Anayasa Mimarisinde Bir Yapıtaşı:
Mahalli İdarelerin Tali Vergilendirme Yetkisi Üzerine Değerlendirmeler1
Prof.Dr.Billur Yaltı
Koç Üniversitesi Hukuk Fakültesi
Vergi Hukuku Öğretim Üyesi
-
Mahalli İdarelere Tali Yetki Önerileri: Ulusal Eski- Yeni Projeler
Bugün Anayasa, 73, verginin yasallığı ilkesine uygun olarak asli vergilendirme yetkisini Parlamentoya verir. Tali-türev yetkili organ ise Bakanlar Kuruludur2. 2007 yılında gündeme oturan sivil Anayasa tartışmalarında, tali-türev yetkinin bir kısmının mahalli idarelere verilmesi meselesi ön plana çıkmıştır. Bu tartışmanın kaynağı, aynı yıl kamuya açıklanan ve resmi olmayan Anayasa Taslağı3 (Taslak) olmuştur.
Taslağın 41’inci maddesi vergi ödevine ilişkin temel kurallara ayrılmıştır. Maddenin (3) ve (4) üncü fıkraları, Anayasa, 73 (3) ve (4)’ü değiştirmeksizin yinelemekte, buna karşılık tali-türev vergilendirme yetkisi bakımından bir yetki kuralı önermektedir. Maddenin ilgili fıkraları şöyledir: “Vergi, resim, harç ve benzeri malî yükümlülükler kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır” (m.41(3)). “Vergi, resim, harç ve benzeri malî yükümlülüklerin muaflık, istisnalar ve indirimleriyle oranlarına ilişkin hükümlerinde kanunun belirttiği yukarı ve aşağı sınırlar içinde değişiklik yapmak yetkisi Bakanlar Kuruluna; mahallî idareler tarafından tarh, tahakkuk ve tahsil edilenler için ise ilgili mahallî idarenin seçimle oluşan karar organına verilebilir” (m.41(4)).
Taslak, bir yanda “Bakanlar Kurulu”, diğer yanda - belediye vergi ve harçları bakımından - “Belediye Meclisleri” olmak üzere ikili bir organik yapı inşa etmekte, mevcut sınırlı ve tali vergilendirme yetkisini paylaştırmaktadır. Taslağın gerekçesinde, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartındaki ilkeler, düzenlemenin dayanağı olarak gösterilmiştir4.
Vergilendirme alanında mahalli idarelere sınırlı yetki tanınması meselesi “yeni” midir? Yanıt olumsuzdur. Örneğin, 1991 yılında TODAİE tarafından yayınlanan kamu yönetimi araştırma raporunda da, benzer bir öneri yer almıştır. Raporda, “Belediyelere bırakılan vergi oranları, kesin olarak belirlenmemeli, alt ve üst sınırlar konularak, bu sınırlar içinde vergi oranını saptama yetkisi belediye meclislerine bırakılmalıdır. Belediye harçlarının tarifelerini düzenleme yetkisi, belediye meclislerine ait olmalı, bu konuda Bakanlar Kuruluna tanınmış olan yetkiler kaldırılmalıdır”5 denmiştir. Diğer bir örnek, TOBB’nin 2000 yılı yerel yönetimler raporunda bulunmaktadır. Bu Raporda, yerel yönetimlere “yasal sınırlar içinde oran belirleme yetkisinin verilmesi” önerisi getirilmiştir6.
Vergilendirme alanında mahalli dairelere sınırlı yetki tanınması konusunda, Taslak “tek” örnek midir? Yanıt olumsuzdur. Örneğin, Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun çağrısı ile uzmanlar kurulu tarafından hazırlanan ve 2009 yılında kamuya açıklanan Özgürlükçü, Eşitlikçi, Demokratik ve Sosyal bir Anayasa için Temel İlkeler- Anayasa Raporunda, anayasada, yasama organına ait vergilendirme yetkisinin kısmen mahalli idarelere devredilmesi gerektiği, bunun Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartına uygun olacağı ifade edilmiştir7.
Diğer yandan, bugün Belediye Gelirleri Kanununda zaten belediye meclislerine yetki veren hükümler (madde 608 ve madde 96(B) 9) mevcuttur10. Söz konusu kanun, 12 Eylül askeri rejimi sırasında çıkarılan bir kanundur ve Anayasanın geçici 15.maddesi çerçevesinde11 anayasaya aykırılığı iddia edilemeyecek hükümler olarak hukuk düzenimizde varlığını sürdürmüş, 2001 yılındaki anayasa değişikliği ile geçici 15.maddenin son fıkrasının kaldırılmış olmasına12 rağmen hala da sürdürmektedir13.
Yeni olmayan, fakat güncel mimari tasarımlarda yinelenen, mahalli idarelere tali yetki önerisinin “Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı”na dayandırıldığını tespit etmek gerekir. O halde, Avrupa zemininde bu Şart’ın içeriğine ve Avrupa Anayasalarına nasıl yansıdığına bakılmalıdır.
-
Mahalli İdarelere Tali Yetki Uygulamaları: Avrupa’dan Emsaller
-
Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı
Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na (Şart) Türkiye taraftır14. Şart’ta, özerk yerel yönetimler ilkesinin ulusal mevzuatla ve uygun olduğu durumlarda anayasa ile tanınacağı (m.2), özerk yerel yönetim kavramının, yerel makamların, kanunlarla belirtilen sınırlar çerçevesinde, kamu işlerinin önemli bir bölümünü kendi sorumlulukları altında ve yerel nüfusun çıkarları doğrultusunda düzenleme ve yönetme hakkı ve imkânı anlamını taşıdığı (m.3) hükme bağlanmıştır. Şart’ın amacı, “yurttaşa en yakın birim olan yerel makamların haklarına ilişkin bir Avrupa standardı oluşturmak ve yurttaşa günlük yaşam çevresini etkileyen karar süreçlerine etkin katılma olanağını sağlamak” şeklinde ifadelendirilmiştir15. Şart’ın gerekçesinin bütününe bakıldığında, yerel yönetim derecesi, organizasyonu ve fonksiyonunun, gerçek demokrasinin yapıtaşı olarak değerlendirildiği görülmektedir16.
9.madde, yerel makamların mali kaynaklarına ayrılmıştır. Düzenleme, yerel makamlara yeterli mali kaynakların sağlanması, mali kaynakların anayasa ve kanunla belirlenen sorumlulukla orantılı olması ve mali kaynakların en azından bir kısmının, kanuni sınırlar içinde, yerel olarak belirlenen vergilerden karşılanması esasına dayanmaktadır. Şartın 9/3’üncü maddesinde, “yerel makamların malî kaynaklarının en azından bir bölümü oranlarını kanunun koyduğu sınırlar dâhilinde kendilerinin belirleyebilecekleri yerel ve vergi ve harçlardan sağlanacaktır” denmektedir17. Madde gerekçesi şöyledir: “Verilen hizmetlerden sağlanan fayda ile bunun yerel vergi mükellefine veya kullanıcıya getireceği maliyeti tartma konusundaki politik tercih, yerel seçilmiş temsilcilerin temel görevidir. Merkezi veya bölgesel kanunların, yerel makamların vergilendirme yetkisinin genel sınırlarını belirlemesi kabul edilmiştir; ancak bu kanunlar, yerel sorumlulukların etkin biçimde gerçekleştirilmesini önleyici mahiyette olmamalıdır”18.
Avrupa Şartı’nda, yerel finansman kaynaklarının oluşumunda, yerel hizmetlerin fayda maliyet ölçümlemesinin, kısmen de olsa, seçilmiş yerel temsilci iradesine bırakıldığı belirlenebilmektedir. O halde, bu yaklaşımın, Avrupa’daki son dalga anayasalarına nasıl yansıdığına bakılmalıdır.
-
Avrupa Son Dalga Anayasaları
Yakın tarihlerde Avrupa Birliği üyesi olan devletlerin (12’ler) Anayasaları, yakın anayasacılık hareketinin19 birer örneği olarak değerlendirildiğinde, şu tespitler yapılabilir:
Estonya20, Macaristan21, Litvanya22, Polonya23, Romanya24, Slovenya25 Anayasalarında, yerel yönetimlere belli bir dereceye kadar vergilendirme yetkisi tanınmasını mümkün kılan düzenlemeler mevcuttur. Bu ülkelerde, yerel yönetimlere tanınan yetki kanun ile sınırlıdır.
Buna karşılık, Bulgaristan26, Çek Cumhuriyeti27, Latvia28, Malta29, Slovak Cumhuriyeti30, Kıbrıs31 anayasa metinlerinde, bu yönde bir düzenlemeye yer verilmemiştir.
-
OECD Mali Özerklik Çalışmaları
OECD bünyesinde yerel yönetimlerin mali-vergisel özerklikleri üzerine yapılan çalışmalarda32, vergisel özerklik, yerel yönetimlerin kendi vergileri üzerinde sahip oldukları serbestinin çeşitli yönlerini içeren bir kavram olarak tanımlanmaktadır. Buna göre, vergisel özerklik, yerel yönetimlerin bir vergi ihdas etmesi veya kaldırması veya vergi oranlarını belirlemesi veya vergi matrahını belirlemesi veya vergi istisnaları veya muafiyetleri tanıması şeklinde çeşitli görünümler alabilir33. OECD’nin 2009 araştırmasında, bir dizi ülkede, vergilendirme yetkisinin merkezi yönetim ve yerel yönetimler arasında paylaştırıldığı tespiti yapılmaktadır34. Raporda yer alan veriler değerlendirildiğinde, bu paylaşımın görünümünün, ağırlıklı olarak vergi oranlarını belirleme şeklinde olduğu anlaşılmaktadır35.
-
Mahalli İdarelere Tali Yetki Değerlendirmeleri: Tarihsel Uygulamalardan Sonuçlar
-
Lehte: Demokrasi Tarihi: “Temsilsiz Vergi Olmaz”
Temsilsiz vergi olmaz ilkesi36, vergilendirmenin temel – ana ilkelerinden biridir, köklerini tarihin derinliklerinden alır37, vergilendirme konusunda ilk anayasal ilke olarak nitelendirilir38. Batı demokrasilerinin köşe taşlarından birini oluşturan bu ilke, verginin meşruiyetini, vergi mükelleflerinin parlamentodaki temsilcileri aracılığıyla vereceği rızaya bağlar ve temsil, keyfi vergilendirmeye karşı demokratik bir güvence olarak kabul edilir39. Vergilendirmede, mükellefin temsiline yönelik talebin sonucu verginin yasallığı ilkesidir; her türlü verginin kaynağı, seçmenlerin, yani vergi mükelleflerinin siyasi olarak temsil edildiği parlamentonun tasarrufu olarak yasa olmalıdır. Bu ilke, vergi hukukunun temel kaynağının seçilmiş vekillerce oylanan bir yasa olması gereğine40, mükellef temsilcilerinden oluşan parlamentoların onayı bulunmaksızın vergi alınamayacağına, aksi halde söz konusu vergilere halkın rıza göstermemiş sayılacağına41 işaret eder. Vergilendirmede temsil, vergi mükellefinin hangi vergileri yükleneceği konusunda öz karar sürecidir42, karşılığı demokrasidir.
Yerel yönetimler, gerek Anayasada (m.127)43 gerekse Taslakta (m.96)44 yerel ihtiyaçların karşılanması amacıyla kanunla kurulan45 ve karar organları seçmenler tarafından seçilen46 kamu tüzel kişileridir. Yerel yönetimler, “yerel yönetimlerin özerkliği ilkesine dayanır ve bu ilke belde halkının mahalli müşterek gereksinimlerini karşılamak üzere özgür seçimler yoluyla iradelerini oluşturmalarını güvence altına alır”47. Karar organının seçim yoluyla işbaşına gelmesi, bu yönetimlerin idari özerklik kazanmalarını sağlayan bir unsurdur, fakat elbette bu özerklik sınırsız değildir48. Merkezi yönetim ile yerel yönetimler arasındaki ilişkide idarenin bütünlüğü, hiyerarşi, yetki genişliği, idari vesayet kavramlarının49 ayrıntısına girmeksizin, burada ön plana çıkartılan konu, karar organının özerklik ilkesine uygun olarak seçimle oluşmasıdır. Dolayısıyla, temsil-seçim-vekil ve rıza-karar kavramları etrafında, yurttaş mekânına yakın50 özyönetim birimlerine bir kısım vergisel yetkilerin kısmen bırakılması, yasallık ilkesinin temel çekirdeğine, temsil ve rızaya dayalı vergilendirmeye oldukça yaklaşan bir durumdur51. Seçimin temelinde mahalli müşterek ihtiyaçlar olduğuna göre, bu mahalli ihtiyaçların mahalli kaynaklarının düzeyine de seçilmiş vekillerce karar verilmesini düşünmek yanlış bir yaklaşım değildir.
-
Aleyhte: Anayasal İçtihadın Olumsuz Tarihi: “Belirsiz, Koşulsuz, Süresiz, Yetki Devri Olmaz”
Mahalli idarelere yetki verilmesi meselesi değerlendirilirken öncelikle yanıtı aranacak soru şudur: Anayasa, 73(4)’te yazılı bulunan hükmün bir reprodüksiyonunu yaratmak ve organik değişiklikle, metne mahalli idarelerin seçilmiş karar organlarını ilave etmek, acaba verginin yasallığı ilkesinin maddi içeriğini oluşturan belirlilik ve öngörülebilirlik unsurlarının52 gerçekleştirilmesi için yeterli olur mu? Cevap için, Bakanlar Kuruluna tali- türev yetki verilmesini mümkün kılan mevcut anayasal düzenlemenin (ki Taslak’ta metin sözel olarak aynıdır), tarihsel mirasını değerlendirmek gerekir. Bu konudaki hukuki deneyim ve uygulama envanteri, yeni bir tali-türev yetkilendirme hükmünün olası uygulamalarına ışık tutabilir.
Bakanlar Kurulunun tali-türev yetkisi, 1961 Anayasasının özgün metninde bulunmayan, ancak 1971 değişikliği ile anayasal dayanağa kavuşan bir yetkidir(m.61(3))53. Gerekçesi, “…iktisadi hayatın ve Kalkınma Planının gereklerine göre değişiklik yapma”dır54. 1982 Anayasasında yinelenen bu yetki hükmünün gerekçesinde ise, "Vergi yükünün muaflığın ve istisnaların zamanla artan oranla düşmesini engellemek üzere, kanunla Bakanlar Kuruluna yetki verilmesi ilkesi kabul edilmiştir. Bakanlar Kurulu bu yetkisini amaç kanununda gösterilen unsurlar içinde kullanabilir" denmiştir55. Bu yetki, 1982 Anayasa koyucunun iradesine göre “tali güncelleme yetkisi”, 1971 değişikliği çerçevesinde Anayasa koyucunun iradesine göre ise “acil değişiklik yetkisi” gibi görünmektedir. Bununla beraber, Anayasa Mahkemesi, 73(4)’teki yetkilendirme hükmünün sebep ve amacını, “mevcut ekonomik koşulların özelliklerine göre önemli sosyo-ekonomik amaçlara ulaşabilmek için gereklilik” temelinde açıklamış, “vergi oranlarının indirilip yükseltilmesini, temel sosyo-ekonomik amaçlara ulaşmak için kullanılan etkin bir araç” olarak nitelendirmiştir56. Bu temelde, 73(4) uyarınca yetki veren “kanun”larda, oran veya miktarlara57 ilişkin alt ve üst “limit”lerin belirlenmesini yeterli bulmuş, bu türden kanunları, “belirli” ve “sınırlı” ve dolayısıyla da anayasaya uygun kanunlar olarak değerlendirmiştir58. Mahkeme, Anayasa 73(4)’te geçen “kanun” kavramının 73(3)’teki temel ilke doğrultusunda bütünleşik bir şekilde okumadığı için, ilgili kanunda aranması gereken bir dizi niteliksel unsurun standartlarını da ortaya koymamış, vergi oranını sıfıra kadar indirme yetkisi veren kanunları da vergiyi “kaldırma” hükmünde değerlendirmemiştir59. Mahkeme, sadece vergi miktarlarını katmerli artırma yetkisi veren kanun hükmünü "ölçüsüz" bularak iptal etmiş, kararında, Bakanlar Kurulu'na tanınan yetkinin çok geniş olmasının verginin yasallığı ilkesini zedeleyeceği sonucuna varmıştır60.
Mahkeme içtihadında, belirli ve ölçülü bir yetki devrinin Anayasal kriterleri -oran aralıklarının anayasal ölçüsü, yetkinin kullanım süresi, zamanı, kullanım şekli, sıçrama eşiği gibi- hiç ifadelendirmemiştir. Kanun koyucu da, bugüne kadar, oran belirleme yetkisi veren yasalarda, oran aralığını koşul, zaman ve ağırlık açısından da sınırlayıcı bir düzenleme getirmemiştir. Bakanlar Kurulunun da yetkisini zaman zaman, ani ve ölçüsüz61, ya da konuya ilişkin belirlemeler içeren şekilde kullanması, anayasal tartışmaları sürekli yeniden üretmiştir.
Oysa verginin yasallığı ilkesi doğrultusunda, yetki veren kanunun belirli ve sınırlı bir kanun olması için, sadece alt ve üst limitlerin kanunda belirlenmiş olması yetmez. Bunun dayanağını yine, Bakanlar Kuruluna yetki veren kanunlar için “sınır” standardı geliştiremeyen Anayasa Mahkemesinin, başka bir kararında bulmak mümkündür. Mahkemenin, bir yetki kuralı içermemekle birlikte, kalkınma ajansları için getirilen istisna ve muafiyet düzenlemesine ilişkin olarak verdiği kararda, ortaya koyduğu anayasal değerlendirmeler, yetki veren kanun hükümleri için de geçerlidir. Mahkeme kararda şöyle demektedir62:
“….Hukuk devletinin ve verginin yasallığı ilkesinin temel özelliklerinden biri de “belirlilik”tir. Belirlilik ilkesi, yükümlülüğün hem kişiler hem de idare yönünden belli ve kesin olmasını ifade eder. Buna göre, yasal düzenlemelerin herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi de gerekmektedir. Yasa kuralı, ilgili kişilerin mevcut şartlar altında belirli bir işlemin ne tür sonuçlar doğurabileceğini makul bir düzeyde öngörmelerini mümkün kılacak şekilde düzenlenmelidir. “Öngörülebilirlik şartı” olarak nitelendirilen bu ilkeye göre yasanın uygulanmasında takdirin kapsamı ve uygulama yöntemi bireyleri keyfi ve öngöremeyecekleri müdahalelerden koruyacak düzeyde açıklıkla yazılmalıdır. Belirlilik, yükümlülerin hukuki güvenliğini korumakla birlikte aynı zamanda vergi idaresinde istikrarı da sağlamaktadır.
Kuralda muafiyetin tanındığı mükellef ve muafiyetin türü olmak üzere vergilendirme yönünden iki unsur bulunmaktadır. Her türlü vergi, resim ve harç muafiyeti ajanslara tanınırken, 5449 sayılı Yasa’nın uygulanmasıyla ilgili iş ve işlemlerin neler olduğu açık olarak gösterilmemiştir. Yasa’nın uygulanmasıyla ilgili, vergi, resim ve harçtan muaf tutulacak iş ve işlemlerin niteliği, türü, kapsamı ve sınırı gibi unsurlar belirtilmemiş; vergi, resim ve harç türü ile muafiyet arasında bağlantı kurulmamıştır. Muafiyetin hangi amaçla, niçin, hangi sınır ve koşullarla yapıldığına ilişkin bir açıklık bulunmamaktadır”.
Madem 73(3)’ün anlamı budur, o zaman 73(3) ve (4)’ün bütünleşik okuması ile kararda geçen son cümle yetki yasaları bakımından ifade edildiğinde, “yetkinin hangi amaçla, niçin, hangi sınır ve koşullarda kullanılacağına ilişkin hiçbir açıklık taşımayan yetki yasası”, anayasaya aykırıdır. Ancak Anayasa Mahkemesi 73(4) metnini bu anlamıyla okumadığına göre, anayasa metni böyle kaldığı sürece, Bakanlar Kuruluna verilen yetkiler bakımından ortaya çıkan/çıkabilecek anayasal tartışmalara, bir de belediye meclislerine verilen yetki ve bunun kullanımına yönelik tartışmaların ekleneceğini söylemek gerekir. Dolayısıyla, yasa koyucuyu - koşulsuz yetki devrini ortadan kaldıracak şekilde- sınırlandıracak yeni bir anayasal metin şarttır. Bu yöndeki yeniden yazım, tali-türev yetkinin her iki boyutunu da kavramalıdır.
-
Mahalli İdarelere Tali Yetki Tasarımı: Gelecek Anayasa Metnine Öneriler
-
Anayasa Metninin İçeriği
Anayasa mimarlarının öngördüğü şekliyle, Bakanlar Kurulu, genel ekonomik ihtiyaçlara göre değişiklik yapma; mahalli idareler de yerel ekonomik ihtiyaçların seviyesine göre yerel gelir kaynakları üzerinde değişiklik yapma konusunda yetkilendirilmektedir. Buradaki tali-türev yetkinin vergide “değişiklik” yapma ile sınırlı olduğuna, vergi “koyma” ve “kaldırma” anlamında bir yetki devrinden söz edilemeyeceğine dikkat çekilmelidir. Dolayısıyla, tali-türev yetki, mutlak değil sınırlı bir yetkidir, asli yapısal karar organı parlamentodur. Aksi bir düşünce, bugün pratikteki şekliyle, verginin yasallığı ilkesini bir mite dönüştürür. Bu çerçevede, anayasa metninin konu, zaman ve kapsam bakımından asgari gerekirleri değerlendirilmelidir.
-
Konu: Muafiyet-İstisna-İndirim-Oran
Tali türev yetkinin konusu, oran, indirim, muafiyet ve istisnalar olarak görülmekte, bunlar hakkında kanunda belirlenen alt ve üst sınırlar içinde değişiklik yapma yetkisinden bahsedilmektedir. Buradaki “alt ve üst sınır” kavramlarının sadece sayısal bir yetkiyi63 (tali güncelleme yetkisi) ifade eden kavramlar olduğu belirtmek gerekir. Muafiyet vergilendirmenin öznesine, yani kişiye ilişkin bir kavram olduğuna ve sayısal bir görünüm arz edemeyeceğine göre, anayasa metninden çıkarılması şarttır; çünkü kimin vergi dışı kalacağına ancak parlamento karar verebilir. İstisna ise vergilendirmenin konusuna ilişkindir, hangi vergi konusunun vergi dışında kalacağına sadece yasama organı karar verebilir, ancak kanunda eğer istisna sayısal bir düzenleme içeriyor ise, ancak o takdirde bir tali-türev yetkiden bahsedilebilir64. Aynı durum indirimler için de geçerlidir65. Anayasanın, Bakanlar Kurulunun istisna veya indirim konusu belirleyecek şekilde yetkilendirilmesine cevaz verdiği söylenemez. Bununla beraber, kanunlarda aksi düzenlemeler yer almıştır66.
İlkesel olarak, tali-türev yetkinin sadece vergi oranları ile sınırlandırılması gerekir. Vergi kanunlarındaki miktarların yıllık güncellenmesi ise zaten sistemde yeniden değerleme oranı aracılığıyla gerçekleştirilmektedir.
-
Kapsam
aa. Vergi Koyma-Kaldırma-Değiştirme
Vergi “koyma” yetkisi gibi “kaldırma” yetkisi de yasa koyucuya aittir. Tali-türev yetkinin vergi “koyma” ve “kaldırma” sonucu verecek şekilde geniş tutulması, verginin yasallığı ilkesine aykırıdır; bu konuda ancak “değiştirme”den bahsedilebilir. O nedenle, vergi oranını sıfıra kadar indirme yetkisi kanun koyucu tarafından kullanılması gereken bir yetkidir, devredilemez67. Yerel idarelere tali-türev yetki verilmesinin amacı, bu idarelerin gelir kaynaklarının, yerel gereksinimler ve ekonomik koşullar etrafında, yerel vergi mükelleflerinin rızası altında belirlenmesi olduğuna göre, herhangi bir yerel harç veya yerel vergi oranının tüm belediyeleri kapsayacak şekilde sıfır olarak uygulanmasına, ancak Parlamento karar verir, aksi düşünülemez.
bb. Vergi Oranını Değiştirme: Sıçrama Eşiği
Vergi oranına ilişkin olarak alt ve üst limitleri hükme bağlayan kanun, bir makas aralığını düzenlemekte, fakat oran indirim veya artırımlarının bir defada tabi olacağı sıçrama oranını – ağırlığını belirlememektedir. Bu açıdan, makas aralığının ölçülü olup olmadığı meselesi bir yana, kanunda, sıçramanın tavan ve taban oranlar arasındaki hareketine hiçbir ölçü ve sınır getirilmemesi de belirlilik ve öngörülebilirlik açısından kabul edilemez. Yani, Bakanlar Kurulunun oranı, bir defada tabandan tavana çıkartması hukuk devletinde düşünülemez. Aynı konu yerel meclisler için de geçerlidir. O nedenle, kanunun bir defada ne oranda artış yapılabileceğini gösteren bir sıçrama eşiği içermesi gerekir. Anayasa metni, bu eşiğin kanunda yer almasını gerektiren bir metin olmalıdır.
-
Zaman: Vergi Oranını Değiştirme Zamanı
Bakanlar Kuruluna verilen vergi oranlarını değiştirme yetkisinin ne zaman kullanılacağına ilişkin olarak Anayasa Mahkemesinin belirlemesi ilginçtir: Mahkeme, “Bakanlar Kurulu, ekonomik koşullara göre dilediği zaman bu tutarı yasa ile belirlenen sınırlar içinde kalarak arttırabileceğinden”(73/59) demiştir. Bir hukuk devletinde, anayasal bir ilkenin içeriği “istediği zaman (5/7) - dilediği zaman” şeklindeki kavramlarla açıklanamaz. Bu türden keyfiliğe gönderme yapan kavramlar, vergi mükelleflerinin ani, keyfi ve takdiri uygulamalarla karşılaşmasına zemin hazırlayan kavramlardır. Oysa yetkinin hangi zaman ve ne kadar süreyle uygulanacağı, belirlilik ve öngörülebilirlik açısından önemli bir konudur. Bu türden yetkilerin mutlak, süresiz, ani, sık sık kullanılması hukuk devletinde söz konusu olamaz68. Yerel yönetim meclislerinde ise yetki, yetkinin amacı da göz önünde tutulduğunda, ancak yıl bazında ve bir defa kullanılabilir. Dolayısıyla, her iki organı yetkilendiren kanunlarda zaman çerçevesi çizilmesini sağlayacak bir anayasal metin oluşturulmalıdır.
-
Anayasa Metninin Asgarisi
Bugüne kadar 73(4)’ü mutlak, lafzi ve yasallık ilkesi ile bağlantısız okuyan kanun koyucuyu, farklı bir okuma biçimine taşıyacak olan anayasa metninin nasıl olması gerektiği sorusunun yanıtı için, 1961 Anayasasına bakmak yanlış olmaz.
1961 Anayasası, 61(3).madde ile 1982 Anayasası, 73(4).madde arasında, yetkili organ ve konu açısından fark yoktur, ama “sınır” açısından önemli bir fark vardır. Madde şöyledir: “Kanunun belli ettiği yukarı ve aşağı hadler içinde kalmak, ölçü ve esaslara uygun olmak şartiyle, vergi, resim ve harçların muafiyet ve istisnalariyle nisbet ve hadlerine ilişkin hükümlerde değişiklik yapmaya, Bakanlar Kurulu yetkili kılınabilir”. Metinde geçen “kanunun belli ettiği ölçü ve esaslara uygun olma şartı”nın 1982 Anayasasında yer almadığı görülmektedir. Oysa bu kavramlar -ki herhalde Anayasa metninde boşuna yer almamışlardır- kanun koyucuya, yetkisini devrederken, devredilen bu yetkinin hangi koşul, ölçü ve esaslara bağlı olarak kullanılacağını da belirleme görevi verir.
Tali-türev yetkilerin keyfi kullanımlarının önlenmesi, verginin asıl mekânına yani kanun koyucuya iade edilmesi için, Anayasaya “ölçü, esas, süre, koşul” kavramları ilave edilmeli, yetkinin vergiyi koyma ve kaldırma sonucu verecek şekilde devredilemeyeceği ifade edilmelidir.
Dostları ilə paylaş: |