Allame murtaza askerî ehl-i BEYT VE ehl-i SÜnnet ekolleri Mütercim: Cafer bendiderya ismail bendiderya


- Şer'î Istılah veya İslâmî Istılah



Yüklə 1,44 Mb.
səhifə18/70
tarix29.10.2017
ölçüsü1,44 Mb.
#19784
1   ...   14   15   16   17   18   19   20   21   ...   70

2- Şer'î Istılah veya İslâmî Istılah


Yüce Allah son peygamberini gönderdiğinde, Arapça olan bazı kelimeleri halk arasında yaygın olan anlamlarının dışında bir anlamda kullandı. Örneğin Arapça'da mutlak dua ve yakarış anlamında olan "salât" kelimesini Resulullah (s.a.a), içinde özel birtakım okunuşları olan ve kıyam, rükû ve secde gibi belli başlı hareketleri içeren özel bir ibadet eylemi için kullandı; Araplar bu kelimeyi bu anlamda kullanmıyorlardı. Bu yeni adlandırmaya "şer'î ıstılah" veya "İslâm'ın adlandırması" denir. Bu bazen bir kelimenin lügat anlamının değişmesi şeklinde olmuştur, "salât" kelimesi gibi; bazen de Şâri'in, yani kanun koyucunun yepyeni bir kelimeyi yeni bir anlam için kullanması şeklinde olmuştur, "er-Rahmân" kelimesinin yüce Allah'a sıfat olarak kullanılması gibi. Elbette bu gibi ıstılahlar, söz konusu kelimenin halk arasında bilinen anlamda Kur'ân'da veya Resulullah'ın (s.a.a) hadislerinde kullanılması durumunda şer'îdirler. Bunun dışında, şer'î bir ıstılah olamazlar. Dolayısıyla şer'î ıstılahı şöyle tanımlayabiliriz: Şer'î ıstılah, Şâri'in, yani kanun koyucunun (yüce Allah'ın) özel bir anlamda kullandığı ve Resulullah'ın da (s.a.a) İslâm ümmetine

bunu ulaştırdığı kelimedir.


3- Müteşerrianın (Şeriat Ehlinin) Istılahı veya Müslümanların Adlandırması


Kelimelerden bir kısmı da Müslümanlar arasında özel bir anlam kazanmış ve o manada meşhur olmuştur. Buna örnek olarak Müslümanların "fıkıh" ve "fakih" anlamlarında kullandıkları "içtihat" ve "müçtehit" kelimelerini söyleyebiliriz. Oysa birinci kelime Arapça'da "bir şeyi elde etmek için çaba harcamak" ve ikincisi ise "çaba harcayan"[194] kimse anlamında kullanılmıştır. Meselâ bu kelimeler Hz. Resulullah'ın (s.a.a) şu hadisinde lügat anlamında kullanılmıştır: "Âlim, müçtehitten (çaba gösteren kimseden) yüz derece üstündür." Buradaki müçtehitten maksat, ibadette çaba sarf eden kimsedir.[195]

Yine Resulullah'ın sireti hakkında şöyle nakledilmiştir: "Resulullah (s.a.a) her ayın son on günü diğer zamanlardan daha fazla içtihat ederdi." Yani ibadet için daha çok çaba gösterirdi.[196] "İctihad" ve "Müctehid" kelimeleri ne Kur'ân-ı Kerim'de ve ne de Resulullah'ın (s.a.a) sünnetinde "fıkıh" ve "fakih" anlamlarında kullanılmadığı hâlde Müslümanların arasında bu anlamda yaygınlaştığı için buna "müteşerria örfü" veya "Müslümanların adlandırması" denilmektedir. Bu ıstılahlardan bazıları bütün Müslümanlar arasında değil, sadece bazı Müslümanlar arasında özel bir anlamda kullanılır. "Zekeriya Orucu" gibi; bazı Müslümanlar bu deyimi susma ve konuşmayarak oruç tutma anlamında kullanırlar. Bu gibi ıstılahlara "mahallî ıstılahlar" dememiz daha yerinde olacaktır. Örneğin "Bu, Bağdatlı Müslümanların ıstılahıdır." Veya "Kahireli Müslümanların ıstılahıdır." demeliyiz; böyle ıstılahlara, Müslümanların ıstılahı veya şeriat ehlinin ıstılahı veya Müslümanların adlandırması demek uygun olmaz. Bu husus, çeşitli İslâm mezhepleri arasında yaygınlaşan özel ıstılah ve deyimler için de aynen geçerlidir. Örneğin Hâricîlerin kullandıkları "eş-Şâri" ve "el-Müşrik" kelimeleri gibi. Hâricîlerde "eş-Şâri" kelimesi, Müslümanlarda "mücâhid" kelimesi gibidir. Hâricîler "Müşrik" tabirini ise bütün Müslümanlar veya kendi taraftarları olmayanlar, yani kendilerinden başka bütün Müslümanlar için kullanırlar. Yine kinayeli bir isim olan "Râfızî" kelimesi de böyledir. Bu ismi Hilâfet Ekolü mensuplarından bazıları, bazı Ehlibeyt Ekolü mensupları hakkında kullanmışlardır. Yine Ehlibeyt Ekolü mensuplarınn Ehlibeyt düşmanları için kullandıkları "Nâsibî" kelimesi de böyledir. Dolayısıyla biz, birincisine "Hâricîlerin ıstılahı", ikincisine "Hilâfet Ekolü'nün ıstılahı" ve üçüncüsüne ise "Ehlibeyt Ekolü mensuplarının ıstılahı" diyoruz. O hâlde, Hilâfet Ekolü'nde "Nâsibî" kelimesiyle karşılaştığımızda bunu "Ehlibeyt'in düşmanı" diye alamayız. Veya Hâricî olmayanların "Şâri" kelimesini kullandıklarını gördüğümüzde bu kelimeden Hâricîlerin kullandıkları anlamı anlamamız doğru değildir.


4- Hakikat ve Mecaz


Bir kelimenin kendi anlamında kullanılışı son derece yaygın ve meşhur olur ve artık ondan onu duyan kimsenin aklına o anlamından başka bir şey gelmezse, o zaman o kelimenin o manada kullanılışı "hakikî kullanılıştır." denir. Vahşi ve yırtıcı bir hayvan anlamına gelen "esed" (aslan) kelimesi gibi. Veya Müslümanlar arasında özel birtakım zikirleri ve birtakım hareketleri ihtiva eden özel bir ibadetten başka bir şey anlaşılmayan "salât" (namaz) kelimesi gibi. Birinci örnekte "esed" kelimesi yırtıcı hayvanda hakikattir. İkinci örnekte ise "salât" kelimesi belli zikir ve amelleri ihtiva eden ibadette hakikattir denir. Yine birincisine "Hakikat-i Lüğaviyye" (Lügatsel Hakikat), ikincisine ise "Hakikat-i Şer'iyye" (Şer'î Hakikat) denir. Bazen de "esed" (aslan) kelimesi cesur ve yiğit kimseler için kullanılır; meselâ "Aslanın camide hutbe verdiğini gördüm!" derler. Burada aslan kelimesi mecazî olarak cesur ve yiğit kimse için kullanılmıştır. Kelimenin bu şekilde kullanılışına "mecaz" denir. Ancak kelime mecazî anlamda kullanıldığında, muhatabın "aslan" kelimesinden yırtıcı hayvan anlamında olan hakikî anlamın kastedilmediğini bilmesi için bir karine ve belirti olması gerekir. Örneğin bu cümledeki "hutbe verme" karinesi gibi; zira mescitte de, başka bir yerde de yırtıcı hayvanın konuşamayacağı açıktır. İşte bu, muhatabın, bu kelimeden yırtıcı hayvanın değil, cesur insanın kastedildiğini anlamasını sağlar.

Arapça Lügat Kitaplarının Derlenmeye Başlaması


Lügatçiler, Arapça kelimeleri toplayarak lügat kitaplarını derlemeye başladıkları hicretin ikinci ve üçüncü yüzyıllarında, her kelimenin karşısına cahiliye döneminden kendi zamanlarına kadar buldukları bütün manaları istisnasız olarak kaydettiler. İster o anlam lügatçiler arasında yaygın olan bir mana olsun, isterse İslâm dinine has bir mana ve ıstılah olsun isterse de Müslümanlar arasında yaygınlaşmış bir mana ve kullanış olsun;  unların hepsini aralarında hiçbir fark gözetmeksizin peş peşe yazdılar. Ancak İslâm fakihleri, asırlar boyunca takdire şayan bir çalışmayla şer'î ve fıkhî ıstılahları diğerlerinden ayırt edip her birinin kullanıldığı yerleri ve sınırını belirlediler; salât, savm, hac vb. ıstılahlar gibi. Böylece fıkhî ve şer'î ıstılahları herkes tanımış oldu. Ama fıkhî olmayan İslâmî kelimeleri tanımada böyle bir çalışma yapılmadığı için Müslümanlarca meşhur olmayan birtakım kelimeler, öylece belirsiz bir şekilde kaldı; acaba o ıstılah şer'î bir ıstılah mıdır yoksa Müslümanların adlandırması mıdır, belli olmadı. Bu konu İslâmî kavramların kavranmasında ve yer yer bazı şer'î hükümlerin anlaşılmasında zorluklarla karşılaşılmasına sebep oldu. Bunun en bariz örneklerinden birisi, burada incelemek istediğimiz "sahabî" veya "sahabe" kelimesidir.

Yüklə 1,44 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   14   15   16   17   18   19   20   21   ...   70




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin