İmamlar ve Akıllıca Davranış
Masum imamlar için Camia-ı Kebire ziyaretinde zikredilen özellikleri arasında, zu’l hica ve uli’n nuha kavramlarıdır. Bu iki kavramın icmali tercümesi şudur: “Selam olsun size ey akıl ve zeka sahipleri! “ Ama şimdi de bu iki kavram arasındaki farka bir göz atalım. İmamları övdüğümüz akıl ve zekadan maksat nedir? Önce bu kavramları ele alalım.
Kavramların Tefsiri
“Zu” kelimesi sahip anlamındadır.”Nuha” kelimesi ise, “nuhye” kelimesinin çoğulu olup akıl anlamındadır. Kök anlamı ise nehiy olup yasak ve engelleme anlamındadır.”Nehahu enhu” cümlesi, “onu ondan engelledi” manasındadır. İnsanın aklı da insanı akılsız işlerden alı koyduğu için nuha olarak adlandırılmıştır.”1 “Şüphesiz onda akıl sahipleri için ayetler vardır.”2
Bu Arapçada akıl için kullanılan terimlerden biridir.
“hica” ise akıl anlamındadır. Ama kök itibariyle bu kavram insanın çöküşüne engel olan bir perde anlamındadır. İnsanı çöküşten kurtardığı için aka da hica denmiştir. 1
Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sonra baktım ki zorluklar karşısında sabretmek akla daha yakındır.”2
Bu iki kavramın farklılığı
Bazılarına göre bu iki kavram, eş anlamlıdır. 3 Lakin fesahat sahibi kimselerin sözünde asıl olan eş anlamlı olmayışıdır. Dolayısıyla her kelimenin kendine has bir manası vardır. Evet, eğer eş anlamlı olduğuna dair bir kanıt olursa o zaman bunun sakıncası yoktur.
Bazılarının dediğine göre ise Zevi’n Nuha kelimesi dünyevi işlerde akıl anlamını ifade etmektedir. Uli’l Hica ise manevi ve uhrevi işlerde akıl anlamındadır. 4
Bazılarının dediğine göre ise birinci ifade mutlak akıl anlamındadır. İkinci ifade ise, zekavet ile birlikte olan akıl demektir. 5 Bazılarının dediğine göre ise, “Nuha” aklın ismidir ve akıl davranış alanında “hica” olarak adlandırılmaktadır. 6
Anlaşıldığı kadarıyla “zevi’n nuha” akıl dışı davranışlardan sakınmayı ön gören akıl anlamındadır. Yani akıl, uygunsuz davranışlardan sakınma alanında “nuhye” olarak adlandırmaktadır.”Ul’il hica” ise aklani davranışlarda olması gerekenler alanında kullanılmaktadır. Yani akıl, akıllı insanın yapması gerektiği davranışlar alanında hica olarak adlandırılmaktadır. Bu farklılığı bir yerde okumuş değildim. Ama lügavi köke istinad edilebilir.
Akıl Hangisidir?
İmamları övdüğümüz akıl nedir? Akıl şu hususlarda kullanılmaktadır:
1- Delilik karşıtı olan akıl. Merhum Allame Meclisi’nin dediğine göre akıl, hayır ve şerri tanıma gücüdür1. Bu anlamda bir akıl, teklifin (mükellef oluşun) genel şartlarındandır. Sevap ve ceza ölçüsüdür. Şüphesiz burada akıldan maksat, bu anlamda bir akıl değildir. Zira bu akla insanların çoğu sahiptir ve bu fazilet masumlara özgü değildir.
2- Akıllıca davranış anlamında akıl. Şüphesiz akıl bu anlamda da kullanılmıştır. Merhum Allame Meclisi’ye göre insanın nefsinde yer alan bir meleke ve hal olup insanı hayır ve menfaatleri seçmeye, kötülük ve zararlı şeylerden sakınmaya davet etmelidir.2 Bu anlam birinci anlamın kemale ermiş mertebesidir. Yani aslında delilik karşıtı olan akıl sermayesinin aslı, bu ikinci anlamdaki akıl mertebesinin en düşüğüdür. Dolayısıyla akıl geliştikte ve yükseldikçe hakikatte akıllıca davranışlara yakın olmaktadır. Allah insanda hayır ve şerri derk esasını karar kılmıştır. “Sonra da ona iyilik ve kötülük kabiliyeti verene andolsun ki…”1
İnsan, fıtratıyla iyi ve kötüyü saklamaktadır. Fıtrat bazen tozlanabilir, dolayısıyla da iyi veya kötüyü tanıyamayabilir veya güzel görmeyebilir. İşte peygamberlerin risaleti de bu fıtri iyilik ve kötülüğü insana tanıtmaktır.
3- Bazen akıl insanın yaşam işlerinde tedbir ve programlaması hakkında kullanılmaktadır. Buna akli maaş denmektedir. Aklın bu manası hakikatte önceki mananın bir şubesidir.
4- İnsani düşünen nefis anlamında akıl. Bu akıl sayesinde insan hayvanlardan ayrılmaktadır. Bu akıl maddeden soyut cevherdir. Bedene ait olduğu için ise nefis olarak adlandırılmaktadır. Soyut olduğu için akıl olarak adlandırılmaktadır ve bir takım mertebelere sahiptir. 2
Anlaşıldığı kadarıyla akıl rivayetlerde daha çok ikinci anlamda yani akıllıca davranış anlamında kullanılmaktadır. 3
Rivayette yer aldığına göre İmam Sadık’a (a.s), “akıl nedir?” Diye sorduklarında İmam şöyle buyurmuştur: “Akıl, kendisiyle Rahman’a ibadet edilen ve kendisiyle cennetler kazanılan şeydir.” Bunun üzerine, “O halde Muaviye’de olan neydi?” Diye sorulunca İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “O kurnazlıktır, o şeytanlıktır ve o akla benzemektedir, ama akıl değildir.”1
Bu rivayetten de istifade edildiği üzere akıllı kimse akıllıca hareket eden kimsedir. Akıllıca hareket ise, insanın ömür sermayesinden en iyi şekilde istifade etmesidir. Bu da sadece Allah’a kulluk ile mümkündür. Cennet de bu yolda elde edilmektedir. Acaba kısa bir ömürle ebedi olan cenneti elde etmek, akıllıca bir davranış değil midir? Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Acaba ağızda kalan bu yemek artığını (bu değersiz dünyayı) ehline bırakacak hür bir insan yok mu? Canlarınızın değeri cennettir; o halde onları ondan düşüğüne satmayın.”2
O halde Muaviye’nin şeytanca ve hileli davranışları akıllıca bir davranış olarak adlandırılamaz.
Başka bir rivayette ise, İmam Sadık (a.s) vesveseye kapılan bir kimseyi, akıllı saymamaktadır. Zira akıllıca davranış, Allah’a itaattir. Allah vesveseye kapılan kimseye şekkine özen göstermemesini emretmektedir. Dolayısıyla şekkine itina göstermek, abdestini ve namazını tekrarlamak, hakikatte şeytana itaattir ve bu da akıllıca bir davranış değildir. Rivayette yer aldığına göre Abdullah b. Senan şöyle diyor: “Ebi Abdillah’a (a.s) abdest ve namaz hususunda şekke kapılan bir kimseyi anlattım ve onun akıllı bir kimse olduğunu söyledim. İmam şöyle buyurdu: “O şeytana itaat ettiği halde nasıl akıl sahibi olabilir ki?” Ben (ravi) şöyle arz ettim: “O nasıl şeytana itaat ediyor?” İmam şöyle buyurdu: “Ona bu şeyin hangi şeyden geldiğini sor. O bunun şeytanın ameli olduğunu söyleyecektir.”1
Bu iki rivayet de aklın rivayetlerde genellikle akıllıca davranış anlamında kullanıldığının kanıtıdır. Rivayetlerde, özellikle Müminlerin Emiri Hz. Ali’nin (a.s) sözlerinde görülen akıl için zikredilen sıfatlar da bu iddianın diğer bir kanıtıdır. Örneğin Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıllı kimse, tecrübelerin kendisine öğüt verdiği kimsedir.”2 Yani akıllı insan, tecrübelerden nasiplenmelidir. Hakeza şöyle buyurmuştur: “Akıllı kimse sözü fiillerini doğrulayan kimsedir.”3
Hakeza: “Akıllı kimse, dilini bağlayan kimsedir.”4
Yani hesap, tedbir ve şeriat üzere konuşmalıdır.
Hakeza: “Akıllı kimse, tanıdığı yerde durur.”5 Yani takındığı tavırları belli bir ilme dayanır.
İmam Sadık (a.s) ise şöyle buyurmuştur: “Akıllı kimse hiç kimseyi aşağılamaz.”6
İmam Kazım (a.s) ise şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz akıllı kimse helalın kendisini şükürden alıkoymadığı ve haramın sabrını tüketmediği kimsedir.”7
Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıllı kimse, batılı terk eden kimsedir.”8
Hakeza Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Akıllı kimse, Allah’ı tanıyan ve ahiret yurdu için çaba gösteren kimsedir.”1
Bunlar bu konudaki rivayetlerden bir bölümüdür. Bütün bu rivayetleri bir arada görmek, şunu ortaya koymaktadır ki Ehl-i Beyt kültüründe akıl, akıllıca davranışın kökenidir.
İmamlar ve Hikmete Dayalı Davranışlar
Masumların kültüründe aklın ne anlama geldiği açıklığa kavuşmuş oldu. Buradan “zevi’n- nuha” ve “uli’l hica” kelimelerinin anlamını bilmek de mümkündür. İmamların akıl ve akıllıca davranış tefsirini hayatın bütün alanlarında, özellikle de Ehl-i Beyt’in siyasi davranışlarında apaçık görmek mümkündür. Sükut, hükümet, kahramanca yumuşaklık, kıyam, dua ve münacaat kalıbında savaş, yaygın bir ilmi havza oluşturmak, ilmi bir seferberlik ilan etmek, Abbasi oğullarının aleyhine gizli bir savaşı güçlendirmek, tarih kitaplarında zikredilen şartlarla veliahtlığı kabul etmek, vekalet meselesini düzenlemek ve benzeri tavırlar, İmamların toplumdaki ikiyüz elli yıllık varlığının hikmete dayalı tutumlarıdır. Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s) İslam’ın esasını korumak için göstermiş olduğu yirmi beş yıllık acı sessizliği, “ehca” olarak adlandırmaktadır. 2 Yani akıllıca ve haklı davranış budur.
Eğer araştırmacı kimse insaf üzere konuyu ele alacak olursa Masum İmam’ın kendi hayatlarında takınmış olduğu tavırlar dışında başka akıllıca bir tavrın olmadığı inancına sahip olabilir. Örnek olarak İmam Rıza’nın veliahtlık ile ilgili tutumunu zikredelim. Me’mun İmam Rıza’yı Horasan’a davet etmekle şu birkaç hedef peşinde koşuyordu:
“1- İlk ve en önemli hedef, Şiilerin devrimci mücadelesini tehlikesiz ve sakin siyasi bir faaliyete dönüştürmek.
2- Emevi ve Abbasi hilafetlerinin gasp olduğunu iddia eden şianın görüşünü hatalı göstermek ve bu hilafetleri meşru saymak.
3- Memun bu işiyle sürekli olarak bir mücadele merkezi olan İmam’ı kontrol altında tutmak istiyordu.
4- Bir halk unsuru ve insanların ümitlerinin merkezi olan İmam’ı hükümet görevlilerinin muhasarası altında tutmak istiyordu. Böylece yavaş yavaş İmam’ın halkçı rengi ortadan silinecek, insanlarla imam arasındaki sevgiler ve duygular, kopmuş olacaktır.
5- İmamın bu davranışıyla Me’mun kendisiyle ilgili bir haysiyet kazanmış olacaktır.
6- Me’mun’a göre İmam bu işiyle hilafet düzenini tevil eden biri haline gelecekti.
Açıkça görüldüğü gibi bu işte bir çok şeytanlık planı mevcuttur. Ama onlar her ne kadar düzen kurmuş olsa da Allah düzen kuranların en hayırlısıdır.
İmam Rıza (a.s) tümüyle ilahi bir tedbirle bütün bu şeytanlıkları etkisiz hale getirdi:
1- İmam (a.s) Medine’den Horasan’a davet edilince Medine atmosferini tümüyle hoşnutsuzlukla doldurdum. Öyle ki İmam’ın etrafında olan herkes Me’mun’un kötü bir niyetle İmam’ı vatanından uzaklaştırdığını düşünüyordu.
2- İmam’a Merv’de veliahtlık teklif edilince İmam bundan şiddetle sakındı. Bunun üzerine Me’mun’un açıkça kendisini ölümle tehdit etmedikçe veliahtlığı kabul etmedi. Bu konu her yere yayıldı. İmam Rıza’nın (a.s) veliahtlığı kabul etmediği duyulmuş oldu. İmam da bu fırsattan istifade ederek veliahtlığı zorla kabul ettiğini herkese buyurdu.
3- İmam Ali b. Musa Rıza (a.s), veliahtlığı hükümet işine karışmama şartıyla kabul etti. Bu şarta göre İmam, savaş, barış, azletme ve işlerin yönetimine müdahalede bulunmayacaktı.
4- İmam Rıza (a.s) veliahtlığı kabul etmekle imamların tarihinde hicri 40 yılında Ehl-i Beyt’in hilafeti sona erdiği günden, hilafet döneminin sonuna kadar eşsiz bir harekete girişti. Böylece İmam geniş bir alanda Şia’nın imamet inancını ortaya koyduğu, kalın takiyye perdesini yırttığı ve Şia’nın mesajını bütün Müslümanlara duyurdu.
5- Me’mun İmam’ın alttan kopuk olmasını istiyordu. Bu kopukluk ise İmam ile halk arasındaki duygusal ve manevi ilişkileri kesmek içindi. İmam ise böylece her fırsatta halk ile ilişki kuruyordu.
6- İmam kendi taraftarlarını sükut ve uzlaşmaya teşvik etmedi. Böylece ömrünün çoğunu dağlarda geçiren Şii savaşçıları İmam Ali b. Musa Rıza’nın (a.s) himayesi ile farklı şehirlere dağıldılar.
Bu tedbir sonucunda evvela İmam’ı tanımayanlar veya İmam’a karşı düşman olanlar, İmam Rıza’ya (a.s) aşık oldular. İkinci olarak Me’mun Şiileri kendisinden hoşnut kılamadığı, onların dilinden ve elinden kurtulamadı. Aksine İmam onlar için bir ümit oldu ve ruh haletlerini güçlendirdi. Üçüncü olarak Me’mun İmam’ı dünya ve makam düşkünü olarak itham edemedi. Aksine zahiri azamet, İmam’ın manevi izzetini daha da çoğalttı.
Özetle Me’mun bu işiyle hiçbir hedefine ulaşamadı, aksine bir çok şeyini kaybetti. Dolayısıyla yenilgiye uğradığını ve her şeyi kaybettiğini anladığı an bu hatasını telafi etme yoluna başvurdu. Sonunda Ehl-i Beyt imamlarıyla yeniden savaşmaya koyuldu ve İmam Rıza’yı (a.s) öldürmeyi planladı. 1 Me’mun’un bu komployu kurduğu ilk andan sonuna kadar sürekli olarak İmam Rıza’nın (a.s) akıllı ve hikmete dayalı davranışlarını görmekteyiz. Masumların (a.s) hayatında bu türlü örnekler oldukça çoktur. O halde selam olsun size ey akıl, dirayet ve tedbir sahipleri!
Dostları ilə paylaş: |