Ramazanoğulları Beyliği Mimarî Eserlerinde Süslemeler / Doç. Dr. Şerİfe Özüdoğru [s.143-155]
Anadolu Üniversitesi Edebiyat Fakültesi / Türkiye
Ramazanoğulları Beyliği XIV. yüzyılın ikinci yarısında Adana merkez olmak üzere, Çukurova’da Tarsus, Kozan (Sis), Misis, Ayas (Yumurtalık), Payas ve çevresinde kurulmuştur. Oğuzların Üçok kolu, Yüreğir boyundan olan Ramazan Bey’in adına ilk kez 1352 yılında rastlanılmaktadır. Ramazanoğlu Halil Bey Devri’nde Osmanlı yönetimine girdikleri bilinmektedir.1
Ramazanoğulları Beyliği 230 yıla yakın siyasi hayatları içinde hiçbir zaman bağımsız bir devlet statüsüne erişememişlerdir. Bugüne kadar bu beyliğe ait bir sikkeye rastlanılmamıştır. İlk önce Mısır Memlûklularına, daha sonraları da Osmanlı Devleti’ne bağlı olarak yarı bağımsız bir beylik olarak yaşamışlardır. Ramazanoğulları, II. Beyazıd Devri’nde Osmanlı-Memlûk savaşlarında Memlûk kuvvetlerinin yanında yer almışlardır. Osmanlıların zamanla bölgede güç kazanmaları ve Memlûk vergilerinin ağırlığı nedeniyle Ramazanoğulları beyleri Osmanlılar tarafına meyletmeye başladılar. Mahmut Bey, Yavuz Sultan Selim’le birlikte Ridaniye seferinde bulunmuş ve orada şehit olmuştur (1517). Beylik Osmanlı yönetimindeki en parlak yıllarını Piri Paşa ve oğlu İbrahim Bey zamanında yaşamıştır.2
1608 yılında Pir Mansur Bey’in beylikten çekilmesi üzerine Adana, Ramazanoğullarının Ocaklık mülkü olmaktan çıkmış, beylerbeyliğine çevrilerek merkezden gönderilen valiler tarafından idare edilmeye başlanmıştır.3
Adana merkez olmak üzere Çukurova bölgesinde egemen olan Beylik’ten Adana ve Tarsus’ta pek çok mimari eser günümüze gelebilmiştir. Piri Mehmet Paşa Vakfiyesi’nden de anlaşıldığı gibi 1538 yılında Çukurova’nın Ramazanoğulları yönetiminde o zamana kadar görülmemiş bir zenginlik ve güzelliğe kavuşmuş olduğu saptanmaktadır. Adana’da pek çok okul açıldığı, pazar yerlerinin kurulduğu, aşevleri açıldığı, susam yağı çıkaran yerlerle, pirinç unu yapan değirmenlerin, boyahanelerin işletildiği Çukurova’nın tarımsal, ekonomik ve sosyal bakımdan ileri bir düzeyde olduğunu göstermektedir.
Bu çalışmada Ramazanoğulları Beyliği’nin Osmanlı egemenliğine girdiği tarihe kadar olan (17. yüzyıl’a kadar) Adana ve Tarsus’taki mimari eserlerin süslemeleri incelenmiştir. Yapılardaki bezemeler tek tek anlatılarak tahlilleriyle sonuçlandırılmışlardır.
Adana
Akça Mescit
Ulu Cami mahallesinde yer alan mescit Adana’nın en eski Türk eseri olarak kabul edilmektedir. Akça Bey adlı bir Türkmen beyi tarafından yaptırıldığından aynı isimle anılan yapının tarihi olmamasına karşın, portalde bugünkü kitabesinin bulunduğu yerde izleri kalan iki kabartma kuş figürü ebced hesabıyla yapım tarihini ortaya koymaktadır. Kuş, ebced hesabıyla 406 H. iki kuş 812 H. tarihini verir ki, o da 1409 M. yılına tesadüf etmektedir.4
Akça mescit Ramazanoğullarından kalan en eski eser olarak kabul edilmektedir. Mimarı belli olmayan yapı alçak bir platform üzerinde düzgün kesme küfeli taşlarla inşa olunmuştur. 7.30 m. x 7.30 m. ölçülerinde kare bir mekan üzerine kubbeyle örtülüdür. Kubbe eskiden kiremitle kaplıyken bugün sıvayla bırakılmıştır. Önünde ahşap direkler üstüne çinkoyla örtülü son cemaat yeri sonradan eklenmiştir. Adana’da tümüyle Selçuklu geleneğinde tek yapı Akça Mescit’tir.
Portal, nişini çevreleyen üç sıra halindeki oyma taş tekniğinde işlenen bitkisel süslemeler Selçuklu geleneğini yansıtır. İçteki ilk sırada çifte rumi ve palmet motifleri üzerinde kapının sağ yanında iki kuş figürü yer alır. Akça Mescit portalinde yer alan kuş figürleri Anadolu Selçuklu Devri’nde de görülmektedir. Sivas Gök Medrese portali, Niğde Sungur Bey Camii (Karamanoğulları), Divriği Ulu Camii batı portalinde rastlanılmaktadır.
Yapı günümüze çeşitli onarımlar geçirerek gelebilmiştir. 1830 yılında Hacı Ali Bey, 1867 yılında da Hacı Hasan Ağa tarafından onarılmıştır. Cumhuriyet döneminde bir süre Adana Müzesi’ne ait İslami kitabeler deposu olarak kullanılmış, 1957 yılında onarım görerek yeniden ibadete açılmıştır.5
İkinci sırada ortadaki bir palmetten çıkan rumilerin uçlarındaki dallarla dairesel kıvrımlar oluşturarak sonsuzluk duygusu veren bir bezeme uygulanmıştır (Resim: 1).
En dış bordürde ise, palmet ve çifte rumilerin üç koldan birbirine dolanarak oluşturdukları grift bitkisel dekor görülür.
Giriş kapısının üzerindeki kitabeyi çevreleyen kör kemerde 11 ve 15. yüzyıllarda Türk süsleme sanatında sıkça rastlanılan ve birbirlerine ince uçlarla bağlanan münhailer kesintisiz şekilde devam etmektedir.
Mihrap mermerden olup, dikdörtgen biçiminde iki bordür sırası ve tabla başlıklı iki sütunceyle çevrelenmiştir. Dış bordürde bitkisel, içteki sırada ise on iki kollu yıldızlardan çıkan ışınsal geometrik süsleme yer alır. Aynı geometrik desene, Siirt Ulu Cami minaresi, Konya Aksaray Sultan Han portalinde de rastlanılmaktadır.
Mihrap nişinin iki yanındaki sütuncelerin gövdelerinde ince dallarla birbirlerine bağlanan palmetler ve üç dilimli rumilerle dantel hissi uyandırmaktadır.
Küçük Mescit
Ulu Cami mahallesindedir. Akça Mescit’ten sonra 1492 yılında Ramazanoğullarından Halil Bey döneminde yaptırılmıştır. Oldukça küçük olan yapı kare mekanlı üstü toprak damla örtülüdür. Kesme taşlardan yapılan mescit süsleme yönünden oldukça sadedir. Ulu Camii Medresesi’ne yakın olup, bir süre depo olarak kullanılmıştır.
Harem Dairesi
Adana’nın Ziya Paşa Parkı’nın doğusunda Ulu Cami Külliyesi’nin bitişiğinde yükselen yapının güney kapısı üzerindeki kitabeden 1495 yılında Ramazanoğullarından Halil Bey tarafından inşa ettirildiği anlaşılmaktadır.6
Vakıf Sarayı da denilen yapının adı, Ramazanoğulları kadınlarının oturduğu yer, sarayın Harem dairesi, bölümü olmasından gelmektedir. Üç katlı olan bina 16 m.x10 m. Ölçülerinde zemin katı kesme taş, üst katlar tuğla örgülüdür. Birinci ve ikinci katların zemini tahtadır. Dış cephesi oldukça sade olan yapıda, Osmanlı padişahlarından IV. Murad Bağdat Seferi’ne çıktığında Adana’ya uğramış ve üç gece misafir edilmiştir (Resim: 2).
Selamlık Dairesi
Harem dairesinin kuzeyinde yer alan bina, Tuz Hanı olarak da bilinmektedir. Aslında Beylik sarayının bir bölümüdür. Ramazanoğlu ailesinin oturduğu ve erkeklerin toplandığı, resmi işlerin görüldüğü yapı, Halil Bey tarafından 1497 yılında yaptırılmıştır. Selamlık dairesinin kuzeyinde hamam, doğusunda da mescit yer almaktadır.
Yağ Camii
Eski Belediye caddesi, Büyük çarşı denilen semtte yer alır. Eskiden cami önünde yağ satışı yapılan bir pazar kurulduğundan halk arasında esere “Yağ Camii” de denilmektedir (Resim: 3).
Evliya Çelebi Seyahatnamesinde bu pazardan söz etmekte, ancak yapıyı Eski Cami adıyla belirtmektedir. Eski bir kiliseden camiye çevrilmiştir.
Yağ Camii avlusu içinde yapıya bitişik medresesi de bulunmaktadır. Giriş kapısı üzerindeki kitabesinden kiliseden 1501 yılında camiye çevrildiği belirtilir. İkinci kitabe avlu portalı üzerindedir. Halil Bey tarafından 1558 yılında camiye çevrildiğini medreseyle birlikte Piri Paşa tarafından inşa ettirildiği yazılıdır. Üçüncü kitabe bugün Arkeoloji Müzesi’nde olup, binanın 932 H. yılında yapıldığı minaresinin de 1525 M. tarihinde yaptırıldığı bildirilmektedir. Ancak bugünkü minare yakın tarihte yapılmıştır.7
Cami, 14.50m.x9.80 m. ölçülerinde enine dikdörtgen bir mekana sahiptir. Kuzey-güney yönünde sütunlarla mihraba paralel beş nefe ayrılır, küfe tipi denilen bir plan tipine sahiptir. Taşıyıcı sütunların kısa olanları yapıya loş bir hava vermektedir. Üst örtüsü ahşap olup, kiremitle kaplıdır. Eski kiliseden kalan apsisi de bugün doğu duvarında ayaktadır.
Son cemaat yeri dört sütuna oturan beş kemer açıklıklı, üzeri düz sundurma çatıyla kaplıdır.
Avlu portali oldukça yüksek ve abidevi bir tarzda kuzeydoğu köşede yer alır. Yapının sade ve yalın görünümüyle tezat teşkil eder. Basık kemerli giriş kapısı Selçuklu geleneğindedir. Kapı kemeri siyah-beyaz alternatif taş dizilerinden meydana gelmektedir. Üstte uçları palmet motifleriyle taçlanan bir kartuş içinde yapının kitabesi bulunur. Girişin iki yandaki kumsaati biçimindeki sütunceler, taç kapının görkemi yanında cılız bir görünüm oluşturur. Portal tepeliği bir büyük, bir küçük çiçek motifleriyle taçlanmıştır.
Avlunun kuzey duvarı cephesi, her birinin ortasında birer mazgal deliği bulunan dilimlerle sonuçlanmaktadır. Yapı, bu yönüyle Kahire Sultan Hasan Medresesi cephesiyle benzerlik gösterir.8
Caminin esas giriş kapısı ise, yapı ölçülerine göre oldukça basıktır. Kapı kemeri dört sıra zikzak süslemelerle heraketlenmiştir.
Mihrap, bugün yağlı boya ile boyanarak oldukça sade tutulmuştur. Minber, yakın tarihte ahşaptan yapılmıştır.
Yağ Camii Medresesi
Medrese 1558 yılında Piri Paşa tarafından yaptırılmıştır. Bugün yalnızca güney tarafındaki öğrenci odaları ve dershanesi ayaktadır. Kesme taştan yapılmış olan medresenin bir zamanlar iki katlı olduğu yapının batısındaki girişi yanında bulunan eski taş merdivenlerin yukarıya doğru yükselmesinden anlaşılmaktadır.
Dershane, oldukça yüksektir. Üstü kubbeyle örtülmüştür. Yüksek kemerli 8 m.x8m. ölçülerindeki kare eyvanı bugün iki pencere ve bir kapı ile örtülerek dükkan olarak kullanılmaktadır. Öğrenci odaları ise 2.50 m.x2.50 m. boyutlarında kare planlı küçük hücreler şeklindedir. Ancak üçü ayakta kalabilmiştir. Odalar beşik tanozlarla örtülmüştür. Dershane odasının kademeli konsolların taşıdığı ahşap saçağındaki on bir panonun her birinde değişik geometrik motifler işlenmiştir. Işınsal yıldızlardan meydana gelen süslemelerin bazıları yıprandığından yalnızca izleri kalabilmiştir.
Tahtalı Cami
Necceran mahallesi, Tepebağ yokuşu üzerindedir. 1601 yılında “Sevindikzade” adında bir hayırsever tarafından yaptırıldığı vakıf kayıtlarından anlaşılmaktadır.9
İki blok halinde yapılmış olan caminin kuzeybatı bölümünün altından yol geçmektedir. Burası yaz aylarında son cemaat yeri gibi kullanılmaktadır. 9.50 m x 4.50 m. boyutlarındaki dikdörtgen mekanın üstü ahşap tavanla örtülmüştür. Camiye kuzeyde sekiz basamaklı bir merdivenle çıkılmaktadır.
Minber ve mihrabı 1948 yılında yenilenmiştir. Silindirik minaresi girişin sol yanındadır.
Ulu Cami
Ulu Cami mahallesi ortasında yer alan yapı Adana’nın en büyük camiidir. Enine planlı harimin eşit aralıklarla sıralanan payelerle bölünerek oluşturulan cami tipiyle Anadolu Selçuklular, mimari ve dekorasyon karakteriyle de Eyyubi ve Memlûk etkilerinin ağır bastığı yapının üzerindeki kitabelerden 1513 yılında Ramazanoğlu Halil Bey tarafından inşaasına başlandığı binanın bina, daha sonra Halil Bey’in oğlu Piri Paşa tarafından 1520 ve1541 yıllarında yapılan çalışmalarla son şeklini aldığı anlaşılmaktadır.10
Camii 34.50 m. x 32.50 m. ölçüsünde enine dikdörtgen mekan, dört sütunla kıble duvarına paralel iki nefe ayrılmamıştır. Üzeri çapraz tanozlarla örtülmüştür. Mihrap önünde on iki köşeli tambur üstünde yükselen bir kubbeye sahiptir.
Mihrap önünde yükselen kubbe, Memlûk kubbeleri tarzında soğanvari bir form gösterir. Harmin yanındaki türbenin kubbesi de aynı mimari özelliği aksettirmektedir. Her iki kubbenin kurşunla kaplanmasına karşın revak kubbeleri kiremitle kaplanmıştır (Resim: 4-5-6).
Girişin hemen üzerinde kademeli olarak yukarı doğru sivrilen stalaktitli konik çatının Selçuklu mimarisi tarzında yapılması ve bu mescitin küçük olan bir beyliğin büyümesiyle ihtiyaca yetmemesi nedeniyle bir ilave olarak bugünkü esas yapının inşa edilmiş olduğu tahmin edilmektedir (Şekil: 1).
Yapının harim kısmına ek olarak, bölgenin sıcak olması ve daha fazla cemaatin ibadet edebilmesi düşüncesiyle avlunun bir kısmı ahşap örtü ile kapatılarak büyük bir son cemaat yeri haline getirilmiştir. Harimin kuzey cephesinde konsollar yer almaktadır.11
Ulu Cami’nin batı ve doğu tarafındaki iki büyük portalden avluya girilmektedir. Esas binanın batı yönündeki girişi ve Ramazanoğlu Halil Bey’in yaptırdığı bölüm mimari açıdan farklılıklar ortaya koymaktadır.
Caminin bitişiğindeki (doğusunda) türbe, Ramazanoğulları ailesi için 1541 yılında yaptırılmıştır. Kare mekanlı olan yapıya çapraz tonazla örtülü bir ön mekan ile, harimdeki kapıdan girilmektedir.
Eski yapının cephesinden daha yüksek tutulan portal dikdörtgen bir çerçeve ile sınırlandırılmıştır. Mukarnas kavsaralı kaş kemer içine alınmıştır. Bursa kemeri tipindeki girişi, iki yanında yer alan mihrabiyeleri ve niş köşeliklerindeki sütunceleri ile portal Osmanlı karakteri arz eder.
Esas giriş kapısı kemerindeki gamalı siyah-beyaz taşlar, Osmanlı izleri taşır. Portalın iki yanındaki kum saati biçimindeki sütuncelerin kaidelerinde görülen palmet ve rumilerin sarmal dallarla birbirine tutturulduğu bitkisel dekorun benzerlerine Artuklu eseri olan Marufiye Medresesi eyvanlarının sütunce oturtmalıklarında da rastlanır. Portalin üzerini bir sıra bitkisel dekorlu dişli mazgallar taçlandırır. Aynı tarzda mazgallı taçlandırma Adana’da Yağ Camii avlu portalinde de uygulanmıştır. Bunların en erken örnekleri Pers ve Sasanilerde görülür. (6. yy.), Emevilerde, (8. yy.), endülüs Emevilerde (İspanya’da) Kurtuba Camii’nde (11. yy.), Mısır’da Tolunoğlu Ahmet Camii’nde, Fatimi Devri’nde El-Ezher Camii’inde yer alan bu süslemelerin etkileri Memlûklüler vasıtasıyla Adana Ulu Camii portaline kadar gelebilmiştir.
Portalin arkasında yer alan mukarnaslarla kademelendirilmiş kule görünümlü üst örtü, İslam sanatında türbelerde yaygın olarak raslanılmaktadır (Samerro İmam Dûr Türbesi, 11. yy.). Irak’ta Bağdat yakınında Sitte Zübeyde (13. yy.) Cezire ve Musul’daki türbeler ile Şam’da Nuriye Maristanı ve Nurettin Mahmut Zengi’nin türbesinde (12. yy.) uygulanmıştır.
Zengin kültüründen gelen kulevari örtünün kasnağında “Hayat Ağacı” yanında “Simetrik uzanmış iki ejder” figürü Anadolu Türk süsleme sanatında sıklıkla kullanılan bir ögedir.
Ortada hayat ağacı, diye adlandırabileceğimiz üç servi motifi ve ortadakinin altında başlarında boynuz bulunan karşılıklı iki ejder figürü yer almaktadır. Bu, Selçuklularda uğur ve mutluluk sembolü olarak kullanılmıştır.
Servi motifi, Türk sanatında oldukça sık rastlanan bir süsleme ögesidir. Tek ve birden fazla serviye, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde rastlanılmakta olup, inanç keyfiyeti bahis konusu olmaksızın Anadolu’nun eski bir geleneğinin devamı gibi görülmektedir. Özellikle taş işçilikte bu gelenek oldukça yaygındır.12
Eski İran mitolojisinde Hayat Ağacı, hayat veren bitki olarak tanımlanır. Hint mitolojisinde ise Hayat Ağacı soma olarak yorumlanır. Ve semavi bir bitkidir. “Gandereva” denen ejder onu korur.
Yakutlara göre “Hayat Ağacı”, Altaylı bir Şamanın göğe yükselmek için çıktığı bir ağaç, bir dünya sütunu ve dünya ağacı olup yerin ortasından göğe yükseliyordu. Aynı inanç, İskandinav ve Moğol Efsanelerinde de vardır. Çin’de de Hayat Ağacı’nın yanındaki ejderler güneşi sembolize ederler.
Selçuklu’da Hayat Ağacı, büyük olasılıkla tasvir edildiği yapılara önemli bir merkez olduğu düşüncesi kazandırır. Ejder ise ahengi, hareketi, evreni sembolize eder. Aynı zamanda gökyüzünün, sembolü olabildiği gibi, karanlığa karşı aydınlığın, kötülüğe karşı iyiliğin, kudret ve kuvvetin sembolüdür.
İslâm sanatında Evren tasvirleri ise, Türklerin İran ve Ön Asya’ya geldiklerinden sonra yaygınlaşmıştır. Karşılıklı Evrenlerin de Çin’de krallık arması olarak kullanıldığı, Çin sanatının ve kültürünün Orta Asya’dan etkiler aldığı ve Türklerin batıya gelmelerinden önce bu motifi tanıdıkları ve gittikleri ülkelerde uyguladıkları akla yatkındır.13
Dr. Emel Esin, Çin’de, Orta Asya Türk sanatında olduğu gibi, Selçuklularda da boynuzlu bazen pullu olarak görülen ejder motiflerinin çok eski bir tarihi geçmişi olduğunu kaydeder. Selçuklu Evreni, Yılan vücutlu olup, ve daima yandan görünür. “Pussant”denen vaziyettedir.14
Selçuklu sanatında en çok rastlanan Evren maskesi, açık ağızlı olup, Evren’in (ejderin) her iki dudağı da hortum gibi uzamakta, biri yukarı, diğeri aşağı kıvrılmaktadır. Buradaki kubbede yer alan Evren motifi, çift Evren olup, Selçuklu karekteri arz etmektedir.
Ejder’in Hayat Ağacıyla birlikte kullanılması da yaygın örneklerdendir. Hayat Ağacı, ejderler veya tılsımlı diğer hayvanlar tarafından korunur. Çin’de Ejder figürü Tanrı’nın bir sembolüdür. Çin mitolojisinde “Saadetin Babası olarak yorumlandığı ve yüksek dağlar üstünde ejderlerin yaşadığı ve bu tepelerde ejderler için mabetler yapıldığı yazılıdır.
Burada görülen, ortada Hayat Ağacı ve altında karşılıklı iki ejder figürü Anadolu Selçuklu’da sıklıkla rastlanılan ejder örnekleri tarzındadır. Genellikle çift başlı, gövdeleri düğümlü olan Selçuklu ejderleri bazı örneklerde çift baş yerine buradaki örnekte olduğu gibi karşılıklı olarak yerleştirilmektedir. Türk sanatında genellikle cami, medrese, türbe, han, darüşşifa gibi yapılarda karşımıza çıkmaktadır. Suriye’de Halep Kalesi’nde, Bağdat Kalesi kapısında Anadolu’da ise Ani kalesi iki burçta (1072-1110) Diyarbakır Kalesi Urfa Kapısında (1183-1184), Kayseri (Tuzhisarı) Sultan Hanı Köşk mescidi’nde (1232-1236), Anamur Akcamii (1220-1237), Burdur Susuz Han portalinde (13, yy. ortası), Konya Alaaddin Sarayı ve Felekabad Sarayı alçılarında ejder çiftleri görülmektedir.15
Hayat Ağacı’yla birlikte işlenen ejderler ise Erzurum Çifte Minareli Medrese’de, arabeskler üzerinde ise; Divriği, Ulu Camii, Niğde Hudavent Hatun Türbesi’nde, Akşehir Kileci mescit ahşap kapı kanatlarında yer alır.16
Doğu cephesinin kuzey köşesinde, minarenin güneyine bitişik olarak yükselen doğu portalinin çerçevesi hafifçe dışa doğru taşmaktadır. Dikey bir dikdörtgen formda olan portalde sivri kemer çerçeveli bir niş yer almaktadır. Cephe tamamen renkli mermerle kaplanmıştır. Yatay kuşaklar halinde siyah-beyaz ve sarı mermerli horizontal olarak periyodik sıralar şeklinde düzenlenen portal, Suriye etkisini yansıtır. Suriye’den Mısır’a kadar uzanan; renkli taş ve mermer süslemelerin Anadolu’ya Zengi, Eyyubi ve Memlûk yoluyla girdiği saptanmıştır.
Girişin üstündeki yatay atkı, geçmeli mermer beyaz, sarı ve siyah renkte çiçek motiflerinin inkrüstasyon tekniğiyle yanyana sıralanmasıyla bezenmiştir. Ortası altı yapraklı iç içe mine, uçları altta ve üstte ters yönde palmet motifleriyle sonuçlanmış ve aralarında uçları birbirine değen ters oturtulmuş iki siyah palmetle doldurulmuştur. Bunun hemen üzerinde sûlûs yazılı bordür, yapının kitabesini vermektedir. Sivas Şifahanesi taç kapısına benzer nitelikte olan yazı dekoru Anadolu Selçuklu geleneğini yansıtır.17
Bunun üstündeki yatay frizde ise bir sıra lotus dizisi yer almaktadır. İki yandaki uzantılarda lotusların araları meyveye benzer küçük topuzlarla dekorlanmıştır. Kavsaranın içindeki mukarnas sıralar tepede istiridye dilimli bir yarım daire nişle sonuçlanmaktadır.
Stalaktitlerin bulunduğu ilk sırada altı pano yanlarda üçer pano olarak kuşak şeklinde devam eder. Nişlerin içinde palmet ve rumilerin birbirinin içine girmesiyle meydana getirilen grift süslemeler görülür. Kavsaranın alt köşelerinde rozas (gül) motifleri istiridye biçiminde bir yaprakla birlikte yerleştirilmiştir. Üst sıralarda da aynı grift bezemenin var olduğunu, bugün hasar görmemiş olan stalaktitleri iç yüzeylerdeki dekorlardan anlamaktayız.
Portal cephesinin üst kısmında iki sıra halinde dizilmiş palmet motifleri, bitkisel karakterli bir korniş oluşturur. Bu görünümle cephe, Kahire Sultan Hasan Medrese’nin cephelerini boydan boya saran ve portalini de taçlandıran (mukarnaslı ve palmetli saçak kornişini hatırlatan) dekoruna benzer. Birçok yönden Anadolu Selçuklu portallerinden etkilendiği belli olan bu medresenin (Sultan Hasan Medresesi’nin) kornişi Akkoyunlular ve Karamanoğulları eserlerini de etkilemiştir. Mardin’de 15. yy.’dan kalan Kasımiye Medresesi portalinde de görülür. Niğde Ak Medrese portalini süsleyen mukarnaslı kornişte de etkileşim açıkça görülmektedir.
Ulu Camii doğu portalinin kavsarası tam bir sentez teşkil eder. Mukarnasların sarkıtları Osmanlı-Türk sanatına, dilimli kemer ve dilimli yarım istiridye kubbeciği ile Eyyubi Medreselerine, Memlûk yapılarına 1420 tarihli El-Müeyyed Camii portalinde ve 1474 tarihli Kayıtbay Camii ve Artukluların 1385 tarihli Mardin Zinciriye portaline bağlanmaktadır.
Anadolu da ise, Selçuklular Devri’nde Konya Alaaddin Camii (1220), Karatay Medrsesi (1250) ve Sahip Ata külliyesinde zengi düğümü ile birlikte ayrıca Zazadin Han’ın (1237) cephesinde kendini gösteren polikromik mermer kaplamalar önce Artuklularca kullanılmıştır.18 Daha sonra Gaziantep’te Boyacı ve Eyyuboğlu camileri ve Diyarbakır camilerinin bazılarında da uygulanmıştır. Batı Anadolu’da ise Selçuk İsa Bey Camii’nde görülen aynı etki, 1522 tarihli Gebze Çoban Mustafa Paşa Külliyesi’nde ve İstanbul Topkapı Sarayı’nda da görülmektedir. Gaziantep’te geç devir yapılarında bile bu özellik, devir farkı aranmaksızın karşımıza çıkmaktadır.
Kaynaklarını 6. ve 7. yy. İslam eserlerinden alan, Zengi, Eyyubi ve Memlûk eserlerinde sıklıkla görülen renkli polikromik taş ve mermer işçiliği Anadolu’yu da etkilemiştir.
Özellikle türbe cephelerinde ve eski yapı olduğu kaydedilen binanın kuzey cephesindeki pencereler Memlûk etkilerini kuvvetle hissettirirler. Türbe pencereleri, Kahire, Sultan Baybars Camii ile dekorasyon yönünden benzerlik gösterirler. Dikey dikdörtgen çerçeveli üç pencere siyah-beyaz, sarı renkli taşlardan birbiri ardınca alternatif sıralar meydana getirerek dizilmesiyle çerçevelenmiştir. İki yanda birer sütunce bulunur. Bunların gövdeleri geometrik düğümlü ve profillidir. Başlıklarda ise mukarnas dolgular hakimdir. Bu sütuncelerde Zengi sanatının etkisi gözlenir.
Pencerelerin içine yerleştiği dıştaki nişin tepesinde ise, mukarnas sırası duvara hareketlilik kazandırmaktadır. Bu tipi, ise Fatımi camilerinden El-Akmer’de görürüz. Sultan Hasan Medresesi pencereleri de buna benzer birer niş içine alınmışlardır. Ancak, Sultan Hasan Medresesinde çift pencere (altta ve üstte) sırası gözlenir. Anadolu’da ise Selçuklu yapısı olan Çay Taş Medrese’de (1279), Beylikler Dönemi’ne ait olan Selçuk İsa Bey Camii’nde mukarnaslı pencere çerçevelerine rastlanır. Yanlarda ise, sekiz kollu yıldızların üst üste bir sıra dizilmesinden meydana gelen dikdörtgen çerçeveler, duvara estetik bir güzellik sağlamıştır.
Eski yapı bölümünün kuzey cephesindeki pencereler ise, dikey dikdörtgen biçiminde olup, dilimli iki sağır nişle taçlandırılmıştır.
Nişin alt kısmında yer alan pencerelerin pervazlarında sarı, beyaz, siyah mermerlerin ardarda dizilişinden meydana gelen bezeme görülür. Pencerelerin üstündeki atkı, türbe (pencereleri ile) aynı özelliği gösterir. İki yandaki sütuncelerde Zengi düğümleri yer almıştır. Başlıkları ise stalaktitli olup, aralarında palmet ve rozet motifleri bulunur. Dilimli kemerli nişler, Anadolu’da Artuklu sanatında, daha önceki örneklerine de İspanya Endülüs Emevilerinde Kurtuba Camii’nde ve Suriye’de Eyyubi portallerinde uygulanmıştır.
Kıble duvarındaki pencereler türbe cephesindeki gibi mukarnaslı dikdörtgen bir niş içine alınmış olup, pervazda renkli polikromik malzeme kullanılmış, yanyana iki sütunce yerleştirilmiştir. Başlıklarında lotus yaprakları, üstte ise, birbirine kıvrık dallarla bağlanan bir sıra palmet dizisi görülür. Yanlarda ise, iki sıra zikzak örgünün iç içe geçirilmesinden meydana gelen hasır örgüsü diye adlandırılan dekor dikdörtgen çerçeveler meydana getirmektedir. Aynı örgünün sütuncelerin kardesinde bir sıra oluşturduğu da gözlenir. Alt ve üst yüzeyleri uzatılmış çökertme pencerelerin benzerlerine Kahramanmaraş Hatuniye Camii, Milas Firuz Bey Camii’nde de rastlanmaktadır. Bu uygulamalar doğrudan Memlûk etkisi olarak yorumlanmaktadır.19
Sivri kemerli üç açıklıkla avluya açılan cephede siyah beyaz ve sarı renkli taşlar alternatif olarak yerden iki metre yüksekliğe kadar devam ederken üst bölümde tek renkli kesmetaş yüzey görülür.
Doğu portaline bitişik olarak inşa edilen minare kare bir kaide üzerinde sekizgen bir gövdeye sahiptir. Şerefesi Memlûk tarzındadır. Sekiz küçük sütuncenin taşıdığı külah kısmı Memlûk karakterli olup imparator taçlarını andıran tepelikle son bulur. Şerefenin altı mukarnas dolguludur.
Minare kaidesindeki yuvarlak profilli madalyon içine açılan dilimli dairevi pencere ve madalyon Sultan Baybars Camii’nde (Kahire) görülür. Gövdedeki renkli taş kuşaklar ve geometrik örgülü bölümlerle ve ortasında bulunan dilimli kör nişlerle süslüdür. Her yüzeye birer niş gelecek şekilde düzenlenmiştir. Ortalarında birer ışık deliği de mevcuttur. Bu hava ve ışık deliklerinin etrafları da dilimli ve yuvarlak dairevi silmelidir. Gövdedeki dilimli kemerler, Halep Ulu Camii, Gaziantep Eyyubiye Camii ve Mardin minarelerinde de görülür.
Minare kapısındaki yatay atkı taşında oyma taş işçiliğinin nadide örnekleriyle karşılaşılır.
Ortada altta yarım çiçek rozet motifinden gelişen kıvrımlı rumilerin üçgen bir kompozisyon meydana getirerek tepede bir büyük palmetle tepelik oluşturduğu kompozisyon görülür.
Mihrapta siyah-beyaz mermerlerle bir bordür yapılarak, yarım daire şeklindeki alınlık içinde 16. yy. çinilerinden şahane bir dekorasyon görülür.
Dikdörtgen bir form içine alınmış olan mihrap nişinin içi de İznik çinileriyle dekorlanmıştır. Mihrap nişinin üst kısmı mukarnas yaşmakla örtülmüştür. Stalaktitler arasında sarı yıldız kullanılmıştır. Mihrap nişinin sivri kemerinde bir sıra siyah-beyaz taşların iç içe geçmesinden meydana gelen palmet şeklindeki motiflerin alternatif sırasından meydana gelir. Dikdörtgen yüzeyde ise, kitabesi görülür. Köşelerde geometrik düğümler yer almıştır. Aynı düğümlerin benzerlerine Sivas Gök Medrese çeşmesinin köşe dolgularında da rastlanır.
Dış kenarlarda ise siyah-beyaz mermerlerden bir şemse, bir daire sırasıyla dikdörtgen çerçeve oluşturulmuştur. Şemselerin içinde iç içe altı kollu yıldızlardan gelişen geometrik süslemeyle üstte hatai motiflerinin, dilimli rumiler ile sarılmasından meydana gelen bitkisel motifler görülür.
Tepedeki şemsenin içinde ise bir Kur’an ayeti bulunur. Mihrabın üstündeki yarım daire alınlıkta çini motifler yerleşmiştir. Beyaz zemine lacivert firuze, mercan kırmızısıyla bitki motifleriyle süslü çiniler tipik 16. yy. Osmanlı çinileridir.
Mihrap nişinin ortasındaki mavi renkli sekiz kollu bir yıldız motifinin etrafında kahverengi zemine, beyaz ve lacivert yapraklı ve aralarında yeşil tomurcukların yer aldığı bir şakayık motifinden türeyen ince yeşil dallar ve uçlarında mor sümbüllerin kırmızı lalelerin dolandığı, hatayilerin görkemle açıldığı çok renkli pano, sıraltı tekniğinde yapılmış olup, açık mavi koyu mavi, mor, kahverengi, beyaz, kırmızı yeşil renkler kullanılmıştır.
Mihrapta yer alan şamdan dekoru çekül gibi düşey olarak bir telle sarkıtılmıştır. Üzerinde dört yapraklı bir yoncadan gelişen çiçek motifleri ve aralarında mine çiçekli dolgular görülür. Mihrap duvarında yerden iki metre yüksekliğe kadar mihrap alınlığındaki dekor devam eder.
Minber, kitabesinde 1520 tarihini veren minber Stalaktitli kitabesi dört zarif sütun üzerine soğan kubbeli köşk kısmıyla kendine özgü bir özellik arz eder.
Aynalık kısmındaki geometrik motiflerden meydana gelen mermer dekor minberin estetik zenginliğini arttırmaktadır.
Henüz İstanbul’da renkli sır tekniği devam ederken Adana gibi uzak bir vilayette sıraltı tekniğinin ve özellikle mercan kırmızısının kullanılmış olması enteresan ve dikkate şayandır (Resim: 7).
Yapının Harim kısmında doğu duvarındaki çinilerde zemine lacivert renkli olarak yapılan ortada altı dilimli bir çiçekten firuze renkli nokta olarak dört yönde ince dalların daireler oluşturduğu ve dallarda da açık-koyu tonda yeşil renkli yapraklar ve aralarında patlıcan moru çifte sümbüllerin yer aldığı çemberlerin yan yana sıralanmasından meydana gelen ve aralarındaki boşlukların firuze minelerle doldurulduğu bu güzel kompozisyona hayran kalmamak elde değildir. Sıraltı tekniği kullanılmıştır.
Üstteki bordürde ise, mavi ve mor renkli palmetlerin yer aldığı tezyinatlar görülür. Osmanlı çini sanatının İznik örneklerinin en olgunlarını teşkil etmektedir.
Sıraltı tekniğine göre yapılmış ve mercan kırmızısının kullanıldığı şahane panonun içinde nar ve erik çiçekleri hançer şeklindeki yapraklar ve ince dallarla birbirine bağlanarak bir dekor oluşturmaktadır. Bu dekorasyon 16. yy. Osmanlı klasik çini dekorudur. Rüstem Paşa Camii çini dekorlarıyla benzerlik gösterir. Çiçek motiflerinde lacivert, kobalt mavisi, kırmızı yapraklarla açık koyu mavi renkler kullanılmış olup, şeffaf sırla sırlanmıştır. Kenarlarındaki bordürde kırmızı palmetler ve açık mavi rumiler ve dallar lacivert zemine yerleştirilmiştir. Kemer yüzeyinde nişteki panodan bir sıra, iç yüzeyinde ise çifte rumi ve aralarında hatailer sıralanmaktadır.
Batıdaki duvarda ise; beyaz zemin üzerine oturan altıgenler ve aralarındaki üçgenlerden oluşan geometrik dekorların ortalarında altı yapraklı çiçek desenleri görülür.
Diyarbakır Şeyh Sefa Camii harim kısmındaki çinilerle dekor yönünden benzerlik gösterir. Altıgenlerin kesişmesinden türeyen altı kollu yıldızlar ve ortalarında rozet motifleri görülür. Aynı mercan rengi burada da uygulanmıştır.20
Türbenin avluya bakan dış yüzeyinde ise, dört yönde gelişen hançer tipi yapraklar ve ortalarında lacivert hatai ve şakayıklarla dört kollu yıldızlardan oluşan tezyinat bulunur. Üstteki bordürde firuze zemine, beyaz palmet ve stilize kıvrımlı bulutlardan geçme desen hakimdir.
Adana Ulu Camii, 1998 yılı depreminden sonra oldukça hasar görmüştür. Yapının portal, kemer, kubbe kasnağı minare ve pencerelerinde görülen çatlak ve dökülmeler onarılmaktadır.
Türbe
Mihrabın yanındaki sağdaki küçük kapıdan türbeye girilmektedir. 6.30x5.50 m. ölçüsündeki kare bir mekan ve üzerini örten tek kubbe sisteminden meydana gelir. Türbeyle harimin aynı yapı içinde kaynaştırılması, kubbe tipi ve mimari elemanları itibariyle Suriye-Mısır-Eyyubi-Zengi, Memlûk etkilerini bünyesinde toplamış, Anadolu Selçuklu ve Osmanlı mimarisinin unsurlarıyla yoğrularak bir bütünlük yaratılmaya çalışılmıştır.
Türbedeki üç sanduka Ramazanoğullarından Halil Bey’le Piri Paşa’nın oğulları Mehmet ve Mustafa Beylere aittir.
Türbe duvarlarından üçünde yerden 2 m. yüksekliğe kadar uzanan süt beyazı zemine ortada lacivert benekli mavi çiçekler yeşil dallar ve yapraklarla kırmızı rumilerden oluşan dekor oldukça gözalıcıdır.
Üstte palmetlerden çıkan rumiler Çin bulutları gibi hareketlendirilerek bir bordür oluşturmuştur.
a. Birinci sanduka Halil Bey’in olup sulüs yazıyla 1510 yılına ait olduğu yazılıdır.
b. İkinci sandukanın Emir Mehmet Şah’â ait olduğu yazılıdır. 1533 tarihlidir.
c. En sondaki üçüncü sandukanın ise Ramazanoğullarından Piri Paşa’nın oğlu Mustafa Bey’e ait bulunduğu, 1551 de öldüğü yazılıdır.
Bu lahitlerin önündeki bir kapaktan altta mezar odasına on basamakla inilmektedir.
Lahitlerin kaidesine her üçünde de duvarlarındaki çinilerin bozulan yerler eklenmesiyle kompozisyon bütünlüğü bozulmuştur. Başlarındaki yüzlerde lacivert zemin üzerine beyaz renkli çini kitabeler yer alır. Lahitlerin üzerinde ise caminin mihrap duvarında görülen çini desenleri işlenmiştir. Süt beyazı zemin iri çiçekler ve hançer yapraklarla mercan kırmızısı, yeşil, mavi, siyah renkler kullanılmıştır (Resim: 8).
Caminin harim kısmında (yan bölümlerden sağdakinde) kıble duvarında bulunan pencere üzerinde mozaik çini tekniğinde bir pano bulunmaktadır. 0, 42x0,42 m. ölçüsünde bir karedir. Caminin oldukça loş bir yerinde olduğu için hemen göze çarpmıyor. Desen bakımından genel görünüşü ile sıraltı tekniğinde yapılmış çini levhaları hatırlatıyor. Esas deseni birbirine baklava meydana getirecek şekilde bağlanmış dört beyaz palmet ve ortadaki küçük bir rozetten çıkan koyu sarı renkte dört rumi teşkil ediyor. Beyaz palmetlerin içinde yeşil sarı, koyu mavi, açık mavi ve kırmızı dolgular var. Kırmızılar taş gibi sertleşen bir çeşit macundandır. Beyaz palmetler açık mavi çiniden çifte saplarla birbirine bağlanmıştır.
Ayrıca palmetlerin uçlarından iki yana doğru çıkan yine açık mavi saplar ortasında kırmızı bir benği olan rozet ve buradan zıt yönlere doğru çıkan yeşil bir yaprak ve kırmızı benekli bir koncayı taşır. Sarı rumilerin uçlarından çıkan ince saplar köşelerde küçük sarı bir palmetle sonuçlanır. İçlerinde yeşil dolgular vardır.
Bütün panonun etrafı sarı, koyu lacivert renkte birer santim kalınlığında ve en dışta da iki parmak kalınlığında firuze rengi çinilerden bir şeritle çevrilmiştir. Caminin sıraltı tekniğinde yapılmış olan lahitleri ve duvar çinileri yanında mozaik tekniğindeki bu çini pano, Selçuk geleneği olan bir tekniğin hatırası gibi durmaktadır (Resim: 9).
“Bu panoya benzer nitelikte bir çini parçası İstanbul Türk ve İslam Eserleri Müzesinde 2095 sayılı (envanter) numarası ile teşhirde olan bir eserdir. 0.16x0.15 cm. ölçüsünde olup, aynı şekildeki teknikle yapılmış ve desen olarak da palmet ve rumilerinden bir kompozisyona sahip olması açısından benzerlik gösterir.21
Bu yan bölümün avlu cephesindeki kapısının iki yanındaki dış duvarlarda türbe duvarlarındaki çini motiflerinin aynı örnekleri hakimdir. Süt beyazı zemine ortası mavi dolgulu altı kollu bir rozetten çıkan çifte kırmızı rumiler arasında kalan açık mavi dolgulu lacivert palmetlerden meydana gelen altıgen panoların birbiri ardınca dizilmesinden meydana gelen bitkisel kompozisyon yerden 2 m. yüksekliğe kadar devam eder.
Kenar bordüründe firuze zemin üzerine çin bulut desenlerinden örgüler görülmektedir. Bu bitkisel desenli çini bordür tam kapı üzerinde kare bir pano oluşturmaktadır. Lacivert zemin üzerine bitkisel desenler ve sülus ayet yazılar yer almaktadır.
Adana Ulu Camii çinileri, devrinin çini tekniğini ve dekorunu en iyi aksettiren örneklerdir.
Bu panolardaki beyaz zemin (süt beyazı) yaprak yeşili, gök mavisi, kobalt renklerinin kullanılması, devrinin İstanbul dışındaki nadide varyasyonlarından birini oluşturmada en önemli özelliklerindendir. Camide sıraltı tekniği ağırlık kazanırken yapının yan bölümlerinin birindeki iki panoda çini mozaik tekniği kullanılmıştır.
Türbede ve camide de sıraltı tekniğinde çiniler kullanılmıştır. Bu örnekler caminin yapıldığı yıllarda İznik ocaklarında üretilen panolardan oluşur. Türbenin önündeki son cemaat yeri duvarlarında kullanılan çiniler, çok çeşitli desenler arz etmekte renklerinin soluk, zeminlerinin süt beyazı parlaklığında olmaması ve örneklerinin çok kaliteli görünmemesi bunların o yöredeki bir çini merkezinde üretildiği izlenimini ve şüphesini doğurmaktadır. Aynı soluk renklerin Hasan Ağa Camii pencere alınlıklarında da karşımıza çıkması bunu kuvvetlendirmektedir.
Cami Avlusundaki Türbe
Ulu Cami’nin kıble duvarı önündeki cami genişliği boyunca büyük saate doğru uzanan bir park bulunur. Ziya Paşa’nın mezarı da bu parkta yer almakta olup, buraya kendi adı verilmiştir.
Türbenin cami avlusunun güney köşesinde yer aldığı görülür. Üstü yüksek tamburlu bir soğan kubbeyle örtülüdür. Altı köşeli bir gövdeye sahiptir.
Türbenin Ramazanoğullarından dört hanıma ait olduğu halk arasında söylenmekle beraber, içindeki lahitlerin kime ait olduğu hakkında kesin bir bilgi yoktur (Resim: 10).
Hafif sivri kemerlerin demir şebekelerle kapatılarak meydana gelen açıklıklarından birinde basık kemerli bir giriş kapısı ve üzerinde yer alan boş kitabe taşı, üç dilimli profilli taşla sonuçlanmaktadır. Kapı çok yüksek bir sivri kemer içine alınmıştır. Kemerlerin tam orta noktasında birer çiçek rozeti görülmektedir. Türbenin içinde bulunan lahitlerin çinileri bugün yoktur.
Ulu Cami Medresesi
Ulu Cami ile aralarından bir sokak geçen medrese doğu tarafta yer almaktadır. Kitabe taşında Halil Bey’in oğlu Piri Paşa tarafından Kanuni Sultan Süleyman zamanında 1540 yılında yaptırılmıştır. İlk yapılışından bu yana çeşitli amaçlarla kullanılmıştır.
Düzgün kesilmiş taşlardan yapılan medresenin mimari belli değildir. 32.70x31 m. ölçüsünde kare bir plan gösterir. Batı cephesindeki cümle kapısı büyük bir avluya açılmakta ve avlu etrafında medrese odaları sıralanmaktadır. Birbirine bitişik arka arkaya iki odadan meydana gelen dershane odaları kiremitli kubbeyle örtülüdür. Medresenin kuzeyinde yer alır. Arkadaki dershane odası bugün dükkan olarak kullanılmaktadır.
Medrese odaları dıştan düz bir çatıyla örtülüdür. Avluda 16 medrese odası bulunmaktadır. Avlunun ortasında sekiz köşeli bir şadırvan görülür. Şadırvanın üstü konik kubbeyle örtülmüştür. Dershane avluya yüksek, sivri kemerli bir eyvanla açılmaktadır. Siyah-beyaz taşların düzgün şekilde dizilmesiyle kemerlere canlı bir görünüm verilmiştir. Kemerin oturduğu yastıkların mukarnaslı olduğu ve dolgular arasına rozet motiflerinin yerleştirildiği görülür. Dershanenin iki yanında bulunan pencerelerde, oyma taş işçiliğinin en güzel örneklerine rastlanmaktadır (Resim: 11).
Batı yönündeki pencerelerin birinin dört yanını çerçeve gibi dolanan bordürde altı kollu iç içe iki yıldızdan çıkan üç çift ışınların kesişmesinden doğan geometrik oymataş tezyinat yer alır. Bu dantel gibi işlenmiş geometrik süsleme medresenin sade olan yapısını bir ölçüde hareketlendirilmiştir. Aynı süsleme Kahramanmaraş Taş Medrese dershane kısmının güneye bakan iki penceresi lento taşı üzerinde de görülmektedir.22
Doğudaki pencerenin üst kısmında ise beyaz mermer bir levha görülür. Bu mermer lentonun üstünde ortada bir rozet motifi ve ucundaki palmetten çıkan ince saplar görülür. 11. yy’dan beri kullanılan bu taş dekorasyon 1093 tarihli İkinci Harrekan Kümbedi cephe frizinde Siirt Ulu Camii minaresinde (1124), Dunaysır Ulu Camii mihrabı dış sütuncelerinde görülürken ortası bombeli olarak yapılan iki yivli şeritler halindeki örneği Tokat Ebul Kasım Türbesi (1234) cephesindeki nişlerde tekrarlanır.23
Portal, medresenin batı cephesinde yer alır, sivri kemerli bir eyvan ve basık kemerli bir girişten ibarettir. Düzgün kesme taşlardan yapılan cephede iki yanda iki küçük sütunce yer almakta ve başlıklar iki sıra mukarnas dolgularla zar şekline getirilmiştir.
Giriş kemerinin üstündeki kitabe taşı uçları palmet şeklinde desenlenerek kartuş haline getirilmiştir. Palmetlerin saplarındaki rumilerin arasına ise birer çiçek rozet motifi yerleştirilmiş olup sülus yazılı kitabeye zarif bir görünüş vermektedir.
Divriği Ulu Camii doğu portalinde nişi içine alan silmeli düğümlerle de yakın benzerlik aksettirir. Ahlat Ulu Kümbet’in (13. yy.) silindirik gövdesi üzerindeki kör kemerleri dolanan düğümlerde de bu zevkin erken örneklerine rastlamak mümkündür.24
Savcızade (Kemeraltı) Camii
Abidin Paşa cddesindedir. Şehrin surlarının sekiz kapısından birine, Tarsus kapısı kemerine izafeten Kemeraltı Camii adıyla anılmaktadır. Yapının üzerinde iki kitabesi bulunmaktadır.
1548 yılında Ramazanoğlu Piri Mehmet Paşa zamanı da yaptırılmıştır. Savcıoğlu Hacı Mustafa adında bir hayırsever tarafından yaptırılmıştır.
Yapının mütevellisi Hazım Savcı’ya göre cami yaptıran Hacı Mustafa’nın babasının Bilecik ilinin Savcı Bey köyünden olduğunu, Yavuz Sultan Selim’in Mısır Seferi nedeniyle buraya gelerek yerleştiğini, bu verimli arazileri mülk edinip, kısa zamanda zengin olduğunu, Savcı Bey’in oğlu Hacı Mustafa tarafından Piri Mehmet Paşa zamanında caminin yaptırıldığı Hadi Altay’ın notlarında yer almaktadır.
1548 yılına ait olan kitabesi bugün Adana Müzesi’ndedir. Bu kitabeye göre caminin yanında bir de Medresesi bulunduğu belirtilmektedir. Kesme taştan yapılmış, kare bir mekân üzerine oturan kubbesi ve iki kubbeli küçük son cemaat yeriyle basit bir plan şeması gösterir. Kubbeler kiremitle kaplıdır. Mihrap duvarı ve batı cephesindeki çift sıra pencereleriyle iç mekan aydınlık ve ferahtır.
Giriş kapısı son derece sade olan, yapının minaresi kuzeydoğu köşesinde yükselir. Kare bir kaideye oturan minare gövdesi oniki köşeli olup, 16. yy.’ın klasik minare şemasına uygundur. Şerefe korkulukları nişlerle hareketlendirilmiştir.
Mermerden dikdörtgen bir bordür içine alınan mihrap nişi, sivridir. Mihrabın mukarnas yaşmağı, ince dolguludur.
Minber, taştan olup, boyalıdır.
Hasan Ağa Camii
Ali Dede mahallesinde Yağ Camii arkasındaki sokaklardan birinin köşesinde bulunur.
Piri Paşa’nın valiliği döneminde 1558 yılında Abdullah oğlu Hasan Ağa tarafından yaptırılmıştır.
12 m.x10.70 m. ölçüsünde kare planlı bir yapıdır. Doğu, kuzey ve batı olmak üzere üç yönde kapısı mevcut olan yapının kuzeyindeki girişi en büyüğüdür. Bugün sadece buradan giriş sağlanabilmektedir. Diğerleri kapatılmıştır.
İki sıra halindeki sütun sırasına oturan son cemaat yerinin ilk bölümü üç küçük kubbe ile örtülmüştür. Öndeki sütunlar ise, ahşap gölgeliği sundurmayı taşımaktadır. Sütunların biri hariç başlıkları Osmanlı tarzını vermektedir. En baştaki sütun başlığı korint nizamında olup, devşirmedir.
Kare mekanlı harimin üzerini yüksek kasnaklı bir kubbe örter. Köşe trompları ile kubbeye geçiş temin edilmektedir. Bu orta mekana 1814 onarımında eklendiği tahmin edilen ahşap tavanlı olan iki bölüm yer alır. Bu bölümlere de mihrap yerleştirilmiştir.
17. yy.’da Adana’dan geçen Evliya Çelebi’nin imzalı yazıtının güney duvarı üzerinde yer aldığı kaynaklarda belirtilmişse de bugün yazı silinmiştir.
Minaresi Klasik Osmanlı tarzında ve tek şerefelidir.
Son derece sade bir girişe sahip olan avlu kapısında süsleme yoktur. Caminin esas girişi ise, basık bir kemerle içeriye açılmaktadır. Kapı kemerinin üzerindeki kitabe taşı boştur. Son cemaat yerindeki pencere alınlıklarında lentonun köşelerinde birer mermer madalyon ve üstünde ortada bir palmet motifinden iki yana doğru gelişen rumilerden bitkisel bir dekor yer alır.
Bütünü ile renkli siyah-beyaz ve pembe mermerlerin kullanılmasından meydana gelen mihrap iki yanda iki küçük sütunceye dayanan yüksek sivri kemerli nişi ile ilginç bir özellik gösterir. Yüksek at nalı biçimindeki niş kemeri siyah-beyaz ve pembe gamalı mermerlerin alternatif dizilmesinden meydana gelir. Dış bordür dikdörtgen şeklinde olup, alt köşelerde birer pembe düz levha yerleştirilmiştir. Üstte beyaz zemine siyah mermer şeritlerle rüzgar gülü şeklinde düzenlenmiş motifler yer almıştır. At nalı kemeriyle Endülüs Emevileri, Kuzey Afrika renkli mermerleriyle de Memlûk etkileri taşımaktadır.
Niş kemerinin kavsarası yedi sıra mukarnas dolgularıyla dekorlanmıştır. Nişin alt yüzeyi ise renkli mermerden dilimli üç kör kemerle dekorlanmıştır. İki yandaki mermer sütuncelerin gövdeleri kum saati şeklindedir.
Başlıklarda ise, uçları stalaktitli iki sıra mukarnas dizisi yer almıştır. Mihrap bu renkli görünümüyle Mısır etkisini vermektedir. Ayrıca Artuklu Medreselerinden Marufiye’nin selsebilinde mozaik süsleme hariç aynı taş düzenlemenin uygulandığına şahit oluyoruz.
Siyah, beyaz ve pembe mermer malzeme ile yapılan minberin süpürgelik kısmında dilimli kemerler, aynalık kısmında ise aynı mermerlerden üçgen levhalar görülür.
Ortadaki üçgen levha dantel gibi oyularak geometrik desen verilmiştir.
Bu renkli taş kakma süslemenin benzerlerine de Gebze, Çoban Mustafa Paşa Camii portal detayıyla minber aynalıklarında rastlanılmaktadır.
Caminin kuzey duvarına oturan ve dört ahşap direğe dayanan ve iki katlı çok zarif ahşap bir mahfil bulunmaktadır. Karşıdan mahfile bakıldığında belirli aralıklarla ahşap stalaktitlerin meydana getirdiği şamdanvari görünüş hayranlık uyandırır. Ahşap ve kalem işi süslemelerinin asıl şahaserleri mahfilin alt kat tavanlarında görülür. Yirmi bir ayrı dekora sahip ahşap panoların onu bir tarafta, onu bir tarafta olmak üzere kapı hizasındaki ahşap göbekten simetrik olarak geometrik bezemelerle iki yana sıralanmaktadır.
Hasan Ağa Camii ahşap kapı kanatları geometrik bezemeleri, Edirne Üç Şerefeli Camii avlu portali kapı kanatları, Diyarbakır Şeyh Sefa Camii çinileri ve İstanbul Şehzade Camii pencere kapaklarıyla benzerlik gösterir.
Yapıya sonradan eklendiği sanılan, yan bölümün son cemaat yerine açılan pencere alınlıklarından birinde sıraltı tekniğinde yapılan çiniler yer alır.
Panonun zemini beyaz olup, ortada sekiz kollu lacivert zeminli bir yıldız bulunmaktadır. Yıldızın içinde ‘Kitaben Menşuren bakiyen’ yazısı beyaz renkle işlenmiştir. Panonun üst kısmı tamamlanmamıştır.
Ortadaki yıldızdan çıkan sağlı sollu yeşil dallar uçları tomurcuklu mavi mor renkli erik çiçekleri ve diğer yeşil dallarla hatayi motifleri iki köşede de hançer tipi yaprak ile dekorlanmıştır. Hatayilerin içleri beyaz firuze ve koyu sarı ile renklendirilmiştir Bordürde ise lacivert üzerine çiçek ve yaprak motiflerinden oluşan bir bezeme görülür.
Çukur Mescit
Ulu Cami mahallesinde iken bugün harap olarak, yıkıldığından bilgi edinmek mümkün olmamıştır. Yapılış tarihi, 1538 yılı olarak Vakıf kayıtlarına geçmiştir.
Mümine Hatun Mescidi
Kömür Pazarı semtinde bulunmaktadır. 1559 yılında Hacı Arif Bey tarafından karısı adına yaptırılmıştır. Yığma taşlardan malzemeyle meydana getirilen mescit, bu gün bir doktorun muayenehanesi olarak kullanılmakta ve dükkana dönüştürülmüştür.
Cuma Fakıh Mescit ve Medresesi
Adana’nın Kale Kapısı semtinde olup, sokağın köşesinde yükselir. 1541 yılında Cuma Fakıh adlı bir hayır sahibi tarafından yaptırılmıştır. 9 m.x8 m. boyutunda iki katlı olarak yapılan mescidin son yıllardaki onarımlarla esas şeklinin bozulduğu görülür. Alt kat bugün dükkan olarak kiraya verilmiştir. Kayıtlarda pencerelerin yuvarlak kemerli olarak bildirildiği görülüyor. Ancak bugünkü araştırmalarda pencereler dikdörtgen ve ahşap sövelidir. Üstü toprak damla örtülüdür. Yapının minaresi yoktur. Gerek içinde ve gerekse dışında her hangi bir süslemeye rastlanılmamıştır.
Medrese
Caminin güney batısında bulunduğu kaydedilen medrese, 16 m. x 17 m. boyutlarında avluya sahip olduğu belirtilmektedir. Ancak bugün medrese odaları ev şekline dönüştürülmüştür. Dershane odasının da yeri belli değildir.
Çarşı Hamamı
Büyük saat kulesinin hizasında, eski belediye caddesi üzerindedir. Adana’nın en eski ve en büyük hamamıdır.
1529 yılında Piri Mehmet Paşa tarafından yaptırılmıştır. Kesme taştan yapılmıştır.
Sivri bir kemerle düz atkı taşlı girişten oluşan portalin yüzeyi (kemer hizasından itibaren) ve niş yüzeyi oyma taş işçiliğinin dekoratif bitkisel motifleriyle desenlenmiştir.
Irmak Hamamı
Hükümet konağı yanındadır. Seyhan nehrine yakınlığı dolayısıyla ‘Yalı Hamamı’ adıyla da anılmaktadır.
37.50 m.x30.50 m. genişliğinde, dikdörtgen bir yapıdır. Temel ve külhan kesimlerinde hamamın yerinde eskiden bulunan bir Roma yapısının üzerine kurulduğunu ispatlayan devşirme malzemeler kullanılmıştır.
Yapıda herhangi bir süsleme yoktur. Dıştan bakıldığında, üç sıra kırmızı tuğlaların zikzaklı yerleşiminden meydana gelen kirpi saçak yapıya hareket kazandırır.
Gön Hanı
Adana arastası yanında yer alan Han’ın yalnızca portali orijinalliğini koruyabilmiştir. Yapıyı 1530 yılında Piri Paşa yaptırmıştır. Eskiden hayvan derileri satışı yapıldığı için adı Gön Hanı olarak kalmıştır. Bugün adı Vakıflar Çarşı’sıdır.
Portalde basık kemerli bir girişin üzerinde dikdörtgen bir friz uzanmaktadır. Adana Ulu Camii Medresesinin dershane pencerelerinde görülen çifte yivli kırık çizgilerin kesişmesinden ortaya çıkan altı kollu yıldız motiflerine burada da rastlanmaktadır. Köşelerde yer alan madalyonların içleri boş bırakılmıştır. Kemer yüzeyinde ise bir ters, bir düz palmet dizisinin iki sıra halinde yerleştirilmesinden oluşan bitkisel taş dekorun alçıya uygulanması Elhamra Sarayı süslemelerinde görülmektedir. Adana’da Akdeniz çevresinin ve daha güneydeki kültürlerin İspanya’ya kadar uzantısının etkileri hemen her yapıda hissedilmektedir. (Resim 13)
Aynı dekorun bu yapıdan on yıl sonra yaptırılan Adana Ulu Camii Medresesi portalinde yeniden tekrarlandığı görülmektedir.
Tarsus Eski Camii
9. veya 10.yüzyıldan kalma eski bir kiliseden camiye çevrilen yapıya daha sonra bir minare eklenmiştir. Kıble duvarına da bir mihrap yerleştirilmiştir.
Yapının günbatısındaki girişi yaklaşık 1 m. kadar aşağıda kalmıştır. Kuzey cephesinde bir başka girişi de bulunan caminin ana mekanını altı sütun üç nefe ayırmaktadır. Doğu duvarında harime açılan iki küçük odanın kapıları üzerindeki yazılardan Ermeni Kralı Oşin (1308-1320) adı okunduğundan eser yapının bir Ermeni Kilisesi olduğu anlaşılmaktadır. Ramazanoğulları Devri’nde camiye çevrilmiştir.25
Kubatpaşa Medresesi
Tarsus’un makam denilen semtindedir 1550 yılında Kubad Paşa tarafından yaptırılmıştır. Portali Selçuklu geleneği taşımaktadır. Avlu kesmetaş döşelidir. Açık avlulu medrese tipindeki yapıda üzerleri kubbeyle örtülü iki eyvan görülür. Medrese odaları üzerinde yer alan bacalar kule gibi görülmektedir.
Ulu Camii
Cami-i Nur diye de bilinen yapı Kırkkaşık Bedesteni bitişiğindedir. Ulu Cami Piri Mehmet Paşa’nın oğlu III. İbrahim Bey tarafından 1579 yılında yaptırılmıştır.
Mihraba paralel uzanan üç nefli enine dikdörtgen yapının önünde kubbeli revaklı bir avlu bulunmaktadır. Harime beş geniş iki küçük kapıyla girilmektedir.
Caminin minaresi yapıdan 5 m. kadar uzaktadır. 1363 tarihinde Memlûkler tarafından yaptırılmıştır. Minare kapısı üzerindeki kitabeden edinilen bu bilgiler burada daha önce eski bir cami ya da mescitin varlığına, zamanla yıkılan bu yapının yerine İbrahim Bey Devri’nde şimdiki binanın yapıldığına işaret etmektedir (Şekil: 2).
Siyah beyaz taş dekorasyonuyla dikkatleri üzerine çeken avlu portali oldukça gösterişlidir.
Yapının mihrap ve minberi restore edilmiştir.26
Kırk Kaşık Bedesteni
Tarsus Ulu Camii bitişiğinde yer alan bedesten adını üzerindeki kaşık kabartmasından almıştır. Tarsus’un önemli yol güzergahı üzerinde olması nedeniyle her zaman bir ticaret merkezi olma özelliğini korumuştur.
Dikdörtgen planlı olan bedestenin orta alanı beş kubbeyle, dükkanlar tonuzla örtülüdür. Kitabesi olmadığından yapının tarihi bilinmemektedir. Ancak Ulu Cami ile aynı tarihlerde yaptırıldığı tahmin edilmektedir27 (Şekil: 3).
Ramazanoğulları Beyliği’nin Anadolu dışında Halep’te de eserler meydana getirdikleri bilinmektedir. Ancak bu kentte fazla kalmadıkları için eserler bakımsızlıktan yıkılmıştır.28
Ramazanoğullarından kalan mimari eserler, malzemesi cinsi, süsleme çeşitleri, teknik ve üslup yönünden tahlil edildiğinde şu sonuçlar ortaya çıkmaktadır.
Adana’da kullanılan taş malzeme sarımtrak kesme taş olup, işlenmeye müsait bir cinstedir. Özellikle Ulu Cami, cephesindeki pencerelerde görülen halat ve yıldız motifleri muntazam şekiller çıkarmaya elverişli taştan yapılmıştır.
Taşın yanında renkli ve beyaz mermer tezyinatta kullanılmış olup, çekici hareketli ve canlı dekorlar yaratılmasına neden olmuştur.
Bölgesel olarak Gaziantep ve Diyarbakır’da çok kullanılmış olan siyah beyaz taş dekorasyonun Adana yapılarında büyük yeri olduğu açıkça ortadadır. Özellikle portaldeki süslemelerin en ilginç bölümünü teşkil etmektedir. Adana Ulu Camii doğu portali Konya Zazadin Han, Diyarbakır Safa Camii, Gaziantep Alay Bey, Kürkçü Hanı, Bostancı Camileriyle benzerlik içindedir.
Geometrik bezemelerde, Türklerin daha önceki Anadolu öncesi devirlerde kullanıp sevdikleri motiflerin Anadolu’ya yeniden değişik malzeme, teknik ve diğer ülkelerden gelen etkilerin birleşmesinden doğan zengin bir dekorasyon görülmektedir. Anadolu Selçukluları ve Beylikler Devri’nde devam eden geometrik bezemeli taş işçiliğine Adana’da da rastlamak mümkündür. Hatta Adana’da aynı geometrik dekorasyon yalnızca taşta değil ahşap malzemede de kullanılmıştır (ahşap kapı kanatları ve mahfil tavanlarında, bazen saçaklarda, çağının, ustasının, yöresinin ve malzemenin zevkini bu gün bile gözler önüne sermektedir).
Güney Anadolu’da başta Adana’da olmak üzere, derin oyma taş tekniği tek ve çift yiv sistemi, şeritlerin çift yivlerle kuvvetlendirilmesi, düğüm ve yıldızların bolca kullanılması, yerli taş atölyelerinin geleneklerinden gelmektedir.
Taş malzeme zaman zaman geometrik kompozisyonların elemanlarını açıkça belli eden farklı renklerdeki değişik cins malzemeyle birlikte de uygulanmaktadır. Bu süsleme esas olarak renkli taş kakmaya ve oyulan zeminleri renkli harçla doldurarak kontrast bir etki yaratmaya dayanmaktadır.
Selçuklu ve Osmanlı mimarisi senteziyle karşımıza çıkan Ulu Cami süsleme açısından Suriye ve Mısır’a kadar uzanan, hatta Endülüste bile karşılaştığımız Akdenizli bir düzenleme içindedir. Bitkisel süslemelerinde Sultan Hasan Medresesi’ne (kornişteki) gider. Özellikle bu korniş, Mardin’de 15. yy. Kasimiye Medresesi’nin portal cephesinde de kullanılmıştır.
Mukarnaslarıyla Osmanlı’ya, dilimli kemerleriyle Eyyübilere (El Müeyyed Cami Portalinde), 1474 tarihli Kayıtbay Camiine ve 1385 tarihli Artuklu Mardin Zinciriye Medresesine yakındır.
Mukarnaslı yarım kubbeleriyle Sultan Baybars Camii Medresesi’yle benzerlik içindedir. Bu dilimli kubbecik batı Anadolu’da Selçuk İsa Bey Camii portalinde de işlenmiştir.
Kapıdaki polikromik taş kaplamalar zengilerden başlamak üzere Anadolu Selçuklu’da Konya Alaaddin Camii, Karatay Medresesi, Batı Anadolu’da Aydınoğullarında, Selçuk İsa Bey Camii’nde kendini göstermiş, ardından da Osmanlı’da Gebze, Çoban Mustafa Paşa Külliyesi ve Topkapı Sarayı Harem Dairesine kadar gelmiştir. Adana’daki bu çok renkli taş işçiliğinin, Ulu Cami’nin portal, pencere pervazları ve kemerlerinde ve minaresinde uygulandığı Tarsus Ulu Camii avlu portalinde de kullanıldığı tespit edilmiştir. Adana Ulu Camii minaresi form olarak Memlük minareleri tipindedir. Gaziantep Alâüddevle Camii, Antakya Ulu Camii, Adana Ulu Camii minareleri biçim olarak birbirine denktir. Minaredeki madalyonla Kahire, Sultan Baybars Camii minaresine, bezemeleriyle Halep Ulu Camii (1090-94), Hasankeyf ve Mardin minarelerine yakındır. Aynı polikromik düzenleme mihrapta da görülüyor. Ayrıca Adana’da Hasan Ağa Camii mihrabında da Memlûk etkisi mevcuttur. At nalı kemeriyle İspanya Endülüs, Kuzey Afrika ve Memlûk mimari organlarının bir sentezini teşkil eder.
Percere alınlıklarıyla Hasan Ağa Camii Selçuklu ve Osmanlı çini alınlıkları etkisini gösterir. Bordürdeki on iki kollu yıldızlardan oluşan süslemeler ise, Anadolu’da Dunaysır Ulu Camii’nde, Tokat Gök Medrese Eyvan cephesi, Konya Karatay Medresesi portali bordürlerinde görülür. Aynı ışınsal geometrik bezemeye Adana, Hasan Ağa Camii, kapı kanatlarında da rastlanır. Ahşap dekorlar yönünden: Geometrik ışınsal yıldız düzenlerinin Edirne Üç Şerefeli Camii avlu portali ahşap kapı kanatları, İstanbul, Şehzade Camii pencere kapakları, Adana Hasan Ağa Camii giriş kapısında kullanıldığı görülmektedir.
Minberlerdeki süslemeler yönünden: Aynalıklardaki süslemeler, daha çok geometrik olup, form olarak Aksaray Ulu Camii minberiyle Adana Ulu Camii minberi aynalık dekorları (geometrik düzenleme) birbirine yakındır. Hasan Ağa Camii minberi ise taş kakma tekniğinde olup, geometrik bezemelidir. İlk bakışta şebekeleri hatırlatır.
Dilimli kemerler yönünden: Adana Camilerinde Ulu Camii, Suriye-Zengi mimarisi ve Mardin’deki Artuklu yapılarına bağlanır.
Bitkisel süslemeler yönünden: Akça Mescit ve çarşı hamamı portalindeki grift Selçuklu taş işçiliği nebati bezemelerini yansıtan kompozisyonları, Ulu Cami doğu portalindeki çiçek-yaprak kuşağı gibi desenlerle batı portali ve Yağ Camii avlu portalindeki palmetli taçlar özenle işlenmiştir. Sade küçük denilebilecek yapılardaki anıtsal dekorlar şaşırtıcı zenginliktedir. Örneğin Akça Mescit portal ve mihrabı gibi. Özellikle Çarşı Hamamı kervansaray portallerini hatırlatacak süslemelere sahiptir.
Figürlü plestik yönünden: Akşa mescit portalinde yer alan kuş figürleri ve Ulu Cami kubbesindeki karşılıklı iki evren tasviriyle Asya’dan gelen Selçuklu da devam eden geleneğin beyliklerde de kullanılmasını açıkça göstermektedir.
Rozetler yönünden: Balıksırtı, üçgen, yıldız, gül bezek motiflerinde Gaziantep camileri ile yakın çizgiler arz eder. Burmalı sütun gövdeleri yönünden: Selçuklu geleneğinin daha sonraki yüzyıllardaki devamı görülürken, sütun başlıkları Osmanlı tarzını yansıtır.
Çini desenleri yönünden: Adana Ulu Cami çinileri yönünden İstanbul Rüstem Paşa Camii çinileri, Kanuni Sultan Süleyman Türbesi, Hürrem Sultan Türbesi, İstanbul Takkeci İbrahim Ağa Cami mihrap çinileri gerek teknik (sıraltı) ve gerekse desen açısından birbirine yakındır (Naturalist çiçek ve Çin bulutu desenleri).
Ayrıca, Diyarbakır, Behram Paşa Camii duvar çinileri, Fatih Paşa Camii’nden günümüze gelebilen çini parçaları, desenleri yönünden Ulu Camii duvar çinileriyle benzerlik arz eder. Geometrik çini dekorları yönünden: Şeyh Sefa Camii (Diyarbakır) çinileri ile Ulu Cami (Adana) çinileri yakın özellikler gösterir (Altı kollu yıldızlar içindeki çiçek motifleri desenlerinde).
Kısaca toplanacak olursa Adana İli, Suriye-Mısır, Artuklu Anadolu Selçuklu ve Osmanlı mimari eleman ve motiflerinin bir sentezini yaparak, kendi yöresinin üslubuyla yoğurmuş, yeni biçimler yaratmış ve orijinal çizgilerini koruyarak nadide esereler meydana getirebilmiştir.
1 Faruk Sümer; “Ramazanoğulları” İslam Ansiklopedisi, C. IX, İstanbul 1964 s. 612-620.
2 Yılmaz Kurt; “Ramazanoğulları” (1378-1608) Tarihte Türk Devletleri II, Ankara Üniversitesi Yayınları yayın no: 98, Ankara 1987, s. 19-426.
3 İsmail Hakkı Uzunçarşılı; Anadolu Beylikleri ve Akkoyunlu, Karakoyunlu Devletleri Ankara, 1984, s. 178.
4 Taha Taros; “Akça Mescid ve İki Kuş” Görüşler, Nisan 1938, s. 10, Türkiye’de Vakıf Abideleri ve Eski Eserler; Ankara, 1972, C. 1. s. 11’de Akça Mescid’in yapım tarihi 1409 yerine 1489 Olarak verilmiştir.
5 Enver Kartekin; Ramazanoğulları Beyliği Tarihi, İstanbul, 1979, s. 103-104.
6 Kasım Ener; Tarih Boyunca Adana Ovasına Bir Bakış, İstanbul 1964 s. 11-12 Daha fazla bilgi için bkz: Hadi Altay; Adım adım Çukurova, Adana 1965, s. 18.
7 Murat Yüksel; Çukurova’da Türk İslam Eserleri ve Kitabeleri, Adana 1975, s. 20-22.
8 Şerife Cengiz; Adana Mimari Eserlerinin Süslemeleri, Mimar Sinan Üni. Sosyal Bilimler Enst. Sanat Tarihi Ana Bilim Dalı Basılmamış Yük. Lisans Tezi 1986. s. 35-37.
9 Enver Kartekin; a.g.e., s. 118.
10 Ali Osman Uysal; “Adana Ulu Camii” Vakıflar Dergisi S. 19, Ankara, 1985, s. 277-282.
11 Memluk etkilerine açık olan merkezlerdeki eserlerde strüktürel olmayan konsol dizileri görülmektedir. Diyarbakır Zinciriye (1198), Mesudiye (1198-99) Medreselerinin avlu revağı saçaklarında Mardin Ulu Camii doğu duvarı saçağında ve Adana Ulu Camii harimi kuzey cephesinde görülmektedir. Bkz: Şerife Cengiz; a.g.t., s. 41-77.
12 Cevdet Çulpan; Antik Devirlerden Zamanımıza Kadar İlahiyat-Edebiyat-Tıp ve Sanat Tarihinde Serviler, İstanbul, 1961, s. 145. Hayat Ağacıyla ilgili daha fazla bilgi için bkz: Gönül Öney; “Anadolu Selçuk Sanatında Hayat Ağacı motifi”, Belleten, XXXII, 125, Ankara, 1968, s. 25-36.
13 Güner İnal; Susuz Han’daki Ejderli Kabartmanın, Asya Kültür Çevresi İçindeki Yeri, İstanbul Üni. Edebiyat Fak. Sanat Tarihi Yıllığı 1970-71, S. 4, s. 157-158.
14 Emel Esin; “Evren” (Selçuklu Sanatı Evren Tasvirlerinin Türk İkonografisindeki Menşeileri) Selçuklu Araştırmaları I, Ankara, 1969 s. 161-192.
15 Gönül Öney; “Anadolu Selçuk Sanatında Ejder Figürleri, Belleten, C. XXXIII, s. 130, T. T. K. Basımevi Ankara 1969, s. 171-184.
16 Gönül Öney; Anadolu Selçuklu Mimarisinde Süsleme ve El Sanatları, Ankara 1978, s. 45-54.
17 Metin Şahinoğlu; Anadolu Selçuklu Mimarisinde Yazının Dekoratif Eleman Olarak Kullanılması, İstanbul 1984, s. 30.
18 Ara Altun; Anadolu’da Artuklu Devri Türk Mimarisinin Gelişmesi, İstanbul, 1978, s. 292.
19 Baha Tanman; “Erken Dönem Osmanlı Mimarisinde Memluk Etkileri”, Osmanlı Mimarlığının 7 Yüzyılı Uluslarüstü Bir Miras, İstanbul 2000, s. 83. Dulkadirli eserleriyle ilgili bkz: Hamza Gündoğdu; Dulkadiroğlu Beyliği Mimarisi, Ankara 1986, s. 23-95.
20 Adana Ulu Camii Çinileri, Diyarbakır Behram Paşa, Fatih Paşa ve Safa Camii çinileriyle yakın benzerlikler gösterir. Bkz. Metin Sözen; Diyarbakır’da Türk Mimarisi, İstanbul 1971, s. 89.
21 Şerare Yetkin; “Türk Çini Sanatında Bazı Önemli Örnekler ve Teknikleri”. İstanbul Üni. Edebiyat Fak. Sanat Tarihi Yıllığı, İstanbul 1964-65. s. 90-91.
22 Zafer Bayburtluoğlu; “Kahramanmaraş’ta Bir Grup Dulkadiroğlu Yapısı” Vakıflar Dergisi X. Sayı, Ankara 1973, s. 234-250.
23 Selçuk Mülayim; Anadolu Türk Mimarisinde Geometrik Süslemeler, Ankara 1982, s. 84.
24 Oktay Aslanapa; Türk Sanatı, İstanbul 1984, s. 168.
25 Levent Zoroğlu; A Guide to Tarsus, Ankara 1995, s. 55-57.
26 Levent Zoroğlu; a.g.e., s. 43-47.
27 Levent Zoroğlu; a.g.e., s. 50.
28 Enver Kartekin; a.g.e., s. 128-129.
Dostları ilə paylaş: |