Tatarların Kökeni Meselesi / Yrd. Doç. Dr. H. Ahmet Özdemir [s.434-440]
Karadeniz Teknik Üniversitesi Rize İlahiyat Fakültesi / Türkiye
Günümüzde Sibirya’nın güney bölgesini ve Moğolistan’ı teşkil eden, Çin ile Doğu Türkistan’ın kuzeyindeki sahalarda XII. yüzyılda göçebe ve avcı birtakım kabileler ikamet ediyordu. Bu kabilelerin çoğu Moğoldu.1 Fakat o sıralar kendilerine henüz Moğol adını vermiyorlardı.2 İleride açıklayacağımız üzere, sonraları bunların hepsi bu adı benimsediler. Bunların bugüne erişen torunları da kendilerine halen Moğol adını vermektedirler.
Moğollar Gobi Çölü’nün kuzeyine düşen Onan ve Kelüren nehirleri ile Baykal Gölü kıyılarında yaşıyorlardı. Dolayısıyla bu yöreler aşağı yukarı bütün araştırmacıların ittifakıyla Moğolların esas yurdu sayılmaktadır.3
Cüveynî’ye göre Moğolların ülkesinin eni ve boyu 7-8 aylık bir yoldan fazla idi. Doğusunda Hıtay (Kuzey Çin), batısında Uygur, kuzeyinde Kırgız ve Selengay, güneyinde ise Tangut (Tangiut) ve Tibet bulunmaktaydı.4
Moğollar bu yörelerde gerçekten çok sert iklim şartlarında yaşıyorlardı. Sıcaklık farklılıkları sadece kış ve yaz mevsimlerinde değil gece ve gündüz de korkunç boyutlara ulaşıyordu. Kışları sert ve soğuk, yaz ayları ise gayet sıcak geçiyordu.5 Cüveynî iklimin soğukluğundan dolayı yaban fıstığından başka bir meyve ağacı yetişmediğini söyler.6
Moğollar aman vermez bir iklimde hayat sürdürüyorlardı.7 Çünkü yüksek rakımlı bu ülke, aynı coğrafi enlemde yer alan diğer ülkelerden daha soğuktur.8 Baykal Gölü senenin dört-beş ayında donar. Isının sıfırın altında 25’leri bulması olağan bir hâdisedir. Bora eser, fırtına çıkar, üstelik sık sık da deprem olur. Diğer taraftan Moğollar, bu iklime eşlik eder bir coğrafi çevreye sahiptirler. Etrafta yüksek dağlar bulunmaktadır. Bu dağlar çok yüksek olup sivri kayaları bulutlara değmektedir. Bu kayaların yarıklarında tek tük ağaçlar yeşermiştir. Dağların zirveleri buz ve karlarla kaplıdır. Vadiler kumluktur. Ancak ırmakların kenarları çayırlarla, çam ve kayın ağaçlarıyla süslüdür.9
Çinli Ç’ang-Çu’n ise, Gobi Çölü’nü ve Moğol kabilelerini manzum olarak şöylece tasvir eder: “…yerde ağaçlar bitmez, biten şey yalnız yabani otlardır: Tanrı burada dağlar değil, yalnız tepecikler yaratmıştır; burada ekin yetişmez;10 sütle beslenirler; deriden dikilmiş elbise giyerler; keçe çadırlarda yaşarlar, bununla beraber şen ve neşelidirler.”11
Eserinin bir başka yerinde ise şöyle der: “Ve onlar bütün ömürlerini kaygusuz geçirirler. kendi kendilerinden memnun olarak yaşarlar.” Sonra sorar: “Halik-kader, hikmet-i rabbaniye-alemi yaratırken niçin bu yerdeki insanlara at ve sığır sürülerine çobanlık etmeyi emretmiş?”12
Bu coğrafi çevrenin, acımasız iklimin ve zor hayat şartlarının psikolojik bakımdan Moğolları ne derece olumsuz etkileyeceği izahtan varestedir. Nitekim bazı araştırmacılar Moğolların kendilerine acımayan tabiat şartları kadar acımasız olduğuna dikkat çekerler.13
Moğollar bu vasatta tam bir göçebe hayatı yaşamaktaydılar. Her kabile, diğerlerinden bağımsız bir hayat sürdürürdü. Reşidüddin et-Tabib’in değerli eseri Cami’t-tevarih’ten edindiğimiz bilgiler bizlere Moğol kabilelerini, birbiriyle yakınlıklarını, uzaklıklarını, ilişkilerini ve kabilelerin soylarını tam bir açıklıkla, yer yer destansı özellikleri de katarak aktarmaktadır.14
Otlak ve su yetersizliği, yiyecek azlığı; kabileleri âdeta birbiriyle yarışır hale getirmekteydi. Neticede bu yarış kızışarak iç mücadele ve savaşa kadar varmaktaydı.15 İşte Moğollar, büyük imparatorluklarını kurmadan önce böyle bir hayat sürdürüyorlardı.
Gerek Moğol istîlâsını yaşayan çağdaş Müslüman tarihçiler, gerek daha sonraki çağlarda gelen tarihçiler ve birtakım araştırmacılar, Moğollardan sürekli “Tatar” şeklinde söz ederler. Hattâ günümüz Arap tarihçileri halen aynı tutumu izlemektedirler diyebiliriz.16 Fakat söz konusu yanlışlık sadece Müslüman ve Arap tarihçilere has değildir. Eski Batılı seyyah ve tarihçiler de aynı yanlışa düşmüşlerdir, dahası bu konuda Batılılar da yalnız değildir. Meselâ Ünlü Süryani tarihçi Ebü’l-Ferec veya nam-ı diğer Bar Hebraeus da Moğollardan Tatarlar şeklinde bahsetmektedir.17 Yani söz konusu yanlış hayli yaygındır. Bu yanılgının tarihi ise çok eskilere gitmektedir, hattâ ülkelerini ziyaret eden Batılı seyyah Rubrouck’a bizzat Moğollar Tatar olarak adlandırılmaktan duydukları rahatsızlığı iletmişlerdir.18 Çünkü Moğollarla Tatarlar arasında bir tür kan davası vardır19 ve Mukali,20 Cengiz’i babası Yesügey’i zehirledikleri için21 devamlı Tatarlardan intikam almaya teşvik etmektedir. Yine aynı Mukali, Gizli Tarih’in naklettiğine göre Moğolların Tatarlara karşı duyduğu eski intikam hissini ileri sürerek Cengiz’i han yapmıştır.22
Aslında Moğollarla Tatarlar arasındaki ihtilaf daha gerilere gitmektedir. Bütün Moğolları yöneten Ambakay (Ambahai, Hambahai) -Kağan’ın ölümünden sonra yönetimi Kutula (Hutula)- Kağan olmuştu.23 Ambakay (veya Hambakay) döneminde Moğollarla Tatarlar arasında dostluk münasebetleri başlamış, hattâ Ambakay, kızını Tatar boylarından Ayri’ut ve Buyru’utlara vermişti. Kızını düğüne götürürken Tatarlardan Cuyin halkından bir grup tarafından yakalanıp Kitanların reisi Altan Kağan’a teslim edilmişti.24 Bu esaret, Ambakay’ın ölümüyle neticelenmişti.25 Böylece Moğol-Tatar münasebetleri bir daha düzelmeyecek şekilde bozulmuştu.26 Moğollarla Tatarlar arasındaki savaş, Köpek Yılı’nın (1202) baharında Dalan Nemürges savaşında Tatarların Cengiz tarafından yenilerek parçalanmalarına kadar da sürmüştür.27
Moğolların Tatar olarak adlandırılmasına dair söz konusu tarihi yanlış, daha sonra araştırmacılar tarafından fark edilmiş ve Barthold, Spuler, Boyle gibi önde gelen Batılı müsteşrikler Moğol-Tatar ayrımına dikkat çekmişlerdir. Batılı müsteşriklerin durumu fark etmesinde Çin kaynaklarının, Reşidüddin et-Tabib’in Cami’u’t-tevarih’inin ve belki de en önemlisi Moğolların Gizli Tarihi adlı eserin etkisi büyüktür.28 Araştırmalar sonucunda Moğol ve Tatar kelimelerinin bir anlamda-yanlış kullanımı da mazur gösterecek tarzda-aynı, ama gerçekte farklı şeyleri ifade etmekte olduğu anlaşılmıştır. Kısaca söylemek gerekirse bütün Tatarlar Moğoldurlar, fakat bütün Moğollar Tatar değildirler.
Meselenin aslı şudur: Tatar klanı kalabalık bir klandı ve XII. yüzyılda büyük bir önem kazanmıştı. Bunun üzerine birçok Moğol kabile, hattâ klan mümessilleri yabancılarla münasebetlerinde ancak dar bir çerçevede bilinen kendi kabile ve klan adlarını kullanmayarak, kendilerine meşhur Tatar adını vermekteydiler. Etnograflar bu gibi hâdiselerde, yani küçük bir kabilenin, -aralarında düşmanlık bile bulunsa- kuvvetli bir akraba komşunun adını benimsemesi hâdisesiyle dünyanın muhtelif yerlerinde, Kafkasya’da, Altaylar’da, şimdiki Moğolistan’da sık sık karşılaşmaktadırlar. Reşidüddin bu meselede çok açık olarak şunları söylemektedir:
“Bunlar (yani Tatarlar), ululuk ve hürmete nail ve gayetle yücelik ve yüksekliğe sahip bulundukları cihetle diğer Türk sınıfları, başka boylara mensup olup ayrı ayrı adları olduğu halde, kendilerini onların adıyla şöhretlendirdiler ve hepsine Tatar dendi. Bu muhtelif sınıflar, kendilerini onlardan saymak ve onların adıyla şöhret bulmakla rütbe ve mansıba erişeceklerini anlamışlardı. Nitekim bu zamanda da Cengiz Han ve uruğu Moğol olmakla diğer Türk kavimleri; Calayır, Tatar, Oyrat, Onkut, Kereyit, Nayman, Tangkut vesaire gibi her birinin muayyen bir adı ve hususi lakabı olduğu halde hepsi de tefahür yüzünden kendilerine Moğol diyorlar.”29
Reşidüddin’in bu meseleye dair açıklamaları bu kadarla kalmıyor. O, aynı yörede yaşayan göçebe kavimlerin, birbirlerinin adını nasıl iktibas ve istihdam ettiklerini aydınlatan bilgiler vermeye devam ediyor. O günlerde övünmek için kendilerini Moğol olarak adlandırıp tanıtan kavimlerin, eskiden bu addan istinkaf ettiklerini belirtiyor ve artık bu işin o kavimlere mensup yeni nesillerin kendilerini ezelden beri Moğol sanmaya başlamasına kadar vardığını ekliyor: “Onların şimdi mevcud olan oğulları, eskiden de Moğol adına mensup ve bu isimle mevsum bulunduklarını tasavvur ederler. Halbuki böyle değildir.”30 Ardından Moğolların Cengiz Han’ın mensup olduğu bir boy olduğunu, daha sonra hemen her boyun kendini Moğollara nispet etmeye başladığını açıkça söylüyor: “Diğer kavimlere o zaman Moğol demezlerdi. Çünkü şekil, heyet, lakab, lehçe, adet ve şiveleri birbirlerine yakın olmakla beraber eskiden lehçe ve adet hususunda farklı idiler.” Ve sözü can alıcı noktaya getiriyor: “Bu zamanda ise iş bir raddeye geldi. Hıtay, Gürcü, Nikyas, Uygur, Kıpçak, Türkmen, Karluk, Kalaç kavimleriyle esirlere ve Moğollar arasında yetişen Acem boylarına (Tâcik) bile Moğol diyorlar. O cemaat da ikbal ve mansıba erişebilmek için kendilerine Moğol demeyi maslahata muvafık buluyorlar.” Görüldüğü gibi Reşidüddin’in verdiği bilgiler, konuyu yeterince, hattâ fazlasıyla aydınlatıyor. İş, o dereceye varmıştır ki, Moğolların savaşıp esir aldığı başka kavimlere mensup insanlar bile artık kendilerine Moğol adını vermektedirler. Bu durumun eskiden beri çok yaygın bir uygulama olduğunu da, hem de Moğol-Tatar ayrımını kolaylıkla netleştirecek tarzda şöyle özetliyor: “Bundan evvel de Tatarın kuvvet ve şevketi yüzünden kazıyye böyle idi ve bu sebeple hâlâ Hıtay, Hind, Sind ve Maçin şehirleriyle Kırgız, Kılar, Başkırt, Deşt-i Kıpçak31 memleketlerinde, şimal vilayetleriyle Arap boylarına ait memleketlerde, Şam, Mısır ve Mağrib’de bulunan bütün Türk boylarına Tatar diyorlar.”32
İşte bundan ötürüdür ki Tatarların adı dünyanın dört bir yanına yayıldı. Bizzat Moğollar da önceleri Asya’da, sonraları da Avrupa’da Tatar adı altında tanındılar. Daha sonraları Avrupalılar, bu tabiri Moğollar tarafından zapt edilen ve Moğolların maiyetinde istîlâ seferlerine iştirak eden milletlere vermeye başladılar. Bazı Türk kabilelerinin bugüne kadar Batılılarca Tatar adıyla tanınması buna bağlanmaktadır.33 Halbuki bunların hakiki Tatarlarla hiçbir ilgisi yoktur.
XII. yüzyılda Tatarlarla Kereitler arasında Onan ve Kelüren ırmakları boyunca birçok göçebe ve avcı kabilelerle klanlar yaşıyordu.34 O sıralarda bunların arasında bulunan bir Moğol kabilesinin ehemmiyet ve nüfuzu o kadar artmıştı ki, bu kabilenin reisi Kabul, kağan unvanını aldı. O zamanlar Kin, yani Altan adıyla meşhur olan Cürcen adlı yabancı bir sülalenin hüküm sürdüğü Çin’e, uzak seferler ve akınlar yapmaktan geri kalmadı. Kabul Han’ın oğlu Katula da Kağan unvanını taşımaktaydı. O da Kinlerle harb etti ve bir kahraman olarak şöhret buldu.35 Anlaşıldığına göre, Kabul Han’ın bu aristokrat kabilesi Börciğin adını taşıyordu. Bu kabile, birkaç komşu kabile ve klanı kendisine tabi kılarak birleştikten sonra Moğol adını aldı. Bu ulusa, eski masallarda bilinen kadim ve kudretli bir halkın veya kabilenin şanlı adının bir hatırası olarak Moğol ismi verilmişti.
XII. asrın ortasında Moğol ulusunun kudreti, büyümekte olan göçebe halkın rahatsız edici akınlarından bir an önce kurtulmak düşüncesiyle Kinlerin kendi maksatları için ustaca kullandıkları Tatarlar tarafından kırıldı.36
İşte Tatarların Moğollara bir süre hakimiyet kurmasında ve yine o süre içinde Moğol isminin âdeta unutulmasında Çinlilerin de böylesi önemli bir rolü vardır.37
Sadece Moğollar değil, hemen hemen Orta Asya’da göçebe halinde yaşayan bütün kavimler, Çin’e iç rahat vermiyordu. Çin asker toplayıp müdafaa vaziyeti alıncaya kadar onlar işlerini bitiriyorlardı. Çin bunların hücumlarına asla mani olamadı. Onlar daima bir geçit buldular. Çin imparatorları bu göçebe kavimlerle olan sınırlar üstünde diğer Tatar kavimlerinden asker tedarik ederek müdafaaya uğraştı iseler de bu siyaset Çin açısından genellikle olumsuz oldu. Bunun üzerine Çin, bunların hücumundan kurtulmak için en iyi çarenin bu göçebe kavim arasına ihtilaf sokmak olacağını akıl etti. Bu sayede kabile reislerini kendine bağlıyordu. Bağlılarına unvanlar, teveccühler, beratlar, mühürler, hükümdar elbiseleri, davul ve alem vermek adettendi.38 Zengin Çin’in Türk olsun, Moğol olsun bütün göçebelere karşı daima bu taktiği uyguladığı bilinmektedir. Herhangi bir grup Çin için tehlikeli olmaya başlarsa bir başka grubu onun aleyhine kışkırtmak, mücadele bittikten sonra bu defa aynı taktiği eski müttefiklerine karşı kullanmak Çin’in vazgeçilmez temel politikasıydı. Ancak zaman zaman mahir birinin idaresi altında toplanan kabileler, tabi durumunda da olsalar Çin imparatoruna istedikleri kanunları yaptırıyorlardı. Bunlarla sulh yapabilmek için Çin imparatorları paralar, ipekli kumaşlar hediye etmek, Tatar prenslerin doymak bilmeyen hırslarını doyurmak, hattâ kendi kızlarını gelin vermek mecburiyetinde kalıyorlardı.39 Nitekim bu durum yukarıda da değindiğimiz üzere XII. yüzyılda aynen tahakkuk etmiştir. Kin İmparatorluğu’nun 1147 yılında Moğollarla akdettiği bir ittifak antlaşması 1161 yılına kadar devam etmiş ve o yıl o zamanki Kin İmparatoru Mongku-Tatarlara karşı harekete geçtiğine dair bir beyanname neşretmiştir.40 Büyük bir ihtimalle kısa bir zaman sonra Buir-Nor Tatarları Moğolları perişan etmişlerdir. Ancak hemen aynı yüzyılın sonunda Çin, Kereitler ile Moğolları bu Tatarların aleyhine kışkırtma ihtiyacı duydu. İşte Cengiz Han’ın ortaya çıkması bu devreye rastlar.
Moğolların Gizli Tarihi’nde yer alan bilgilere göre Cengiz’in (562-624/1167-1227)41 ceddi Tanrı’nın takdiriyle yaratılmış bir bozkurt idi, eşi ise beyaz bir maral idi.42 Bu bozkurttan itibaren Cengiz’in babası Yesügey-Bahadır’a43 kadar 20 isim sayılmaktadır.44 Ancak Cengiz’in büyük büyükannesi olan bir kadından özellikle bahsetmemiz gerekecek. Adı Alan-Ko’a olan bu kadın, kocasının ölümünden sonra yeniden evlenmediği halde doğum yapmaya devam etmiştir. Bu durum etrafta dedikoduya sebep olunca,45 o, beş çocuğunu etrafına toplayarak bacadan sızan ışık vasıtasıyla eve giren sarışın bir adamın karnını okşadığını ve onun nurunun kendi vücuduna geçtiğini, çıkarken de güneş veya ayın nurları üzerinden sarı bir köpek gibi sürünerek çıktığını söyler.46 İşte Temücin’in dedesi Bartan Bahadır, Alan Ko’a’dan tabiatüstü doğan bu üç çocuktan en küçüğünün dokuzuncu göbek torunudur. Cengiz’in babası Yesügey-Bahadır da bu Bartan-Bahadır’ın üçüncü oğludur.47
Yesügey-Bahadır’ın Moğollarla Tatarlar arasında süregelen yukarıda söz ettiğimiz savaşların uzantısı biçiminde değerlendirilebilecek bir suikasta kurban gidip Tatarlar tarafından zehirlenmesinden sonra yetim kalan Temücin’in -çünkü o henüz kağan seçilmemiş ve Cengiz adını ya da unvanını almamıştı-48 başından çileli bir hayat geçmiştir.49
Moğolların Gizli Tarihi, bu zor ve çetin günleri50 olanca açıklığıyla kaydeder. Ailenin dostları ve akrabaları Yesügey’in eşini ve çocuklarını bozkırın ortasında yalnız bırakıp göç etmekte bir sakınca görmemişlerdir. Bunun üzerine maharetli bir kadın olan51 anneleri Hö’elin-Ücin çocuklarını yabani meyvelerle, yabani soğanlarla, topraktan kazdığı bitki köklerini süte katarak beslemiş; servi ağacından bir değnek alarak eğitmiş52, onlar da büyüyünce Onan Nehri’nden önce olta ve iğnelerle, daha sonra da ağlarla balıklar avlayarak annelerinin yükünü hafifletmeye çalışmışlardır.53
Yesügey’in ölümü 1165 olarak belirlenmektedir.54 Büyük oğlu Temücin babası öldüğünde 9-10 yaşlarında olduğuna göre, ailenin bu ağır mücadele ve savaş dolu hayatı, Temücin’in yavaş yavaş başarı kazanarak 1196’da etrafında toplanan boylar tarafından Han seçilmesine kadar 30-31 yıl, bütün boyların birleştirilmesiyle “Büyük Han” ilan edilişine kadar da 40-41 yıl sürmüş olmalıdır.
Bu zaman diliminde, Temücin Tatarlar tarafından esir edilip kurtulmayı başarmış,55 atları yağmalanmış ama Temücin onları kardeşlerinin yardımını dahi reddederek tek başına geri almış,56 nişanlısı Börte’yi bulup evlenmiş,57 Kereitlerin reisi To’oril (Tuğrul) ile baba ittifakını tazelemiş,58 karargahı Merkitler tarafından basılarak karısı Börte kaçırılmış,59 Tuğrul, Camuka ve Temücin arasında Merkitlere karşı üçlü bir ittifak yapılmış,60 Merkitlere baskın düzenlenerek Börte kurtarılmış61 ve nihayet Moğol boylarından birçoğu Temücin’in etrafında toplanmış ve ilk defa “Çinggis-Kağan” unvanı ile Han seçilmiştir (1196).62
Ancak Cengiz’in Han seçilmesi hem Camuka’nın, hem de Tuğrul’un kıskançlık krizlerine tutulmalarına sebep olmuştur. Bunun üzerine önce Camuka, sonra da Tuğrul bertaraf edilmiş, güçlü Moğol boyu Kereitler devre dışı bırakılmıştır. Daha önce Temücin’in 1196’da “Çinggis Kağan” unvanı ile hükümdar seçildiğinden bahsetmiştik. Fakat bu henüz kati bir zafer sayılmazdı. Çünkü o zaman Cengiz, Moğolistan’ın ancak küçük bir kısmına hâkimdi ve bu yolda ilerlemek isteyen başkaları da vardı. Cengiz’in en büyük rakipleri, eskiden ona dostluk bağlarıyla bağlanmış olan Kereyit Hükümdarı Tuğrul ile Cadaranlardan Camuka idi. Sonuçta Tuğrul da, Camuka da Cengiz’i terk ederek onu ortadan kaldırmak maksadıyla birleşmişlerdi. Rakiplerine göre her bakımdan üstün olan Cengiz, bu savaşlardan galip çıkmış ve bu ölüm kalım mücadelesi Tuğrul ve Camuka’nın ölümüyle Cengiz’in lehine sonuçlanmıştır.63
Cengiz, işte esas bundan sonra bütün Moğolistan’ın hakimi olmuş ve 1196’da yapılan seçim muamelesi 1206’da tekrarlanarak yeniden Han ilan edilmiştir.64
Moğolların bizim anladığımız manada tarih sahnesine çıkışı da işte bu 1206 Kurultayı’ndan sonra olmuştur.
Kurultay’dan hemen sonra Moğollar, nasıl kabına sığmaz bir millet olduklarını göstererek Moğolistan dışına ilk hücumlarını ve dünyaya ilk açılma hamlelerini yaptılar. 1206 yaz mevsiminin sonunda, güzün, Moğolistan dışına ilk saldırı düzenlendi. Cengiz ordusu Naymanları ansızın bastırmıştı. Baskın semeresini vermiş ve Moğollar durmadan başlarını ağrıtan bir düşmandan artık ebediyen kurtulmuşlardı.65 Bu hamleleri hemen iki yıl sonra 1204’te Hsi-hsy’lara ve Tangi’utlara (veya Tayciyut) düzenlenen ilk hamle, ardından 1206 yılındaki ikinci hamle ve 1209 yılındaki üçüncü ve nihai hamle izlemişti. Tangi’utlar Moğollara her yıl belli miktarda vergi vermek üzere boyun eğmişlerdi.66
Bu hamleleri başka hamlelerin izlemesi kaçınılmaz gibi bir şeydi. Öyle de oldu. Daha sonraki hedef Çin ve Mançurya idi. Bu hamleler de 1215 yılında Pekin’in düşmesi ile son bulmuştu. Nizami Çin orduları, sayıca ve teçhizatça Moğollardan kat kat üstünlüklerine rağmen âdeta tuzla buz olmuştu.67
Çin ve Mançurya’nın alınmasından sonra artık bir dünya gücü haline gelmekte olan Moğol ordusunun önünde iki komşu güç durmaktaydı: Uygurlar ve Karahıtaylar. Bu iki ülkenin bizim açımızdan önemi, sadece Moğollara komşu olmaları ve Moğol istîlâsının seyrindeki sıraları değil, Moğollarla İslâm alemi arasında bir anlamda engel ve set oluşturuyor olmalarıdır.
Uygurlar bir Türk boyu olup Orta Asya tarihinde çok önemli roller oynamış bir milletti. Ancak Moğolların Cengiz öncülüğünde etrafı kasıp kavurmaya başladığı dönemde artık eski güçlerini kaybetmiş, sağa sola dağılmış ve zayıflamış bir durumdaydılar. Başlarında İdi-kut68 isminde bir hükümdar vardı.69 Uygurlar Moğollara kendiliklerinden baş eğdiler.70 Ama o yörenin en medeni milleti olan Uygurlar, cahil efendilerine otoritelerini kabul ettirerek onları kısa zamanda kültürel açıdan kontrolleri altına aldılar. Bu cümleden olarak, henüz bir yazıya sahip olmayan Moğollara kendi alfabelerini kabul ettirmelerini örnek verebiliriz.71
Uygurlardan sonra sıra Karahıtaylara gelmişti. Çünkü Karahıtaylar o dönemde Maveraünnehir ve Türkistan arazisine yakın yerleri ele geçirmiş ve Uygurları yıllık vergiye bağlamışlardı.72 Ancak Moğollar Karahıtaylara doğrudan istîlâ amacıyla saldırmadılar. Moğolların Karahıtay ülkesine saldırmasına Hârezmşâhlarla aralarında çıkan Otrar faciası sebep olmuştur. Başka bir ifadeyle söylemek gerekirse, Hârezmşâhlarla Moğollar arasında oluşan fiili durum üzerine, Cengiz, Sultan Muhammed’le uğraşırken Karahıtay tahtını gasp etmiş olan ve Moğollarla sürekli düşmanlık halinde bulunan Naymanlı Güçlük tarafından arkadan vurulma riskini bertaraf etmek için Hârezmşâhlardan önce Güçlük’ün işini bitirmiştir.
Moğol tarihi açısından bundan sonrası Hârezm ülkesinin istîlâsı anlamına gelmektedir. Bu ise başka bir makalede genişçe ele alınmayı gerektirir.
1 Moğol adı hakkında bk. Pelliot, “Apropos des Comans”, Journal Asiatique, 1920, I, 145 (René Grousset, Bozkır İmparatorluğu, (trc. M. Reşat Uzmen), İstanbul 1993, 189’dan). Ayrıca bk. D. O. Morgan, “Mongols”, EI, VII, 231-235.
2 Boris Y. Vladimirtsov, Cengiz Han (trc. Hasan Ali Ediz) İstanbul 1950, 7.
3 N. Poppe, “On Some Geographic Names in the Jami’al-Tawarikh”, Harvard Journal Asiatic Studies., Vol. VIII, (1956), sy. 1-2, 33-41; John Andrew Boyle, “The Longer Introduction of the ‘Zij-i Ilkhani’ of Nasır al-Din Tusi”, Journal Asiatic Studies, VIII (1963), 244-254; ayrıca 1 no’lu dipnot.
4 Alaeddin Ata Melik el-Cüveyni (681/1282), Tarih-i Cihangüşa (trc. Mürsel Öztürk), I-III, Ankara 1988, I, 93.
5 J. Plano Carpini, The History of Mongols, (nşr. C. Dawson), London 1955-56, 5.
6 Cüveyni, a.y.
Yine Cüveyni (I, 105) Şaman Kököçü’nün hikayesi vesilesiyle şiddetli soğuktan bahseder.
7 Moriedga D’Ohsson, Tarih-i Moğol [trc. Mustafa Rahmi (Balaban)], İstanbul l340-1342/1920-1923, 20.
8 Cüveyni, Şaman Kököçü’nün hikayesi vesilesiyle şiddetli soğuktan bahseder. I, 105.
9 D’Ohsson, 14-15.
10 Moğolların yaşadığı yerlerin ziraate elverişli olmadığından Cüveyni de bahseder. Bk. I, 93.
11 Boris Y. Vladimirtsov, Moğolların İçtimai Teşkilatı, Moğol Göçebe Feodalizmi, Ankara 1987, 60.
12 A.e., a.y.
13 D’Ohsson, 20.
14 Moğol kabileleri hakkında ayrıntılı bilgi için bk. Reşidüddin b. Fazlullah el-vezir b. İmadüddevle Ebü’l-Hayr Muvaffıkuddevle et-Tabib, Cami’u’t-tevarih, I-II, (nşr. Behmen Kerimi), ys. ts.; I, 23-163 vd.; Ayrıca bk. Cami’u’t-tevarih (trc. Abdülbaki Gölpınarlı), ys. ts., 21 vd.
15 Daha geniş bilgi için bk. Cüveyni, I, 93; Reşidüddin, I, 165.
16 Bu konudaki eleştiriler için bk. Sa’d b. Muhammed Huzeyfe Müsfir el-Gamidi, Sükutu’d-devleti’l-Abbâsîyye, Beyrut 1401/1981, 53 vd.
17 Ebü’l-Ferec, Gregory (Bar Habreus) (684/1286), Abu’l-Farac Tarihi (trc. Ömer Rıza Doğrul), I-II, Ankara 1987, II, 476. Ebü’l-Ferec’in bölüm başlığı epeyce ilginç: “Tatar Olan Moğolların Saltanatının Başlangıcına Dair” (Arapça tercümesi: İbtida’ü Devleti’l-Moğol ve hüm et-Tatar) bk. Ebü’l-Ferec Cemalüddin b. el-İbri (684/1286), Tarihu’z-zeman (trc. İshak Ermele), Beyrut 1986, 235.
18 Moğolların yanlış yere Tatar veya Tartar diye adlandırıldıkları bilinmektedir; bu konuda XIII. asır Batılı seyyahlara itirazlarda bulunmuşlardır. René Grousset, Bozkır İmparatorluğu, (trc. M. Reşat Uzmen), İstanbul 1993, 213.
19 Çünkü Moğolların eski kraliyet ailesinin iki mensubunu aşağılatıcı bir tarzda cezalandırılmak üzere Kin1ere teslim edenler, yine Kinlerle anlaşarak 1161’de ilk Moğol krallığını yıkanlar, nihayet Bozkır’da dostane bir yemek sırasında zehirli yiyecekler vererek Cengiz Han’ın babası Yesügey’i 1167’de öldürenler hep o Tatarlardı. Geniş bilgi için bk. Grousset, 199.
20 İsim, Moğolların Gizli Tarihi’nde böyle geçmektedir. Bk. Moğolların Gizli Tarihi, Manghol-un niuça tobça’an (Yüan-ch’ao pi-shi) (trc. Ahmet Temir), Ankara 1948, 19-22. Ayrıca Grousset’nin, ismin doğru telaffuzuna dair iddiaları ve Moğolların Gizli Tarihi’ni referans verişi için bk. 199.
21 Gerçekten de Tatarlar, Merkitlerden kız kaçırmaktan dönerken içlerinden birilerini esir alan Yesügey’e kin bilemekteydiler. Yesügey, henüz dokuz yaşındaki oğlu Cengiz’i, Ungguratlardan Dey-Seçen’in yanına kızını gelin vermesi şartıyla bırakıp dönerken Çekçer memleketindeki Sarı Bozkır’da toplantı yapmış Tatar halkına rastlar. Onlar da intikam lmak için onu içkisine zehir katarak zehirlerler. Yesügey evine döndükten üç gün sonra zehirlenmenin etkisiyle ölür. Geniş bilgi için bk. Gizli Tarih, 21-22; Ahmet Temir, Cengiz Han, Ankara 1989, 19-20.
22 Grousset, a.y.
23 Gizli Tarih, 18; Reşidüddin, I, 194-195.
24 Gizli Tarih, 15-16; Reşidüddin, a. y.
25 Cengiz’in babası Yesügey’in Ambakay’la amcaoğlu olduğuna dair bk. Reşidüddin, I, 195.
26 Gizli Tarih, 15-18. Yine Gizli Tarih (16), Ambakay Han’ın Moğollara “Benim halim sizler için ibret olsun. Tatar halkı tarafından esir edildim. Beş parmağınızın tırnakları kopuncaya ve on parmağınız kırılıncaya kadar benim intikamımı almaya çalışın.” şeklindeki vasiyetine yer verir.
27 Gizli Tarih, 82.
28 Konunun değerlendirmesi için bk. Gamidi, 53-54.
29 Reşidüddin, I, 57-58; Türkçe trc., 69.
30 Reşidüddin, I, 58.
31 Cami’u’t-tevarih’i Türkçeye tercüme eden Gölpınarlı bunu izafetle Deşt-i Kıpçak şeklinde değil, Deşt ve Kıpçak diye ayırarak yanlış okumuştur. Krş. 69-70.
32 Reşidüddin, I, 57-58.
33 Vladimirtsov, Cengiz, 11-12.
34 Moğol boyları hakkında bk. Abbas İkbal Aştiyani, Tarih-i Moğol ez hamle-i Cengiz ta teşkil-i Devlet-i Timur, Tahran 1345/1926, 6-8.
35 Reşidüddin, I, 191-195.
36 Vladimirtsov, Cengiz, 11-12.
37 D’Ohsson, 13-14; Vasiliy Vladimiroviç Barthold. Moğol İstîlâsına Kadar Türkistan (nşr. Hakkı Dursun Yıldız), Ankara 1990, 405.
38 D’Ohsson, a.y.
39 A.e., a.y.
40 Barthold, Türkistan, 406.
41 Cengiz ismi hakkında bk. Pelliot, “Les Mongols et la Papaute” Review de l’Oriant chrêtien (1922-1923), nr. 1-2, 25. Söz konusu bu makalede Pelliot, Çinggiz’in Türkçe “tengiz” (Uygurca) veya dengiz (deniz, Osmanlıca)’in tıpkı Moğolcu “dalay” gibi “damak1aşmış” şekli olduğunu düşünmektedir. Diğer taraftan kuvvetli, güçlü anlamına gelen Moğolca “çingga” ke1imesinden başka etimolojiler aranmıştır. Bk. Grousset, 198.
Moğollar ve Cengiz üzerine çalışmalarıyla tanınan Ahmet Temir’e göre ise, Cengiz isim değil unvandır. Temir bize şu bilgileri vermektedir: Temücin’e hükümdar olunca verilmiş olan Cengiz (Çinggiz) unvanının Moğolca şekli bu esere (Moğolların Gizli Tarihi) göre Çinggis’tir, yani baş harfinin Ç-olması gerekir. Moğolcadan Türkçeye geçen sözlerin sonundaki seslerde -s>-z kanununa göre, Türkçede sonu-z olmuştur. Kalkaşendi de (Ebü’l-Abbas Ahmed b. Ali el-Kalkaşendi (821/1418), Subhu’l-a‘şa fi sına‘ati’l-inşa, I-XIV, Kahire ts., IV, 305) Şemseddin el-Isfahani’nin Mesalikü’l-ebsar’ından naklen “bazılarının Cengıs okunuşunun daha doğru olduğunu” söylediklerini ifade eder. Bu söz Türkiye Türkçesinde, herhalde Farsçanın tesiriyle, umumiyetle Cengiz şeklinde kullanılmaktadır.
Türk lehçelerinde Çinggiz, Çınggız, Çingiz, Çıngız, Cengiz gibi türlü şekillerde kullanılan bu sözün menşei, manası ve tarihi üzerine gerek halk etimolojisi ve gerek ilmi açıklamalar olmak üzere birçok denemeler yapılmışsa da şimdiye kadar kesin bir neticeye varılamamıştır. İlmi araştırmalar cümlesinden olarak P. Pelliot, G. J. Ramstdet, W. Kotwicz, W. Barthold, L. Ligeti, B. Vladimirtsov, E. Haenisch, O. Turan… vb. araştırmaları zikre değer.
Bu incelemelerin teferruatına girişmeyerek, ancak son iki araştırmacının fikirlerine temas etmekle yetineceğiz. E. Haenisch, Çinggis sözünü diğer araştırmacılardan farklı olarak Çince cheng “meşru, kanuni” tabiri ile açıklamaktadır (Wörterbuch 1939, 28). Bütün diğer araştırmacıları gözden geçirmekle beraber Haenisch’in 1935, 1939 ve 1941’lerde çıkmış olan Moğolların Gizli Tarihi adlı eserini görememiş olan O. Turan “Çingiz adı hakkında” adlı makalesinde (Belleten, V (1941), 267-276) bu tabiri “Deniz” sözüne bağlamaya çalışmışsa da inandırıcı bir neticeye varamamıştır. Fakat Boyle, bu görüşün Pelliot tarafından öne sürülmüş doğruluğu en muhtemel görüş olduğunu söyler. Bk. J. Andrew Boyle, “Cingiz Khan”, EI2, II, 41-44.
Cengiz’in çocukluk adının Moğolca’daki şekli ile Temücin olup “Temürci, Temirci, Demirci” anlamına geldiği tahmin edilmektedir. Demirci anlamına geldiğine dair iddialar reddedilmiştir Bk. İbrahim Kafesoğlu, “Türk Tarihinde Moğollar ve Cengiz’in Türklüğü Meselesi”, İÜEF Tarih Dergisi, V (1953), 105-136. Türkçede Temiçin, Temuçin, Timoçin, Timuçin gibi türlü şekillerde şahıs ismi ve soyadı olarak da kullanılmaktadır. Bk Temir, 13, 16 nolu dipnot.
42 Gizli Tarih, 3.
43 Moğolca “kahraman, cengaver, yiğit” manasına gelen bağatur (bahadır) kelimesi, bir unvan ve kabile teşkilatı içinde askeri bir asalet zümresinin adı olarak kullanıldığı gibi, şahıs ismi olarak da kullanılır. Çok eski bir tarihe çıkan bu kelime, Moğolların Gizli Tarihi’nde ba’atur şeklinde tespit edilmiştir. Meşhur Leiden yazmasında (1245) zikredilen bahadur şekli Farsçadan alınmıştır (N. Pope, İzvestiya Akademii Nauk 1927, 1266). Bunun gibi Ermeni tarihçisi Grigor’un eserinde tesadüf olunan bahatur şekli de Farsça bahadur’dan başka bir şey olamaz (Francis Woodman Cleaves, Harvard Journal of Asiatic Studies XII, 435-436. Kalmıklar bu kelimeyi bugün batr diye telaffuz ederler (G. J Ramstdet’in Kalmık Lügati’ne bk. ). Bu kelime Türkler arasında batur, batır, matur… şekillerinde kullanılır (Radloff).
Paul Pelliot (Journal Asiatique, CCXVII, 55) bu kelimenin Türkçe’ye Avarca’dan geçtiğini ileri sürmüştür. Halbuki M. Fuad Köprülü İslam Ansiklopedisi’ne yazmış olduğu “Alp” maddesinde bağatur kelimesinin Türkçeye Moğol istîlâsından sonraki asırlarda girdiğini kaydetmiştir.
Farsçada bahadur kelimesinin Moğolca’dan alındığını biliyoruz. Yine aynı manaya gelen Macarca bator kelimesi ise Türkçeden alınmıştır (Zoltan Gomboez, Die Bulgarisch-Türkischen Lenwörter in der Ungarischne Sprache, Helsinki 1912, 41). Leh dilinde kullanılan bahatır şekli ise Rusça’dan alınmıştır.
Bağatur kelimesinin Moğollar arasında uzun zamandan beri kullanıldığı anlaşılıyorsa da, etimolojisi hakkında henüz kati bir şey söylenemez. Bk. Vladimirtsov, Cengiz, 9, 1 no. lu dipnot.
Bu tabir hakkında bk. M. Fuad Köprülü, “Bahadır”, İA, II, 216-219.
44 Birçoğu halk arasında yaşayan masal, destan ve rivayetlerden oluşmuş olan bu isim1erden bazıları hakkında bazı açıklamalar için bk. Temir, Cengiz, 15.
45 Gizli Tarih’te (7) dedikodu yapanların bizzat Alan Ko’a’nın kendi oğulları olduğu kayıtlıdır. Alan Ko’a Dobun-Mergan’ın karısıdır. Dobun-Mergan’ın oğulları, babalarının ölümünden sonra doğan çocuklar için “Bizim annemiz kocası ve erkek akraba kardeşleri olmadığı halde üç erkek çocuk doğurdu. Evde yegane erkek, şu Ma’alih Baiya’utlar’dan olan kimsedir Bu üç çocuk ondan olsa gerektir. ”, demişlerdir. Ma’alih Baiya’utlar’dan olan kimse dedikleri, Dobun-Mergan’ın bir av dönüşü yolda rastlayıp babasından bir geyik budu karşılığında hizmetçi aldığı şahıstı.
46 Gizli Tarih, 7-8; Reşidüddin I, 171; Türkçe trc. 131; Temir, Cengiz, 15.
İbn Kesir’in Tarih-i Cihangüşa’dan faydalandığını kendi ifadelerinden tespit ettik. Ne var ki Tarih-i Cihangüşa’ı tam anlayamamıştır. Anlayamadığı yerlerden birisi de burasıdır. İbn Kesir, Alan-Ko’a’yı bizzat Cengiz’in annesi zannetmiştir. Hatta bu yanlış anlayış sonucu Cengiz’in neseb-i gayr-i sahih olduğunu iddia eder: “Annesi ona güneş ışığından hamile kaldığını iddia ediyordu. Bundan dolayı babası tanınmamaktadır. Açıkçası nesebi meçhuldür. Bağdat Veziri Alaeddin el-Cüveyni’nin cem ettiği bir büyük ciltli kitap gördüm…” Bk. İbn Kesir, Ebu’l-Fida İsmail b. Ömer (774/l372), el-Bidaye ve’n-nihayet hükümdarlardan Güçlü Han ile diğer bir Han’a haber gönderip biraderzâdesinin kocasının yerine geçirilmesine aracı olmalarını rica etti. Çünkü Duşi Han, arkasında çocuk bırakmaksızın öldüğünden ülkesi hükümdarsız kalmıştı. Hanlar, kadının teklifini kabul ederek Cengiz’i eniştesinin yerine geçirdiler”.
63 Gizli Tarih, V. ve VIII. Bölümler, Cüveynî, I, 105.
64 Gizli Tarih’e (133) göre Moğollar, Pars yılında (1206) Onan Nehri’nin menbaında toplandılar, dokuz parçalı tuğlarını dikerek Çinggis-hahan’ı “Han” ilan ettiler. Cami’u’t-tevarih’teki değişik tarihler için bk. Reşidüddin, I, 292, 307.
65 Gizli Tarih, a. y.; Reşidüddin, I, 220.
66 Reşidüddin, I, 221, 308.
67 A.e., I, 221, 321 vd.
68 İdi-kut (Iduq-qut) kelimesinin “mübarek, saadet, kudsiyet-penah” anlamına geldiğine ve bu şekliyle Orhun Kitabelerinde [Bilge Kağan için dikilen ikincisinin şark cephesinde (II E) 25. satır] geçtiğine ve bu unvanın Türklerde ve teşkilat itibarıyla onların yörüngesine girmiş Moğollarda “kağan”dan daha küçük Uluğ-erkin gibi bir unvan olduğuna dair bk. Wilhelm Thomsen, “Moğolistan’da Türkçe Kitabeler” (trc. Ragıb Hulusi), Türkiyat Mecmuası, III (1926-1933), İstanbul 1935, 81-118, 88.
Cüveyni’ye göre (I, 110) İdi-kut “devletin sahibi” anlamına gelmektedir. Yine Cüveyni eserinin bir başka yerinde (I, 121) büyük Uygur göçünden sonra yerleşilen ve beş mahalleli bir şehir olduğu için Beş-balık (Beş şehir) denilen şehrin emirine İdi-kut denildiğini belirtir. İdi-kut’un soyu ve ülkesi hakkındaki efsaneler için bk. Cüveyni, I, 116-121.
69 O zamanlar Uygurların durumlarına ve sahip oldukları topraklara dair bk. Gâmidî, 80-81.
70 Çünkü tâbi oldukları Karahıtayların zulmünden yılmışlardı. Gizli Tarih, 159; Cüveyni, I, 110; Reşîdüddîn, I, 309.
71 Ebü’l-Ferec, II, 478; Cüveynî, I, 96; I, 110; Carpini, 56.
72 Cüveynî, a. y.; Reşîdüddîn, I, 320-321. Ayrıca bk. The Cambridge History of İran (nşr. John Andrew Boyle), I-V, Cambridge 1968, I, 44-45.
AŞTİYANİ, Abbas İkbal, Tarih-i Moğol ez hamle-i Cengiz ta teşkil-i Devlet-i Timur, Tahran 1345/1926.
BARTHOLD, Vasiliy Vladimiroviç, Moğol İstîlâsına Kadar Türkistan (nşr. Hakkı Dursun Yıldız), Ankara 1990.
BOYLE, J. Andrew, “Cingiz Khan”, EI2, II, 41-44.
BOYLE, John Andrew, “The Longer Introduction of the ‘Zij-i Ilkhani’ of Nasır al-Din Tusi, Journal Asiatic Studies, VIII (1963), 244-254.
CARPİNİ, J. Plano, The History of Mongols, (nşr. C. Dawson), London 1955-56.
EL-CÜVEYNİ, Alaeddin Ata Melik (681/1282), Tarih-i Cihangüşa (trc. Mürsel Öztürk), I-III, Ankara 1988.
D’OHSSON, Moriedga, Tarih-i Moğol [trc. Mustafa Rahmi (Balaban)], İstanbul l340-1342/1920-1923.
EBÜ’L-FEREC, Cemalüddin b. el-İbri (684/1286), Tarihu’z-zeman (trc. İshak Ermele), Beyrut 1986.
, Gregory (Bar Habreus) (684/1286), Abu’l-Farac Tarihi (trc. Ömer Rıza Doğrul), I-II, Ankara 1987.
EL-GAMİDİ, Sa’d b. Muhammed Huzeyfe Müsfir, Sükutu’d-devleti’l-Abbâsîyye, Beyrut 1401/1981.
GOMBOEZ, Zoltan, Die Bulgarisch-Türkischen Lenwörter in der Ungarischne Sprache, Helsinki 1912.
GROUSSET, René, Bozkır İmparatorluğu, (trc. M. Reşat Uzmen), İstanbul 1993.
İBN KESİR, Ebu’l-Fida İsmail b. Ömer (774/l372), el-Bidaye ve’n-nihaye, I-XIV, Beyrut 1966.
KAFESOĞLU, İbrahim, “Türk Tarihinde Moğollar ve Cengiz’in Türklüğü Meselesi”, İÜEF Tarih Dergisi, V (1953), 105-136.
EL-KALKAŞENDİ, Ebü’l-Abbas Ahmed b. Ali (821/1418), Subhu’l-a‘şa fi sına‘ati’l-inşa, I-XIV, Kahire ts.
Moğolların Gizli Tarihi, Manghol-un niuça tobça’an (Yüan-ch’ao pi-shi) (trc. Ahmet Temir), Ankara 1948.
NESEVİ, Şihabüddin Muhammed b. Ahmed (662/1264), Siratu’s-Sultan Celaliddin Mengüberti (nşr. O. Houdas), Paris 1891.
POPPE, N., “On some Geographic names in the Jami’al-Tawarikh”, Harvard Journal Asiatic Studies, Vol. VIII, (1956), sy. 1-2, 33-41.
REŞİDÜDDİN ET-TABİB, Cami’u’t-tevarih (trc. Abdülbaki Gölpınarlı), ys. ts.
Reşidüddin b. Fazlullah el-vezir b. İmadüddevle Ebü’l-Hayr Muvaffıkuddevle, Cami’u’t-tevarih, I-II, (nşr. Behmen Kerimi), ys. ts.
TEMİR, Ahmet, Cengiz Han, Ankara 1989.
The Cambridge History of İran (nşr. John Andrew Boyle), I-V, Cambridge 1968.
THOMSEN, Wilhelm, “Moğolistan’da Türkçe Kitabeler” (trc. Ragıb Hulusi), Türkiyat Mecmuası, III (1926-1933), İstanbul 1935, 81-118.
TURAN, Osman, “Çingiz Adı Hakkında”, Belleten, V (1941), 267-276.
VLADİMİRTSOV, Boris Y., Cengiz Han (trc. Hasan Ali Ediz) İstanbul 1950.
VLADİMİRTSOV, Moğolların İçtimai Teşkilatı, Moğol Göçebe Feodalizmi, Ankara 1987.
Dostları ilə paylaş: |