Ahmet Akgündüz Bilinmeyen Osmanlı



Yüklə 3,77 Mb.
səhifə26/83
tarix12.01.2019
ölçüsü3,77 Mb.
#95873
1   ...   22   23   24   25   26   27   28   29   ...   83

Mes» Şule

PLI


I Bazı

1 ne-


miz

i bu «Mi-

BİLİNMEYEN OSMANLI

153


ri Ali I-

dır. Sultân Süleyman, bazı konularda, asrın maslahatlarını da göz önüne alarak, Ebüssuud gibi âlimlerin kanaatiyle, mercûh yani zayıf olan görüşü, râcih yani kuvvetli olan bir görüşe tercih yolunu ihtiyar eylemiştir. Şerlliği tartışılan bu meseleler arasında, asrımızda bir kısım insanlarımızın, meselenin aslını bilmeden "Osmanlı Devleti'nde de faiz vardı" demelerine sebep teşkil eden "mıTâmele-i şer'îyye" mevzuu; mîrî arazinin ve icâreteynli vakıfların sınırsız süreli kira akdiyle işletmeye verilmesi; bazı esaslarının şerîata açıkça aykırı olmayacak şekilde Avrupa esnaf kaidelerinden alınmış olması mümkün olan gedik müessesesi; kalpazanlar, cinsî sapıklar ve benzeri cemiyet hayatını bozan suçları işlemeye devam edenlerin ta'zir bil-katl yetkisine dayanılarak idam edilmesi ve irsâdî vakıflar da denilen tahsisat kabilinden vakıflar bulunmaktadır. Bütün bunlarda, tamamen müftülerin fetvalarına dayanan Sultân Süleyman'ın açıkça şerîata muhalif bir hükmü kanun haline getirttiği söylenemez. Ancak zayıf görüşlerin kabulü; zaruret veya âmme maslahatı gibi esâsları bazan bilmeyerek veya ilim adamlarının vasıtasıyla suiistimal ettiği ve dolayısıyla zımnen şer'î hükümlere aykırı davrandığı da muhtemel ve mümkündür; zira Kanunî ma'sûm değildir.

Şunu da hatırlatalım ki, tatbikattaki gayr-ı meşru1 tasarrufları, Osmanlı Hukukuna mal etmek mümkün olamaz.

Bütün bunları yaparken de, şerîata karşı muhalefet olmaması için titiz davrandığını; manevî mes'ûliyetten kurtulmak gayesiyle, vefatı anında Ebüssuud'dan aldığı fetvaların kendisiyle beraber defnedilmesini vasiyet eylediğini ve en önemlisi de kendi devrindeki kanunları kendisi değil, zamanındaki Ebüssuud gibi İslâm âlimlerinin hazırladığını da burada hatırlatmak istiyoruz.

Şunu da hatırlatalım ki, bu sayıları 200'ü geçen Kanunnâmeler, Osmanlı Hukuk sisteminin tamamı değildir. Belki %10'u bile değildir. Zira Osmanlı Hukuk sisteminin %90'ı, fıkıh kitaplarında ifadesini bulan şervî hükümler yani şerfattır. Kanuni döneminde de durum böyledir.

Üçüncü olarak, Kanuni unvanının verilmesine sebep, kanunların hiç bir fark gözetilmeksizin herkese âdil bir şekilde onun zamanında tatbik edilmesindendir. Nitekim Kanunnâmesinde yer alan şu madde bu konuda iyi bir delil teşkil eder:

"Cinayetler karşılığında vaz' olunan cezalar konusunda kaide sabit oldu ki, sipahi, ra'iyyet, şerif, vazî', denî ve mücrim arasında müşterektir ki, her kim ki bu suçlardan birisi ile mücrim ola, mukabelesinde ta'yin olunan ceza ile cezalandırılır"83.

I

84. Kanuni zamanında ve diğer dönemlerde Osmanlı Devleti'nin resm-i hamr adıyla şaraptan vergi aldığını ve hatta bazan meyhane resminin de alındığını görüyoruz. Acaba içki caiz mi görülmektedir ki, bu çeşit resimler alınmaktadır? Bazı kimselerin Kanuni'ye isnad ettiği içki içtiği iddiası doğru mudur?



Kanuni, içki içmeyen ve bilakis takva ile hayatını devam ettiren bir devlet adamı-

83 Akgündüz, Osmanlı Kanunnâmeleri, c. IV (1-780), c. V (1-774), c. VI (1-812) ve c. VII (1-214 arası); Ayrıca bkz. Osmanlı Kanunnâmeleri, c. I, 238 vd.; c. V, sh. 5 vd.; Bedlüzzaman Said Nursi, Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî, sh. 130. Mesela mîrî arazi için bkz. Damad, Mecma'ul-Enhür, c. I, sh. 672-673; Zenbilli Ali Efendi'nin bir fetvası için bkz. Süleymaniye kütp. İsmihan Sultân, nr. 223, vrk. 16 vd.; Kantemir, c. I, sh.248-249. ¦;¦¦•¦• " — • •= -. ,,,...-

154

BİLİNMEYEN OSMANLI



BİLİNMEYEN OSMANl

dır. Bu konu, İslâm hukukundaki hükümler bilinmeden istismar edilen bir konudur. Meselenin esası da şudur:

A) İslâm Hukukuna göre sarhoşluk veren bütün içkiler haramdır ve Osmanlı Devleti de bu yasağı şiddetle uygulamıştır. Ancak gayr-i müslim vatandaşların belli kayıt ve şartlar altında kullanmalarına müsaade edilmiştir. Bu sebeple, İslâm Hukukunun getirdiği şartlar dahilinde Osmanlı ülkesinde de hamr ve benzeri içkiler satılabilecek ve gayr-i müslimler tarafından kullanılabilecektir. Hatta devletin sınırları içinde, gayr-i müslimlerin eğlenebilecekleri ve içki içebilecekleri meyhaneler de açılabilecektir. Bütün bunların tek şartı, Müslümanlara zarar verir hale gelmemesidir. Mesela ancak nüfusunun kahir ekseriyeti gayr-i müslim olan mahallelerde satılabilmekte ve meyhane açılabilmektedir. Osmanlı Devleti'nde Müslümanların ve gayr-i müslimlerin mahallelerinin ayrı ayrı olmasının bir sırrı da budur.

B) Müslümanlar için caiz olmasa da, gayr-i müslimler için belli şartlarla serbest bırakılan içki ve domuz gibi mallardan (gayr-i müslimlere göre maldır; Müslümanlara göre mal kabul edilmemektedir), İslâm devleti vergi alabilecektir. Özellikle Hanefi hukukçuların içtihadı bu şekildedir. İşte Osmanlı Devleti de özellikle İmam Züfer'in içtihadını esas alarak, gayr-ı müslimlerin ürettikleri şaraplık şireden ve hamr ve benzeri içkilerden şire resmi veya hamr resmi denilen bir vergi almıştır. 1591 yılından itibaren içkiden alınan vergiye zecriye resmi denmiştir. Nitekim Osmanlı Devleti domuzlardan da resm-i hınzır veya canavar adıyla vergi almıştır.

C) İçkiden alınan bu vergiler Hamr Emâneti Mukata'atı denilen bir maliye dairesi tarafından tahsil edilmiştir. Hatta Kanuni Sultân Süleyman, gayr-i müslimlerce açılan meyhanelere Müslümanların da gitmesinden ve de bazı Müslümanların yasak olarak içki kullanmaya başlamasından dolayı, Hamr Emâneti Mukata'asını kaldırmış, Osmanlı sınırlarına sokulan içkilere ve bunların üretimine ciddi yasaklar getirmiştir. Bu arada içki içildiği ve gayr-i meşru fiiller yapıldığı gerekçesiyle bütün meyhaneler ve kahvehaneler kapatılmıştır. Ancak daha sonra bu yasaklar II. Selim zamanında kaldırılmış ve gayr-i müslimlere müsaade edilmiştir. III. Selim zamanında yeniden tanzim olunan zecriye resminin tahsili de yeni esaslara bağlanmıştır.

D) O halde Osmanlı Devleti'nde hamr ve benzeri içkilerden vergi alınması veya bu vergilerin tahsili için maliye daireleri teşkil olunması yahut da gayr-i müslimlere meyhane açmaya ve içki ticâreti yapmaya müsaade edilmesi, Müslümanların ve hele hele içkiyi gayr-i müslimlere bile yasaklayan Kanuni gibi bir devlet adamının içki içmesi manasına gelmez ve böyle bir iddia kesinlikle doğru değildir84.

85. Kanuni döneminde düzenlenen Çingene Sancağı Kanunnâmesinde "gayr-i meşru iş yapan çingene kadınlarından kesim adı altında vergi alındığı" ifade edilmektedir. Bu doğru mudur ve İslama göre nasıl izah olunabilir?

Bilindiği gibi Osmanlı Devleti, XVI. yüzyıldan itibaren, Rumeli'deki çingeneleri, as-

84 Kâsânî, Bedâyi'us-Sanâyl', II, sh. 38; Heyet, El-Fetâva'l-Hindiyye I- VI, Beyrut 1400/1980, c. I, sh. 183; Zeydan Ahkâm'üz-Zimmiyyîn, sh. 187-188; Âli, Künh'ül-Ahbâr, Es'ad Efendi, nr. 2162, vrk. 361/b-363/a; Abdurrahman Vefik Bey, Tekâlif Kavâ'idi, İstanbul 1328, c. I, sh. 34; II, sh. 403-405; Solak-zâde, sh. 584-585.

kerî maksatlarla bir t Hisâr-ı Zağra, Hayraimu, Pınarhisâr, Prevedl, ihtiva eden birCingâr

Çingene Sancağı kıptiyân denirdi, müslimler ise 25'er al idiler. Çingenelerden olunmuştu. Hiçbiri teslim olunurdu. Müslüman çingeneler' Çingenelerden bir kıs»

Kanunî di

zenleme, tahminen ?; yet-i Rumeli" yani"!

Kanunnâmede bu esasa göre tanzim da gayr-ı müslimlenlM

Asıl bizi ilgili ve Filibe ve Sofya'ı ayda yüzer akçe

İslâm Hı şartları ve hüküm zahirde" gayr-ı meşru' gayr-ı meşru futaijj lek haline getirdikle! edilecek ta'zir işleyen ki olarak tesblt

86. Kanuni I tân'ınl ti'nin I

men


"Kader Midesi bura'" '¦ olayın tas., de Musi zade Bayı

85 AkgüraJûtÛi

«SANLI nudur.

BİLİNMEYEN OSMANLI

155

ırbest


»zeri

i dö-


keri maksatlarla bir teşkilâtlandırmaya teşvik etmiştir. Merkezi Kırk Kilise olan ve Eski Hisâr-ı Zağra, Hayrabolu, Malkara, Döğenci Eli, İncügöz, Gümülcine, Yanbolu, Pınarhisâr, Prevedi, Dimetoka, Ferecik, İpsala, Keşan ve Çorlu mıntıkalarını özellikle ihtiva eden bir Cingâne Sancağı ihdas edilmiştir.

Çingene Sancağı Beğine Çingene Beği, Çingene Sancağı Beği veya mîr-i kıptiyân denirdi. Çingenelerin Müslümanları her hâne başına 22 akçe ve gayr-i müslimler ise 25'er akçe harâc-ı muvazzaf verirlerdi. Örfî rüsûmde diğer re'âyâ gibi idiler. Çingenelerden göçebe olanların hangi kazalar içinde göç edebilecekleri tesbit olunmuştu. Hiçbiri cemâ'atini terk edip gidemezdi. Terk ederse yakalanır ve kabilesine teslim olunurdu. Çingene kabilelerine katuna ve reislerine de katuna başı denirdi. Müslüman çingeneler ile gayr-i müslim çingeneler arasında kız alıp verme yasaktı. Çingenelerden bir kısmı müsellem idi ve bazı örfî rüsumdan mu'âflardı.

Kanunî devrinde Cingâne Livasını ve bütün çingeneleri ilgilendiren ilk hukukî düzenleme, tahmînen 937/1531 tarihinde yapılmıştır. "Kanunnâme-i Kıbtıyân-ı Vilâ-yet-i Rumeli" yani "Rumeli Eyâleti Çingeneleri Kanunnâmesi" adını taşımaktadır.

Kanunnâmede çingeneler Müslüman ve kâfir diye ikiye ayrılmış ve bazı hükümler bu esasa göre tanzim olunmuştur. Gayr-ı meşru iş yani oyun eğlence ile meşgul olanlar da gayr-ı müslimlerdir.

Asıl bizi ilgilendiren de bu Kanunnâmenin bir maddesidir: "2. Ve İstanbul ve Edirne ve Filibe ve Sofya'da olan cingânelerin nâ meşru' fPle mübaşeret eden avretlerinden her ayda yüzer akçe kesim deyü resm verirler".

İslâm Hukukunda İslâm Ülkesinde yaşayan gayr-ı müslimler de zina fiilini işleseler, şartları ve unsurları tamam olduğu takdirde, hadd-i zina tatbik edilir. Ancak buradaki hüküm zahirde buna muhalif gibi görünmektedir. Aslında muhalif değildir. Zira buradaki gayr-ı meşru1 fiillerden kasıt, zina dışındaki fal bakma, dans, oyun ve eğlence tarzındaki gayr-ı meşru fiillerdir. Özellikle gayr-i müslim çingenelerin bu gayr-i meşru fiilleri meslek haline getirdikleri herkesin malumudur. Bunların cezası, ülü'l-emr tarafından tesbit edilecek ta'zir ve daha doğrusu ta'zir bil-mal olduğundan, bu tür gayr-ı meşru' fiilleri işleyen kadınlardan her ay belli bir para cezası kesim adı altında yüz akçe alınması ceza olarak tesbit ve ta'yîn olunmuştur85.

86. Kanuni Sultân Süleyman'ın, oğlu Şehzade Mustafa'yı, Hürrem Sul-tân'ın tahrikiyle haksız olarak öldürdüğü ve bunun Osmanlı Devle-ti'nin tarihinde kötü bir dönüm noktası olduğu söylenmektedir. Bu meseleyi özetler misiniz?

"Kader hükmünü icra edince, insanların basar ve basireti bağlanıyor" kaidesi burada da geçerlidir. Meseleyi hemen hükme bağlamak doğru değildir. Ancak bu olayın tasvip edilecek bir yönü de yoktur. Osmanlı tarihçilerinin beyanına göre, Şehzade Mustafa hayatta iken onunla beraber hayatta olan üç şehzade daha vardır: Şehzade Bâyezid, Şehzade Cihangir ve Şehzade Selim. Sadrazam Rüstem Paşa ve

85 Akgündüz, Osmanlı Kanunnâmeleri, c. II, sh. 384 vd; c. VI, sh. 511-514; Sertoğlu, Osmanlı Tarih Lügati, sh. 75; Zeydan, Ahkâmü'z- Zimmiyyîn, sh. 307 vd. , ,-...,. .....-¦..,

156


BİLİNMEYEN OSMANLI

BIUNMF'


Hürrem Sultânın ve hatta bazı tarihçilere göre Kanuni'nin meyli Şehzade Bâyezid'e; Padişah, askerler, âlimler ve meşâyıhın meyli Şehzade Mustafa'ya; harem halkının meyli ise babasıyla Saray'da beraber oturan ve sancağa çıkmayan Şehzade Cihangir'e idi. Şehzade Selim hiç kimsenin aklından bile geçmiyordu. Zira kendi sancağında, çevresine toplanan musahiplerle eğlenceli bir hayat yaşıyordu. Taht işleri gündeme gelince de, "Bakalım Mevlâ neyler?" diye lakayt kalıyordu.

Ancak Kanuni'nin hanımı Hürrem Haseki'nin Şehzade Bâyezid, Şehzade Selim ve Şehzade Cihangir'in annesi olması; Şehzade Mustafa'nın ise Mah-i Devrân Haseki'nin oğlu olması fitneyi ateşlemeye yeterli bir sebepti. Hürrem Haseki'nin ve Kanuni'nin biricik kızı Mihrimah Sultân ile evlenen ve 1544 yılında Sadrazamlık makamına gelen Rüstem Paşa, fitne ateşini körüklemeye başladı. Asıl arzusu Şehzade Bâyezid'in tahta çıkmasıydı. Bunun için Şehzade Mustafa'nın tasfiyesi gerekiyordu. Bu gayeye ulaşmak üzere Damad, Kayınvalide ve kız bir plan hazırladılar. Osmanlı Devleti'ni en çok ürküten politik bir mevzu olan Anadolu'nun Şî'alaşmasını vesile ettiler.

Kanuni Sadrazam Rüstem Paşa'nın komutasında İran Seferine çıkmak üzere bir ordu çıkarmıştı. Bu olaydan sonrasını Solak-zâde'den özetleyelim:

"Şaşılacak iştir ki, askerin dilinde hiç hoş olmayan sözler dolaşıyordu. Bazı gayr-ı makul sözler ile çadırlar dolup gizli ve aşikâr söyleniyordu ki, 'Padişah gayet kocaldı, yaşlılık vücudunu yıprattı. Bu günden sonra sefere çıkamaz. Onun için yerine Rüstem Paşa'yı Anadolu'ya serdar tayin etti. İnsaf o ki. Şehzade Mustafa yerlerine tahta geçmek istiyormuş; ancak Rüstem Paşa engel imiş'. Bu tür dedikodular tevatür derecesine geldi. 'Söz yalan olmaz; yanlış olur' dedikleri gibi, aslında Şehzade Mustafa yaşı kırkı geçmiş, ilim ve kahramanlık itibariyle şehzadeler arasından biricik idi. Ayrıca asker ve halk onu seviyor ve istiyordu. Maalesef bazı ahmaklar iyi niyetle ve bazıları ise kötü niyetle Şehzade Mustafa'ya bu sözleri ulaştırdılar ve onu isyan edecek merhaleye getirmeye çalıştılar".

İşte bu dedikodular üzerine, fesad şebekeleri, Şehzade Mustafa'nın İran Şah'ı Tahmasb ile gizlice ittifak yaptığına ve onun damadı olup babasını devireceğine Kanu-ni'yi ikna ettiler. Her ne kadar Kanuni, kendisine ilk olarak bu mevzu açıldığında, "Hâşâ Mustafa Hânım bu küstahlığa cür'et ede. Bazı müfsidler kendi arzularını mülk ve saltanat ona kaimasun deyü iftira ederler" diye sert cevap vermesine rağmen, sahte mektuplar ve benzeri desiselerle onun isyan edeceğine ve hıyanet ettiğine inandı. Hatta 3. İran Seferi için yaptığı hazırlığa, Şehzade Mustafa'nın Konya Ereğlisi yakınlarında 30.000 kişilik bir orduyla katılmasını, ona isyan için geliyor zannetti. Rüstem Paşa'nın tahrikleri kötü amacına ulaşmış ve maalesef Şeyhülislâm Ebüssuud Efendi'den de devlete isyan ettiğinden dolayı idam fetvası kamufleli bir şekilde alınmıştı. Bu fetva bile usulüne uygun alınmamıştır. Böylece araya giren müfsidlerin tahriki ile, Osmanlı tarihinin en acı ve haksız bir idamı gerçekleştirilmiş ve 960/1553 yılının Şevval ayında Sultân Mustafa babası ile görüşmek üzere geldiği çadırda boğdurulmuştur. Katli, devlete isyan suçundan dolayıdır; ancak deliller yanlış ve şahitler yalancıdır.

Şehzade Mustafa'nın idam edilmesi, her ne kadar kanununa uydurulmuş ve sahte delillerle insanlar kandırılmış dahi olsa, memleket içinde büyük sıkıntılar meydana getirmiştir. Hadiseye üzülen Şehzade Cihangir, aynı yıl üzüntüsünden vefat etmiştir. Asker çok ciddi manada rahatsız olmuş ve ısrarla Sadrazam Rüstem Paşa'nın azli istenmiş ve mecburen azledilmiştir. En acısı da İran Seferinden vazgeçilmiştir; zira askerin ö-nemli bir kısmı karşı tarafa meyletmeye başlamıştır. Halk arasında Şehzade Mustafa destanlaşmış ve adına çok önemli mersiyeler yazılmıştır. Hatta Düzmece Mustafa adıyla ortaya çıkan birisi, binlerce insanı çevresine onun adıyla toplayabilmiştir.

Bu

arasını açmay» rını sokmaya Şehzade Şehzade emriyle Kazvin'e oğlunu babası idam edil fetvada bir isyan s



Şehzade nin künhünö

Şehzadı


87. Piri I

durulurken I için kimisi del

muhasarac. giderere< s;

MeşV


hizmetine gmlj deni/ nndd gına getotajir.lj

"Kon, Ghıii' Uzu:. At 600, II Sent 1, isen, M

SMANLI

• halkının



•>angir'e ¦sa, çevri gelince

I -e m ve seki'nin

tai'nin fs gelen Kf tahta (ulaşmak

:< irkilten

kitre bir

h makul


(«dunu

¦i serdar

i! Şah'ı İîKanu-

i, "Hâşâ


il ona

kSeferi


; î.-an

[''¦>'•-


BİLİNMEYEN OSMANLI

157


Bu sefer de Lala Mustafa Paşa, bazı şahsî menfaatleri yüzünden iki öz kardeşin arasını açmaya başlamış ve Şehzade Bâyezid ile Şehzade Selim'in aralarına buz dağlarını sokmaya çalışmıştır. 1558 yılında Şehzade Bâyezid Kütahya'dan Amasya'ya ve Şehzade Selim ise Manisa'dan Konya'ya sancakbeyi olarak tayin edilmişlerdir. Maalesef Şehzade Bâyezid, bazı tahriklere aldanarak gelen bu fermanı dinlememiştir. Padişah'ın emriyle üzerine gelen orduya Konya'da mağlup düşen Bâyezid, İran'ın başşehri Kazvin'e sığınmış ve âsi hale gelmiştir. Sonunda Şah, bazı dedikoduların da etkisiyle âsi oğlunu babası Kanuni'ye teslim edince, 4 oğlu ile birlikte Şehzade Bâyezid 1562 yılında idam edilmişlerdir. İdam fetvasını veren ise, Şeyhülislâm Ebüssuud Efendi'dir ve bu fetvada bir aykırılık bulunmamaktadır. Yani Şehzade Bâyezid'in katli tamamen devlete isyan suçundan dolayıdır ve bağy suçunun cezasıdır.

Şehzade Bâyezid ile babasının karşılıklı olarak birbirine yazdıkları şu şiir, meselenin künhünü anlatması açısından çok manidardır. Sadece birer dörtlüklerini alıyoruz:

Şehzade Bâyezid (Şâhî): Ey serâser âleme Sultân Süleyman'ım baba

Tende canım canımın içinde canım baba ;

Bâyezid'ine kıyar mısın benim canım baba Bî günahım Hak bilir devletlü Sultânım baba.

Kanuni (Muhibbî):

Ey demâdem mazhar-ı tuğyân-ı isyanım oğul Takmayayım boynuna herkiz tavk-ı fermanım oğul Ben kıyar mıydım sana ey Bâyezid Hânım oğul Bî günahım deme bârî tevbe kıl canım oğul86.

87. Piri Reis Neden Katledildi?

Büyük Türk denizcisi ve coğrafyacısı Piri Reis'i idama götüren sebepler üzerinde durulurken farklı yorumlar yapılmakta, kimisi onun Hürmüz'de muhasarayı kaldırmak için Portekizlilerden rüşvet aldığını, kimisi devleti adına haraç ve hediye aldığını ve kimisi de bu para işinin imkansız olacağını belirterek stratejik sebeplere bağlı olarak muhasaradan vazgeçtiğini belirtiyorlar. Büyük Türk denizcisi üzerindeki spekülasyonları gidererek sağlıklı düşünmek gerekiyor.

Meşhur Osmanlı denizcilerinden olan Piri Reis, II. Bâyezid devrinde (1494) devlet hizmetine giren Kemal Reis'in yeğenidir. Piri Reis amcası Kemal Reis ile birlikte bir çok deniz seferlerinde bulunmuş, en son görev olarak 1547 yılında Kızıldeniz ve Hint sularında faaliyette bulunacak donanmanın amiralliği anlamına gelen Süveyş/Hint kaptanlığına getirilmiştir. Bu tayinin sebebi Aden'in Portekizlilerin eline geçmesi idi.

Piri Reis'in görevde bulunduğu dönem Portekizlilerin Hint sularında cirit attığı bir

86 Solakzâde, 521-533; 545-566; Âli, Künh'ül-Ahbâr, Es'ad Efendi, nr. 2162, vrk. 363/a vd.; Ahmed Refik, "Konya Muharebesinden Sonra Şehzade Sultân Bâyezid'in İran'a Firarı", TOEM, nr.36, sh. 705-727; Busbecq, Ogier Ghiselin De, Türkiyeyi Böyle Gördüm, Haz. Aysel Kurutluoğlu, Tercüman 1001 Temel Eser, İstanbul ts, sh.37-40; Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, "Babasından Sonra Saltanatı Elde Etmek İçin Kardeşi Selim'le Çatışan Şehzade Bâyezid'in Amasya'dan Babası Kanunî Sultân Süleyman'a Göndermiş Olduğu Ariza", Belleten, c. XXIV, sayı 96(1960), sh. 597-600; Yılmaz, Belgelerle Osmanlı Tarihi, c. II, sh. 142-146; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, c. II, sh. 401-408; ÖTEM, Sene 1, sayı 2, 30 Nisan 1334, sh. 19-21; Akman, Kardeş Katli, sh. 84-98; Peçevî, Tarih, sh. 300-305; 341-342; İsen, Mustafa, Acıyı Bal Eylemek, Türk Edebiyatında Mersiye, Ankara 1993, sh. 125-165.

158

BİLİNMEYEN OSMANLI



BİLİNMEYEN OSMAN!'

döneme rastlar. 1543 yılında Süveyş tersanesini işgal ile Türk donanmasını yakmak isteyen Portekizlilerin teşebbüsleri akim kalacaktır. Bu hareket esnasında Portekizliler Aden'i kısa bir süre zabtettilerse de Süveyş kaptanı Piri Reis'in bizzat donanması ile tazyiki neticesinde Aden kale ve limanı 1548'de Portekizlilerden geri alınmıştır.

Piri Reis 1551'de otuz kadar gemiden oluşan Süveyş donanması ile Hint denizine çıkarak Cidde'de üç gün kalır. Sonra Umman sahilini geçerek Arabistan yarımadasının güney doğusundaki Maskat'ı zaptedip Portekizlilerin yetmiş kadırgasıyla savaş ederek galebe çaldıktan sonra Hürmüz adasındaki Hürmüz kalesine kaçan düşmanı orada muhasaraya başladı; ancak bu muhasarayı geri çekti. Çünkü Hint sularında bulunan bütün Portekiz filolarının birleşerek üzerine geldiği haberini almıştı. Peçevi'ye göre kalenin fethi yakın iken Piri Reis Portekizliler ile muhasaranın kaldırılması üzerinde anlaşma yaparak onlardan devlet adına hediye ve haraç almıştır. Hammer, aldığı hediyelere meftun olarak muhasarayı kaldırdığını, Katip Çelebi ise Hürmüz'e Portekiz yardım kuvvetinin gelmekte olduğu söylentisi üzerine Piri Paşa'nın muhasarayı kaldırmak mecburiyetinde olduğunu söyler. Hammer, muhasarayı kaldırdıktan sonra Basra'ya geldiğinde Portekiz donanmasının Acem körfezini kapatmak için kendisine doğru ilerlediğini haber aldığını ve bunun üzerine sadece hazineleri yüklü üç kadırgayı yanına alarak ayrıldığını belirtir. Muhasarayı kaldırmak için rüşvet aldığı yolundaki rivayete gelince düşmanları, mesela Kubad Paşa ve diğerleri tarafından yapılan asılsız bir itham olarak değerlendirilmektedir. Piri Reis bu sıralarda 80 yaşına gelmiş bir ihtiyar ve hayli zengin bir kimse idi. Bu bakımdan onun rüşvet aldığı iddiası söz konusu olamaz. Ama onun, Osmanlı devleti adına haraç aldığı muhtemeldir.

Muhasarayı niçin kaldırdığı sorusuna daha gerçekçi cevap Piri Paşa'nın askeri strateji gereği kaldırdığı söylenebilir. Zira, Piri Reis burada bulunduğu sırada Portekizlilerin Basra körfezini kapamak istediklerini duyunca içerde mahsur kalmak istemeyerek donanma gemilerinin hepsini çağırmağa imkan olmadığından acele olarak kendisine tabi üç kadırga ile düşman gemileri gelmeden önce denize açılmıştır. Gerek asker gerekse diğer gemiler Basra'dan çıkmamışlardı. Bu şekilde yola çıkan Piri Reis bir gemisini de yolda Bahreyn adaları yakınında kaybettikten sonra 960/1553 yılında Süveyş'e ve oradan da Mısır'a geldi. Piri Reis'in Basra'da bulunan donanması amiralsiz kalmış idi.

Bu durum Piri Reis'in muhaliflerinin eline fırsat verdi. Ülkenin menfaatlerini ayaklar altına almak ve Osmanlı donanmasını kaderine bırakıp kaçmakla suçlandı. Halbuki Piri Reis seviyesinde tecrübeli bir kaptanın yeterli sebebler olmadan Osmanlı filosunu başka bir limanda bırakması mümkün değildir. Piri Reis kendisine emanet edilen filonun hesabını padişaha vermek zorunda olduğunun idraki içindeydi. Kuvvetli ihtimale göre Piri Reis kadırgalarını Portekizlilerin elinde bırakmadı. Bu gemiler sefer esnasında topladığı ganimet mallarıyla ağızlarına kadar doluydu ve Portekiz donanmasının ani hücumuna maruz kalıp mağlup olduğu takdirde bu servetin ellerine geçmesini istemiyordu.

Ancak Piri Reis'in muhalifleri seferin başarısızlıkla geçtiği konusunda Padişahı ikna edeceklerdir. Piri Reis'in muhalifi olan Basra valisi Kubad Paşa Mısır valisine bir mektup yazarak kaptanı gammazlayacaktır. Kaptan ile vali arasındaki husûmetin öncesi vardır. Zira Piri Reis Hürmüz kuşatmasını kaldırdıktan sonra buradan Basra'ya geçerek vali Kubad Paşa'dan yardım istediyse de vali Müslümanlara zulmettiği ve mallarını yağmalattığı iddiasıyla Piri Reis'e yardım etmediği gibi mallarını da almak istemiştir. Piri Reis Frenklere yardım ettiklerinden dolayı Hürmüz şehrini yağmalatmış idi.

Mısır valisi Piri I bir ariza İle sadarete I sarasını kaldırması ve ( diyetsizlik ve donanmanı^ lerek 1554 yılında MısırJ

Hatayı kabul ı gibi dünya çapında blr| şu var ki Kubad Paşa'rt rol oynadığını da belirt

88. Mimar Sinan'a

Mimar Sinan vey| 1490 yılında Kayseri'nl göre, İbrahim Paşa'n kısa hayat hikâyesi;

Abdülmennânc Kanuni zamanında) ne katılmıştır. 1538İ edince Padişah'ın I bu vazifede kalan! sayısız eserler meyi sur Mescid; 57 Meı kemeri; 8 Köprü; 35 i az farklarla nakle

Mimar Sinan'ml meni olduğu idi şirme Kanunu ı nında devsin manii döneminde) Bazı Yahudi asıllı | Yahudi olduğunu II Babinger ise, i elinde bir I ailesinden

87 Ahmeû Asrjr, M Künh'ül-Ahtör, vrU sh. 311; Ham», 1 Cihannuma, sh, 11; 8 Yılmaz, Belgelerle 0 (neşr. Fevzi Kun 561-565; Uzun Reis", Belleten,* ten, c. I, sjh 2 134(1970),*.»»"

BİLİNMEYEN OSMANLI

159

Mısır valisi Piri Reis'i orada alıkoyarak veya hapsederek seferin olumsuz neticesini bir ariza ile sadarete bildirdi. Kanuni'nin cevabı Piri Reis'in idamı oldu. Hürmüz muhasarasını kaldırması ve diğer gemiler ile askeri Basra'da bırakarak gelmesi vazifede ciddiyetsizlik ve donanmanın felaketine sebep olduğu şeklinde yorumlandı ve suçlu görülerek 1554 yılında Mısır divanında başı kesildi ve mallan müsadere edildi.



Hatayı kabul etmeyen bir yönetim anlayışına sahip Osmanlı Devleti'nde Piri Reis gibi dünya çapında bir denizci de olsa affedilmiyor, gereken ceza uygulanıyordu. Ancak şu var ki Kubad Paşa'nın Piri Reis'e şahsi düşmanlığının bu kararın verilmesinde önemli rol oynadığını da belirtmek gerekir87.


Yüklə 3,77 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   22   23   24   25   26   27   28   29   ...   83




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin