1999 yılında festivalin Uluslararası Altın Lale Yarışması’nın jüri başkanlığını üstlenen Chantal Akerman’ı bu belgeselle anıyoruz. Kariyeri boyunca pek çok farklı ülkede çalışmış, sürekli yeni şeyler deneyerek hiçbir yere ve hiç kimseye bağlı kalmamış, kendini “göçebe” olarak tanımlayan Akerman ile birlikte bu belgesel de şehir şehir, ülke ülke dolaşıyor. I Don't Belong Anywhere: The Cinema Of Chantal Akerman / Hiçbir Yere Ait Değilim, çok sevdiği otel odalarında sinema tutkusundan, annesinden, sürekli taşınma halinden ve anılarından bahseden ünlü yönetmeni takip ediyor. Belgeselin yönetmeni Marianne Lambert, daha önce Akerman'ın çeşitli filmlerinde prodüksiyon amiri olarak çalışmış.
Ağustos Olayları / Sobytie / The Event / Sergei Loznitsa
Avrupa’nın önemli belgesel sinemacılarından Sergey Loznitsa, yeni filmi The Event / Ağustos Olayları’nda tarihin kırılma noktalarından birini sokak hareketleri üzerinden, neredeyse yorumsuz ele alıyor. Belgeselin merkezinde, 1991’de Moskova’da Başkan Mihail Gorbaçov’a karşı başarısız darbe girişiminin ardından Leningrad’da dev meydanları dolduran insanlar yer alıyor. Loznitsa, 8 kameramanın çektiği siyah-beyaz arşiv görüntüleri aracılığıyla, radyo dinleyerek haber almaya çalışan, ordunun muhtemel bir müdahalesine karşı barikatlar kuran insanların korkularını, beklentilerini, umutlarını, isteklerini gösteriyor ve geçmişi yansıtırken bugünden bahsediyor. Venedik, Toronto, Rotterdam film festivallerinde övgüyle karşılanan, Leipzig’de ödül alan Ağustos Olayları, Loznitsa’nın Maidan belgeselini takip ediyor. 1991’de Komünist Parti, başkan Gorbaçov ve Rusya başkanı Yeltsin’e karşı bir darbe girişiminde bulunmuş, ülke çapındaki protestoların ardından Sovyetler Birliği dağılmıştı.
Güneşin Altında / V paprscích slunce / Under the Sun / Vitaly Mansky
Bugüne dek 30’u aşkın belgesel film çeken Ukrayna asıllı Rus sinemacı Vitaly Mansky, ilk gösterimini Tallinn Kara Geceler Film Festivali’nde yapan Under the Sun / Güneşin Altında adlı belgeselinde Kuzey Kore’de Çocuk Birliği’ne mensup, eski lider Kim Il-Sung anısına hazırlanan bir törene katılan küçük bir kız çocuğunu takip ediyor. Gündelik hayat üzerinden Kuzey Kore’nin röntgenini çeken Mansky, filmini Kuzey Kore devletinin desteğiyle çekmesine ve sıkı kontrole rağmen belgeselde propaganda mekanizmalarını ortaya çıkarıyor. Güneşin Altında, filme destek veren iki ülke Rusya ve Kuzey Kore arasında da diplomatik krize neden oldu. Yapımcı Simone Baumann, çekimlerin gerçekleştirilebilmesi için aralarında Kuzey Kore Kültür Bakanlığı da dahil beş ülkenin kurumlarıyla işbirliği yaptı; bakanlık hem mali destek vermedi hem de filmdeki karakterlerden kullanılan kameralara kadar her şeyi denetledi. Aynı zamanda ArtDoc Film Festivali’nin kurucularından olan Vitaly Mansky, Sovyetler Birliği’nin eski halini anımsattığı için Kuzey Kore’yi seçtiğini belirtiyor, ancak Kore’deki kültürel hafıza ve eleştirel düşünce yoksunluğunun, ayrıca herkesin sürekli mutlu ve memnun görünmesinin de arada derin bir farklılık yarattığını ekliyor. Kore ve Rusya’da filmin 60 dakikalık kısa versiyonu gösterilecek.
Şimdi Nereyi İşgal Edelim? / Where to Invade Next / Michael Moore
Michael Moore’un yeni belgeseli Where to Invade Next / Şimdi Nereyi İşgal Edelim? sevenlerini mutlu edecek Moore tarzı bir belgesel. Yönetmen, “madem biz Amerikalılar işgal etmeyi alışkanlık haline getirdik, o halde Avrupa’yı da işgal edip oradaki güzel şeyleri de sahiplenelim,” fikrinden yola çıkıyor. Tek kişilik bir ordu olarak Avrupa’ya yaptığı bu çıkarmanın ise üç kuralı var: Kimseye ateş edilmeyecek, petrol yağmalanmayacak ve tüm Amerikalıların yararına bir şeyle geri dönülecek.
Tuz Gölü Hayalleri / I sogni del lago salato / Dreams of the Salt Lake / Andrea Segre
Belgesel filmlerinin yanı sıra Shun Li and the Poet gibi ödüllü kurmaca filmleriyle de tanınan yönetmen Andrea Segre, Dreams of the Salt Lake / Tuz Gölü Hayalleri’nde 60’lar ve 70’lerin sanayisi gelişmekte olan İtalya’sını günümüzün Kazakistan’ında arıyor. Andrea Segre, alabildiğine uzanan bozkırlarda, çokuluslu petrol şirketlerinin müdahalesiyle insanların değişen hayatlarını gözlemlerken İtalya’daki kendi çocukluğundan arşiv görüntülerini de filme katıyor. İlk gösterimini Venedik Film Festivali’nde yapan Tuz Gölü Hayalleri, petrol zengini bozkırdaki Aktav ile modern bir metropole dönüşen Astana arasında gidip geliyor ve yıllık büyüme oranı %6’yı bulan Kazakistan’ın da bir portresini çiziyor.
MAYINLI BÖLGE
Tarzı, yaklaşımı, tekniği ya da anlatımı farklı, alışılmadık, öncü, bazen zorlayıcı, sivri, bazen deneysel filmlerden oluşan Mayınlı Bölge bölümü özellikle keşifçi sinefillere sesleniyor. Sinemanın aykırı ruhları Mayınlı Bölge’de dolaşıyor.
Mayınlı Bölge bölümünde yer alan filmler;
Hüzünlü Gizem Ninnisi / Hele Sa Hiwagang Hapis / A Lullaby to the Sorrowful Mystery / Lav Diaz
Lav Diaz’ın son filmi A Lullaby to the Sorrowful Mystery / Hüzünlü Gizem Ninnisi, dünya prömiyerini yaptığı Berlin Film Festivali’nde Gümüş Ayı Alfred Bauer Ödülü’nü kazandı. Plan sekanslardan oluşan 480 dakika (8 saat) uzunluğuyla festivalin en uzun filmlerinden Hüzünlü Gizem Ninnisi, Filipinler’de bugüne kadar çekilmiş en kalabalık kadrolu film olma özelliğini de taşıyor. Filipinler tarihini konu alan siyah-beyaz film, İspanya’ya karşı 1896-1897 yıllarında patlayan Filipinler devrimini farklı tarihsel dönüm noktaları, roman kahramanları, tarihi kişilikler ve simgeleri aracılığıyla ele alıyor. İstanbul Film Festivali’nde daha önce Norte, the End of History / Tarihin Sonu, From What Is Before / Evvelden filmleri gösterilen Lav Diaz, çağdaş Filipin sinemasının önde gelen isimlerinden sayılıyor.
Semptom / Symptoma / Symptom / Angelos Frantzis
Günümüz Yunan sinemasının en özgün yönetmenlerinden Angelos Frantzis, bir önceki filmi Ormanda’dan sonra yeni filmi Symptom / Semptom ile tekrar Mayınlı Bölge’de. Yönetmen bu kez ıssız bir adaya musallat olan bir canlının yol açtığı korkuyu ele alıyor. Dev tavşan kafası ve asi bir rock yıldızını hatırlatan deri ceketiyle adeta korkunç bir kâbustan fırlamış bu canlıya karşı durabilen tek ada sakini ise genç bir kadın. Frantzis çok az diyalog içeren Semptom’un fantastik ve melodram türlerinin bir melezi olduğunu söylüyor ve filminin “bir kadının bilinçaltına dalarak, içgüdülerimiz ve kişisel ahlak arasındaki daimi savaşın emarelerini ortaya çıkartmaya çalıştığını” belirtiyor.
Ölümcül / Meurtrière / Philippe Grandrieux
Deneysel sinemanın zirvesindeki yönetmenlerden Philippe Grandrieux’nun yeni film Meurtrière / Ölümcül hipnotik, müstehcen, histerik ve korkutucu dört dansçının dansını anlatıyor. Grandrieux, 2012’de White Epilepsy / Beyaz Nöbet ile başladığı ve kaygıyı merkeze alan üçlemesinin ikinci halkasında algıda yeni kapılar açmaya devam ediyor. Filmdeki dans, yönetmenin diğer filmleri ve videoları gibi sınırları zorlayan bir estetiğe sahip ve izleyicisine transı andıran bir deneyim sunuyor. “Kaygı” üçlemesinin her bir ayağı, bir gösteri, bir film ve bir yerleştirmeden oluşuyor. Ölümcül performansı Lyon Walls and Bridges ve Whitney Museum of American Art’ta sergilendi.
Evrim / Evolution / Lucile Hadzihalilovic
Lucille Hadzihalilovic, 10 yıl önce festivalin Uluslararası Yarışma bölümünde Radikal Halk Ödülü ve FIPRESCI Ödülü’nü kazanan filmi Innocence / Masumiyet’in ardından Evolution / Evrim ile sinemaya geri dönüyor. İlk gösterimi Toronto’da yapılan Lucile Hadzihalilovic’in ikinci uzun metrajlı filmi büyüleyici bir rüya ile kan donduran bir kâbus arasında gidip geliyor. Gaspar Noé’nin eşi olan Hadzihalilovic, Evrim’de doğumdan ergenliğe yolculuğumuzu denizin derinlikleri ve hastane metaforlarıyla fantastik bir öyküye yerleştirerek sunuyor.
Pek Ağır Yol İleri / Dead Slow Ahead / Mauro Herce
Locarno’da dünya prömiyerini yapan Dead Slow Ahead / Pek Ağır Yol İleri, İstanbul’dan yola çıkıp Odessa, Nikolaev, Port Said, İsmailiye, Süveyş, Akabe, Cuesta, Triumph ve New Orleans’a uğrayan Fair Lady adında büyük bir yük gemisini konu alıyor. Bayraksız, mekânsız, yokluğun orta yeri olan okyanusun ortasında, belki de zamanın dahi dışında ilerliyor. Mürettebatı, tek başına 21. yüzyılın neokapitalizmini sembolize eden bu dev yapının içinde didiniyor; bedenleri dışında bütün hayatlarını karada bırakmışlar. Pek diyalog duyulmuyor, zira bu dev makine, motorları çalıştığı sürece bütün sesleri baskılayabilecek bir kudrete sahip.
Tekir / Kater / Tomcat / Händl Klaus
Yönetmen Händl Klaus’un senyorsunu da kendi yazdığı filmi Tomcat / Tekir festivalin Mayınlı Bölge bölümünde. Berlin’de Teddy En İyi Film Ödülü’nü alan Tekir, minimal bir gerilim filmi. Üst orta sınıf eşcinsel bir çiftin mutlu ve huzurlu yaşamları kedileri Moses ile tamamlanmaktadır. Ancak bir gün bir anda gelişen şiddet içerikli bir olay evlerine huzurluk tohumunu eker. Avusturya sinemasının alâmetifarikası Haneke veya Seidl gibi ustaların yapıtlarının yanına konabilecek bu filmi izlerken gerçekten çelik gibi sağlam sinirlere sahip olmak gerekiyor.
Vahşi / Wild / Nicolette Krebitz
Gerek müzikleri gerekse stilize sahneleriyle özgün ve etkileyici bir atmosfere sahip olan Wild / Vahşi, risk almayı seven izleyiciler için biçilmiş kaftan. Şehirde parkta karşılaştığı bir kurdu takıntı haline getirip sonra da evcil hayvan gibi evine kapatan bir genç kadını izleyen Vahşi, Nicolette Krebitz’in üçüncü uzun metrajlı filmi. Modern toplum hayatının bizi özümüzden uzaklaştırdığına dair bir yorum getiren alabildiğine huzursuz edici Vahşi, dünya prömiyerini Sundance’te Dünya Sineması bölümünde yaptı ve özellikle başroldeki Lilith Stangenberg’in ve kurtların performansıyla övgüler aldı. Bale eğitiminden sonra oyunculuk eğitimi alan yönetmen Nicolette Krebitz 1992-2000 yılları arasında birçok sinema ve TV filminde oyunculuk yaptı.
Öğleden Sonra / Na ri xia wu / Afternoon / Tsai Ming-Liang
Elveda Sinema ile Altın Lale’yi kazanan, birçok filmi festivalde ve Filmekimi’nde gösterilen Tsai Ming-liang yeni filmi Afternoon / Öğleden Sonra’da kendini sorguluyor ve izleyenine yönetmenin akıl odasına girmek için bir anahtar veriyor. Öğleden Sonra’da Tsai, ilham perisi ve birçok filminin başrol oyuncusu Lee Kang-sheng’le tek bir mekânda karşılıklı sohbet ediyor. Indiewire dergisi filmi “belki de en az konuşulan ama en derin yönetmen-oyuncu işbirliğinin içten ve samimi bir portresi.” olarak yorumluyor.
Uyku Yok Yok / Wu wu mian / No No Sleep / Tsai Ming-Liang + Sis / Mok Mae Rim / Vapour / Apichatpong Weerasethakul
Yaşayan en önemli Tayvanlı yönetmenlerden Tsai Ming-liang, yürüyen bireylerin peşine takıldığı Walker serisinin yedinci bölümü No No Sleep / Uyku Yok Yok’ta kamerasını bu kez Tokyo’ya yerleştiriyor. Yavaş sinemanın büyük ustası Ming-liang, 2014 tarihli Walker to the West’ten hatırlanabilecek serinin Lee Kang-sheng’in canlandırdığı kırmızı kıyafetli keşişi, Tokyo sokaklarında bir hamama kadar takip ediyor. Tayvanlı yönetmen, kısa metrajlı Uyku Yok Yok’te sükûnet ile gerilim arasında bulduğu denge, statik kamerası ve mükemmel kadrajlarının içindeki koreografiyle dikkat çekiyor. 2004’te Goodbye, Dragon Inn / Elveda Sinema ile Uluslararası Yarışma Altın Lale ödülünü kazanan ve 2007’de de Lee Kang-sheng ile festivale konuk gelen Tsai Ming-liang’ın festival programında bir filmi daha yer alıyor: Yine Mayınlı Bölge’de gösterilecek olan, bu kez uzun metrajlı Öğleden sonra / Na ri xia wu / Afternoon.
Taylandlı yönetmen ve video sanatçısı Apichatpong Weerasethakul Vapour / Sis’te güçlü sinema dilini bu kez sessizlikle zorluyor. Tayland’ın kuzeyinde, yönetmenin 8 yıl yaşadığı Toongha adlı köyde geçen bu deneysel kısa metrajlı filmde Weerasethakul bir kez daha kurmaca ile belgesel, gerçek ile rüya arasındaki sınırları kaldıran sinema dilini kullanıyor. Yönetmen Altın Palmiye ödüllü filmi Amcam Önceki Hayatlarını Hatırlıyor’da olduğu gibi ülkesinin politik atmosferine yaratıcı bir sinemayla bakıyor. Sis, klarinet virtüozü Oğuz Büyükberber’in canlı müziği eşliğinde gösterilecek. Son uzun metrajlı filmi Cemetery of Splendour / Saltanatın Mezarlığı 2015 Filmekimi’nde gösterilen Apichatpong Weerasethakul “Hayaletli Evler” projesiyle 2001’de yapılan 7. İstanbul Bienali’nin sanatçıları arasındaydı.
Tikkun / Avishai Sivan
Avishai Sivan’ın tekinsizlik, yetersizlik ve huzursuzluk duygusuyla donattığı filmi Tikkun, güvenli sandığı dünyası yerle yeksan olan radikal bir dindarın çaresizliği üzerine. Kudüs’te En İyi Erkek Oyuncu, En İyi İsrail Filmi, En İyi Senaryo, Singapur’da mansiyon, Locarno’da ise Gümüş Leopar Jüri Özel, Görüntü Mansiyon ve Don Kişot ödüllerini alan Tikkun, Sivan’ın The Wanderer ile başlayan ve Yahudi dini “yeşiva” öğrencilerinin sarsılan inançları hakkındaki üçlemesinin ikinci filmi. Başroldeki Aharon Traitel, bu dini öğrenimi yarıda bırakmış bir “eski” Hasidik yeşiva öğrencisi. “Tikkun” kelimesi İbranicede “gelişme, iyileştirme” anlamına gelirken Yahudi mistisizminde “ruhun öte dünyaya geçmeden çözülmemiş meselelerini çözmesi” kavramını tarif ediyor. Avishai Sivan’ın ilk filmi The Wanderer 2010’da Cannes Film Festivali’nde prömiyerini yapmıştı.
Fısıldayan Yıldız / Hiso Hiso Boshi / The Whispering Star / Sion Sono
Minimalist bilim-kurgu filmi The Whispering Star / Fısıldayan Yıldız, insanlığın yok olduğu bir gelecekte geçiyor. Film, gezegenler arasında paket yapan “humanoid” Yoko’nun, insan olmanın nasıl bir şey olduğu anlamaya çalışmasını konu alıyor. Mekânlar ise Fukushima Nükleer Felaketi sonrası insanların oturduğu yerlere gönderme yapıyor. Yönetmen Sion Sono’nun büyük hayal gücü ve yalınlığı filmi daha da dikkat çekici hale getiriyor.
GÖMÜLÜ HAZİNELER
Festivalin bu yıl çok ses getirecek yeni bölümlerinden biri “Gömülü Hazineler” başlığını taşıyor. Alkan Avcıoğlu'nun küratörlüğünü üstlendiği bölüm, sinema tarihinin varlığı az bilinen, yasaklanmış, kaybolmuş, yıllar boyu izleyici karşısına çıkmamış filmlerini gömülü olduğu yerden gün ışığına çıkartacak.
Hayranları arasında David Lynch, Francis Ford Coppola ve Quay kardeşler gibi isimler bulunan Polonyalı yönetmen Wojciech Has’ın 1973 yapımı fantastik ve gerçeküstü sinemanın nadide örneklerinden biri sayılan filmi The Hourglass Sanatorium / Kum Saati Sanatoryumu bölüm kapsamında izleyiciyle buluşacak yapıtlardan. Zamanında Polonya’dan yurtdışına çıkarılması yasaklanan Kum Saati Sanatoryumu, gizlice gönderilen kopyasıyla 1973’te Cannes'da gösterildi ve Jüri Özel Ödülü kazandı. 2000'lerde kopyası Martin Scorsese sayesinde restore edilen film, babasını ziyaret etmek üzere sanatoryuma giden bir adamın oda oda gezerken karşılaştığı tuhaf karakterleri, gerçeklikle hayal dünyasını birleştiren anıları, Polonya’nın geçmişinden imgeler ve sıra dışı müzik bandıyla benzersiz bir sinemasal deneyim sunuyor.
Eiichi Yamamoto’nun, sinema tarihinin en sıra dışı, cüretkar ve psikedelik animasyonlarından biri sayılan 1973 yapımı Belladonna of Sadness bölüm kapsamında büyük ekrana dönüyor. Fransız tarihçi Jules Michelet'in La Sorcière adlı kitabından uyarlanan bu tabuyıkıcı animasyon, köyün baronu tarafından tecavüze uğradıktan sonra şeytanla anlaşma yapan Jeanne'ın hikâyesini anlatıyor. İlk çıktığı yıllardan bu yana uzun süre ulaşılamayan, 2015'te restore edilen bu sert film, geçtiğimiz yıl Amerika’daki ilk gösterimini gerçekleştirdiği, en önemli fantastik film festivallerinden kabul edilen Austin’daki Fantastic Fest’de gösterilerek büyük ses getirdi. Japon animasyon sanatının en büyük kayıp başyapıtlarından olan bu benzersiz yapım, Japon anime-manga dünyasının “büyükbabası” Osamu Tezuka’nın yapımcılığını üstlendiği yetişkinlere yönelik “Animerama” üçlemesinin Eiichi Yamamoto tarafından çekilen son filmi.
Amerikalı dâhi sinemacı Charles Burnett’ın hem ilk filmi hem ilk başyapıtı 1978 yapımı Killer of Sheep, Los Angeles’ta, Afrika kökenli Amerikalıların yaşadığı bir mahalledeki gündelik hayatı, İtalyan Yeni Gerçekçiliği’nin izinden giden bir anlatımla gösteriyor. Düşük bütçeli ve amatör oyuncuların rol aldığı film, 1981’de Berlin Film Festivali’nde yarıştı ve FIPRESCI ödülü kazandı. Ancak müzik parçalarının telif sorunu nedeniyle hiç gösterime giremedi. Yıllar içerisinde kulaktan kulağa yayılarak Amerikan Bağımsız Sineması’nın kayıp efsanelerinden birine dönüşen film, 2007’de Steven Soderbergh’in filmin müziklerinin telif hakkını satın alması sonrası, çekiminin 30 yıl ardından nihayet ilk kez gösterime girebildi. Burnett’in filmi gösterilmeye başladıktan sonra Amerikan sinemasının kilometre taşlarından biri olarak kabul görmeye başladı. Amerikan Ulusal Eleştirmenler Birliği’nin “100 Temel Film” arasına seçtiği filmi, BBC ise 2015 yılında yayınladığı “En İyi 100 Amerikan Filmi” listesinde 26. Sıraya yerleştirdi.
Yeni Dalga'nın fikir babalarından Jacques Rivette aslında bir TV için çektiği, Paris'teki bir grup tiyatrocu üzerinden 1968 ruhuna, sanata ve siyasete dair bir meditasyon olarak nitelendirilebilecek Out 1'i tamamladığında son kurgusu 750 dakikanın üzerindeydi. Fransız televizyonu bu episodik filmi yayınlamayı reddetti, film de bir özel gösterimin ardından kayıplara karıştı. Rivette, bir yıl sonra Out 1: Spectre adı altında 250 dakikalık yeni bir kurgu yarattı. Bu film de birkaç festival gösteriminin ardından kayıplara karıştı. Yıllar içinde filmi tek kopyasından veya 16mm'den aktarma kötü kaliteli VHS kopyasından izleme şansına erişenler benzersiz bir film, katıksız bir başyapıt olduğunu doğruladı. Çok değil daha düne kadar bir türlü ulaşılamayan bu kayıp hazine, şimdi restore edilmiş kopyasıyla sinemaseverlerin karşısına ilk kez 35. İstanbul Film Festivali’nde çıkacak.
ANTİDEPRESAN
İlk kez 2010 yılında festivalde yer alan ve kısa sürede festivalin vazgeçilmezlerinden biri olan TLC sponsorluğundaki Antidepresan bölümünde 10 film izleyicilerle buluşacak. Festival, hayatı hafife alan, eğlendirirken düşündüren, mizaha ve dünyaya beklenmedik, ters köşelerden bakan bölüm “hayat, ciddiye alınmayacak kadar kısa” mottosundan yola çıkıyor.
Antidepresan bölümünde yer alan filmler;
Ben ve Kaminski / Ich und Kaminski / Me and Kaminski / Wolfgang Becker
On iki yıl önce çektiği son kurmacası Elveda Lenin! dünya çapında bir hite dönüşen Wolfgang Becker’in uzun zamandır yolu gözlenen yeni filmi Me and Kaminski / Ben ve Kaminski, Almanya’nın en parlak genç yazarlarından Daniel Kehlmann’ın romanından beyazperdeye uyarlandı. Filmin başkarakteri Sebastian Zöllner, ressam Manuel Kaminski hakkında bir makale yazmakta olan genç bir gazetecidir. Bir yandan işini tamamlamaya çalışırken, diğer yandan makalesini doğrudan paraya çevirebilmek için Kaminski’nin bir an önce ölmesini dilemektedir. Ben ve Kaminski, Daniel Brühl ile Jester Christensen’in oyunculuklarıyla dikkat çekiyor.
Apartman Hikâyeleri / Asphalte / Macadam Stories / Samuel Benchetrit
Yönetmen Samuel Benchetrit, detaycılıkla ördüğü yeni filmi Asphalte / Apartman Hikayeleri’nin hikâyesini bir grup Parislinin hayatındaki kelebek etkisi etrafından kuruyor. Paris’in orta yerinde bir apartmanın asansörünün çalışmamasının altı insanın kararlarına nasıl tesir ettiğini konu alıyor.
Allah İzin Verirse / Se dio vuole / God Willing / Edoardo Maria Falcone
Senarist Edoardo Maria Falcone’nin ilk yönetmenlik denemesi Se dio vuole / Allah İzin Verirse geçen yılın en başarılı İtalyan filmlerinden. Hem izleyicilerin hem de eleştirmenlerin beğenisi toplayan film Tokyo’da İzleyici Ödülü, David di Donatello Ödülleri ve İtalyan Sinema Yazarları Derneği tarafından da En İyi Yönetmen ödülü aldı. Başkarakteri başarılı ve kibirli kalp cerrahı Tomassa, aile ilişkileri konusunda işinde olduğu kadar iyi değildir. Karısıyla arası son zamanlarda bozuktur, kızının da hayatta hiçbir amacının olmamasına katlanamaz ve bütün umudunu bağladığı kendisi gibi bir cerrah olmasını beklediği oğlu tüm hayatını değiştirecek bir karar verdiğini söyler. Tomasso bu haberin şokunu atlatır atlatmaz, oğlunun aklına kimin girdiğini bulmaya koyulur.
Florida / Floride / Philippe Le Guay
Dramla komedi arasında hassas bir denge tutturan ve Fransız sinemasının en büyük karakter oyuncularından Jean Rochefort’un “bugüne kadarki en dokunaklı performansı”yla dikkatleri çeken Florida, “unutmak”ı diline dolasa da daha ziyade “hatırlamak” üzerine bir film. 80 yaşına varan ve yaşadığı unutkanlık ve kafa karışıklığı nöbetleri sıklaşan bir adamın kızı ile ilişkisini mercek altına alan Florida, ilk gösterimini Locarno Film Festivali’nde yaptı. Rochefort’a kızı rolünde Sandrine Kiberlain eşlik ediyor. Florida, Florian Zeller’in Le père / Baba adlı oyunundan uyarlandı. İlk César ödülünü 1976’da kazanan Jean Rochefort, Terry Gilliam’ın bir türlü çekilemeyen meşhur Don Quixote’sinde başrolü üstlenecekti. Birçok ödüllü film çeken yönetmen Philippe Le Guay, 2014 yılında Uluslararası Altın Lale jürisinde yer almıştı.
Yılbaşı Eğlencesi / Mi gran noche / My Big Night / Alex de la Iglesia
İspanyol sinemasının hem en üretken hem de en çılgın yönetmenlerinden Alex de la Iglesia, bu kez alabildiğine eğlenceli bir gösteri dünyası taşlamasıyla karşımızda çıkıyor. My Big Night / Yılbaşı Eğlencesi'nde Iglesia, kamerasını yeni yıla iki ay kala bir televizyon kanalına çeviriyor. Kanalda şimdiden hakim olan yılbaşı yayının telaşı ve bu büyük telaştan rol çalan başka dertler de var. Yönetmen, Yılbaşı Eğlencesi'nde her zaman olduğu gibi bir sirk yönetiyor sanki ve Fellini’ye, Altman’a ve öncülü Almodóvar’a referanslar taşımaya devam ediyor
Bay Sim’in Çok Özel Hayatı / La vie très privée de Monsieur Sim / The Very Private Life of Mister Sim / Michel Leclerc
2010 yapımı ikinci filmi Aşkın Halleri ile uluslararası başarı yakalayan Michel Leclerc yeni komedi filmi The Very Private Life of Mister Sim / Bay Sim’in Çok Özel Hayatı ile karşımızda. Depresif karakterlere hayat veren Jean-Pierre Bacri’nin canlandırdığı Bay Sim, özel hayatı berbat olunca gezgin bir satıcı olmayı seçen ve yeni işinde macera dolu bir keşif yolculuğuna çıkan orta yaşlı bir adam. Bu yol komedisi olan Bay Sim’in Çok Özel Hayatı, İngiliz yazar Jonathan Coe’nun The Terrible Privacy of Maxwell Sim adlı romanından uyarlandı.
Yeni Öğrenci / Le Nouveau / The New Kid / Rudi Rosenberg
Fransız aktör Rudi Rosenberg’in ilk uzun metrajlı yönetmenlik denemesi olan ve San Sebastian’da En İyi Yeni Yönetmen Ödülü’nü kazanan The New Kid / Yeni Öğrenci, bir okulda öğrenciler arasında kurulmuş olan hiyerarşinin ve ayakta kalmaya çabalayan bir grup ezilen öğrencinin hikâyesini eğlenceli bir dille aktarıyor. “Ergenlik, komedi için çok verimli bir alan” diyen yönetmen Rosenberg, kendi okul günlerinden esinlenmiş.
Güneş Şemsiyesi / Parasol / Valéry Rosier / Belçika
Parasol / Güneşin Şemsiyesi, 2005’ten bu yana yaptığı kısa filmler ve belgesellerle dünyanın dört bir yanındaki festivallerden ödüller toplayan ve genç nesil Belçikalı sinemacılar arasında öne çıkan Valéry Rosier’nin uzun metrajlı ilk kurmacası. Rosier, yalnızlıkların ve asla vuku bulmayacak olan yeni başlangıçların hikâyesini anlatıyor ilk kurmaca filminde, hayatlarında bir şeyleri değiştirmeye, yalnızlığa karşı çıkmaya kararlı üç avareyi takip ediyor. Yönetmen Rosier, San Sebastian, Namur ve Busan film festivallerinde gösterilen ve amatör oyuncuların rol aldığı bu ilk filminde “hayatlarımızdaki boşluk ve saçmalık duygusuyla karşılaşınca yalnızlıkla nasıl başa çıktığımızı göstermeyi” hedefliyor. Çıkış noktası ise filozof Emil Cioran’ın şu sözü: Çoğu insanın aklını en çok meşgul eden şey, hayatlarındaki renksizlikten kaçma çabası.”
Şövalye / Chevalier / Athina Rachel Tsangari
30. İstanbul Film Festivali’nde izleyiciyle buluşan Attenberg filminin yönetmeni Atina Rachel Tsangari’nin bol ödüllü son filmi Chevalier / Şövalye festivalin Antidepresan bölümünde. Londra, Selanik ve Saraybosna festivallerinden ödüllerle dönen ve erkek dünyasını ti’ye alan film, Ege denizinde bir teknede tatile çıkan 6 erkek arkadaşın “içimizden en “erkek” hangimiz” oyununu oynamaya karar vermeleriyle başlıyor. Aralarında ünlü Yunan şarkıcı Sakis’in de olduğu, sadece erkeklerden oluşan oyuncu kadrosuna, Saraybosna Film Festivalinde toplu halde en iyi oyuncu ödülü kazandıran Şövalye, Londra Film Festivali’nde En İyi Film, Selanik’te İzleyici Ödülü kazandı. Dogtooth / Köpekdişi ve The Lobster’ın yönetmeni Yorgos Lanthimos’la yaptığı işbirlikleriyle tanıdığımız Tsangari, Köpekdişi ve Alpler’in yanı sıra Richard Linklater’ın Geceyarısından Önce filminin de yapımcılığını üstlendi ve bu filmde de küçük bir rol üstlendi.
Schneider Bax’a Karşı / Schneider vs Bax / Alex van Warmerdam
Hollanda sinemasının en muzip yönetmenlerinden Alex van Warmerdam, kara mizah şaheseri Borgman’dan sonra çektiği yeni filmi Schneider vs Bax / Schneider Bax’a Karşı’da müstakbel kurbanı tahmininden dişli çıkan bir tetikçinin hikâyesini anlatıyor. Schneider Bax’a Karşı, heyecanlı ve absürt bir komedi-gerilim. Sinemadan önce tiyatro ile uğraşan van Warmerdam’ın önceki filmleri Abel, Little Tony, Grimm, The Last Days of Emma Blank birçok uluslararası festivalde ödül kazandı. Tetikçi Schneider rolündeki Tom Dewispelaere, Borgman’da da rol alıyordu. Öldürmeye çalıştığı Bax rolünü ise yönetmenin van Warmerdam üstleniyor. Van Warmerdam filmini “tüy gibi hafif, bir tarz egzersizi; ışık, mekân, su ve sazlıklar üzerine bir çalışma” olarak tanımlıyor.
|