Ahmet Akgündüz Bilinmeyen Osmanlı



Yüklə 3,77 Mb.
səhifə53/83
tarix12.01.2019
ölçüsü3,77 Mb.
#95873
1   ...   49   50   51   52   53   54   55   56   ...   83

İnsanları hadım etmenin İslâmiyette caiz olmamasının asıl delili ise, Kur'ân'daki şu âyettir ve bütün Osmanlı Şeyhülislâmları hadımlığı yasaklayan fetvalarını bu âyete dayanarak vermişlerdir:

"(Şeytan devamla şöyle der): Onlara emirler vereceğim, ta ki, Allah'ın yarattığını değiştirmeye kalkışacaklar. Kim Allah'ı bırakıp da şeytanı dost edinirse, açık ve büyük bir hüsrana maruz kalır".

Bu âyet-i kerîmeyi değerlendiren İslâm Hukukçuları, hadımlık konusunda şu görüşü açıklamışlardır: İnsanın hadım edilmesi, haramdır; ancak bir menfaat ve maslahat için olursa insanlar dışındaki canlıların mesela atın ve öküzün hadım edilmeleri caiz olur. Hatta İslâm Hukukçuları ve Osmanlı Şeyhülislâmları, hadım fiilini teşvik edeceğinden dolayı, başkaları tarafından hadım edilmiş insanların istihdamının dahi mekruh olduğunu ifade etmişlerdir. Mekruh ile haram arasındaki fark malumdur.

Bu konuda Osmanlı Şeyhülislâmı Dürrî-zâde Es-Seyyid Mehmed Arif Efendi'nin verdiği şu fetva yeterlidir zannederim:

"Habeş ve zenci taifesinden Mısır ve havalisinden celb olunan rical ve sıbyânm bazılarının âlet-i tenasüllerini kat' edüb mecbûb (erkeklik organı kesik) yahud hasy (hayaları hadım eylemek) etmek şer'an caiz olur mu? El-Cevâb: Haramdır.

"Bu sûretde bu makûle rical ve sıbyânm bazılarının ol tarikle katillerine ve bazılarının inkıtâ'-ı nesillerine (ölümlerine veya nesillerinin kesilmesine) bâ'is olan fPI-i muharremi i'tibâr edenlere şer'an ne lâzım gelür? El-Cevâb: Ta'zîr-i şedîd ve habs-i medîd ile zecr olunub ol emr-i münkerin definde hükkâm (hâkimler) müsamaha ve iğmâz-ı ayn ederler ise âsimler olub azle müstahak olurlar."

İslâm hukukunun caiz görmemesine rağmen, başka eller tarafından hadım haline getirilen veya doğuştan hadım olan insanlarda, aynı zamanda bir takım ruhî bozukluklar ortaya çıkmaktadır. Bu sebeple hadım erkekler, huysuz, çocuksu ve sinirli olmanın yanında basit, saf, zararsız, iki yüzlü insanlardır.

Bütün bu şervî hükümlere rağmen, Osmanlı Devlet adamları, Padişahlardan paşalara kadar, kendileri, insanları asla hadım etmemişlerdir. Ancak, hadım olarak Afrika'dan getirilen köleleri, evlerinde ve bu arada Harem'de istihdam etmek üzere satın almışlar ve hizmetçi olarak kullanmışlardır. Bu fiilin haram değil, sadece mekruh olduğunu daha evvel açıklamıştık.

Bu arada Harem'e hadım hizmetçi alırken de İlm-i Sima veya İlm-i kıyafet denilen ve insanların fizikî özelliklerinden onların ruh haletlerini ortaya çıkarmaya yarayan ilimden yararlanıldığını, Saraya alınan hadımların çok eskiden beri bu ilmi bilen insanların elemelerinden geçtiğini, Kâbus-nâme'deki şu tavsiyelerden anlıyoruz:

"Geldik imdi hadım olarak istihdam etmek için alacağın kulun nişanlarına... Gayet kara ve ekşi yüzlü ve yüzü buruş buruş olsun. Gövdesi zayıf, derisi kuru, saçı yufkacık, dişleri seyrek, sesi incecik ve baldırı ince olsun. Dudağı kalın, burnu yassı, parmakları kısacık, boyu büğrü ve boynu ince olsun. Bu dediğim gibi

BİLİNMEYEN OSMANLI

333

olunca sarayda hadım olmaya yarar. Amma sarayda ak hadım olması gerekmez. Hele ki benzi kızıl olursa. Sonra gayet sakın sarışın hadımdan, çok çekin bu cinsten. Hele saçı yoluk, gözü sulanır, çapaklı ve ya'şârır olursa. Derler ki, kendi sever avreti ya da başkasına sevdirmek için pezevenklik eder. Hâsılı bunun gibiden hayır gelmezmiş."



Hayaları veya erkeklik uzuvları kesilen hadımların, tamamında olmasa bile bir kısmında, sonradan erkeklik uzvunun yeniden geliştiği ve hatta cinsi hayata hazır hale geldiği de araştırmaların ve tarihî olayların ortaya koyduğu bir gerçektir. Osmanlı devlet adamlarının bizzat hadım işini yapmadıklarını biraz sonra ayrıntılarıyla anlatacağız. Ancak bu konuda gerçek olan bir husus da Osmanlı Harem'ine hizmetçi olarak alınan hadımların erkeklik hayatının yeniden başlaması ve ortaya çıkması halinde, muhtemel fitnelerin hemen bertaraf edilmesi için şu tedbirlerin alınmış olmasıdır:

A) İslâm'ın hükümlerine uyularak, hadım olan hizmetçiler, Harem'in antresinin dışında serbest dolaştırılmamışlar ve asıl Harem'e ancak izinle ve ailenin nezareti altında alınmışlardır. Nitekim asıl haremin kapısının başında yazılı olan konuyla ilgili Kur'ân âyetini daha evvel zikretmiştik. Bu konuyu teyid eden ve harem ağalarının hareme girmelerini yasaklayan bir yasak da IV. Mehmed'in tahta geçtiği yıllara rastlayan Kösem Sultân'a aittir. Şöyle ki:

"Ba'del-yevm kendü halinize olasız. Gerek harem umuruna ve gerek taşra umuruna karışmayasız. Cümleniz âzâdsız kölesiz. Ancak harem kapısı önünde oturmaktan gayrı işiniz yoktur. Size tayin olunan harem kapısı önünde olan odalardır. Eğer harem kapısından içeri bir adım duhûlünüz tezkire irsal eylediğiniz mesmû'um olur ise, bilâ emân velâ te'hir kati olunursunuz. Eğer umûr-ı mühimme olub tarafımıza bildirmek iktizâ eder ise, bir tezkire ile Kethüda Kadına ifade edesiz. Ol dahi bize ifade eder".

B) Batı ve Çin saraylarında meydana gelen ahlaksızlıklar hesaba katılarak, Osmanlı haremine alınan hadımların erkeklik organlarının tamamıyla kesilmiş olduğuna dikkat edilmiştir. Ayrıca alınan hadımların çirkin olmaları da dikkat edilen hususlar arasındadır.

C) İstisnai olarak hareme alınan hadımlarda sonradan erkeklik organının oluşması halinde, bunların belli bir maaş bağlanarak hemen haremden çıkarıldıkları görülmektedir. II. Mahmûd döneminde yaşanan bir olayı kısaca nakledelim. II. Mahmûd'a şöyle bir takrir gönderilmiştir: "Bab'üs-Sa'adet'ül-Aliyye neferâtından Gebzeli İbrahim Ağa ve Geyveli Ali Ağa ve Rumelili Abdullah Ağa kullarına recüliyyet arız olmaktan nâşi...". Bu takrire II. Mahmûd'un cevabi İse şöyle olmuştur: "Manzûrum olmuştur. Üç neferin beherine mahiye ellişer kuruş verilip mahalline masraf kayd oluna".

Burada önemle ifade edelim ki, bütün bu tedbirlerin yanında, elbette ki hem cariyelerden ve hem de hadım ağalarından tedbirlere rağmen bir kısım fitnelere sebep olanların çıkabileceğini, bu fitneleri şeytanın devamlı teşvik edeceğini ve hatta bazı çirkin olayların da olduğunu inkâr edemeyiz. Zira insan unsurunun bulunduğu ve hele de erkek ile kadının beraber olabileceği mekânlarda bu tür fitnelerin tamamen olmadığını iddia etmek mümkün değildir. Ayrıca başta Dâr'iis-Sa'âde Ağası olmak üzere, Osmanlı tarihi içinde bazı ağalarda hadım olma şartı aranmamış ve cariyelerle evlenmelerine ve odalık cariyelere sahip olmalarına müsaade edilmiştir. Mesela Baş Musâhib Rasim Ağa'nın odalıkları, Bâb'üs-Sa'âde Ağası Hayrullah Ağa'nın da nikâhlı haremi vardır200.

200 Kur'ân, Nisa, Âyet, 119; Haskefî, Dürr'ül-Müntekâ Şerh'ül-Mültekâ, c. II, sh. 553 (Damad Şerhi kenarında); Damad, Mecma'ül-Enhür, c. II, sh. 553; Dürrî-zâde Es-Seyyid Mehmed Arif Efendi, Netîcet'ül-Fetâvâ, Dersa'âdet 1226, sh. 580-581; Derviş Abdullah, Risâle-I Teberdâriyye Fî Ahvâl-i Ağay-ı Dârüs-Sa'âde, Köprülü Kütüphanesi, Kısım II, nr. 233, vrk. 29, 91; Keykavus, Kâbûs-nâme (Tercüme, Mercimek Ahmed, Sadeleştirme, Atilla Özkırımlı, c.

334


BİLİNMEYEN OSMANLI

BİLİNMEV-

205. Osmanlı Haremindeki erkek personeli kısaca anlatır mısınız ve görevlerini açıklar mısınız?

verdikle: Devletin kayn

Osmanlı haremine alınan hadım erkek hizmetçiler (tavaşiler) iki gruba ayrılmaktaydı:

Birincisi; Ak Hadımlardır. İslâm hukukunda erkeklerin hadım edilmesi yasaklandığından dolayı, Osmanlı Devleti'nin genişleme yıllarında, İstanbul'a çok sayıda Macar-lar'dan, Almanlar'dan ve Slavlar'dan esir getiriliyordu. İlk ak hadımlar bunlar arasından temin ediliyordu. Daha sonraları Gürcü, Ermeni ve Çerkezler'den hadım olanlar satın alınarak temin edilmeye başlandı. Osmanlı hareminde istihdam edilen bu ak hadımlara ak ağalar adı verilmekteydi. III. Murad'ın 1582 tarihinde Bab'üs-Sa'âde Ağalığını yani kızlar ağalığını zenci Habeşi Mehmed Ağa'ya teslim edişine kadar, kızlar ağası ak ağalardan seçilirdi. Ak ağaların en önemli görevi, Padişahın mâbeyn dâireleri ile harem dairesini korumak ve gerekli hizmetleri görmekti. Dış göreve atandıklarında vezâret payesi verilir ve genellikle Mısır Valiliğine gönderilirlerdi.

İkincisi; Siyah Hadımlardır. Hem fitneye daha çok yol açma ihtimali, hem teminindeki güçlük ve hem de hadım edilmelerinin zorluğu ve dayanıksız olmaları sebebiyle, özellikle III. Murad zamanında Osmanlı Hareminde ak hadımların yerini zenci olan siyah hadımlar alınmaya başlandı. Bunun üzerine esir tüccarları, Mısır, Habeşistan ve Orta Afrika'ya kadar giderler, türlü yollarla elde ettikleri zenci çocuklarını hadım ettirdikten sonra başta Mısır ve Beyrut olmak üzere Akdeniz limanlarında satarlardı.

Bu yollarla Harem'e alınan zenci hadımlardan bir ocak kuruldu ve adına da ağalar ocağı dendi. Ağalar ocağına alınan zenci çocukları, kendilerinden daha büyük hadım ağalarınca yetiştirilirdi. Bunlara Türkçe öğretilir ve güzel isimler takılırdı. Sarayın ve haremin âdabı hem nazarî ve tatbiki olarak öğretilirdi. Enderun okulunda olduğu gibi, harem de bir okuldu. Belli bir yaşa kadar eğitilen ve eğitimlerini tamamlayan hadımlar, daha sonra Harem'deki hizmetlere tevzi edilirlerdi.

Harem'in Medhalinde görev yapan hadımağaları veya bir diğer adla harem ağalarının sayıları, Fâtih zamanında 20'yi, 1517 tarihinde 4O'ı, 1537 tarihinde 20'yi ve nihayet 100'ü geçmemesine rağmen, batılı kaynaklar, bu sayıyı 500, 600 ve hatta 800 olarak ifade etmişler ve karalamak istemişlerdir. Bu hususta Batılı yazar ve seyyahların

I, İstanbul, 1001 Temel Eser, sh. 222; Leyla Saz, "Saray ve Harem Hatıraları", Yeni Tarih Dergisi, II, İstanbul 1958, sh. 430 vd.; Ünüvar, Saray Hâtıralarım, sh.78; Penzer, The Harem, sh. 140-149; Uluçay, Harem II, sh. 128-131; Lebib Muammer, "Harem ve İç Yüzü", Tarih Dünyası, İstanbul 1950, sh. 67; Önemle ifade edelim ki, hem bu yazar ve hem de bu konuyla ilgili bazı kalem oynatanlar, hadım erkeklerin Çin ve Avrupa saraylarında işledikleri rezaletleri zikrederek ve bu olanları Osmanlı Haremine de tatbik ederek, kendilerine göre harem'in İslâmî yüzünü kirletmek istemişlerdir. Bkz. Osman Nuri, Abdülhamid-i Sânî ve Devr-i Saltanatı, İstanbul 1326'da zikredilen olaylar ise, kitabımızın başında aynı kitabdan Sultân Abdülhamid ile alakalı yaptığımız iktibaslardan anlaşılacağı üzere çoğunluğu iftira olan yalan yanlış tasvirlerdir.

Halbuki Lebib Mu'ammer, aynı makalesinin sonuna doğru şu tesbitleri yapmadan geçememiştir: "Köprülü Kütüphanesinde bulunan yazma bir eser (bir sonraki dipnotta zikr edeceğimiz eseri kasdetmektedir), zenci hadım ağalarına hücum ederek bunlardan çoğunun hakikatte hadım olmadıklarını ve Harem'de bir çok rezaletlere sebep olduklarını kaleme almaktadır. Bu eserin çok tarafgirâne yazılmış olduğuna şüphe yoktur", sh. 69; Canan, İbrahim, Hadis Ansiklopedisi, Kütüb-ü Sitte I-XVIII, İstanbul 1995, c. II, sh. 210-211; Bu hadis, Buhari tarafından naklolun-muştur.

206. Osı bukitı

ten insanda İ helâldir, i terenır rin Rab! dir; türlü t aşkları ı kalb olan

Ha:


haramdır, J göre hüküfl

Bilm


"Yasak j musikiyi toı "İbâha «â de etrr de bir

"S

rilmesıiıt müsâaden oku"



eksen Şa'i'fl fetvada t».'1 Bu fakır, ı

[Stil


kukçjiPJ gibi saz«

kukçylw| yebilirii. S âlimler 6 elbiseleri

BİLİNMEYEN OSMANLI

335


verdikleri rakamlar, tamamen hayale ve özellikle Müslüman bir devlet olan Osmanlı Devleti'ni karalamaya yöneliktir. Bu iddiaları ileri sürenlerin ellerinde ciddi bir tarih kaynağı da bulunmamaktadır201.

III. OSMANLI'DA MÜZİK VE EĞLENCE

e

l.'îfl


206. Osmanlı Devleti'nde musiki ziyafetlerinin yapıldığını biliyoruz. Halbuki İslâm'da musikinin hükmü buna mani değil midir?

Bilindiği gibi İslâmiyette bazı sesler helâl ve bazıları da haram kılınmıştır. Gerçekten insanda ulvî ve yüce duyguların, Rabbânî aşkların doğmasına vesile olan sesler helâldir. Kâinatta yapılan zikirler ve teşbihler bu çeşit seslere girdiği gibi, rüzgârların terennümleri, denizlerin dalgalarının çıkardığı nağmeler, yağmur, kuş ve benzeri şeylerin Rabbani olan kelâmları bu gruba girmektedir. Sanki kâinat, ilâhi bir musiki dairesi-dir; türlü türlü avazlarla ve çeşit çeşit terennümlerle kalblere hüzünleri ve Rabbani aşkları doldurur; ruhları ve kalbleri manevi zevklere gark eder. Bu, nefsi susturur; kalbi, aklı ve ruhu yüce şeylere ve ebedî âlemlere teşvik eder. Osmanlı askeri musikisi olan mehter, buna verilebilecek olan en güzel misâldir.

Halbuki yetîmâne hüzünleri ve nefsânî şehvet ve arzuları tahrik eden sesler ise, haramdır. Şeriatın tayin etmediği kısım ise, insanın ruhuna ve vicdanına yaptığı tesire göre hüküm alır.

Bilindiği gibi, Hanefi Hukukçularının teşkil ettiği Irak ekolü, Musiki konusunda, "Yasak mutlak, ibâhe (serbestlik) istisnadır" diyerek, çok az istisnaların dışında musikiyi haram kabul etmektedirler. Şafii hukukçuların başını çektiği bir diğer grup ise, "İbâha mutlak, yasak istisnâdir" diyerek ney ve def gibi bazı çalgı âletlerine müsaade etmişlerdir. Kendisi de bir âlim olan İdris-i Bitlisî, Kanun-ı Şehinşâhî adlı eserinde bu noktaya dikkat çekerek Osmanlı Padişahına şöyle söylemektedir:

"Saz ve benzeri âletleri dinleyerek ve güzel sesleri istima' ederek, gönüllerin açılması ve dertlerin giderilmesine gelince, bu anlayış Yunan felsefesinin kanunlarına uygundur. Bazı seslere ehl-i şerî'at da ruhsat ve müsâade vermiştir: Mesela güzel sesle Kur'ân okumak bunun başında gelir ki, Kur'an'da "Kur'ân'ı tertîl ile oku" buyurulmuştur. Hz. Peygamber'in şu hadisi de bunu teyid etmektedir: "Kim Kur' ân'ı güzel sesle (teğannî ile) okumazsa, bizden değildir." Gazel okumak ve şiir inşâd etmek de, meşru1 dur. Hz. Peygamber de şiir inşadına ve güzel teğannisine müsâade etmiştir. Def ve ney gibi bir kısım çalgı âletlerine de, ekseri Şafii imamları ruhsat vermiştir. Ud ve kanuna, bazı Şafii hukukçular, mübahdır demiştir. Kütüb-i fetvada bu husus kayıtlıdır. Bazı ehlullah ve evliya da, sema' ve benzeri hallere caiz nazarıyla bakmışlardır Bu fakir, ud ve ney gibi bazı âletlerin caiz olduğu hususunu, delilleriyle açıklayan bir Risale yazdım".

İşte bu şer'î hükümlerden dolayı Osmanlı Hareminde ve evlerinde, bazı İslâm Hukukçularının verdiği fetvalara dayanılarak, ud, keman, def, çalpara, ney ve tanbur

gibi sâz ve müzik âletleri çalınmıştır. Osmanlı toplum hayatının bu konuda, Hanefi hukukçuların görüşlerini değil, Şafii hukukçuların görüşlerini fiilen tatbik ettiklerini söyleyebiliriz. Hatta III. Selim'in Nizâm-ı Cedid'inde askerlerin tranpet çalmaları, halk ve âlimler tarafından hoş karşılanmayınca, Nizâm-ı Cedid askerlerinin giydikleri Avrupai elbiselerin ve çaldıkları trampetlerin, tâlim gayesiyle olması hasebiyle, dinen caiz oldu-

201 Penzer, The Harem, 118, 139 vd.; Uluçay, Harem II, sh. 118, 119, 127 vd.; Uzunçarşılı, Saray Teşkilâtı, stı. 172 vd.; Sertoğlu, Osmanlı Tarih Lügati, sh. 10-11; Miller, B., Beyond The Subllme Porte, Yale 1931, sh. 91 vd.

336

BİLİNMEYEN OSMANLI



Btı tnı^-

ğuna dair, Münib Efendi tarafından müstakil bir Risale dahi kaleme alınmıştır. Bunları çalmak üzere, erkek musikişinaslardan, oyun, saz ve hanende takımı kurulmuştur. Musiki üstâdlarına Mu'allimîn-i Enderûn-ı Hümâyûn dendiğini kaynaklardan öğreniyoruz.

Ayrıca Saray'a ve Harem'e has olmak üzere cariyelerden de sazendeler takımı kurulduğu bilinmektedir. Hareme alınan cariyelerden seçilen sazende takımı, Meşkhâne'de yahut hocaların hususi dairelerinde musiki hocalarından özellikle son zamanlara doğru müzik dersleri almışlardır. Sazendeler, genellikle kalfalık payesine gelen ve Padişah yahut diğer hanedan erkekleri ile aralarında mahremiyet bulunmayan cariyeler arasından seçilirlerdi. Bunlara sazende kalfalar dendiği gibi, reislerine de sâ-zende-başı veya baş sazende denmekteydi.

XIX. yüzyılda batılılaşma başlayınca, eski sazlar arasına piyano da girmiştir. Hatta son zamanlarda piyano çalmak, Osmanlı hareminin modası haline gelmiştir. Sultânlar, şehzadeler ve hatta kadın efendiler, piyano çalmaya başlamışlardır.

Osmanlı Tarihi boyunca, son zamanlardaki bazı eğlenceler dışında, sazendelerin ulvî duygulan teşvik eden ilahiler okudukları, bunlara uygun ud ve ney gibi sazları çaldıkları, gayr-i meşru denebilecek olayların pek nâdir meydana geldiği, Saray hâtıralarından anlaşılmaktadır. Bazı kitaplarda tasvir edilen, eğlenceler, çalgılı ve sazlı âlemler ise, tamamen hayalidir. III. Selim, II. Mahmûd ve özellikle de II. Abdülmecid zamanında Saray'a giren müzik âletlerine müsamaha ile bakmak ve hele bazı devlet adamlarının cazlı ve balolu toplantılarına katılmalarını İslâm Hukukuna uygun göstermek mümkün değildir. Nitekim Ahmed Cevdet Paşa da, bu konuda bazı devlet adamlarını tenkit etmiştir202.

207. Hünkâr Sofası denilen Harem'in salonunda gayr-i meşru eğlencelerin yapıldığı söylenmekte ve çirkin iftiralar yapılmaktadır? Bunlar doğru mudur?

Topkapı Sarayı'ndaki Harem Dâiresinin en çok yanlış tasvir edilen kısmı, Hünkâr Sofası denilen yerdir. Önce tanıtalım, sonra da bu salonla ilgili bazı çarpıtmaları tashih edelim: Çeşmeli Sofa'dan girilince Harem'in en muhteşem yerlerinden biri olan Hünkar Sofası karşımıza çıkar. Hünkâr Sofası, fevkalâde muhteşem yaldızlı ve süslü, dikdörtgen şeklinde olup Harem'in oturma salonu vazifesini görüyordu. Burada hükümdarların oturmasına mahsus gölgelik bir taht vardı. Tabir caiz ise Harem dairesinin misafir ağırlanan salonu burası idi. En önemli özelliği, duvarlarının tamamının, güzel çinilerle ve san'at eserleriyle süslendiği kadar, aynı duvarların aile hayatı, çocuk terbiyesi ve benzeri ulvî meselelere ait âyet, hadis veya kasidelerle süslenmesiydi.

Hünkâr Sofası ile alakalı çarpıtmaları tashih etmeden evvel konuyla ilgili bir hatı-

202 Kur'ân, Mâide 90; Akgündüz, Osmanlı Kanunnâmeleri, c. III, sh. 37; Bediüzzaman Said Nursi, İşârât'ül-İ'câz, sh. 77-78; Cevdet Paşa, Tarih, c. VIII, sh. 189; Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Fıkıh Istılahları Kamusu, c. IV, sh. 491-499; Hak Dini Kur'ân Dili, sh. 3948; Uluçay, Harem II, sh. 152-154; BA, İbnül-Emln, Saray, nr. 710, 711, 883, 877, 946, 1254, 1272, 1317; Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. Yakutcan, Ahmed-Ömür, Cuma, İslâm'da Resim, Heykel ve Musiki, İzmir 1989, sh. 57-123; Cinuçen Tanrıkorur, "Osmanlı Mûsikisi", Osmanlı Devleti ve Medeniyeti Tarihi I-II, İstanbul 1998, c. II, sh. 493-530; Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, "Osmanlılar Zamanında Saraylarda Musiki Hayatı", Belleten, c. XLI, sayı 161(1977), sh. 79-114.

nena?!


yeıi»!

BİLİNMEYEN OSMANLI

337

ramı nakletmek istiyorum: 1993 yılının bir kış günüydü. Göztepe'deki evime bir sohbet sebebiyle gece saat 24'e doğru ancak gelebilmiştim. Eve girdim. Hemen çalan telefonda bir ehl-İ imanın ŞU Cümleleri yansıyordu. "Hocam, filan televizyon kanalında Osmanlı ile ilgili bir film oynatılıyor. Bunlar doğru mu? Allahaşkına söyleyin" Gerçekten bu İkaz Üzerine televizyonu açtığımda, bir özel televizyon kanalında, sonradan Kültür Bakanlığının izniyle çekildiğini esefle öğrendiğim bir filim oynatılıyordu. Filmin adının sonradan "Gözde" olduğunu öğrendim. Açar açmaz gördüğüm manzara dehşetli idi. Zira bir kadın ile bir erkek anadan doğma halde çıplak olarak birbirine sarılmıştı. Beni şaşırtan bu manzara değildi; asıl beni şaşırtan yanlışlıkla açtığım bu özel TV'nin ekranlarında bir iki saniye içinde gayr-i meşru alemler yapan bu kadın ile erkeğin çıplak bacakları arasından bu çirkin işi yaptıkları odanın duvarlarındaki bazı Kur'ân âyetlerini görmem idi. Çarpıldım ve dehşete kapıldım. Sonra öğrendim ki, burası Hünkâr Sofası imiş ve o erkek ile kadın da Harem'de padişah'ın bir cariyesi ile olan gayr-i meşru alemini canlandırıyormuş. O gece uyuyamadım. Sabahleyin Topkapı Sarayı'na gittim. Akşam gösterilen ve gayr-i meşru alemler yapıldığı iddia edilen Hünkâr Sofasına vardım. Gördüklerim doğruydu ve Hünkâr Sofasının duvarları Kur'ân Âyetleri, hadisler ve Kaside-i Bürde'nin beyitleriyle doluydu. Filimde oynayan kadınla erkeğin bacakları arasından görülen ve okunabilen âyetlerin başlangıcı şuydu ve Hz. İbrahim'in Nemrud'a verdiği tevhid dersini konu edinen âyetlerle devam ediyordu:



"Hiç şüphesiz ki, Allah, iman edenlerin sahibi ve dostudur; Allah, onları zulmetlerden nura çıkarır. Ve yine hiç şüphe yok ki, küfredenlerin sahibi ve dostu, tâğûttur; onları nur'dan zulmetlere çıkarır".

Öteki duvarda ise, insanı, ailesini ve yurdunu maddi ve manevî musibetlerden koruduğuna inanılan İmam Busirî'nin Kaside'-i Bürde'si besmele'den sonra çok güzel celî bir hatla yazılmıştı.

Üzülerek ifade edeyim ki, çoğu kaynaklarda burası Harem'in eğlence yeri olarak tarif edilir. Hedefi Osmanlıyı ve İslâmı kötülemek olan kaynaklarda ise, burası Padişahların kadın alemi yaptıkları yerler olarak tavsif edilir. Şu ilimden uzak tesbitler, bu tür iftiraların en basitleri arasında yer almaktadır: "Hünkâr sofasında ünlü ve yetenekli müzisyenler seçkin fasılllarla müzik yaparken, güzel sesli, güzel yüzlü, güzel vücutlu genç kızlar, tatlı ezgilerle Padişahın canına can katar, o da yumuşak yastıklar içinde yarı yatmış vaziyette oturup rakı içerdi.....".

Bütün bu iddialara cevap vermek yerine ve hatta bunların iddialarını tekrarlamak yerine, bu kitabı okuyanların vicdanlarına şu soruyu sormayı yeğliyorum:

Acaba güzel bir salonun duvarlarındaki kitaplıkları, Kur'ân ve tefsirleri ile süslese-niz; salon'daki masaların üzerine Kur'ân sayfalarını açsanız; sonra da her tarafı Kur'ân âyetleriyle süslenen böyle bir salona memleketin veya dünyanın en ahlaksız ve rezil fahişe bir kadın ile en hovarda bir erkeğini davet etseniz; salona geldiklerinde kendilerine bu Kur'ân âyetlerini gösterdikten sonra salonda gayr-i meşru alem yapmalarını teklif etseniz ve bu rezil iş karşılığında kendilerine bir de önemli sayılabilecek bir para teklif etseniz, acaba dünyanın en ahlaksızı olan bu iki kişi böyle bir teklifi kabul ederler mi? Veya diğer bir ifadeyle bu teklifi kabul edecek iki ahlaksızı dünyada bulmak mümkün müdür? Tabii ki vicdani ve fıtratı bozulmuş olanlar bu kaidenin dışmdadırlar.

Bizim kanaatimize göre, aklı başında olan her insan, bu soruya hayır diyecektir. Peki, böylesine rezil teklifi dünyanın en ahlaksızı olan iki erkek ve kadın yapmaz da,

338

BİLİNMEYEN OSMANLI



BİLİNMEYRv nw,

asırlarca İslâmı temsil eden Osmanlı padişahları mı yapar?203.

208. Osmanlı Devleti'nde çeşitli oyunlara ve eğlencelere müsaade edilmiş midir?

Harem halkının ve Osmanlı toplumunda her zaman dışarıya çıkamayan aile efradının yeknesak olan hayatını değiştirmek için, meddahlar, karagözler ve orta oyuncuların gösteri yaptıkları ve harem halkının kendi aralarında bekiz, kös ve sürme oynadıkları bilinmektedir. XIX. asırda bunlara dama, tavla ve domino da eklenmiştir. İskambil ise, hareme asla girmemiştir. Bu arada saraylı cariyeler, kendi aralarında haftada iki defa oyun ve saz geceleri düzenlemekteydiler. Bu oyun ve saz geceleri, kendilerine tahsis edilen yerlerde yapılırdı. Cariyelerin kendi aralarında düzenledikleri bu gecelerde, teşkil edilen oyun takımı görev alırdı.

Önceleri, erkek oyunculara çengi denirken, sonraları erkek oyunculara köçek ve kadın oyunculara da çengi denmeye başlandı. Köçek oyunu erkekler arasında oynanırdı. Ancak bazan haremde cariyeler de erkek elbisesi giyerek köçek oyunlarını taklid ederlerdi.

Tanzîmât'dan sonra eskiden beri oynanan bu oyunlar, tamamen terkedilmiş ve yerini yavaş yavaş Avrupaî eğlencelere bırakmıştır. III. Selim zamanında hareme dans girmiş ve bunu opera ve tiyatro takip etmiştir. Ancak dans, opera ve tiyatro da hep meşru dairede yapılmaya çalışılmıştır. Ama meşru dairenin sınırlarının taşıldığı olaylar da vardır204.

209. Harem'de tam bir eğlence ve oyun havasının hâkim olduğu ve her çeşit eğlencenin meşru'-gayr-i meşru denmeden yapıldığı iddia edilmektedir. Bu doğru mudur?

Önce şunu ifade edelim ki, "helâl dâiresi geniştir, keyfe kâfi gelir; harama

girmeye hiç lüzum yoktur" kâidesince, İslâmiyette de eğlence vardır. Bu eğlence, meşru dairenin sınırları içinde kalmak şartıyla, erkekler ile erkekler arasında, kadınlar ile kadınlar arasında veya mahremiyet düsturlarına riâyet edilerek birbirine yasak olmayan kadınlar ile erkekler arasında yapılabilir. Mesela bir aile reisi, hanımı ve çocuklarıyla meşru dairede eğlenebilir. Aynen bunun gibi, Harem-i Hümâyûn denilen Padişahların evi de bir aile yuvasıdır. Padişah, eşleri ve çocuklarıyla birlikte meşru olarak elbette ki eğlenebilecektir. Bu aile eğlencelerine, Padişah'ın karı-koca hayatı yaşadığı cariyeler de katılabilecektir. Elbette ki bu eğlenceler, Harem'in müsait bir yerinde ve mesela Hünkâr Sofasında yapılacaktır. Ancak bir kısım kitaplarda tasvir edildiği gibi, gayr-ı meşru eğlencelerin yapıldığı yer manasına alnmamalıdır. Zira evvela bu Sofa'nın duvarlarındaki âyet ve hadisler, tasvir edilen eğlencelere müsaade etmeyeceğini, bir önceki soruda anlatmıştık. İkinci olarak, meşru dairenin sınırları, tasviri belli çevrelerce


Yüklə 3,77 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   49   50   51   52   53   54   55   56   ...   83




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin