kapısı vardır. Ravza-i mutahhara güney-doğu köşesinde-dir. Peygamberimizden başka Hazreti Ebubekir ve Hazreti Ömer'in kabirlerini havidir. Medine'nin evleri kârgir ve yüksek, çoğu dört beş katlıdır. Buna karşılık sokakları dardır. Şehir bu yüzlen gölgeli ve sıcağa karşı muhafazalıdır. Suları pek bol olup kışın bu büsbütün çoğalır. Muntazam ve şehrin bütün ihtiyacını karşılayacak su yolları Kanunî tarafından yaptırılmıştır. Medine'nin ne zaman ve kimin tarafından kurulduğu belli değildir. Peygamberimiz, kendilerine nübüvvet ve risâlet geldikten sonra on üç sene Mekke'de o-turmuş; nihayet Kureyş'in zulmüne dayanamayıp Medine'ye hicret buyurmuşlardır. Hicreti müteakip islâmiyet süratle yayılmıştır. Hazreti Muhammed (S.S..) in son on bir yılları Medine'de geçmiş ve burada irtihal eylemişlerdir. Mekke'den Medine'ye iltica eden Müslümanlara Muhacirin, Medine'de bulunup onlara maddi ve mânevi güçleriyle yardım edenlere ise Ensar denirdi. Mekke ile birlikte ikisi Haremeyn diye anılan Medine şehri, üç islâm halifesi, yani Ebubekir, Ömer ve Osman zamanlarında Müslüman devletinin merkezi olmuştur. Yavuz Sultan Selim'in Mısır'ı fethi üzerine Mekke ile birlikte Osmanlı idaresine geçmiş ve halife unvanını alan Osmanlı padişahları aynı zamanda Hâdim-ül Haremeyn diye anılır olmuşlar.-dır. Birinci Cihan Harbinden sonra Medine Türk hâkimiyetinden çıkmıştır. (Bak. Mekke-i Mükerreme)M.Sertoğlu.

MEDRE Osmanlılar devrinde Kümelide kullanılan şıra ve şarap gibi sulu şeylere ait bir ölçek olup mikdarı kullanıldı ğı yere göre değişirdi. Bu mikdar tam mânasiyle belli olmamakla beraber on dört, on beş okka arasında idiM.Sertoğlu.



MEDRESE islâm ve Osmanlı memleketlerindeki tahsil müesseselerinin adı. Kelime mânası ders okunan yerdir. Osmanlı medreseleri, Osmanlı devletinin kuruluşiyle birlikte tesis ounmuşlar-dır. Bunlar, camilerin yanında ve ekseriya camilerle birlikte inşa olunurlardı. Talebe, medreselerde yatar kalkar, imaretlerde yer ve camilerde ders okurdu. Sonraları medreselere de dershaneler ilâve edilmiştir. Osmanlılarda medrese sistemi Istanbu'un fethinden sonra kurulan Fatih külliyesi ile kemalini bulmuş ve Kanunî zamanında son şeklini almıştır. (Bak. Fatih medreseleri). Medreselerin verdikleri tahsile göre dereceleri çöyle idi: Iptida-i hâriç, hareket-i hâriç, iptida-i dâhil, hare-ket-i dâhil, musıla-ı sahn ve musıla-ı Sû leymaniye, sahn-ı seman ve sahn-ı Süley-maniye, dar ül-hadîs. İptida-i hâriç ve hareket-i hâriç ilk tedrisata bedel olan medreselerdi, îptida-i dâhil ve hareket-i dâhil ise orta tedrisata karşılıktı. Musıla medreseleri ise, yüksek tahsile hazırlayıcı mahiyetteydiler. Sahn ı seman medresesinde edebiyat, ilahiyat ve hukuk okunurdu. Sahn-ı SGleymaniye ise, tıb, göz hekimliği, riyazi ve tabiî ilimler med-reseseydi. Buna bağlı olan dar ül-hadîs, yüksek hadîs ilmini tedris ederdi: Sahn-ı semana gidecek talebeler evvelâ musıla i sahnda, sahn-ı Süleymaniyeye gidecekler ise musıla-ı Süleymaniyede okuyarak ihtisas yapacakları ilimler için hazırlanırlardı. Sahn talebesine danişmend denirdi. Bunlar, ayrı odalara sahip oldukları gibi, daha aşağı medreseerde müderrislere yardımcı olarak ders de okuturlardı. Öbür talebeye ise suhte-softa denirdi. Fatih, İstanbul'u daha alır almaz, kül üyenin tamamlanmasını bekemeden bir çok kiliseleri ve bu arada Ayasofya'yı ca-miiye çevirmiş, medreseler inşa ettirerek bunlara ilâve etmiş veya mevcut papaz hücrelerinin medrese olarak kullanılmasını emretmişti. Bu araya Eyüp camii ve medresesini de tesis eden odur. Medreseyi bitiren talebs, mülâziın a-diyle bir deftere kaydolunur ve münhal-lere bu sıra ile tâyinler yapılırdı. Bu usulü koyan Kanuni'nin şeynülislâmı meşhur Ebussuud Efandi'dir. Mülâzimler için üç yol vardı, isteyen kaza (kadılık), .isteyen tedris (müderrislik), isteyen idare yolunu seçerdi. K?za yolunu seçenler evvelâ bir nahiye kadılığına, tedris yolunu seçenler ise iptida-i hâriç müderrisliğine tâyin edilirlerdi, idari vazifeyi tercih edenlere ise ağır zeamsl tevcih olunurdu. (Bak. Kadı, Müderris). Tahsilin tamamen meccani (parasız) olduğu ve üstelik talebenin iaşe (yiyecek) ve ibatesi (giyecek) temin edildiği Osmanlı medreseleri, memleketin her tarafında yaygın bir halde bulunur ve sayısız ilim adamı ve münevver yetiştirirdi. Bir çok içtimai müesseseler gibi, medrese de XVII. Yüzyılın ortalarına doğru inhitata yüz tutmuş, teşkilâtı bozulmuş, müderrislikler ve kadılıklar ehil olmıyanlara ve çok zaman rüşvetle tevcih ounmıya başlanmıştır. Bu inhitat, bilhassa XIX. Yüzyılda son haddini bulduğundan meşrutiyetin ilânım mütekip ıslahlarına çalışılmış, lâkin modern yüksek tahsil müesseselerinin ve onlara öğrenci yetiştiren ilk ve orta tedrisatın memlekette iyice yerleşip kökleşmesinden sonra lüzum ve ehemmiyetleri kalmamıştır. Nihayet cumhuriyet devrinde medreseler büsbütün kapatıldı. Lâkin, bazı islâm memleketlerinde bu müesseseler hâlâ muhafaza olunmaktadırM.Sertoğlu.

MEHD-İ ULYA Padişahların annesi olan valide sultanların bir unvanı. (Bak. Valide sultan)M.Sertoğlu.

MEHDİYE Akdeniz'de, Tunus'un doğu kıyılarında şimdiki Sus ile Sfaks liman ve şehirleri arasındaki Manastır (Monastır) in güneyinde, Afrika burnu ile nihayetlenen ve karaya bir berzahla birleşen, boyu 1500 m., eni 500 m. olan küçük bir yarım-ada üzerindeki şehir ve kale. İsmi, Fatımi hanedanının maruz kalacağı tehlikeleri önceden görerek, burayı kurup tahkim eden Şi'î Mehdisi Ubeydul-lah'tan gelmektedir. Yarım-adada, moloz taşından yapılmış kıyıyı takip eden bir sur güneye doğru inerek limanını korumakta idi. İnsan eli ile kayaların oyulması neticesinde, belki daha ilkçağda, meydana getirilmiş olan bu limana gemiler iki yanında gayet kuvvetli iki burcun bulunduğu büyük bir kapının altından geçerek girerdi. Gemilerin inşa ve tamir edildiği tersane biraz daha ötede, yarım-adanın ucuna doğru bir yerdeydi. Berzah tarafına gelince çok geniş, dört köşe ve dairevî burçları ihtiva eden surunun önünde, ikinci bir duvar daha vardı. Dışarıya doğru iki çıkıntı arasında yer alan bu yöndeki kapıdan uzunca bir kemer altına girilirdi. Yarım-adanın en yüksek noktasında Türklerin yaptığı kale bulunurdu. Türkler bu mevkii ilk defa XVI. Yüzyılın ilk yansında Barbaros kardeşlerin gayreti ile ele geçirmişlerdi, ö-nemli korsan yataklarından Mehdiye, meşhur Türk korsanı Turgud Reis'in hâkimiyetine de girmiştir. Şar iken, Tunus seferinden sonra (1535), buranın da ele geçirilmesi münasip görülerek amiral Andrea Dorya ve kumandan Don Juan de Vega, Don Garsyar de Toledo, Malta şövalyeleri üstad-ı azamı Mehdiyenin fethi ile vazifelendirildi. (Haziran 1550). Savaşlar esnasında şehir ve kaleleri o kadar harap olmuştu ki kısa bir müddet sonra Afrika'nın bu tarafında hiç bir dayanak noktası bulamıyan müttefikler Mehdiye'yi barutla atarak büsbütün çekilmişlerdi. Çünkü Osmanlılar 1551 senesinde Trablus-garb'a hâkim olmuşlar ve oradan da kuzeye doğru ilerlemeye başlamışlardı. Turgud Paşa (Reis) mn Trablusgarb beğler-beğiliğin'de Tunus yakınlarına kadar gelinmiş ve Mehdiye ve civarı da, bu eyalete katılmıştı. Mehdiye ve civan devamlı savaşlar yüzünden pek harap hale gelmiş ahalisi başka taraflara dağılmıştı. Bu sebepten bir zaman için mutad vergiler a-lınmayıp ufak bir yıllıkla iktifa edilmiştir. Tunus'un fethi ve kısa bir müddet sonra da beğlerbeğilik haline getirilmesi üzerine Sus, Sfaks, Manastır ve Mehdiye'-nin Trablusgarb'den ayrılarak yeni eyaie-te bağlanması istendi. Bu yüzden iki Afrika eyaleti arasında uzunca süren bir ihtilâf da çıkmıştır. Neticede, Mehdiye'-nin, yine yıllıklı (salyansH) olarak, Kap-tanpaşa eyaletine bağlandığı görülmektedir. Bu vaziyeti, Osmanlı devletinin kudretini kaybedip Garb Ocaklan üzerindeki nüfuzunun azalmasına ve batı Akdenizden çekilmesine kadar devam etti.M.Sertoğlu.

MEHTER (Bak. Çadır metherleri. Serâser kuşaklılar)M.Sertoğlu.

MEHTERAN-I HAYME (Bak. Çadır mehterleri)M.Sertoğlu.

MEHTERAN-I TABL-Ü ALEM (Bak. Mehterhane)M.Sertoğlu.



MEHTERBAŞI (Bak. Mehterhane)M.Sertoğlu.

MEHTERHANE Osmanlı devletinin askerî mızıka takımı. Diğer bir çok şark memleketlerinde görüldüğü gibi davul, zurna, nakkare, boru, zil ve kösten mürekkepti. Hükümdarlara ait mehterhaneyi, Mehteran-ı tabl-ü alem denilen mehterler arasındaki muzıkacılar çalarlardı. Tabl-ü alem mehterleri bayrak ve mehterhane takımları halinde iki sınıftı. Bayrak ve sancakları taşıyan alem mehterleri bir bölük halinde olup mevcutları otuz, kırk kadardı. Bunlara Alemdaran-ı hassa da denirdi. Muzıka takımı ise altı bölüğe ayrılmış olup altmış iki, altmış üç kişi kadardılar. Bunlardan birinci bölük zurnacılar olup biri serzurnaî olmak üzere on altı mevcutlu idi. Nakkareciler denilen çifte nâra çalanlar sekiz, davulcular on altı, zilciler yedi, nefirîler yani boru çalanlar on bir veya on iki, kös denilen hayvan sırtında taşınıp çalınan büyük davulları dövenler dört, beş kişiydiler. Bunların hepsi üstad olup ayrıca maiyetlerinde ihtiyaca göre muavin ve şagirdleri bulunurdu. Tabl-ü alem mehterlerinin umu mi yekûnu ise 200 civarında idi. Hükümdarlara mahsus mehterhane on iki kattı, Yani, her aletten on iki tane çalınırdı. Padişah sefere giderse rmhter takımı iki misline çıkartılırdı. Kösler, yalnız padişah mehterhanelerinde bulunup sadrâzama ve sair vezirlere ait mehterhanelerde kös bulunmazdı. Hükümdar sefere gittiği zaman mehterhane saltanat sancaklarının arkasında bulunurdu. Ananeye göre, İlk Osmanlı beyi olan Osman Gazi.ye beğlik alâmeti olarak Selçuklu hükümdarı tarafından sancakla beraber davul gönderilmişti. Bu yüzden, Osmanlı hükümdarları nevbet vurulurken, yani mehterhane çalarken Selçuklu hükümdarı II. Gıyaseddin Mesud'a hürme-ten ayağa kalkarlardı. Bu usulü, Fatih ilga etmiştir. Mehter takımı, hergün padişahın bulunduğu yerde, yani seferde ise çadırının önünde, değilse Topkapı sarayında De-mirkapıda ikindi zamanı nevbet vururdu. Bundan başka, yatsı namazından sonra üç fasıl mehterhane çalınıp padişaha dua edilir, sabaha karşı divan erkânı ve civar halkım namaza kaldırmak için gene nev-vet vurulurdu. Ayrıca Yedikule'de, Eyttp'-de, Kasımpaşa'da, Galata'da, Tophane'de, Beşiktaş'da, Anadoluhisarı'nda, Üsküdar'da ve Kızkulesi'nde aynı saatlerde mehterhane dövülürdü. Bütün burada vazife gören mehterlerin mevcudu bin kadardı. Devlet merkezinin haricindeki kalelerde de muayyen vakitlerde mehterhane çalınır ve ayrıca sadrıâzamların, deryakap-tanlarının, vezirlerin, beğ'erbsğilerin mehter takımları bulunurdu. Bilhassa sefer zamanlarında askeri coşturmak ve düşmanın maneviyatını bozmak hususunda mehterlerin büyük hizmet ve faydası görülürdü. Padişaha mahsus mehterhaneyi idare eden zata mehterbaşı denirdi. Kendisi İstanbul'da bulunan bütün mehterlerin âmiri ve aynı zamanda musiki üstadı idi. Ayrıca her cins çalgıyı çalanların bir başı vardı ki onlar da çalgılarına göre ser-tabbal (davulcubaşı) sernefirî (borucuba-şı), sernakkarezeıı, serzurnaî, serzinciri (zilcibaşı), serköşî diye anılırlardı. Meh terhanelerde çalınan başlıca fasıllar şunlardı: Ahlâtî, halilevî, kalenderi, peşrev, türkî, sakil, çember, küçük hafif, büyük hafif, nakış, revanı, def usulü, yarım, ahlâtî, perişan, değişme, kısmı sakil, murabba, devri hindi, kara batak, ezgi, sofiyan, semaî, çengi harbî, zammı devir, saf. Mûtad zamanlardan başka, cüluslarda, bayram merasimlerinde bir zafer ha beri geldiği zaman, bir şehzade ve sul tanın doğumu gibi hallerde mehterhanele-lerin nevbet vurması kanunduM.Sertoğlu.

MEKKE-t MÜKERREME Ciddenin yüz kilometre doğusunda 31 derece, 28 dakika, 30 saniye kuzey paralel ve 37 derece, 54 dakika, 45 saniye doğu meridi-yen mevkiinde bulunan İslâm kâbesmı havi Müslümanların birinci mukaddes şehri. Peygamberimiz (S.S.) burada doğmuş oldukları gibi, Arap yarım - adasının en büyük şehri ve bugünkü Suudî Arabistan devletinin kalbidir. Kuzeyden güneye boyu üç kilometre ve eni bir kilometre kadardır. Evleri kagir ve yüksek, ekserisi üç dört katlıdır. Sokakları geniştir. İki yanında Merv ve Safa tepeleri vardır. Etrafı taşlık ve kuraktır. Su, son derece kıttır. Eskiden sadece kuyu ve sarnıçlarla idare olunurken, Abbasoğullarmdan Halife Harunreşid'in zevcesi tarafından üç-günlük yoldan su getirtilmiştir. Bu su, Ayn-i Zübeyde adiyle maruftur. Lâkin o-zaman Arafat mevkiine kadar gelmiş ve-ancak Kanunî'nin kızı Mihrimah Sultan masrafını vererek Mekke'ye kadar ulaştırmıştır. Mekke pek eski bir şehir olup kuruluş, tarihi kat'î olarak belli değildir. İslâmı-yetten evvel de eskidenberi Araplar hac ve ziyaret için burada toplanırlardı. O zamanlar Kabe'de, Arap kavimlerinin taptığı muhtelif putlar dururdu. Islâmiyetten sonra, Kabe putlardan temizlendi. O za-mandanberi Beyt-ullah (Allahın evi) diye anılır ve Müslümanlarca ziyaret edilir. Malî ve bedenî kudreti olan her Müslü-manın ömründe en az bir kere Kâbeyi ziyaret ve tavaf ederek Arafatta vakfeye durması farzdır. Mekke halkı, hiç bir zaman tek bir hükümdara tâbi olmayarak daima rüesa ile idare edilegelmişlerdir. Riyaset Kureys kabilesinde iken Hazreti Muhammed'e (S.S.) peygamberlik gelmiştir. Bundan sonra 13 sena Mekke'de ikamet edip nihayet o zamanlar Yesrib diye anılan Medine gehrine hicret ettiler. (Bak. Medine-i Münevvere). Makke şehri yalnız halife İb-ni Abbas zamanında bir müddet hilâfet merkezi olmuştur. 995 yılına kadar Abbas-oğullarımn elinde kalmış, sonra Fatımîle-re ve Msmlûklere geçmiştir. Yavuz Sul tan Selim'in 1517 yılında Mısır'ı fethederek Memlûk devletine son vermesiyle beraber Osmanlı memsketlerine ilhak olunmuştur. Bu sırada hilâfati de ele geçiren Osmanlı hükümdarlar), Mrkke ve Medine'ye de sahip olduklarından Hadim-ül Haremeyn unvanını almışlardır. B;r;nci Cihan Harbi sonunda Osmanlı devletinin parçalanması üzerine Haremeyn diye anılan bu iki şehir, Türk hâkimiyetinden çıkarak o sırada teşekkül eden beş Arap devletinden Suudi Arabistan'a tâbi olmug-urM.Sertoğlu.

MEKTEB-t FUNUN-U HARBÎYE: (Bak. Mekteb-i Ulum-i Harbiye)M.Sertoğlu.

MEKTEBİ MARİF-İ ADLİYYE: Divan-ı hümayun, Bab-ı âli ve maliye kalemlerine ekseriya o kalemlerde çalışan memurların çocukları doğrudan doğruya alınırken bu usûl terkedilecek bunların devlet memuriyetine intisabetmeleri için 1839 yılında kurulan bir mektepM.Sertoğlu.

MEKTEB-İ ULUM-İ HARBİYE Osmanlı İmparatorluğunda batı usullerine göre, müsbet ilimlerle yeni harb metodla-nna vakıf subay yetiştirilmesi maksadıyla, XIX. Yüzyılın ilk yarısında açılan Harbiye mektebinin (H. O.) isimlerinden biri. İlk Harbiyenin kuruluşu, II. Mahmud zamanında, 1834 de Selimiye kışlasında Sıbyan böiükleri'nin teşkili ile başlanıştır.. Okul aynı sene içinde, o zamana göre İSr tanbul'dan uzak bir semt olan, Maçka'-daki kışlada gerekli tâdiller yapıldıktan sonra, Selimiye'den oraya nakledilmiştir. Tahsil seviyesi zaruri olarak ilkokuldan itibaren başhyan Harbiye teşkilât olarak da tabur sayılıyor ve sekiz kısmı ihtiva ediyordu. Müdavimleri her bakımdan er gibiydi, talebe unvanını 1837 den sunra taşımaya başladılar. Zamanla Harbiye mektebinin, Avrupa-ya talebe göndermek ve yine Avrupadan öğretmen getirtmsk, batı d/llerini okutmak gibi hareketler ve hamlelerle inkişafına gayret edildi. Okul, (1845t yeni bir tekâmül safhasına girerek; hazırlayıcı mahiyette olan kısımları Mekteb-i funun-u idadiye, esas Harbiye kısmı ise Mektcb-i uhım-ı harbiye olmak üzere ikiye ayrıldı. Bu arada tedris noktai nazarından da yeni gelişmeler oldu. Maçka'daki eski bina idadi'ye, Tophane müşirliği hastahanesi olarak Palgaltı'da yapılmakta olan tesisler Harbiye'ye tahsis edildi. Fakat, her iki yerde de tâdiller icap ettiğinden bu mekteplerin her ikisi de eski Dolmabahçe sarayının müştemilâtından olan Çinili odalarda tedrisata devam ettiler. Harbiye, tadilâtı biten Pangaltı binasına taşındıktan sonra (1847), yeni bir programa tâbi oldu ve okul için üç senelik bir tahsil devresi kabul edildi. Kuruluşundan on dört sene sonra da (1848) ilk mezunlarını verdi. Ruslarla olan 1845-1846 Kırım savaşı esnasında Pangaltı binası müttefik ordularına hastahane olarak tahsis edilince okul Taşkışa'ya taşındı. Oradan da Gülhaneye gitti. Müttefikler Pangaltı'dan ayrılacakları sırada bu bina yanmıştı. Padişah Ab-dülâziz, 1863 te yine Pangaltı'da, yeni Harbiyeyi yaptırınca oraya geçildi. Bu arada okulun ismi de Mekteb-i Funnn-n Harbiye oldu. Harbiye de genel olarak. 1884 yılına kadar Fransız sistemi hâkim olmuşken, bu tarihte Fon der Goltz'un pa şa rütbesiyle mektebin başına getirilmesi üzerine, Alman usulü ile yetiştirme devri başlamıştır. Birinci Dünya Harbinde nısk-ttp talimgâh'a tahvil edilinceye kadar bu hal devam etmiş, fakat arada ufak tefek yeni değişmeler olmuşturM.Sertoğlu.

MEKTUM ARAZİ (Bak. Arazi).

MEKTUBCU (Bak. Mektubî)M.Sertoğlu.

MEKTUBÎ Büyük devlet ricalinin hu-rsusi kalem müdürlerine eskiden verilen isimM.Sertoğlu.

MEKTUBİ-1 DEFTERİ KALEMİ: Bab-ı defleri'nin kalemlerinden olup Baş-defterdar olanların her gün mühim işlere ve mîrîye dair havale olunan evraka iktizasına göre yazacakları takrir ve telhisler buradan yazılırdı. Keza, mîrî muka-taalarda beratları da burada tahrir olunurduM.Sertoğlu.


Yüklə 2,51 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   26   27   28   29   30   31   32   33   ...   52




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin