Laiklik
Laiklik, genel anlamıyla din ve dünya, din işleriyle devlet işlerinin birbirinden ayrılması, böylelikle toplum içinde inanç ve ibadet serbestliğinin sağlanması olarak tanımlanır. Atatürk laiklik ilkesini de milli birlik ve beraberliğin sağlanması yönünde, devletin geleceği ve mevcudiyeti noktasında gerekli görmüştür. Laiklik ilkesiyle milli iradenin bütünleşmesinde kolaylık sağlanmış olur.
Laiklik ilkesiyle, fertlerin ibadet ve inanma hürriyetleri de kanunla koruma altına alınmış olur; şahıslara inanmaları ya da inanmamaları yönünde yapılan baskılar ortadan kaldırılmış olur. Böylece, insanların birbirlerine hoşgörüyle bakmaları sağlanır. Laiklik, bu yönüyle de İslam diniyle uygun bir yapı arzeder. Çünkü dinde, zorlamayla ve menfaatler karşılığı yapılan ibadetlerin bir değeri yoktur. Dinde, Allah’a yönelik Allah rızası için yapılan ibadetler bir değer taşır.
Bunların yanı sıra, laiklik ilkesi kesin olarak dine karşı değildir. Atatürk bir konuşmasında, bu konuyla ilgili olarak şunları söylemiştir:
“Laiklik asla dinsizlik olmadığı gibi, sahte dindarlık ve büyücülükle mücadele kapısını açtığı için gerçek dindarlığın gelişmesi imkanını temin etmiştir. Laikliği dinsizlikle karıştırmak isteyenler, ilerleme ve canlılığın düşmanları ile gözlerinden perde kalkmamış doğu kavimlerinin fanatiklerinden başka kimse olamaz.” 34
Yine Atatürk:, “Softa sınıfının din simsarlığına izin verilmemelidir. Dinden maddi menfaat temin edenler iğrenç kimselerdir. İşte bu duruma karşıyız ve buna müsaade etmiyoruz” 35 diyerek, milli birlik ve beraberliği ortadan kaldıracak olan bu tür ayrımcılıklara taviz verilmeyeceğini göstermiş olur.
Laiklik ilkesiyle şahıslar, hurafelerden temizlenmiş doğru ve gerçek bilgiyi, vicdan ve din hürriyetini sağlama almış olurlar.
“Laiklik yalnız din ve dünya işlerinin ayrılması demek değildir; Bütün vatandaşların vicdan, ibadet ve din özgürlüğü de demektir.” 36
İnkılapçılık
Atatürk, inkılapçılık ilkesiyle, Türk Milletinin ilerlemesini ve medeni ülkeler seviyesine çıkmasını engelleyen, değişen ve gelişen şartlara uyum sağlayamayan teşkilatların ve müesseselerin, günün şartlarına göre yeniden düzenlenmesi amacını esas almıştır. Bu ilke, diğer bir ifadeyle, sürekli devrimin, değişen şartlara göre düzenlenmesidir:
“Medeniyet yolunda başarı, yenileşmeye bağlıdır. Sosyal hayatta, ekonomik hayatta, ilim ve fen sahasında başarılı olmak için tek gelişme ve ilerleme yolu budur.” 37
Atatürk, inkılapların tek gayesinin Türk Milletini medeni ülkeler seviyesine çıkartmak olduğunu şöyle belirtir:
“Efendiler; yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkılapların gayesi Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen çağdaş ve bütün anlam ve görünüşüyle medeni bir toplum haline getirmektir. İnkılaplarımızın asıl gayesi budur.” 38
Mustafa Kemal Atatürk inkılapların başarılı olması için, aksayan kısımların yenilenmesi ve değişikliklerin süratle uygulamaya konulması gerektiğini belirtmiş, bu değişimlerin, uygulamalarının uzun bir vadeye yayılması halinde asıl gayeden uzaklaşılmış olunacağına dikkat çekmiştir:
“... İdare-i maslahatçılar esaslı inkılap yapamaz. Bugünkü sefalet ve rezalet içinde esasen kimseyi memnun etmeye imkan yoktur. Memleket mamur, millet zengin olduğu zaman herkes memnun olur.” 39
Atatürk inkılap hareketlerinde takip edilecek yolu da şöyle belirtir:
“ Türkiye’yi derece derece mi ilerletmeli, ani olarak mı? İki sistem var, biri malum büyük Fransız İhtilali’ndeki tarz; rejimler değişecek, ihtilallere karşı mukabil ihtilaller yapılacak. Sağ solu tepeler, sol sağı süpürürken bir de bakılacak ki bir buçuk asırlık zaman geçmiş...Bu milletin damarlarında o kadar bol kan ve önünde o kadar geniş zaman var mı?” 40
Türk Milleti, bu şartları göz önünde bulundurarak bir an bile durmadan önündeki engelleri aşmalıdır. Eğer bu adım atılmazsa, hem medeni ülkeler arasındaki yerimizi alamayız, hem de birlik beraberliğimiz bozulmaya başlar, çöküşe yaklaşılır. Atatürk bu tehlikeye dikkat çekerek şu sözleri söylemiştir:
“Milletin uyanıklığına, milletin ilerleme ve gelişme istidadına güvenerek, milletin azminden asla şüphe etmeyerek Cumhuriyet'in bütün icaplarını yapacağız. Birçok güçlükler ve engeller karşısında bulunduğumuzu biliyoruz. Bunların hepsini tetkik ile azim ve iman ile millet aşkının sarsılmaz kuvvetiyle birebir çözüp sonuçlandıracağız. O millet aşkı ki herşeye rağmen sinemizde sönmez bir kuvvet, dayanıklılık ve ateş kaynağıdır.” 41
“Her türlü yükselme ve gelişmeye kabiliyetli olan milletimizin sosyal ve fikri inkılap adımlarını kısaltmak isteyen engeller mutlaka ortadan kaldırılmalıdır.” 42
Atatürk ilkelerini bir bütün halinde düşünmeliyiz. Zira bu ilkeler bir bütün olarak değerlendirildiğinde, Türk’ün yüksek karakteri daha yükselecek ve Türkiye, medenileşme yolunda diğer ülkelerin örneği olacaktır. Bu ilkeleri bir diğerinden ayırırsak, milli birlik ve beraberliği birarada tutan temeli de zayıflatmış oluruz ki, bu da, ülke bütünlüğünün bozulmasından menfaat sağlamak isteyen bölücü güçlerin palazlanmasına sebebiyet verebilir. Buna engel olmak istiyorsak, büyük bir şevk ve heyacanla Atatürkçü ve inkılapçı düşünceye sahip çıkarak ülkemize hizmet etmeliyiz; ayrılıkçı ve bölücü faaliyetlere izin vermemeliyiz. Atatürk, bu engellemeler karşısında inkılapların uygulanması ve korunması görevini Türk Ordusunun başarıyla yerine getireceğini şu sözleriyle belirtmiştir:
“Milleti sevk ve idare edenlerin dayanağı, ordu olmuştur. Diğer milletlerde ordu ile millet, daima birbirleriyle karşı karşıyadır. Halbuki, bizde tamamiyle olay tersinedir. İkinci Meşrutiyeti, kahraman subaylarımız ilan ettikleri gibi bu inkılapları da yine bunların fedakarlığına borçluyuz.” 43
1 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, cilt II, s.241, AAM, 1997
2 A.g.e, cilt III, s.94
3 A.g.e, cilt III, s.106
4 A.g.e, cilt II, s.242
5 Afet İnan, Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, TTK,1959
6 Afet İnan, Mustafa Kemal Atatürk’ten Yazdıklarım, M.E.B, 1971, s.33
7 Afet İnan, Medeni Bilgiler ve M.K.Atatürk’ün El Yazıları s.52-53, TTK, 1998
8 ASD, cilt II, s.176, AAM, 1997
9 A.g.e, cilt III, s.119
10 A.g.e, s.107
11 A.S.D, cilt II, s.328, AAM, 1997
12 Afet İnan, Medeni Bilgiler ve M.K. Atatürk’ün El Yazıları, s.24 TTK, 1998
13 A.g.e. s.22
14 A.g.e. s.18
15 A.g.e. s.25
16 ASD, Cilt II, s.147, AAM, 1977
17 A.g.e, s.249
18 A.g.e, cilt III, s.26
19 A.g.e, cilt I, s.102
20 A.g.e, cilt I, s.102
21 A.g.e, cilt II, s.306
22 Afet İnan, Medeni Bilgiler ve M.K. Atatürk’ün El Yazıları, s.358, TTK, 1998
23 Türk Kültürü Dergisi, sayı 13, s.115, yıl 1963
24 Türk Tarihi Silahlı Kuvvetleri ve Atatürkçülük, s.308
25 Afet İnan, Medeni Bilgiler ve M.K. Atatürk’ün El Yazıları, s .425-427
26 ASD, cilt I, s.236, AAM, 1997
27 A.g.e, cilt II, s.116
28 ASD, cilt I, s.211-212
29 ASD, cilt I, s.191, T.İ.T.E. Yayınları, 1945
30 Afet İnan, Medeni bilgiler ve M.K. Atatürk’ün El Yazıları, s.48
31 A.g.e., s.49
32 Sümerbank Dergisi, cilt III, sayı 29, s.138, 1963, Uluğ İğdemir
33 Afet İnan, Medeni Bilgiler ve M.K. Atatürk’ün El Yazıları, s.444
34 Sadi Borak, Atatürk ve Din, s.4, 1962
35 Kılıç Ali, Atatürk'ün Hususiyetleri, s.116, 1955
36 Özdeyişleriyle Atatürk, s.24 GnKur. ATAŞE .Bşk. Yay.1981
37 ASD, cilt II, s.187, AAM, 1997
38 ASD, cilt II, s.224
39 İsmail Arar, Atatürk’ün İzmit Basın Toplantısı, s.55
40 İsmail Habib Sevük, Atatürk İçin, s.73
41 ASD, cilt II, s.166, Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Yay., 1959
42 Herbert Melzig, Atatürk’ün Başlıca Nutukları, s.86, 1942
-
Mustafa Selim İmece, Atatürk’ün Şapka Devriminde Kastamonu ve İnebolu Seyahatleri, s.55, T.İş Bankası Yay. 1959
2.BÖLÜM
Atatürk ve İnkılaplar
Asil Türk Milletinin karakterinde bulunan ‘hür yaşama ve yaşadığı zamana damgasını vurma’ özelliği, Mustafa Kemal’in karakterinde de yoğun bir biçimde görülmektedir.
Osmanlı İmparatorluğu’nun yöneticileri, belli dönemlerde bu karakteri korumalarına rağmen, bazı dönemlerde bu asil karaktere tamamen muhalif bir tutum izlemişler; akıl ve bilimden ayrılıp taassup batağına saplandıklarından gerilemiş ve yıkılmışlardır. Osmanlı İmparatorluğu’nun son zamanlarında, Türk Devleti tarihten silinmek üzereyken, Mustafa Kemal bu gidişe dur diyerek, Türk’ün yüksek karakterine uygun bir hamle yapmıştır.
Mustafa Kemal ve arkadaşlarının bu hamlesi sonucunda, güzel vatanımız yabancı güçlerden temizlenmiş, kötü gidişe son verilmiştir. Böylece, Türk Milleti için, güzel ve aydınlık günlere doğru yeni bir adım atılmıştır. Atatürk, bu ileriye yönelik adımlar doğrultusunda, bizlere ve bizden sonrakilere yol gösterecek olan, bir inkılaplar hareketi başlatmıştır. Bu inkılaplar Türkiye Cumhuriyeti’ni medeni milletler seviyesine çıkaracak niteliktedir.
Yaşadığı zamanı ve dünyayı çok iyi gözlemleyen Atatürk, milletin ve ülkenin önünde duran ve ilerlemeye engel teşkil eden bütün duvarları tek tek yıkmıştır. Atatürk, karakterinde bulunan bu inkılapçı ve yenilikçi özelliğinin, bizlerde de bulunması gerektiğini, 13 Mayıs 1923’teki Meclis konuşmasında şöyle belirtmiştir: “Bugüne kadar elde ettiğimiz başarı bize ancak gelişme ve uygarlığa bir yol açmıştır. Bize ve bizden sonra gelenlere düşen vazife bir yol üzerinde tereddütsüz ilerlemektir.” 1 Bu ilerleme ancak, hakimiyetin milletin elinde olması ve medeni ülkeler seviyesine çıkılmasıyla gerçekleşmiş olacaktır.
Siyasi Alandaki İnkılaplar
Saltanatın Kaldırılışı
Milli kurtuluş hareketinin bütün cephelerde başarıya ulaşması sonrasında, düşman ülkeler barış görüşmeleri için teklifte bulunmuşlardır. Barış görüşmelerine Ankara Hükümeti’nin yanı sıra İstanbul Hükümeti de davet edilmiş, böylece Milli Meclis’e bir tezgah kurulmaya, tuzak hazırlanmaya çalışılmıştır. Bu doğrultuda, İstanbul Hükümeti’nin sadrazamı Tevfik Paşa, Ankara’ya, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kemal’e bir telgraf çekerek ortak hareket etmeyi teklif etmiştir.
Neticede TBMM, İstanbul’daki işgal kuvvetlerine bir yazı göndermiş, barış konferansına katılabileceklerini, fakat İstanbul Hükümeti’yle ortak hareket etmelerinin mümkün olmadığını bildirmiştir.2 Çünkü, Tevfik Paşa’nın teklifini kabul etmek, Anadolu’da gerçekleştirilen Kuva-yi Milliye hareketine, İstanbul Hükümetini de ortak etmek olacaktı. Konunun hemen akabinde Mustafa Kemal, 30 Ekim 1922’de TBMM’yi toplayarak saltanatın kaldırılması yönünde çalışmaları başlatmıştır. Fakat meclis içindeki bazı üyeler “saltanatsız iktidar ve hilafet olamayacağı” 3 görüşünü savunarak bu girişimi engellemeye kalkışmışlardır. Bu engellemelere karşın, Mustafa Kemal’in konunun önemini ve hassasiyetini bildiren konuşmasından sonra “hakimiyetin kayıtsız ve şartsız millete” ait olduğu kabul edilmiş, 3 Kasım 1922 günü, saltanat kaldırılmıştır.
Cumhuriyet’in Kuruluşu
İstanbul Hükümeti’nin, işgal kuvvetlerinin ‘kukla yönetimi’ durumunda olması ve bu hükümet tarafından Mustafa Kemal ve arkadaşları tarafından Anadolu’da kurulan milli hükümete karşı alınan cephe, bir süre sonra, kimin yönetimde olacağı sorusunu gündeme getirmiştir. Aynı problem TBMM içinde de kendini göstermiş, bazı üyelerin saltanat ve hilafeti yaşatma düşüncesinde oldukları görülmüştür. Yeniden saltanat ve hilafete dönülürse, verilen mücadele boşa gitmiş, milletin hakimiyeti tekrar sorumsuz yönetime geçmiş ve geriye dönülmüş olacaktı. Oysa yenilikçi ve inkılapçı düşünceyi kendine şiar edinen Mustafa Kemal’in bu fikirlerinden taviz vermesi beklenemezdi:
“... 25 Nisan 1920 tarihinde TBMM, Mustafa Kemal, Celaleddin Arif, Cami Bey, Fevzi Paşa, İsmet Buey, Hamdullah Suphi ve Hakkı Behiç tarafından oluşan bir yürütme komitesi seçerek 1 Mayıs 1920’de kabul edilen 5 maddelik bir kanunla seçilecek olan hükümetin seçiliş ilkeleri belirlenir. Kısa bir süre sonra da yapılan bir değişiklikle bakanların Millet Meclisi Başkanı tarafından gösterilecek adaylar arasından seçimi kabul edilir. Bu uygulama ile artık ‘milletin hakimiyetine’ dayanan bir hükümet yapısı kabul edilmiş olacaktır.” 4
Meclis’in yenilenmesi için yapılan seçimler sonucu I. dönem milletvekillerinin çoğu değişmiş, hakimiyetin millette olduğuna inanan milletvekilleri, II. dönem çoğunluk olmuşlardı. Dolayısıyla artık Cumhuriyet'in kurulmasına müsait bir zemin vardı. Hem Meclis’teki durum, ve hem de Fethi Bey kabinesinin 27 Ekim 1923’te istifa etmesi sonucu ortaya çıkan hükümet boşluğu, Mustafa Kemal’i harekete geçirmiş ve Türk Milletinin karakterine uygun olan Cumhuriyet, 29 Ekim 1923 günü ilan edilmiştir.
Mustafa Kemal, bu gelişmenin ardından Türkiye Cumhuriyeti’nin başkanlığına getirilmiş, İsmet (İnönü) Bey’i de başbakanlığa atayarak kabineyi kurdurmuştur. Atatürk aşağıdaki sözleriyle de yönetim şeklini açıklamıştır:
“...Bugünkü hükümetimiz doğrudan doğruya milletin kendi kendine, kendiliğinden yaptığı bir devlet teşkilatı ve hükümetidir ki, onun adı Cumhuriyet'tir. Artık hükümetle millet arasında geçmişteki ayrılık kalmamıştır. Hükümet millet, millet hükümettir.” 5
“...Türk Milletinin yaratılış ve şiarına en uygun olan idare Cumhuriyet idaresidir. Türk Milleti hakimiyetini şümullü bir surette gösteren yeni idareye kavuşuncaya kadar daima mevcut kurumların siyasetlerine yabancı kalmıştır.” 6
Hilafetin Kaldırılışı
Halifelik makamı, Mısır hükümdarı Kansu Gavri’de, işlerliğini kaybetmiş bir şekilde, göstermelik olarak duruyordu. Yavuz Sultan Selim’in 1517 tarihindeki Ridaniye Seferinden sonra Türkler’e geçen halifelik bu tarihten sonra yeniden güç kazanmıştır. Hilafet makamı, Osmanlı İmparatorluğu’nun güçlü olduğu dönemlerde dünya Müslümanları üzerinde etkili olmuştur. Fakat, zayıflama döneminde, devlet bu gücü kullanamaz hale gelmiştir.
Milli Meclis tarafından saltanatın kaldırılmasıyla hilafet makamına getirilen Abdülmecit Efendi’nin, kendine kanunla verilmiş olan sıfatlarının dışında “han”, “peygamber halifesi” 7 gibi sıfatları da kullanması, padişah gibi davranması ve cuma selamlıklarında gövde gösterisi yapması, yurtdışından kışkırtıldığı açıkça belli olan bu tartışmalara Mustafa Kemal’in yakın arkadaşlarının da katılması, ortalığı karıştırmaya başlamıştı. Bu durum genç Cumhuriyet’i tehlikeye sokmaya başladığından, 3 Mart 1924 tarihinde, TBMM’de verilen bir kanun teklifi ile hilafet makamı ortadan kaldırılmış, Osmanoğulları soyu yurt dışına gönderilmiştir. Bu ciddi durumu Atatürk şu sözleriyle açıklar:
“Efendiler; açık ve kesin söylemeliyim ki, İslamları, bir halife heyulasıyla işgal ve iğfal gayretinde bulunanlar, yalnız ve ancak İslamların ve özellikle de Türkiye’nin düşmanlarıdır. Böyle bir oyuna hayal bağlamak yalnız ve ancak cehalet ve gaflet eseri olabilir.” 8
Hukuk Alanındaki İnkılaplar
Hilafetin kaldırılmasıyla beraber, 3 Mart 1924 günü Şeriye ve Evkaf Bakanlığı’nın ve Şeriye Mahkemeleri’nin kaldırılmasıyla, hukuk konusunda yeni düzenlemeler yapılacağının işaretleri verilmiş oldu.
Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde, kurumlardaki yozlaşma adalet sistemini de etkilemiş, kadılardaki başıbozukluk, adaleti güçlünün lehine kullanır hale getirmiştir. Mahkemeler, “Mecelle” adı verilen ve Hanefi fıkhına göre hazırlanmış kanunlara göre işlerdi. Mecelle, yarı teokratik ve yarı laik bir özellik taşımasına rağmen, günün gelişen şartlarına uyum gösteremiyor ve bazı hükümleri de uygulanamıyordu.
Yeni Türkiye devletinin kurulmasıyla eski yönetimin işlerliğini kaybetmiş bütün kurum ve kuruluşlarının da yeni bir yapıya oturtulması gerekmişti. Çünkü Osmanlı devletindeki bazı uygulamalar, geçmiş yıllarda sorunsuz işlemiş olsalar da, değişen ve gelişen koşullar karşısında aksaklıklar meydana gelmiştir. Bu bozulan kurumlardan biri de adalet kurumudur. Atatürk, bu başıbozukluğu ve çözüm yolunu şöyle açıklamıştır:
“ Önemli olan nokta , adalet anlayışımızı, kanunlarımızı, adalet teşkilatımızı, şimdiye kadar bizi şuurlu, şuursuz tesir altında bulunduran, asrın gereklerine uygun olmayan bağlardan bir an evvel kurtarmaktır. Millet, her medeni memlekette olan adalet işlerindeki ilerlemenin, memleketin ihtiyaçlarına uyan esaslarını istiyor. Millet hızlı ve kesin adaleti temin eden medeni usulleri istiyor. Milletin arzu ve ihtiyacına tabi olarak adalet işlerimizde her türlü tesirlerden cesaretle silkinmek ve hızlı ilerlemelere atılmakla asla tereddüt olunmamak lazımdır. Medeni hukukta, aile hukukunda takip edeceğimiz yol ancak medeniyet yolu olacaktır. Hukukta idare-i maslahat ve hurafelere bağlılık, milletleri uyanmaktan men eden en ağır bir kabustur. Türk Milleti, üzerinde böyle bir ağırlık bulunduramaz.” 9
“...Milletin ateşli inkılap hamleleri esnasında sinmeye mecbur kalan eski kanun hükümleri, eski hukukçular gayret ve çalışma gösterenlerin etki ve ateşi yavaşlamaya başlar başlamaz derhal canlanarak inkılap esaslarını ve onun samimi takipçilerini ve onların aziz ülkülerini mahkum etmek için fırsat beklerler...” 10
“Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde yabancı uyrukluların yargılanmasının kendi konsolosluklarına bırakılması bağımsızlık hakkıyla uyum göstermiyordu. Bu durum, Osmanlı adalet sisteminde onarılması güç yaralar açmıştı. Her ne kadar Lozan hükümleri uyarınca bu adli kapitülasyonlar kaldırılıyorsa da; yine de merkezden yönetilen adalet düzeni oluşturulması mümkün olamıyordu.” 11
Bu olumsuz şartları ortadan kaldırmak için, 1923’te kurulan medeni kanun komisyonları, “Mecelle”nin ıslahı çalışmalarına başlamışsa da, bir netice alamadan faaliyetlerine son verilmiştir. Bu tıkanıklığı çözmek için harekete geçen Mustafa Kemal, hukuk sisteminde köklü, değişikliklere girişmiştir. Benzerlerine göre daha sade ve yeni olan İsviçre Medeni Kanunu örnek alınarak hazırlanan Türk Medeni Kanunu, 17 Şubat 1926 ‘da Prof. Dr. Mahmut Esat Bozkurt’un Adalet Bakanlığı sırasında kabul edilmiştir. Bu kanunla, azınlık cemaatleri de Medeni Kanun hükümlerini kabul etmiş oldular. Bu kanun çerçevesince ayrıca, 4 yıl içinde, Borçlar Kanunu, Ceza Kanunu, Kara Ticaret Kanunu, Deniz Ticaret Kanunu, Hukuk ve Ceza Muhakemeleri Kanunu, İcra İflas Kanunu gibi kanunlar yürürlüğe girmiştir. Bu girişimlerden önce de, 5 Kasım 1925’de, Ankara Hukuk Fakültesi açılmıştır.
Medeni Kanun’la, Türkiye’de laik hukuk sistemine geçilmiş, kadın erkek eşitliği kabul edilmiş, medeni nikah ilkesiyle çok eşlilik kaldırılmış, kadının her alanda faaliyette bulunmasına imkan sağlanmıştır.
Ekonomi Alanındaki İnkılaplar
Sanayide Yapılan Yenilikler
Osmanlı İmparatorluğu’nda, yönetimdeki basiretsiz kişilerin, yıllarca süren savaşlar ve kayıplara karşı, ekonomik alanda köklü çözümler üretememesi, devlet gelirlerinde bir çöküşe neden olmuştur. Ve bunun neticesinde de, dış borçlar giderek artmıştır. Bu borçları da, yüksek faizli borçlarla ödemeye kalkmak; bütçenin %30’a yakın bir bölümünü bu karmaşık durumdan çıkmak için harcamak, ekonomiyi iflas ettirmiştir. Bu ekonomik iflasa rağmen, Osmanlı devletinde 1919’lara kadar bir İktisat Bakanlığı kurulamamıştır.
İmparatorluk son günlerini yaşarken, Anadolu halkı da sefil ve perişan bir haldeydi. İşte bu olumsuz şartlar altında kurulan TBMM Hükümeti, Mustafa Kemal’in önderliğinde yeni bir savaşa başlıyordu: Ekonomi Savaşı.
18 Mart 1923’te, İzmir’de, ülkenin çeşitli yerlerinden gelen tüccar, işçi, çiftçi ve sanayicilerin katılmasıyla Türkiye İktisat Kongresi toplandı. Kongrede, ekonominin rayına oturtulması ve köklü tedbirler alınması için bazı kararlar belirlendi. Atatürk Kongrede şunları söylemişti:
“Arkadaşlar, sizler doğrudan doğruya milletimizi teşkil eden halkın sınıflarının içinden geliyorsunuz ve onlar tarafından seçilmiş olarak geliyorsunuz. Bu itibarla, memleketimizin, milletimizin halini, ihtiyacını ve milletimizin emellerini ve acılarını yakından biliyorsunuz...Sizin söyleyeceğiniz sözler, alınmasının lüzumunu beyan edeceğiniz tedbirler, doğrudan doğruya halkın lisanından söylenmiş gibi kabul olunur...Halkın sesi, hakkın sesidir. Kılıç ile fütuhat yapanlar, sabanla fütuhat yapanlara yenilmeye, sonuç olarak yerlerini terketmeye mecburdurlar. Nitekim Osmanlı saltanatı da böyle olmuştur...Kılıç kullanan yorulur, nihayet kılıcı kınına koyar ve belki kılıç o kında küflenmeye, paslanmaya mahkum olur. Lakin, saban kullanan kol gittikçe daha ziyade kuvvetlenir. Daha çok kuvvetlendikçe daha çok toprağa malik ve sahip olur.” 12
Bu kararlar;
1-Hammaddesi yurt içinde olan endüstri kollarının kurulması,
2-Özel girişimcilerin desteklenmesi,
3-Yatırımcılara kredi sağlayacak bankaların kurulması,
4-Günlük tüketim mallarına öncelik verilmesi,
5-Önemli kuruluşların millileştirilmesi,
6-Sanayii teşvik edici yasaların çıkarılması, özellikle gümrük tarifelerinin, milli sanayinin kalkınma ihtiyaçlarına göre değiştirilmesi,
7-Yerli malların karada ve denizde ucuz tarife ile taşınması,
8-Sanayi bankası kurulmaya karar verilmesi
maddeleri altında toplanmıştır.
Alınan bu kararlar hemen uygulamaya geçirilmiş, fakat dünyanın içinde bulunduğu ekonomik sıkıntılar nedeniyle, Mustafa Kemal ekonomik uygulamaları; 1923-1932 yılları arasında, ‘halkçılığa dayalı liberalizm ile yarı devlet müdahaleciliği’, 1932-1938 yılları arasında da ‘karma ekonomiye dayalı planlı kalkınma’ olarak iki aşamalı uygulamıştır.
1936 yılında “II. Beş Yıllık Kalkınma Planı” hazırlanmasına rağmen, Atatürk’ün vefatı ve başlayan II. Dünya Savaşı sebebiyle, plan uygulamaya konulmamıştır. Plan, 1960 yılında uygulanmaya alınmıştır.
Beş yıllık kalkınma planı gereğince; mensucat ve dokuma sanayiinde Bakırköy, Kayseri, Nazilli, Konya Ereğli dokuma fabrikalarıyla, bu fabrikaların pamuk ihtiyaçlarını karşılamak için Adana ve İzmir bölgelerinde pamuk tarımının canlandırılması öngörülmüştür. Tekstil sanayii, kendir, kangram, kükürt, demir-çelik bakır kömür gibi maden ve petrol arama işletmeleri, selüloz ve kağıt sanayi, seramik, cam, kimya, sünger, gülyağı, elektrik ve enerji üretimi için planlar yapılmıştır. Plan çerçevesince ayrıca fabrikalar açılmış, bütün bu sanayi dalları için eleman yetiştirecek mesleki eğitim kurumları faaliyete geçirilmiştir.
Sanayi yatırımlarını teşvik etmek için, öncelikle 1927 yılında ‘Teşvik-i Sanayi Kanunu’ çıkartılmış, yabancı ürünlerle mücadele edebilmek için de 1929 yılında yüksek gümrük tarifesi uygulanmaya başlanmıştır.
1933 yılında Sümerbank kurulmuş, 1935 yılında da maden kaynaklarını araştırmak üzere ‘Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü’, elektrik-enerji kaynaklarını araştırmak için ‘Elektrik İşleri Etüt İdaresi’, maden ve elektrik işletmelerini kurmak için de ‘Etibank’ kurulmuştur.
Ulaştırma Alanındaki İnkılaplar
Türkiye şartlarına en uygun ulaşım aracı olarak treni gören Mustafa Kemal, demiryollarına çok büyük bir önem vermiş ve önemli merkezleri demiryolu ulaşımıyla birbirine bağlamıştır.
“Osmanlı İmparatorluğu zamanında yaptırılan ve 65 yılda biten 3350 km. lik demiryoluna karşılık Mustafa Kemal’in önderliğinde kendi gücümüzle 1925-1939 yılları arasında 3000 km.lik yol yapılmıştır.” 13
Millileştirme politikası gereğince, yabancı şirketlerin elinde bulunan demir ve denizyolu şirketleri de satın alınmıştır. Kapitülasyonlarla elimizden alınan Türk limanları arasındaki ticaret hakkımız, Lozan Antlaşması’yla geri alınmış, gemilerimiz limanlarımızda sefere başlamıştır. 1 Temmuz 1926 tarihinde ‘Kabotaj Kanunu’ kabul edilmiştir. Ayrıca yolcu taşıma işi devlete bırakılmış, ticari yükler konusu da devlet ve özel sektör arasında paylaştırılmıştır. Deniz işletmeciliği için ise 1938 yılında Denizbank kurulmuştur.
Büyük Atatürk, havacılığa da özel bir önem vermiş ve 1936 yılında kurulan ‘Devlet Hava Yolları’yla İstanbul-Ankara arası düzenli seferler başlatılmıştır.
Sosyal Alandaki İnkılaplar
Dostları ilə paylaş: |