Ağır Kayıplar verdiler



Yüklə 1,75 Mb.
səhifə30/40
tarix30.12.2018
ölçüsü1,75 Mb.
#88434
1   ...   26   27   28   29   30   31   32   33   ...   40

TDEA, IV, 158-159. m

Iffl Mustafa Erkan

BAHRÜ'l-HAKÂİK ve'1-MEÂNÎ ]

Necmeddîn-i Dâye'nin

(ö. 654/1256) başladığı ve Alâüddevle-i Simnânî'nin

(0.737/1336} tamamladığı Arapça İşârî

Kur'an tefsiri.

L J


Tam adı Bahrü'l-haktik ve'1-me'â-nî ü tefsîri'il-Kur'ân ue')s-sebci'l-me-şânî'dlr. 'Aynü'l-hayât ve et-Teavîîâ~ tün-Necmiyye diye de anılmaktadır. Muhtelif yazmalar kataloglarında ve ba­zı kaynaklarda yanlış ve karışık bir şekil­de tanıtılmaktadır. Nitekim Süleymani-ye Kütüphanesinde (Damad İbrahim Pa­şa, nr. 153) kayıtlı bulunan cAynû'l-ha-yât Necmeddfn-i Kübrâ'ya nisbet edi­lirken Brockelmann Bahrül-haka'ik'ı hem Kübrâ'nın hem de Dâye'nin eserle­ri arasında zikretmektedir (GAL SuppL, I, 787, 804}. Ömer Nasuhi Bilmen Küb­râ'nın et-Teavîîâtü'n-Necmiyye adın­da bir tefsiri olduğunu söylemekte (Bü­yü/c Tefsir Tarihi, II, 497), F. Meier ise bu tefsirden söz ederek elli birinci sûrenin (ez-Zâriyât) on yedinci veya on sekizin­ci âyetine kadar Necmeddîn-i Kübrâ'ya, daha sonraki kısımların ise Dâye ve Sim-nânî'ye ait olduğunu belirtmektedir. Bu konuda çalışmaları bulunan M. Nazif Şa-hinoğlu ve Süleyman Ateş'in verdiği bil-

gilerden anlaşıldığına göre bu tefsirin Necmeddîn-i Kübrâ'ya nisbet edilen nüs­haları aslında öğrencisi ve müridi olan Necmeddîn-i Dâye'ye aittir. Dâye dokuz ciltlik bir tefsir yazmış, ömrü vefa et­mediği için ancak Zâriyât sûresinin on sekizinci âyetine kadar gelebilmiş, Alâ­üddevle-i Simnânî ise onun kaldığı yer­den devam ederek tek ciltlik bir zeyille tefsiri tamamlamış ve bu hususu mu­kaddimesinde açıkça belirtmiştir. Ka­taloglarda 'Aynü'î-hayât, Bahrü'1-ha-kâ'ik ve et-Te3vîlâtü'n-Necmiyye ad­larıyla kayıtlı bulunan tefsir budur. Sim-nânrnin zeyli ise Necmü'l-kıran üte^vî-lâti'l-Kur'ân adını taşımaktadır.

Necmeddîn-i Dâye, eserin mukaddi­mesinde, tefsirindeki mâna ve hakikat­lerin bulunmaz birer inci olduğunu, bun­ları Kur'an denizine dalarak kırk yılda çı­kardığını, kendisine gelinceye kadar-kı­sa birkaç tefsir dışında-bütün bu ince mânaları ihtiva eden geniş bir tefsir ya­zılmadığını, çünkü Kur'an'daki bu mâna­ları ve derin hakikatleri herkesin göre­meyeceğini, Kur'ân-ı Kerîm'in hem zahi­rî hem de bâtını mânaları üzerinde dur­duğunu, önceki tefsirlerden pek çok na­killer yaptığı için eserini okuyan bir kim­senin başka bir tefsiri okumaya ihtiyaç duymayacağını söylemektedir. Müellif eserinde şöyle bir metot uygulamıştır: Önce âyetlerin zahirî mânalarını ele alıp gramer bakımından gerekli gördüğü hu-

susları açıklamış, bu alanda otorite sa­yılan şairlerin şiirlerinden örnekler (şâ-hid) getirerek kendi görüşlerini teyit et­miş, daha sonra da bâtını yani tasavvu-fî mânalara geçmiştir. Onun asıl kayna­ğı, Sa'lebî'nin el-Keşf vel-beyân adlı tasavvuf! tefsiridir. Daha sonraları Ab-dürrezzâk el-Kâşânî de Dâye'nin tesirin­de kalmıştır.

Eseri tamamlayan Simnânî ise Kur'ân-ı Kerîm'in zahirî manasıyla hiç meşgul ol­mamıştır. Fatiha sûresini yeniden tef­sir etmiş, yazdığı uzun mukaddimede takip ettiği usul hakkında bilgiler ver­dikten sonra Kur'ân-ı Kerîm'in hem zahirî hem de bâtınî mânalarının re'y* ile tefsir edilemiye'eeğini, bâtınî mâna­ların ancak ilham ile elde edileceğini, nitekim kendisinin de bâtınî mâna ve bilgileri doğrudan Allah'tan aldığını id­dia etmiş, tasavvuf ehli olmayanların bunları anlayamayacağını söylemiştir, Dâye'nin aksine girift bir üslûba sahip olan Simnânî, Kur'an'ın bâtını mânala-rıyla ilgili ıstılahları da açıklamıştır. Bil­hassa vahdet-i vücûd* konusunda İb-nü'1-Arabî ile onun yolunda yürüyen Kâ-şânî'nin tesirinde kaldığı anlaşılmakta­dır.

Bahrü'l-hakâ^ik'in şöhreti ilk önce İran'da yayıldı. Hicrî VIII. (XIV.) asrın Şiî mutasavvıflarından Seyyid Haydar el-Âmülî bu tefsirin "eşine rastlanmayan bir şaheser" olduğunu söyleyerek onu el-Muhîtü'l-aczam adlı tefsirine Örnek aldı. Bahrü'l-hakâ3ik"\ Anadolu'ya ilk getiren Ulu Arif Çelebi (ö. 710/1310), Tebriz'de bulunduğu sıralarda şehrin tanınmış âlimlerinden Kırşehirli Şehâbed-din Makbûlî'nin kendisine hediye ettiği nüshayı Anadolu'ya döndüğünde Kasto-munulu Mevlânâ Alâeddin'e bağışladı; Eflâkî'nin tabiriyle Bahrü'l-hakâ'ik tef­siri "o sultanın bereketiyle bu ülkede şa­yi oldu" (Menâkıbü'l-'ârifîn, II, 933).

Türkiye, İran ve Mısır kütüphanelerin­de pek çok nüshası bulunan bu tefsi­rin İstanbul kütüphanelerinde mevcut yazmaları M. Nazif Şahinoğlu ve Süley­man Ateş tarafından tesbit edilmiştir (bk. bibi.). Kahire Dârü'l-kütübi'l-Mısriy-ye'de (Hidiv, nr. 1301 h.) ve Tahran Mec­lis Kütüphanesi'nde de (nr. 780) nüsha­ları bulunmaktadır. Eser şimdiye kadar neşredilmemekle beraber İsmail Hakkı Bursevî'nin defalarca basılmış olan Rû-hu'1-beyân adındaki tefsirinde ondan uzun bölümler nakledilmektedir.

515


BİBLİYOGRAFYA:

Necmeddîn-i Kübrâ, Risâie-i "Akl ve *Işk (nşr. MÜCtebâ Mînovî), Tahran 1345 hş./1966, naşirin girişi, s. 30-32; Eflâkî. Menâkıbü'l-'âri-fîn, II, 933; Brockelmann, GAL Sıtp'pL, I, 787, 804; M. Nazif Şahinoğlu, Atâ al-Davla al-Sim-nânî: Hayatı, Eserleri, Kelâm Telâkkisi, Tasau-üiifAlanındaki Görüşleri ile Beyan al-ihsan li ahi al-tkân'ı (doktora tezi, 1966), İÜ Şarkiyat Araştırma Merkezi, nr. 6, s. 131-135, 285-289; H. Corbin, En İslam Iranien, Paris 1972, III, 175-176, 276, not 90; Bilmen, Tefsir Tarihi, II, 497-499; Süleyman Ateş, Işârt Tefsir Okulu, Anka­ra 1974, s. 139-160; M. Hüseyin ez-Zehebî, e£-Tefsîr ue'l-müfessirûn, Kahire 1405/1985, II, 376-382; Fritz Meier. "Stambuler Handschrif-ten dreier persischer Mystiker", isi, XXIV (19371, s. 10-15. m

İffl Hamid Algar

BAHRÜ'l-HAZAR {bk. HAZAR DENİZİ).

BAHRln-KELÂM

Ebü'1-Muîn en-Nesefî'nin

(ö. 508/1114) akaide dair risalesi.

Tam adı Bahrü'l-kelâm fî ehîi'l-İslâm olan eser bazı yazmalarda Bahrü'l-efkâr, cAkâ 'idü Ebi'l-Mu Qîn en-Nesefî, bazılarında ise eserin tartış­ma üslûbunda kaleme alınmış olmasın­dan dolayı Mübâhaşâtü Ehli's-sünne ve'l-cemâca ma'a'l-fırakı'd-dâlle ve'l-mübtedi'a {İA, IX, 199) adıyla anılmak­tadır. Kaynakların ittifakla Ebü'i-Muîn en-Nesefî'ye nisbet ettikleri risale "fa-sil'lar şeklinde düzenlenmiş olup elli do­kuz bölümden ibarettir. Bazı yazmalar­da ise bölüm sayısı altmış dörttür. Ri­salenin giriş kısmında marifet, tevhid, iman ve din gibi terimlerin tarifi, beşerî ve ilâhî İlim hakkındaki Sünnî ve Mu'te-zilî görüşler yer alır. İlk bölümlerde mâ-rifetullahın aklîliği, iman ve küfürde ira­denin etkisi ile çeşitli mezheplerin bu konudaki görüşleri, bezm-i elest, tev-fik, hızlan, saadet, şekavet, fetret ehli, zatî, fiilî ve haberî sıfatlar, kıdem, âle­min hudûsu, esmâ-i hüsnâ, Müşebbihe ve Kerrâmiyye'nin tenkidi, Allah'ın me­kândan tenzihi, rü'yetullah, kelâm sıfatı, isim-müsemmâ, rızık gibi konulara yer verilir. Daha sonra istitâat, halku ef'â-li'l-ibâd, imanın şartları ve mahiyeti, ke­bîre, Cebriyye, Havâric, Cehmiyye ve Mür-cie'nin tenkidi, şeytan ve neslinin insan fiilleri üzerindeki tesirleri, kesb, muci­ze, keramet, risâlet ve özellikle Hz. Mu~

516

'hammed'in risâleti, mi'rac, hafaza me­lekleri, nefha, rızâ ve suht (öfke) sıfatla­rı. Mu'tezile'nin ortaya çıkışı ve esasları, şefaat gibi muhtelif konular işlenir. Ri­salenin son bölümlerinde de kabir aza­bı, mîzan, hesap, sırat, havz, cennet, ce­hennem gibi sem'iyyât* bahisleri ter­tipsiz bir şekilde ele alınır. Risale ima­met ve tafdîl, bazı Şiî iddialarının reddi, peygamberlere indirilen suhufa iman, İbâhiyye ve Müneccime'nin bazı görüş­lerinin tenkidi konularıyla sona erer.



Aynı bahislerin çeşitli bölümlerde tek­rarlanmasından dolayı risalenin metot açısından başarılı olduğu söylenemez. Eserde Mâtürîdîler'in anlayışına aykırı olarak iman esaslarının beş asılda top­lanması ve kadere imanın bunlar ara­sında sayılmaması dikkat çekicidir. Bel­li başlı bid'at fırkalarının görüşlerine temas ederek bunları tenkit eden mü­ellifin üslûbu ilk devir Sünnî kelâmçıla-rın üslûbunu andırmaktadır. Eserin çe­şitli kütüphanelerde yazma nüshaları vardır (Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 1500; ayrıca bk. İA, IX, 199). Orta boy elli sekiz sayfa kadar olan kitap Kahi­re (1329) ve Konya'da (1329) basılmıştır. Eseri Manastırlı Lâlî Hasan Efendi 1022'-de (1613) Türkçe'ye çevirmiştir. Ayrıca İslâm İnançları ve Mezhepler Arasın-

daki Görüş Farkları adıyla Cemil Akpı-nar tarafından yapılmış bir tercümesi daha vardır (Konya 1977).

Bahrü'l-kelâm 'in bilinen iki şerhi var­dır: 1. Gayetü'l-meram fî şerhi Bahri'l-kelâm. Hasan b. Ali el-Makdisî tarafın­dan yapılan bu şerh kelâm ilmiyle ilgi­li genel bilgiler ihtiva eden bir girişle başlamaktadır. Eserde yapılan yorum­lar Kur'an ve hadislerden alınan delil­lerle teyit edilir. Ebû Hanîfe, Ebû Man-sûr el-Mâtürîdî ve diğer Hanefî âlimle­rin görüşlerine yapılan atıfların da yer aldığı eser Mâtürîdî ekolüne ait müsta­kil bir kelâm kitabı gibidir. Orta boy 137 varaktan ibaret olan Ğâyetü'l-merâm'm Süleymaniye Kütüphanesinde birkaç yaz­ması bulunmaktadır. (Hasan Hüsnü Pa­şa, nr. 1154; Kasidecizâde, nr. 159, 723, 724). Z. Şerhu Bahri'l-kelâm. Ahmed b. Mahmüd el-Buhârî tarafından kaleme alınmıştır (Zebîdî, II, 3).

BİBLİYOGRAFYA:

Keşfüz-zunûn, I, 225; Zebîdî, İlhâfü's-sâde, li, 3; îzâhu'l-meknûn, II, 141; Brockelmann, GAL, I, 547; SuppL, I, 757; Osmanlı Müellifle­ri, II, 52; Metin Yurdagür, Bibliyografik Bir Ke­lâm Tarihi Denemesi, İstanbul 1989, s. 86; A. J. Wensinck, "Nesefî", İA, IX, 199.

Iffl Yusuf Şevki Yavuz

BAHRÜ'l-KULZÜM

(bk. KIZILDENİZ).

BAHRU1-MAGRIB

{bk. AKDENİZ).

el-BAHRÜ'1-MUHÎT (bk. OKYANUS).

el-BAHRÜ'l-MUHİT

Ebû Hayyân el-Endelüsî'nin

(ö. 745/1344)

nahvî-edebî tefsiri.

L J


Müfessir, 710 (1310) yılının sonlarına doğru elli yedi yaşına henüz girdiği sı­rada yazmaya başladığı eserinin mukad­dimesinde, tefsir ilmi ve bu ilmin kay­nakları hakkında bilgiler verdikten son­ra takip ettiği usulü de açıklamıştır. Bu­na göre önce kelimeler dil kurallarına göre İzah edilmiş, bir kelimenin varsa öteki mânaları da zikredilmiştir. Âyetin nüzul sebebi, nesih meselesi, diğer âyet-

ierle münasebeti ve şâz*larıyla birlikte kıraat vecihleri üzerinde durulmuştur. Bu arada gerek seleften gerekse daha sonraki âlimlerden nakledilen görüşlere de yer verilmiştir. Lüzum görülmedikçe bir kelime veya terkip hakkında daha önce verilen bilgilerin tekrarından sakı­nılmış, bu bilgilerin verildiği yerlere işa­retle yeti nüm iştir. Âyetlerin ihtiva ettiği şer'î hükümler hakkında delillerine in-meksizin dört mezhep imamıyla diğer müctehidlerin görüşlerine Özetle yer ve­rilmiş, daha fazla bilgi için fıkıh kitap­larına bakılması tavsiye edilmiştir. Ba­zı âyetlerin tefsiri sırasında gerektikçe mutasavvıfların sözleri nakledilmişse de Kur'an lafızlanyla ilgisi bulunmayan ta-savvufî te'villere ve bilhassa Bâtınîler'in zorlama ve yakıştırmalarına yer veril­memiştir. Âyetler gerek dil gerekse be­lagat yönünden etraflıca açıklanmış çe­şitli tefsir vecihleri zikredilmiş ve bun­lardan tercih edilenlere işaret edilmiş­tir. Esere, sahih olmayan haberlerle ya­kışıksız hikâyelerin ve İsrâiliyat'tan sa­yılan bilgilerin alınmamasına bilhassa itina gösterilmiştir.

Ebû Hayyân tefsirini yazarken İbnü'n-Nakib diye bilinen Muhammed b. Süley­man el-Makdisî'nin (ö. 698/1299) 100 cüz kadar olduğunu söylediği et-Tahrîr ve't-tahbir li-akvâh e°immeti't-tefsîr adlı eserinden çok faydalanmış, nahiv ve belagat konularında Zemahşerî ile İbn Atiyye el-Endelüsî'den nakillerde bulun­muştur. Kur'an'ın belagatı konusunda Zemahşerî'nin önemli yerini kabul et­mekle birlikte onun Mu'tezilî fikirleri­ne de karşı çıkmıştır. Nitekim Ebû Hay-yân'ın talebelerinden Tâceddin Ahmed b. Abdülkâdir ed-Dürrü'1-lakît mine'î-Bahril-muhît adlı eserinde onun Ze­mahşerî ve İbn Atıyye'ye verdiği cevap­lan ele almaktadır. Yahya eş-Şâvî de Beyne Ebî Iiayyân ve'z-Zemahşeri'sm-de müfessirin Zemahşerî'ye yaptığı iti­razları toplamıştır.

Kur'ân-ı Kerîm'in bilhassa fesahat ve belagatı ile kelimelerin i'rabı üzerinde durduğundan nahvî-edebî tefsirler ara­sında zikredilen el-Bahrü'I-muhit, ge­rek Kur'an ilimleri gerekse Arap dili üze­rinde araştırma yapmak isteyenler için kaynak eserlerden biridir. Geniş bir tef­sir olması sebebiyle bizzat müellifi ta­rafından en-Nehrü'î-mâd mine'î-Bahr adıyla ihtisar edilmiştir, el-Bahrü'I-mu­hit, kenarında ed-Dürrü'î-Iakît ile en-Nehrül-mâd adlı eserler olduğu halde Mısır'da (Matbaatü's-saade) sekiz cilt

halinde basılmıştır (1328-1329). Yine se­kiz cilt halinde Kahire'de yapılmış bir diğer baskısı daha vardır (Bulak 1928). Eser daha sonra Riyad ve Bağdat'ta of­set olarak da neşredilmiştir.

BİBLİYOGRAFYA:

Ebû Hayyân el-Endeiüsî, el-Bahrü'l-muh.% Kahire 1328-29/1910, I, 1-14; Dâvûdî, Taba-kâtü'l-müfessirTn, II, 286 (291); Taşköprizâde, Miftâhu's-sa'âde, II, 85; Keşfü'z-zunûn, I, 226; Serkîs. Mu'cem, I, 308; Bilmen, Büyük Tefsir Tarihi, II, 550-558; M. Abdulhalîm Mahmûd, Menâh.icü'1-müfessirfn, Kahire 1978, s. 125-129, 187-189; Ma'a'l-Mektebe, s. 387-388; M. Hüseyin ez-Zeheb7, et-Tefsîr ue'l-müfessirûn, Kahire 1405/1985, 1, 300-304.

lıllü Suat Yıldırım

cl-BAHRÜ'r-RÂİK

Ebü'l-Berekât en-Nesefî'nin

(ö. 710/1310)

Kenzü'd-deka 3İk adlı

Hanefî fıkhına dair eserine

İbn Nüceym (Ö. 970/1563) tarafından

yapılan şerh (bk. KENZÜ'd-DEKÂİK).

BAHRÜ'1-ÜLÛM

Alâeddin Ali b. Yahya es-Semerkandî'nin

(ö. 860/1456) Kur'an tefsiri.

Hayatı hakkında kaynaklarda yeterli bilgi bulunmayan Türk müfessiri Alâed­din es-Semerkandî Mâverâünnehir'den Orta Anadolu'ya göç etti ve Larende (Ka­raman) kasabasına yerleşti. Vefatına ka­dar burada yaşadı; rivayete göre İSO yaşlarında iken yine burada vefat ettiği için Karamânî nisbesiyle de anıldı. Ha­nefî mezhebine mensup sûfîler arasın­da yer aldığı kaydedilen es-Semerkan­dî, 730'da (1330) vefat eden Hanefî fa-kihi Alâeddin el-Buhârfnin öğrencilerin­den olup aynı zamanda mantık ilminde de söz sahibi idi. Tefsirden başka haşi­ye türünde eserler de yazdı. Haşiye calâ Şerhi'ş-Şemsiyye, Haşiye calâ Şerhi'l-Metâlic ve Haşiye calâ Şerhi'l-Mevâkıî adlı eserleri kaynaklarda zikredilmek­tedir.

Semerkandî'nin Bahrü'I-culûm'u kay­naklarda farklı müelliflere nisbet edil­mektedir. Muhammed Hüseyin ez-Ze-hebî, Ebü'l-Leys es-SemerkandFnin (ö, 373/983) tefsirinden söz ederken bu ese­rin adını Bahrü'l-Zulûm olarak kaydet-

mekte, ancak Tefsîm Ebi'î-Leyş es-Se-merkandî diye tanındığını söylemekte­dir. Abdullah Mahmûd eş-Şehhâte de Zehebî'nin bu görüşünü paylaşmaktadır. Buna karşılık Kâtib Çelebi ve Brockel-mann bu tefsirin Alâeddin Ali b. Yahya es-Semerkandî'nin eseri olduğunu zik­retmektedirler. İsmail Paşa da Alâeddin Ali b. Yahya es-Semerkandî'nin kısa bi­yografisini verirken onun Bahrü'I-culûm adlı dört ciltlik ve Mücâdile sûresine ka­dar telif edilmiş olan tefsirinden söz et­mekte {Hediyyetü'l-Cârifîn, 1, 733), ayrıca Abdurrahman b. İbrahim el-Konevî'nin (ö. 972/1564) aynı adı taşıyan bir tefsi­ri bulunduğunu belirtmektedir {îzâhu'l-meknûn, I, 165]. Öte yandan Ebü'l-Leys es-Semerkandî'nin tefsirinin başta İs­tanbul olmak üzere çeşitli yerlerdeki kü­tüphanelerde bulunan yazma nüshaları da Bahrü'I-'ulûm adını taşımamakta­dır. Ayrıca Türk müfessiri İsmail Hakkı Bursevî'nin, Rûhu'l-beyân adlı tefsirin­de çeşitli müfessirlerden nakillerde bu­lunurken bazan ( oe-4* J1 t~İI^t Jfi), ba-zan da ( ^ j>h J ^^*^*-JUIî) tarzında iki farklı ifade kullandığı, bunlardan, "Se-merkandî Bahrü'I-c ulûm 'da dedi ki..." anlamına gelen ikinci ifade ile yaptığı na­killerin Ebü'l-Leys es-Semerkandfnin tef­sirinde değil Alâeddin es-Semerkandî'­nin tefsirinde yer aldığı görülmektedir.

Dört ciltten ibaret olan Bahrü'l-Cu-iûm'un başında ilmin önemi ve Kur'an mucizesi üzerinde durulmakta ve daha sonra sûrelerin tefsirine geçilmektedir. Eserin birinci cildi Fatiha sûresinden Mâ-ide sûresinin sonlarına, ikinci cildi Mâ-ide sûresinin sonlarından İsra sûresinin baş tarafına, üçüncü cildi İsrâ sûresin­den Lokman sûresine, dördüncü cildi ise Lokman sûresinden Mücâdile sûresinin ilk âyetlerine kadar devam etmektedir.

Genel olarak rivayet metoduyla kale­me alınan bu eserde âyetlerin tefsiri sı­rasında başta Hz. Peygamber'in hadisle­ri olmak üzere Abdullah b. Abbas, Abdul­lah b. Mes'ûd, Enes b. Mâlik, Hz. Ömer, Hz. Ali ve Abdullah b. Ömer gibi sahâbî-lerin rivayetleriyle Dahhâk, Mücâhid, Ha-san-ı Basrî, Ata b. Ebû Rebâh, İkrime, Saîd b. Cübeyr, Şa'bî, Zührf, Süddî, Zeyd b. Eşlem, Rebî' b. Enes, Kâ'b el-Ahbâr, Muhammed b. Kâ'b el-Kurazîve Mukâtil b. Süleyman gibi tabiîn ve tebeü't-tâbi-înden olan müfessirlerin görüşlerine yer verilmekte, ayrıca Zemahşerî, Beyzâvî ve Nizâmeddin en-Nîsâbûri gibi tanın­mış müfessirlerin tefsirlerinden nakiller yapılmaktadır.

517


Sade bir üslûpla kaleme alman bu tef­sirde gerek Hz. Peygamber'den rivayet edilen hadislerde gerekse sahabe ve ta­biînden nakledilen haberlerde sened zik-redilmemiştir. Âyetlerin ve sûrelerin nü­zul sebepleri, sûrelerin faziletleri, nâsih ve mensuh, müteşâbihlerin te'vili gibi Kur'an ilimleriyle ilgili çeşitli konulara temas edilmiş, mütevâtir kıraat farkla­rı üzerinde genişçe durulmuş, bu arada kâinat ahvali ve peygamber kıssaları­na dair ayrıntılı bilgilere ve İsrâiliyat'tan olan haberlere de yer verilmiştir. Eser­de rivayetle beraber dirayet yolu da ih­mal edilmemiş, özellikle kelimelerin tü-retilişleri ve mânaları ile ilgili oldukça doyurucu açıklamalar yapılmış, zaman zaman âyetlerdeki belagat nükteleriyle edebî sanatlar da gösterilmiştir. Kelâm ilmini ilgilendiren konulara da temas eden Alâeddin es-Semerkandî, âyetleri tefsir ederken bazı tasavvuff mütalaa­lar zikretmiş, bu arada Sehl et-Tüsterî ve Nizâmeddin en-Nîsâbûrî gibi tasav-vufî yönü bulunan müfessirlerin görüş­lerine de yer vermiştir.

Brockelmann bu tefsire ait bir yazma nüshanın Tunus Zeytûne Kütüphane-si'nde (nr. 1, 40/1) bulunduğunu haber vermektedir. Tesbit edilebilen diğer yaz­ma nüshaları ise Süleymaniye (Esad Efen­di, nr. 67, 68; Kılıç Ali Paşa, nr. 106-109; Lâleli, nr. 98; Hasan Hüsnü Paşa, nr. 55) ve Samsun Gazi kütüphanelerinde fnr. 901) kayıtlı bulunmaktadır.

BİBLİYOGRAFYA:

Alâeddin es-Semerkandî, Bahrü'l-'ulûm, Sü­leymaniye Ktp., Kılıç A!İ Paşa, nr. 106-109, I-1V; Keşfü'z-zunûn, I, 225; ismail Hakkı Bursevî, Rûhu'l-beyân, İstanbul 1389/1969, IV, 95, 438; V, 292; VIII, 58 vd.; Kamusu l-a'lâm, IV, 3170; îzâhu'l-meknûn, I, 165; Hediyyetü'i-'ârifîn, I, 733; Brockelmann, GAL SuppL, II, 278; Kehhâ-le, Mu'cemü'l-mü'eliiftn, VII, 261; Abdullah Mahmûd eş-Şehhâte. T&nhui-Kur'ân ae'L-Lef-sîr, Kahire 1392/1972, s. 175; Bilmen, Büyük Tefsir Tarihi, II, 595; M. Hüseyin ez-Zehebî, el-Tefsîr ue'1-müfessirO.n, Kahire 1396/1976, I, 224. rpı

m Ishak Yazıcı

el-BAHRÜ'z-ZEHHÂR

Mehdî-Udînillâh Ahmed b. Yahya el-Murtazâ'nın

(ö. 840/1437) Zeydî fıkhına dair eseri.

Tam adı el-Bahrü'z-zehhâr el-câmic ii-mezâhibi culemâ3i'I-emşârolan eser, ashaptan itibaren elliyi aşkın müctehi-din görüşlerini değerlendirmesi yönün-

518


den karşılaştırmalı bir fıkıh kitabı, yer yer akaid, kelâm ve fıkıh usulü ile ilgili bazı meseleleri ele alması bakımından ise ansiklopedik bir çalışma özelliği taşı­maktadır. Ayrıca eserlerinde, başta Ehl-i beyt olmak üzere muhtelif mezheplerin görüşlerine yer veren Emîr es-San'ânî ve Şevkânî gibi tanınmış Yemen âlim­leri için de temel kaynak vazifesi gör­müştür.

Eserin kısa mukaddimesinde ilim öğ­renmenin Önemi üzerinde durulmakta, taklidin çerçevesi çizildikten sonra müc-tehidsiz bir çağın bulunamayacağı belir­tilerek içtihadın gerekliliği vurgulanmak­tadır. Eser "Kitâbü't-Tahâre"den "Kitâ-bü's-Siyer"e kadar toplam elli yedi bö­lümden oluşmaktadır. Genellikle "kitâb" ve "bab" olarak adlandırılan ana başlık­larının sözlük anlamlan verildikten son­ra çeşitli fasıllar açılmaktadır. Ashap bi­rinci, tabiîn ikinci, Ehl-i beyt üçüncü ve diğer fakihler de dördüncü sırada olmak üzere ictihadlarına müracaat ettiği âlim­leri tabakalara ayıran müellif, her me­seleyle ilgili görüşleri açıklarken bu sı­rayı gözetmektedir. Tekrarlardan kaçın­mak maksadıyla da isimleri sık sık ge­çen âlimlerin her biri için birer rumuz kullanmaktadır. Meseleleri imkân nisbe-tinde delilleriyle birlikte izah eden, Zeydî mezhebine ait olsun olmasın delili kuv­vetli olan, zaman ve mekânın değişme­siyle birlikte ortaya çıkan problemlerin çözümünde kolaylık sağlayan görüşleri tercih eden müellifin, mukaddimedeki açıklamasına uygun oiarak yeri geldik­çe ictihadlarda bulunduğu da görülmek­tedir.

Müellifi tarafından Gâyetü'l-efkâr ve nihâyetü'l-enzâr el-muhîta bi-'acâ^i-bi'î-Bahri'z-zehhâr (yazmaları için bk. Brockelmann, II, 239; SuppL, II, 245) adıy­la şerhedilen eser üzerine, Hüseyin b. Yahya Haneş eş-Şehârî'nin el-Kame-rü'n-nevvâr cale'l-Bahri'z-zehhâr (yaz­maları için bk. Habeşî, s. 249]; Hâşim b. Yahya b. Muhammed eş-Şâmî'nin Neîe-hâtü'l-enzâr haşiye cale'l-Bahri'z-zeh-hâr adlarıyla yazdıkları şerhler yanında Ali b. Ahmed ed-Dâî el-Yemenî ile Emîr es-San'ânî de birer şerh kaleme almış­lardır. Ayrıca Salih b. Mehdî el-Makbilî'-ye ait el-Menâr fi'l-muhtâr mine'1-Bah-ri'z-zehhâr (yazmalar! için bk. Brockei-mann, II, 240; SuppL, II, 246; Habeşî, s. 250) ve Abdullah b. Hasan b. Yahya el-Kâsımî ed-Dahyânî'ye ait Nücûmü'1-en-zâr eî-müntezec mine'l-Bahri'z-zehhâr adlı muhtasarları da vardır. Behrân ta-

rafından tahrîc* edilen hadisleri Ki tâbü Cevâhiri'l-ahbâr ve'1-âsâr el-müstahrece rain lücceti'1-Bahri'z-zeh-hâr adlı eserde toplanmıştır. el-Bah-ruz-zehhâr bu eserle ve Abdullah b. Abdülkerîm el-Curâfî'nin ta'likat*ı ile birlikte Kahire'de beş cilt halinde neş­redilmiş (1366-1368/ 1947-1949), daha sonra San'a'da da ofset baskısı yapıl­mıştır (1409/1988].

BİBLİYOGRAFYA:

Ahmed b, Yahya Mehdî-Lidînillâh, et-Bahrü'z-zehhâç Sana 1409/1988, I-V; Şevkânî, el-Bed-rü't-taiC, 1, 289; Zebâre, ei-Mülhakü't-tâbic li'l-Bedri't-tûli' (el-BedrÜ't-0ic İçinde), Kahire 1348, II, 91, 156; Brockelmann, GAL, II, 239-240; SuppL, H, 245-246; Ma'a'l-Mektebe, s. 361; Ahmed Mahmûd Subhî, ez-Zeydiyye, Ka­hire 1404/1984, s. 343; Habeşî. Fİkrû'l-İslâ-mT fı'l-Yemen, s. 226, 229, 249, 250, 252, 254, 258, 284, 638; Mahmûd Behçet el-Baytâr, "Ki-tâbü'J-Babri'z-zehhâr el-câmi11 İi-mezâhibi 'ulemâ'il-emşâr"' ~MMİADm., XXXIV/3 (1959),

s. 512-517. [Tl

İSI Cengiz Kallek

BAHRÜLULÛM el-LEKNEVÎ

Ebü'l-Ayyâş Muhammed Abdülalî

b. Nizâmiddîn b. Kutbiddîn

el-Ensârî es-Sihâlevî

(ö. 1225/1810}

Başta usûl-i fıkıh ve mantık olmak üzere

Islâmî ilimlerin çeşitli alanlarındaki

şerh ve hâşiyeleriyle tanınan

Hindistanlı âlim.

J

Herat'tan göç ederek Hindistan'a ge­len ve Leknev yakınlarındaki Sihâlev ci­varına yerleşen bir ulemâ ailesine men­suptur. "Melikü'l-ulemâ" unvanıyla da tanınmaktadır. 1143 (1731) yılında Lek-nev'in Firengî Mahal diye bilinen bölge­sinde doğdu. Nesebi, uzak ceddi Molla Alâeddin yoluyla ünlü mutasavvıf Ab-dullâh-ı Ensârî'ye (ö. 481/1089) kadar uzanır. Hint-İslâm eğitim tarihinin önem­li ilim merkezlerinden biri olan Firengî Mahal'in temeli, Bahrülulûm'un dedesi Molla Kutbüddin ve ailesinin Sultan Ev-rengzîb (1658-1707) tarafından Leknev'-deki metruk bir malikâneye yerleştiril-meleriyle atılmıştır. Ailenin müderris olan fertleri tarafından kısa zamanda ünlü bir ilim ve kültür ocağı haline getirilen bu yer, eski sahibinin Avrupalı olması dolayısıyla Firengî Mahal olarak tanın­mıştır. Bahrülulûm'un babası Molla Ni­zâmeddin de burada "ders-i Nizamî" adı­nı taşıyan yeni müfredat programını ha­zırlayıp uygulayan meşhur bir müder­ristir.



Bahrülulûm ilk öğrenimine Firengî Ma-hal'de başladı. On yedi yaşına kadar ba­basının burada verdiği dersleri takip et­ti. Bu arada Şeyh Muhammed Eşref Kâ-kürî'nin kızıyla evlendi. Kısa bir müddet sonra babası vefat etti. Yarım kalan tah­silini, babasının halefi ve seçkin talebe­si Kemâleddin es-Sihâlevrden ders gö­rerek tamamladı. Öğretim hayatına Mol­la Nizâmeddin'in Firengî Mahal'deki kür­süsünde başladı. Yazdığı bir risalenin Leknev'deki Sünnîler'le Şiîler arasında münakaşaya, hatta muharrem ihtifalle­rinin birinde ciddi olaylara sebep olması üzerine Leknev'den ayrılarak Şahcihân-pûr şehrine gitti. Dinî, siyasî ve içtimaî karışıklıklardan hoşlanmadığı anlaşılan Bahrülulûm bu yüzden birçok defa yer değiştirmek zorunda kaldı. Şahcihânpûr'-daki uzun ikameti sırasında Hafız Rah­met Han'dan saygı ve ilgi gördü. Onun öldürülmesi ve yerine Şücâüddevle'nin geçmesi üzerine Râmpûr'a gitti. Bura­da bulunduğu dört yıllık süre içinde dev­let yönetimi kendisine ve talebelerine geniş maddî ve ilmî imkânlar sağladı. 1775'te babası Seyyid Celâieddîn-i Teb-rîzfnin anısına Burdvan'ın küçük bir ka­sabası olan Bohâr'da bir medrese (Med-rese-i Celâliyye) kuran Münşî Sadreddin'in teklifini kabul ederek bu medresede bir müddet ders verdi. Ancak daha sonra Münşî Sadreddin ile arası bozulunca Vâ-lâcâh Muhammed Ali Han'ın davetini kabul ederek Bohâr'dan ayrıldı ve Mad-ras'a yerleşti. Vâlâcâh'ın himayesinde kendisine tahsis edilen medresede il­mî faaliyetlerine devam etti. Vâlâcâh'-tan gördüğü himaye ve destek, ondan sonra şehri yöneten oğulları tarafından da sürdürüldü. Hayatının sonuna kadar Madras'ta kaldı ve 12 Receb 122S'te (13 Ağustos 1810) burada vefat etti. Mad-ras'taki Vâlâcâhî Camii Mezarlığı'nda bu­lunan kabri Hindistan'daki müslüman-ların büyük ilgi gösterdiği ziyaretgâhlar-dan biridir.


Yüklə 1,75 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   26   27   28   29   30   31   32   33   ...   40




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin