HZ. ALİ'Yİ (A.S) VELÂYET VE HİLÂFET MAKAMINA ATAMAK, MÜSLÜMANLARA VASİ KILMAK İÇİN BÜYÜK TOPLANTI
Resulullah (s.a.a) kendisinden sonra veliahdını ve Müslümanlar üzerine vasisini tanıtmak için büyük bir toplantı düzenledi. Hâkim Haskanî[325] bu konuda şöyle yazar: Allah Tealâ, Resul-i Ekrem'e (s.a.a) Ali'yi kendi yerine geçirmesini, halka hükümet için seçmesini ve insanlara onun velâyet makamını bildirmesini emretti. Ama Resulullah halkın, bu hareketinin amcası oğlu Ali'ye karşı ilgisinden kaynaklandığını düşünmelerinden ve bu yüzden kendisini eleştirmelerinden çekiniyordu. Nihayet şu ayet indi: Ey Elçi! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer (bu görevi) yapmayacak olursan, O'nun elçiliğini tebliğ etmemiş olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır.[326] Resulullah (s.a.a) bu emri aldıktan sonra Gadir-i Hum günü
Ali'nin velâyetini ve halifeliğini ilân etti. Hâkim Haskanî, Ziyad b. Munzir'den de şöyle nakleder: Bir gün Ebu Cafer Muhammed b. Ali'nin -İmam Bâkır'ın (a.s) huzurundaydım. O halka konuşma yapıyordu. O sırada Hasan Basrî'den rivayet eden Osman A'şa isminde Basralı bir adam ayağa kalkarak şöyle dedi: "Ey Resulullah'ın torunu! Allah beni sana feda etsin. Hasan bize, 'Ey Elçi! Rabbinden sana indirileni tebliğ et...' ayetinin
bir kişi hakkında indiğini söylemişti; ama onun kim olduğunu söylemedi?!" İmam, o adama cevaben şöyle buyurdu: Hasan onu tanıtmak isteseydi bu işi yapardı. Ama o korkusundan onu tanıtmamıştır! Cebrail Resulullah'ın huzuruna geldi ve... nihayet şöyle dedi: Allah, insanlara hüccetin tamamlanması için sana halkı namaz, oruç, zekât ve hacla tanıştırdığın gibi onları emir sahipleri ve velileriyle de tanıştırmanı emreder. Bunun üzerine Resulullah (s.a.a) Rabbim, dedi. Hâlâ ümmetim cahiliyye düşüncesindedir. Aralarında birbirlerine karşı övünme ve birbirleriyle rekabet kökleri daha kurumamıştır. Onların arasında bu veli ve emirden intikam alma düşüncesinde olmayan hiç kimse yoktur. Ben onların (beni yalanla-malarından) korkuyorum. Bunun üzerine Allah Tealâ şu ayeti indirdi: Ey Elçi, Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer (bu görevi) yapmayaak olursan, O'nun elçiliğini tebliğ etmemiş olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Allah Tealâ bir taraftan Resulünü tehdit ederken diğer taraftan da onu koruyacağını tazmin ettiği için Resulullah yerinden kalkarak Ali'nin elini tutup ... (hadisin sonuna kadar) buyurdu.[327] Hâkim Haskanî, Miraç hadisinde İbn Abbas'tan şöyle nakleder: Allah Tealâ miraç gecesi, Peygamber'ine şöyle buyurdu: "Ben risalete seçtiğim bütün peygamberler için bir vezir ve yardımcı belirttim. Şimdi sen Resulullah'sın, Ali de senin vezirin ve yardımcındır." İbn Abbas bu hadisin ardından şöyle der: Resulullah (s.a.a) miraçtan dönünce bu konuda halka bir şey söylemek istemiyordu. Çünkü insanlar cahiliye dönemini yeni geride bırakmışlardı... Resulullah (s.a.a) bu konuyu açıklamayı geciktiriyordu. Nihayet zilhicce ayının on sekizinci günü şu ayet nazil oldu: "Ey Elçi! Rabbinden sana indirileni tebliğ
et..." Bunun üzerine Resulullah (s.a.a) ayağa kalkarak şöyle buyurdu: "Ey insanlar! Allah Tealâ beni size bir konuyu söylemem için görevlendirdi. Ancak ben Allah'ın risaletini yerine getirmede sizin beni suçlayıp yalanlamanızdan endişeleniyordum. İşte bu yüzden Allah Tealâ indirmiş olduğu ayetinde bundan dolayı beni kınadı..."[328]Hâkim Haskanî ve İbn Asâkir, Ebu Hüreyre'den şöyle nakletmişlerdir: Allah Tealâ şu ayeti indirmiştir: "Ey Elçi! Rabbinden sana –Ali b. Ebu Talib hakkında- indirileni tebliğ et. Eğer (bu görevi) yapmayacak olursan, O'nun elçiliğini tebliğ etmemiş olursun..."[329] Elbette Ebu Hüreyre, "tebliğ"den maksadın, Ali (a.s) hakkında nazil olan şeyin iblağ edilmesi olduğunu vurgulamak istemiştir. Haskanî, Abdullah b. Ebu Evfa'dan da Gadir-i Hum'da Resulullah'ın (s.a.a), "Ey Elçi, Rabbinden sana indirileni tebliğ et..." ayetini okuduğunu
ve sonra da koltuğunun altındaki beyazlık görününceye kadar ellerini kaldırarak şöyle buyurduğunu duydum: Ey insanlar! Bilin ki ben kimin mevlasıysam Ali de onun mevlasıdır.[330] Vahidî, Esbabu'n-Nüzul adlı kitabında ve Suyûtî ise ed-Dürrü'l-Mensûr adlı kitabında Ebu Said Hudrî'den şöyle nakleder: "Ey Elçi, Rabbinden sana indirileni tebliğ et..." ayeti Ali b. Ebu Talib hakkında nazil olmuştur.[331] Suyûtî'nin Tefsir'inde İbn Mes'ud'dan, Resulullah'ın (s.a.a) döneminde bu ayeti şöyle okuyorduk diye rivayet edilmiştir: "Ey Elçi, Rabbinden sana -doğrusu Ali müminlerin velisidir diye- indirileni tebliğ et. Eğer (bu görevi) yapmayacak olursan..."[332] Elbette İbn Mes'ud, söz konusu ayeti Resulullah'ın (s.a.a) hayatında böyle tefsir ettiklerini kastediyor. Gadir-i Hum'da Resulullah'a (s.a.a) nazil olan bu ayetin açıklaması şöyledir:
Gadir-i Hum Olayı
Hicretin onunda, zilhiccetu'l-Haram ayının on sekizinde[333] Resulullah (s.a.a) Vedâ Haccı'ndan dönerken[334] Gadir-i Hum bölgesinde, Cuhfe ismindeki bir menzilde,[335] Medine, Mısır ve Şam (Suriye) yollarının kavşağında[336] Resul-i Ekrem'e (s.a.a) şu ayet nazil oldu: Ey Elçi, Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer (bu görevi) yapmayacak olursan, O'nun elçiliğini tebliğ etmemiş olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır.[337] Bu ayet indikten sonra, Resul-i Ekrem (s.a.a) kervanlara durmalarını ve oracıkta bineklerinden inmelerini emretti. İleridekileri çağırttı, geride kalanlar da gelip yetiştiler.[338] Sonra ashabını dağılmamaları için oradaki çalıların gölgesinde gölgelenmekten alıkoydu, ağaçların dibini de dikenlerden ve çöplerden
temizlemelerini buyurduktan sonra[339] halkı cemaat namazına davet etti.[340] Sahabeler çalıların dal ve budakları üzerine bez parçaları atarak Resulul-lah (s.a.a) için bir gölgelik hazırladılar.[341] Hz. Peygamber öğle namazını o yakıcı sıcakta[342] o cemaatle birlikte kıldıktan sonra hutbe için ayağa kalktı. Allah'a hamd edip insanlara birçok nasihatte bulunduktan sonra şöyle buyurdu: "Yakında beni çağıracaklar ve ben de icabet edeceğim (yani ecelim ulaştı), (Allah katında) ben de sorumluyum, siz de. O gün siz Allah'a ne cevap vereceksiniz?" Oradakiler hep bir ağızdan, "Senin en iyi şekilde risaletini yerine getirdiğine, bizim için hayır dilediğine tanıklık edeceğiz; Allah seni mükâfatlandırsın." diye bağırdılar. Bunun üzerine Resulullah (s.a.a), "Allah'tan başka ilah olmadığına Muhammed'in O'nun kulu ve elçisi olduğuna, cennet ve cehennemin bir gerçek olduğuna tanıklık etmiyor musunuz?" diye sorunca da insanlar, "Evet, bütün bunlara tanıklık ediyoruz." dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber, "Allah'ım! Şahid ol." buyurdu ve sonra, "Sesimi duyuyor musunuz?" diye sordu. Buna da, "Evet." cevabını verdiler. Bunun üzerine Resul-i Ekrem (s.a.a) şöyle buyurdu:
Ey insanlar! Ben yakında sizden ayrılacağım ve siz Kevser Havuzu'nun başında bana geleceksiniz. O öyle bir havuzdur ki, genişliği Besra'dan San'a'ya kadardır.[343] O havuzun kenarında gökteki yıldızların sayısınca gümüş kadehler vardır. Ben orada sizin aranızda emanet bıraktığım iki paha biçilmez şeyi soracağım. O hâlde benden sonra o iki şeye nasıl davranmanız gerektiğine dikkat edin! Bu arada halkın içinden biri bağırarak, "Ya Resulullah! O iki paha biçilmez şey nelerdir?" diye sordu. Resul-i Ekrem (s.a.a) şöyle buyurdu: Onlardan biri, bir tarafı Allah'ın elinde ve diğer tarafı ise sizin elinizde olan Allah'ın Kitabı'dır. Ona sımsıkı sarılın, emirlerini değiştirmeyin; aksi takdirde saparsınız. Diğeri ise, İtretim, Ehlibeyt'imdir. Latif ve Habîr olan Allah bu ikisinin Kevser Havuzu'nun başında bana ulaşıncaya kadar birbirinden ayrılmayacağını bildirdi. Ben o ikisi için Allah'tan bunu istedim. O hâlde o ikisinden öne geçmeyin, aksi takdirde helâk olursunuz. O ikisinden geride de kalmayın, yoksa helâk
olursunuz. Onlara bir şey öğretmeye kalkışmayın; çünkü onlar sizden daha bilgilidirler.[344] Sonra şöyle devam etti: "Biliyor musunuz benim mümin-lere kendi nefislerinden daha lâyık ve üstün olduğumu?" Halk, "Evet, ya Resulullah!"[345] deyince yine şöyle buyurdu: "Benim her mümine kendi nefsinden üstün olduğumu biliyor musunuz -tanıklık ediyor musunuz-?" Halk yine, "Evet, ya Resulullah!" diye bağırdı.[346] Bunun üzerine Resulullah (s.a.a) Ali'nin (a.s) elinden tutarak her ikisinin de koltuğunun altındaki beyazlık görülecek kadar kaldırıp[347] şöyle buyurdu: Ey insanlar! Allah Tealâ benim mevlamdır, ben ise sizin mevlanızım.[348] Ben kimin mevlası isem, bu Ali de onun mevlasıdır. [349] Daha sonra ellerini kaldırarak şöyle dua etti: Allah'ım! Onu seveni sev, ona düşman olana düşman ol.[350] Ona yardım edene yardım et, onu alçaltanı alçalt.[351] Ona muhabbet edene muhabbet et, ona gazap edene gazap et.[352] Sonunda ise, "Allah'ım, şahit ol." buyurdu.[353] Râvi der ki, daha bu ikisi birbirinden ayrılmamıştı ki şu ayet nazil oldu: Bugün size dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâm'ı seçip beğendim.[354] Bunun üzerine Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: Dini mükemmelleştiren, nimetleri tamamlayan, benim risaletimden ve Ali'nin velâyetinden hoşnut olan Allah en yücedir![355] Yakubî kendi Tarih'inde Medine'de nâzil olan ayetlerden bahsederken şöyle yazar: Resulullah'a (s.a.a) nâzil olan en son ayet "Bugün size dininizi kemale erdirdim." ayetidir. Bu rivayetin sahih olduğu ispatlanmıştır. Bu ayet, Resulullah (s.a.a), Gadir-i Hum'da Ali b. Ebu Talib'in velâyet ve hilâfetini açıkça herkese duyurduktan sonra nâzil oldu.[356] Bu törenden sonra Ömer b. Hattab Hz. Ali'yle (a.s) görüşerek şöyle dedi:
Ey Ebu Talib oğlu! Bugün sen bütün mümin erkek ve kadınların mevlası oldun; bu büyük bağış sana kutlu olsun.[357] Başka bir rivayette ise şöyle geçer: Ömer b. Hattab Hz. Ali'ye (a.s) "Ne mutlu sana ey Ebu Talib'in oğlu!" dedi.[358] Diğer bir rivayete göre de şöyle dedi: Bugün bütün mümin erkek ve kadınların efendisi oldun, kutlu olsun sana ey Ebu Talib'in oğlu.[359]
Dostları ilə paylaş: |