Ahlak Temizliğine Duyulan İhtiyaç Ahlak Temizliğinin Etkileri ve Önemi Şeyh Hüseyin Behrani


Kur’an’da İmamet ve Velayet Ali Rabbani Gülpaygani



Yüklə 1,71 Mb.
səhifə59/68
tarix03.08.2018
ölçüsü1,71 Mb.
#66881
1   ...   55   56   57   58   59   60   61   62   ...   68

Kur’an’da İmamet ve Velayet

Ali Rabbani Gülpaygani



(Ali Rabbani Gülpaygani Kum ilmiye havzasında felsefe ve kelam üstadı olup, İslami kelam kurumunun ilmi heyet üyesidir. Aynı zamanda üniversite üstadı olup, bir çok kitabı bulunan yazarlardan biridir. İslami kelam ve felsefe alanında bir çok kitabı ve makaleleri vardır. Örneğin; Kelam-ı İslami, Kebesat, Nekd ve Nezer, Keyhan-ı Endişe, Havza, Pejuheş-i Hovze adlı dergilerde bir çok ilmi makaleleri yayınlanmıştır. Şerh-i Bidayet’ul Hikme (3 cilt halinde), Deramed-ı be Felsefe-i İslami, Telhis-ı İlahiyyat ve Fireg ve Mezahib-i İslami gibi ilmi kitaplarını da saymak mümkündür. )
Sizin veliniz ancak Allah, O’nun peygamberi ve namaz kılıp rüku halinde zekat veren müminlerdir.”1

Kur’an-ı Kerim, İslami hükümler, inançlar ve öğretilerin en temel kaynağıdır. Nitekim imamet konusu da İslami inanç ve öğretiler alanında önemli meselelerden biri sayılmaktadır. İmamet konusu, özel ve genel olmak üzere iki dalda söz konusu edilmektedir. İslami kelamcılar, özellikle de Şii kelamcılar her iki bölümde de sürekli olarak Kur’an-ı Kerim’i ilk ve en sağlam İslami inançlar ve öğreti kaynakları olarak kabul etmiştir. Peygamber-i Ekrem’den (s.a.a) hemen sonraki imamet makamı, imamet konusuyla ilgili en seçkin tartışmalardan biridir. Eskiden beri farklı kelam ekollerince tartışıla gelmiştir. Bu arada Şii kelamcılar, Kur’an ayetlerini Ali’nin (a.s) imamet nasları olarak tanımış, tefsir ve akait kitaplarında bunu açıklamaya koyulmuşlardır. Tabiatıyla Şii olmayan müfessir ve kelamcılar da bu bağlamda Şii alimlerinin görüşlerini incelemeye koyulmuş ve sonuçta kelam ve tefsir konularının büyük bir bölümü bu konuya özgü kılınmıştır. Bu yazıda yer alan bilgiler, yorumsal bir rapor konumundadır. Şii ve Şii olmayan müfessir ve kelamcıların velayet ayeti1 ve velayet ayetinin Müminlerin Emiri Hz. Ali’nin (a.s) imameti ile ilişkisi hakkındaki görüşünü ele almaktadır.

Şii alimlere göre velayet ayeti Hz. Ali’nin (a.s) Peygamber’den hemen sonraki imametinin en açık delillerinden biridir. Velayet ayetinin Şia’nın bu iddiasına delaleti iki konuya bağlıdır. Birincisi ayette geçen velayet, müminlerin işini idare etmek ve yönetmek anlamındadır. İkinci husus da, “vellezine amenu” ifadesi müminlerin Emiri Hz. Ali’ye (a.s) aittir. Şimdi bu iki konuyu açıklamaya çalışalım.
Veli ve Velayet Kavramları

Veli kavramı, tıpkı mevla kelimesi gibi farklı anlamlarda kullanılmıştır. Örneğin Rab, malik, seyyid, mun’im, mu’tik (özgür kılan), yardımcı, muhib, tabi, komşu, amca oğlu, halif (yemin ederek sözleşenlerden her birisi) akid (sözleşenlerden her birisi), damat, kul, özgür kılınan, nimet verilen ve diğerlerinin işinde tasarrufta bulunan kimse anlamlarını ifade etmektedir. 1

Veli anlamlarından birisi yöneticilik ve diğerlerinin işlerini idare etmektir. Yani veli ve mevla başkası hakkında karar alma ve işlerine müdahalede bulunma hakkında sahiptir. Nitekim Veliy’ul Mer’e kelimesi de bir kadının evlenmesi hususunda söz sahibi olan kimse demektir. Bu esas üzere bir iş hususunda teşebbüste bulunan ve karar alma hakkına sahip olan kimse veli veya mevla olarak adlandırılmaktadır. 2

Aynı şekilde Veliy’ul Yetim kelimesi de bir yetimin işini üstlenen kimse demektir. Veliy’ur- Raiyet kelimesi de bir topluluğun önderliğini üstlenen kimse anlamındadır. Veliy’ud Dem ise katili bağışlama veya kısas etme yetkisine sahip olan kimse demektir.

Eb’ul Abbas Muberred, Allah’ın sıfatları hakkında yazılmış olan el-İbaret adlı kitapta şöyle diyor: “Veli aslında bir işi yapmada öncelik sahibi olan kimse demektir.”3

Yani bir iş veya bir kimse hususunda diğerlerinden daha öncelikli olan kimse demektir. Mevla kelimesi de aynı şeyi ifade etmektedir.

Veli ve mevla kelimesinin kökleri, velayettir. Bu maddenin aslı, yakınlık anlamını ifade etmektedir. Yani iki şey arasında bir tür yakınlık nispeti vardır. Öyle ki aralarında başka bir şey yoktur. İbn-i Faris şöyle diyor: “Veliye” kelimesi yakınlık anlamını ifade etmektedir. Veli ise, yakın anlamındadır.”Mevla” kelimesi de aynı babdandır. Özgür kılan, özgür kılınan, sahip, halif, amca oğlu ve komşu anlamlarında da istifade edilmektedir. Bütün bunların kökü ise yakınlık anlamına gelen veli kavramıdır. 1

Rağib-ı İsfahani şöyle diyor: “Vela” ve “tevali” kelimeleri iki veya daha fazla şeyin aralarında başka şey olmayacak şekilde birbirlerine yakın olmasıdır. Bu anlam mekansal yakınlık içindir. Bazen de nispet açısından din, sadakat, yardım ve itikat anlamında istiare olarak kullanılmaktadır. Vilayet kelimesi yardım ve velayet kelimesi ise işi idare etme anlamına gelmektedir. Her iki kavramın aynı anlamda kullanıldığı da söylenmiştir ve hakikati yöneticilik ve işi idare etmektir. 2

İnsanın kelimeleri kullanmadaki ve ilk etapta hissedilir varlıklar hakkında ifade etmesindeki ilk haletlerine teveccühen söylenebilir ki velayet kelimesi, ilk etapta hissedilir boyutta özel bir yakınlık anlamı için kullanılmıştır. Daha sonra da manevi yakınlık için istiare şeklinde kullanılmıştır. Bu esas üzere bu kavram, manevi işlerde kullanılınca bir tür yakınlık nisbetine delalet etmektedir. Bunun gereği de velinin delalet ettiği şey üzerinde başkalarının sahip olmadığı bir takım haklara sahip olmasıdır. Yani o bir takım tasarruflarda bulunma hakkında sahiptir ki diğerleri sadece onun izniyle tasarruf edebilmektedir. Örneğin ölünün velisi, ölünün mallarında tasarruf hakkına sahiptir. Bu velayeti, veraset hakkından kaynaklanmaktadır. Küçük çocuğun velisi olan kimse de o çocuğun işleri hususunda tasarruf hakkına sahiptir. Yardım velayetine sahip olan bir kimse de yardım sorumluluğu taşıdığı kimsenin işlerinde tasarrufta bulunabilir. Allah kullarının işlerinin velisidir. Allah müminlerin velisidir. Yani onlar üzerinde özel bir velayet hakkına sahiptir. İnsanların din alanını yönlendirmekte, kendi özel başarılarından nasiplendirmektedir. Peygamber de müminlerin velisidir. Yani yasama ve yargı alanında onlar hakkında hüküm verebilir. Hakim olan bir kimse de insanlar üzerinde velayet sahibidir. Yani hükümetinin büyüklüğü oranında hükümet ve işlerinde tasarruf hakkına sahiptir.

Bu esas üzere velayet kavramı bütün bu kullanım alanlarında bir tür yakınlığa delalet etmektedir ve bu yakınlık bir tür tasarruf ve tedbire malik olmaya kaynaklık teşkil etmektedir. 1

Başka bir ifadeyle velayet bir tür engellerin ortadan kalktığı durumda bir şeye oranla yakınlıktır. Bu yakınlık koruma ve yardım açısından olursa veli olan kimse, yardım edicidir. Hiçbir şey, yakınlık ve velayet hakkına sahip olduğu kimseye yardım etmesine engel olamaz. Eğer bu yakınlık muhabbet ve sevgi açısından olursa, bu da bir tür ruhsal cezb ve incizabdır. Veli insanın aşık olduğu ve iradesine tabi kıldığı bir sevgilidir. Eğer bu yakınlık nispet açısından olursa, veli örneğin ondan miras almaktadır. Bu konuda ona hiçbir şey engel olamaz. Bu yakınlık ve velayet, itaat anlamında olursa veli hakkında maslahat gördüğü gibi hüküm veren kimsedir. 1

Bu söylenilenlerden anlaşıldığı kadarıyla velayet, veli veya mevla kelimelerinin farklı örnekler olarak kullanılması iştiraki manevi türündendir; iştiraki lafzi değil. Zira bütün bu örneklerde manevi bir genel anlam mevcuttur, o da velayet sahibi olan kimse ile velayet konusu olan karşı taraf arasındaki özel bir yakınlıktır. Ayrıca açıklığa kavuştuğu gibi velayetin örneklerinden biri de tedbir, yöneticilik ve hakimiyet velayetidir. İmamet de bu anlama geldiği için imamet ve önderlik de velayetin kullanım alanlarından biridir.


Bu Ayetteki Velayetten Maksat

Şimdi velayetin anlamı ve kullanım alanları açıklığa kavuştuğuna göre velayet ayetindeki velayet kavramının hangi anlamda kullanıldığına bakmak gerekir. Başka bir ifadeyle buraya kadar biz veli kavramının anlamına bakmış olduk. Ama burada Allah’ın veli ve velayetten ne kastettiğine bakmak zorundayız. Ehl-i Beyt müfessiri ve kelamcıları ayetteki velayetten maksadın imamet ve önderlik olduğunu söylemişlerdir. Başka bir ifadeyle müminlerin ferdi ve toplumsal hayatında işlerini tedbir etmek ve yönetmektir. Bunun hakikati ise nübüvvetten sonra imamette tecelli etmiştir. Ama Ehl-i Sünnet müfessirleri ve kelamcıları, ayetteki velayetten maksadın yardım ve sevgi olduğunu söylemişlerdir. Onlardan kimisi, sadece yardım anlamına geldiğini, kimisi de hem yardım ve hem de sevgi anlamında olduğunu beyan etmişlerdir. Taberi ve el-Minar tefsirinde velayet, yardım olarak tefsir edilmiştir. Taberi, bu konuda şöyle demektedir: “Ey müminler! Allah ve Allah’ın Resulü ve Allah’ın nitelendirdiği müminler dışında hiç kimse sizin yardımcınız değildir. Allah’ın velayetinden sakındırdığı Yahudi ve Hıristiyanlar, sizin yardımcılarınız değildir. Onlar birbirlerinin yardımcılarıdır. O halde onları veli ve yardımcı edinmeyiniz. 1

el-Minar tefsirinde ise şöyle yer almıştır: “Ayetin akışından da anladığımız kadarıyla bu ayette velayetten maksat yardımdır.”2

Meraği tefsirinde ise velayet, yardım olarak tefsir edilmiştir. 3

Azuddin İci ise ayetteki velayeti yardım anlamına almış ve şöyle demiştir: “ve maksat, sadece Allah’ın yardımcı olmasıdır.”4

Fazl b. Ruzbehan-i Eş’ari de bu anlamı seçmiş ve, “Şüphesiz veliden maksat yardımcıdır.” Demiştir. 5

Bazı Ehl-i Sünnet alimleri ise muhabbet ve yardım anlamlarını birlikte zikretmişlerdir. Onların ifadelerinin zahirinden anlaşıldığı üzere sevgi ve yardım eş anlamlı kelimeler olarak kabul görmüştür. Fahr’ud- Din Razi, İmamiyye’nin ayetteki velayetin tefsirdeki görüşünü naklettikten sonra şöyle demiştir: “Ayetteki veli kavramından maksat, neden yardımcı ve seven anlamında olmasın ki? Biz işlerde tasarrufta bulunma anlamından çok bu anlama (yardımcı ve seven anlamına) geldiği hususunda delil ikame edeceğiz.”1

Bu ifadeden de anlaşıldığı üzere Fahr’ur Razi, yardım ve sevgi anlamını, eşanlamlı kelimeler olarak kabul etmiştir.

Sa’duddin Taftazani de Şia’nın görüşünü naklettikten sonra kritiğini yaparak şöyle demiştir: “Bu görüşe göre veli, din ve dünya işlerinde tasarrufta bulunan kimsedir. Oysa daha doğru olanı yardımcı ve seven anlamına gelmesidir.”2

Bu konu Zemahşeri’nin Keşşaf adlı tefsirinde de göze çarpmaktadır. Zira o söz konusu ayeti daha önce Müminleri kitap ehliye dostluktan sakındıran ayetler ışığında ele almıştır. Onun dediğine göre o ayetler müminleri kitap ehliyle kardeşlik ilişkilerine girmekten, yardımlaşmaktan ve yakın ilişkilere girmekten sakındırmıştır. Zemahşeri daha sonra ayet hakkında şöyle demiştir: “Allah müminler için düşman olması gereken kimselerle dostluğu yasaklamasından sonra dostluk ilişkisi içine girmesi gerekenleri zikretmiştir.”1

Beyzavi ise müminleri Yahudiler ve Hıristiyan’la velayet ilişkisinden sakındıran 51. Ayetin tefsirinde şöyle demiştir: “Yahudi ve Hıristiyanlara güvenmeyin ve onlarla dostlar gibi muaşerette bulunmayın.”2

Daha sonra da kırk dördüncü velayet ayetinin tefsirinde şöyle demiştir: “Allah, kafirlerle velayet ilişkisine girmeyi sakındırdıktan sonra velayete layık olan kimseleri zikretmiştir.”

Şüphesiz müminlerin kitap ehlinden bazısıyla sevgi ve dostluğunu, dini ve imani bir sevgi olarak kabullenmek mümkün değildir. Zira o durumda onlar mümin değildir. Söz konusu sevgi, dünyevi işlerdedir. En açık örneği ise düşmanlarla savaşta birbirlerine yardımcı olmalarıdır. Dolayısıyla, söz konusu cümlelerde ifade edilen sevgi hakikatte yardım anlamındadır.

O halde ayetteki velayetten maksat, iki şey olabilir. Birincisi Şia’nın görüşüdür ki önderlik ve tedbir velayetidir. Diğeri ise Ehl-i Sünnet’in görüşüdür ki dünyevi işlerde yardım ve sevgi anlamındadır. Şimdi de bu iki görüşün delillerini incelemek gerekir.


Şia’nın Görüşünün Delilleri

Şii müfessir ve kelamcılar, kendi görüşleri hakkında bir takım deliller ortaya koymuşlardır. Şimdi bu delilleri incelemeye çalışalım:

1- Ayette geçen “innema” edatı özgünlük ifade etmek içindir. Manası ise ispat ve nefiydir. Yani “innema” edatından sonra zikredilenler hakkında ispat, zikredilmeyenler hakkında ise nefyetmektedir. Örneğin “innema ekeltu reğifen” diye söylenildiği zaman bu cümlenin anlamı iki şeydir. Birinci ispattır ki bir “reğifi” (ekmek parçası) yemiştir. Diğeri ise nefiy olup, başka bir şey yemediğini göstermektedir.”İnnema zeydun alimun” denildiği zaman da Zeyd’in ilim sıfatına sahip olduğu, başka bir kemal sıfatına sahip olmadığı anlamları ifade edilmektedir.

Hatib-i Kazvini, Telhis’ul Miftah adlı eserinde şöyle demiştir: “Özgünlük ve hasr ifade eden edatlardan birisi, “innema” edatıdır. Nitekim mevsufun sıfattaki hasrı hakkında şöyle denilmektedir: “İnnema kaimun zeydun” Zira “innema” kelimesi “ma” ve “illa” (nefiy ve istisna) anlamlarını içermektedir. Nahiv alimlerinin dediğine göre “innema” edatı kendisinden sonrakini ispat etmekte, zikredilmeyeni ise nefyetmektedir. 1

Dolayısıyla “innema” kelimesi özel bir velayete delalet etmektedir. Bu velayet, Allah’a, Peygamber-i Ekrem’e ve ayette mezkur sıfatları olan müminlere özgüdür. Yardım ve sevgi anlamında velayet ise özgün bir velayet değildir. Zira her Müslüman, diğer Müslüman’a yardım etmelidir. Ona karşı bir sevgi ve muhabbet içinde olmalıdır. Bu konu bütün Müslümanların icma ettiği bir konudur.”Mümin erkek ve mümin kadınlar, bazısı bazısının velisidir.”2 Ayeti de buna delalet etmektedir. Ama önderlik ve tedbir velayeti genel bir anlam içermemektedir. İslam ve iman, böyle bir velayetin gereğidir. Veli bu konuda yeterli bir şart değildir. Böyle bir velayet, evvela ve bizzat Allah’a özgüdür, sonra ilahi irade ve izinle diğerleri için sabittir. 1

2- Gerçi veli kavramı çeşitli anlamlarda kullanılmıştır. Örneğin iş sahibi olmak, arkadaş, sevgili ve yardımcı anlamlarına gelmektedir. Ama en yaygın anlamı ilk anlamıdır. Hiçbir karine2 olmadığı takdirde maksat ilk anlamıdır. Özellikle eğer önderlik ve yöneticilik sahibi birine isnat edildiğinde, Veliy’ur- Raiye, es- Sultan, denildiğinde işin maliki ve tedbiri dışında bir anlam ifade etmemektedir. Ayet de bu türdendir. Zira veli kelimesi, ilk önce Allah’a sonra Peygamber-i Ekrem’e isnat edilmiştir. Allah’ın saltanat ve hakimiyeti aklen sabittir. Peygamber’in (s.a.a) hakimiyet ve saltanatı ise Allah’ın resulü olduğu açısından sabittir. Dolayısıyla Allah ve Peygamber hakkındaki velayet, işin maliki ve tedbiri anlamındadır.”el-Lezine Aminu” ifadesi Allah’a veya Peygamber’e atfedildiğinden ve matufun hükmü, matufun aleyhin hükmüyle ortak olduğundan dolayı ayette vasfedilen müminler hakkında da tedbir işinin malikiyeti (imamet) anlamındadır. 1

3- Gerçi “ellezine amenu” ifadesi bütün müminleri kapsamaktadır, ama bu kapsamlılık ve şümul kastedilmemiştir. Aksine maksat bazı müminlerdir. Zira evvela onlar için özel bir sıfat beyan edilmiştir. O da namaz kılmak ve namazda rüku halinde zekat vermektir. İkinci olarak “ellezine amenu” ifadesi "resuluhu" kelimesine atfedilmiştir. Nitekim Allah kelimesi de Resul kelimesine atfedilmiştir. Dolayısıyla ayetin anlamı şudur ki Allah, Allah resulü ve ayette sıfatları zikredilen müminler ayetin muhatapları (yani müminler topluluğu) üzerinde velayet hakkına sahiptir. Yani Allah ve Allah’ın Resulü ve bu özel müminler velidir. Müminler topluluğu velayet hakkına sahiptir.

Bu ikisinin nispeti velayet sahibi ile velayeti kabullenen kimseler arasındaki nisbet gibidir. İki boyutlu velayet olan tefaül babından değildir. Yani bir taraftan muhabbet ve yardım anlamında velayet, geneldir ve iki boyutludur. Ama tedbir ve önderlik anlamında velayet, tek boyutludur. Dolayısıyla ayetin zahiri rehberlik ve tedbir velayetiyle uyum içindedir; yardım ve sevgi velayetiyle değil.

Bu söylenenler Şii müfessirlerin ve kelamcıların bu konuda söylediklerinin özeti konumundadır. Nitekim Seyyid Murtaza şöyle demiştir: “Şüphesiz maksat, bazı müminlerin veli ve mevla oluşunun doğruluğudur.”1

Ebu Salah ise daha açık bir ifadeyle şöyle demiştir: “Ayetin muhatapları bütün müminler değildir. Zira ayet, iki başlığa sahiptir. Birincisi veli, diğeri ise mütevelli (velayeti kabullenen) bu ikisi de bazı müminlere hitap edilmesini gerektirmektedir. Dolayısıyla hitabın bazı müminlere özgün oluşu da velayetin sevgi ve yardım anlamında olmasıyla uyum içinde değildir. Zira yardım ve sevgi geneldir.”2

Allame Tebersi ise, ayette velayetin özgünlüğü başka bir şekilde beyan etmiş ve şöyle demiştir: “Hitap edilen müminler, kendilerine velayet ispat edilen müminlerden gayrisidir. Aksi takdirde iki imkansız şeyin varlığını gerektirir: 1- Muzaf ve muzafun ileyh aynı olur

2- Herkes kendi üzerinde velayet hakkına sahip olur.”3


Ayetin Nüzul Sebebi Hakkındaki Hadisler

Velayet ayetinin nüzul sebebi hakkındaki hadisler üç kısımdır.

A- Ubade b. Samit’in rivayeti: “Beni Kinka Yahudileri Peygamber ile savaştıkları zaman Ubade b. Samit onlardan beri olduğunu ilan ederek şöyle dedi: “Ben Allah’ın, Allah Resulü’nün ve müminlerin velayetini kabullendim. Kâfirlerin velayetinden ve onlarla anlaşmaktan beri olduğumu ilan ediyorum.” Bunun üzerine: “Sizin veliniz ancak Allah, O’nun peygamberi ve namaz kılıp rüku halinde zekat veren müminlerdir.” (Maide suresi, 55. Ayet) ayeti nazil oldu.

Bu hadisten anlaşıldığı üzere velayet ayeti, Ubade b. Sabit’in yaptığını teyit etmiştir. Dolayısıyla kâfirlerin velayeti yerine Allah, Peygamber ve müminlerin velayetini seçmek gerekir. Ayet, ardından ona teselli vermekte ve bu konuda hiçbir kayba uğramadığını söylemektedir. Zira hiç şüphesiz Allah’ın, Peygamber’in ve müminlerin velayetini seçenler zafere ereceklerdir.

B- Abdullah b. Selam ve dostlarının rivayeti: Siyuti Durr’ul Mensur’da İbn-ı Merduye’den, Kelbi yoluyla Ebi Salih’ten, o da İbn-i Abbas’tan şöyle rivayet etmektedir: “Abdullah b. Selam, Müslüman olan kitap ehlinden bir grupla birlikte öğlen vakti Peygamber’in (s.a.a) huzuruna geldi ve şöyle dediler: “Bizim evimiz uzaktır, bu mescit dışında kendisiyle muaşerette bulunacağımız bir kimseyi bulamıyoruz. Kavmimiz biz İslam’ı kabullendikten ve onların dinini terk ettiğimizden sonra bizi düşman kesildi. Bizimle muaşeret etmeyeceklerine dair Allah’a yemin ettiler. Bu iş bizlere ağır ve tatsız geldi.” Onlar Peygamber’in nezdinde böyle şikayette bulunurken, velayet ayeti Peygamber-i Ekrem’e (s.a.a) nazil oldu. Bir taraftan öğlen namazı ilan edildi. Peygamber, mescide doğru dışarı çıktı. Yolda bir fakir gördü. Ona şöyle buyurdu: “Sana herhangi bir kimse bir şey verdi mi?” Fakir şöyle dedi: “Evet” ardından Ali’ye işaret etti.” Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “O ne hal üzereyken sana bir şey verdi?” Fakir şöyle dedi: “O rüku halindeydi” Bu esnada Peygamber (s.a.a) tekbir getirdi ve “Sizin veliniz ancak Allah, O’nun peygamberi ve namaz kılıp rüku halinde zekat veren müminlerdir.” (Maide suresi, 55. Ayet) ayetini kıraat etti.”1 Bu rivayet diğer kaynaklarda da nakledilmiştir. 2 Nitekim Şeyh İbrahim b. Muhammed Himeveyni Feraid’us Simteyn’de3 ve Ebu Naim Isfahanî4 ise Nüzul’ul Kur’an fi Emir’il Mü’minin kitabında bu hadisi nakletmiştir.

C- Ali b. Ebi Talib’in (a.s) rivayeti: Velayet ayeti hakkındaki hadislerin çoğu bu ayetin Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s) namazda rükû halinde yüzüğünü sadaka vermesi ile ilgili olduğunu beyan etmektedir. Taberi birini Utbe b. Hekim’den diğerini ise mücahitten naklettiği iki rivayette bu nüzul sebebini rivayet etmiştir. 5

Siyuti Taberi’den naklettiği mezkur iki hadisin yanı sıra Hatib Harezmi, Taberani, İbn-i Merduye (İbn-i Abbas’tan naklen) Ammar Yaser, Seleme b. Kuheyl, Ali b. Ebi Talib ve Ebu Rafid’den naklettiği diğer beş hadiste de velayet ayetinin Hz. Ali (a.s) hakkında nazil olduğunu rivayet etmiştir. 6 Siyuti Esbab’un Nuzul adlı kitabında ise İbn-ı Abbas Ali b. Ebi Talib Ammar b. Yasir, Seleme b. Kuheyl’den velayet ayetinin nüzul sebebi hakkında altı rivayet nakletmiş ve şöyle demiştir: “Bu nakillerin çeşitli kanıtları vardır ki bu kanıtlar birbirini güçlendirmektedir.”1

Gayet’ul Meram kitabının yazarı ise Ehl-i Sünnetin hadis ve tefsir kitaplarından naklettiği yirmi hadis esasınca velayet ayetinin İmam Ali (a.s) hakkında nazil olduğunu beyan etmiştir. Söz konusu hadisleri naklettiği alimler ise şunlardır: Maruf Tefsirinin yazarı Salebi, el-Menakib kitabının yazarı el-Megazili eş- Şafii, el-Menakib kitabının yazarı Hatib-ı Harezmi, Feraid’us Simteyn kitabının yazarı Şeyh İbrahim Himeveyni, Esbab’un Nuzul kitabının yazarı Vahidi Nişaburi, Nüzul’ul Kur’an fi Emiri’l Müminin Ali b. Ebi Talib (a.s) kitabının yazarı Ebu Naim İsfahani. Bu nüzul sebebini rivayet eden hadislerin kendilerinden nakledildiği sahabeler ise şunlardır: “Ebaye b. Rubi, Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Selam, Ali b. Ebi Talib, Amr b. As, Enes b. Malik, Ammar b. Yasir, Cabir b. Abdullah Ensari, Ebu Rafi…

Allame Emini ise velayet ayetinin Hz. Ali (a. S) hakkında nazil olduğunu bildiren Ehl-i Sünnet alimlerinin isimlerini kendi kitaplarında nakletmiştir. Aynı zamanda bu hadisleri sahabeden nakleden ravileri de zikretmiştir ki şunlardan ibarettir: İbn-i Cerir Taberi, Vahidi Nişaburi, İbn-i Sebbağ Maliki, İbn-i Talha Şafii, Sibt İbn-i Cevzi, Genci-ı Şafii, Harezmi, Himeveyni, Azuddin İci, Muhibuddin Taberi, İbn-i Kesir Şami, Siyuti, İbn-ı Hacer, Şeblenci ve Alusi. 1 Sahabelerden bu hadisleri rivayet edenler ise şunlardır: “İbn-i Abbas, Utbe b. Ebi Hekim, Abdullah b. Selam, Ebu zer, Galib b. Abdullah, Enes b. Malik, Ammar b. Yasir, Seleme b. Kuheyl, Ebu Rafi, Abdullah b. Selam, Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s).
Araştırma

Nüzul sebebini belirten hadisler hakkında iki önemli nükteye dikkat etmek gerekir:

1- Zikredilen hadisler birbiriyle çelişmemektedir. Bu husus ayetin Abdullah b. Selam ve Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s) hakkında nazil olduğunu belirten hadisler hakkında geçerlidir. Zira Abdullah b. Selam hakkındaki hadisler ayetin Ali (a.s) hakkında nazil olduğu hakkında da yer almıştır. Yani ilk önce Abdullah b. Selam’ın Yahudilerin ve dostlarının kendisi ile irtibatını kesmesi hakkında Peygamber ile yapmış olduğu konuşma nakledilmiş daha sonra da bu ayetin nazil olması ve Müminlerin Emiri Hz. Ali’ye uyarlanması zikredilmiştir.

Başka bir ifadeyle nüzul sebebi olan hadislerde iki konu beyan edilmiştir. Birincisi şudur ki Allah, Peygamber ve ayette sıfatları zikredilen müminler Abdullah b. Selam, dostları ve Ubade b. Samit üzerinde velayet hakkında sahiptirler. Dolayısıyla onlar Yahudiler kendileriyle irtibatlarını kesti diye rahatsız olmamalıdırlar. Ayrıca ayette sıfatları zikredilen müminlerden maksat ise Müminlerin Emiri Hz. Ali’dir (a.s). Açıkça bilindiği gibi söz konusu iki husus asla birbiriyle çelişmemektedir. Zira birincisi velayet konusu hakkındadır, diğeri ise velayet sahibi hakkındadır. Birisi mütevelli diğeri ise velidir. Eğer Ubade b. Samit ve Abdullah b. Selam hakkındaki rivayetler olmasaydı bile onlar ayetin muhatapları oldukları açısından Allah’ın, Resulünün ve sıfatları zikredilen müminlerin velayetine ait olurlardı. Ve Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s) hakkında nazil olduğunu belirten hadislerle örtüşmüş olurdu.

2- Ayetin Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s) hakkında nazil olduğunu ve ayette geçen müminlerden kastedilenin Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s) olduğu hakkındaki hadisler oldukça çoktur. Eğer bu konuda Ehl-i Sünnet ve Şia kaynaklarından nakledilen hadisleri göz önüne alacak olursak mütevatir sayılacak ve dolayısıyla da itminan ve yakin ifade edecektir. Eğer Şia ve Ehl-i Sünnet kaynaklarını ayrı ayrı göz önünde bulunduracak olursak bu durumda da tezafür (birbirini destekleyen, güçlendiren) haddine ulaşıp, uydurulmuş olma ihtimali oldukça zayıf olacaktır. Özellikle bu hadisler arasında senet açısından reddedilemez birtakım rivayetler mevcuttur. Bu açıdan söz konusu hadisler muhaddisler, müfessirler kelamcılar ve fakihler tarafından önemsenmiş ve istinat edilmiştir. Öyle ki fakihler iki hususta bu rivayetlere istinat etmişlerdir. Birincisi namazda az bir hareket etmenin batıl olmadığı hususunda diğeri ise müstehap sadaka ve infakın zekât olarak adlandırılması hususunda. 1

Allame Tabatabai nüzul sebebini belirten hadisleri naklettikten sonra şöyle demiştir: “Bu iki ayetin yüzüğün sadaka olarak verilmesi konusunda indiğine dair rivayetler çoktur. Bunların bazılarını Bahranî’nin Gayet'ul Meram adlı eserinden aldık. Bu rivayetler, bu eserin kaynak gösterdiği kitaplarda da vardır. Biz bu rivayetler içinden olayı değişik ibarelerle anlatan rivayetleri nakletmekle yetindik. Bu rivayetlerin nakledilmesinde Ebuzer, İbn-i Abbas, Enes b. Malik, Ammar, Cabir, Seleme b. Kuheyl, Ebu Rafi ve Amr b. As gibi çok sayıda sahabî ve Hz. Ali, İmam Huseyin, İmam Seccad, İmam Bakır, İmam Sadık ve İmam Hadi gibi Ehlibeyt İmamları (hepsine selâm olsun) iştirak etmiştir. Bu rivayetleri Ahmed, Neseî, Taberî, Taberanî, Abd b. Humeyd ve diğerleri gibi tanınmış tefsir imamları ile hadis hafız ve imamları reddetmeden ittifakla nakletmişlerdir. Kelâmcılar tarafından da bu rivayetlerin doğruluğu kabul edilmiştir. Fıkıh bilginleri de bu rivayetleri namazda “amel-ı kesir” ve “nafile sadakalara zekât adı verilip verilemeyeceği” konularında yer vermişlerdir. Zemahşerî ve Ebu Heyyan gibi edebiyatta tanınmış tefsirciler de eserlerinde bu rivayetlere yer verdikleri hâlde ayetler ile rivayetler arasındaki uyumluluğu tartışma konusu yapmamışlardır. Hepsi birer dil uzmanı olan raviler de böyle bir tartışmayı gündeme getirmemişler.” (el-Mizan, 6. Cilt, s. 31–32)

Burada hatırlatmak gerekir ki biz sadece Ehl-i Sünnet hadisçilerinin rivayet ettikleri hadislere işaret ettik. Şia’nın kelam, tefsir ve hadis kitaplarında ise bu konuda Ehl-i Beyt imamlarından da bir çok hadisler nakledilmiştir.
İstidlal’in Beyanı

Bütün bu bilgiler ışığında ayetin Müminlerin Emiri Hz. Ali’nin (a.s) imametine delalet ettiğini açık bir şekilde şöyle ispat etmek mümkündür:

1- Velayetin anlamlarından biri diğerlerinin işlerini yönetmek ve haklarında karar almaktır.

2- Söz konusu anlam İslamî kelamda tartışılan imamet konusuna uyarlanmaktadır.

3- Peygamber’e (s.a.a) atfedilen ve böyle bir velayet makamına sahip olan kimse şüphesiz Müminlerin Emiri Hz. Ali’dir (a.s).
Sonuç:

Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s) müminler üzerinde tedbiri (yönetimsel) velayete yani imamet hakkında sahiptir.



Yüklə 1,71 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   55   56   57   58   59   60   61   62   ...   68




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin