Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi Atatürk’ün İslama Bakışı Belgeler ve Görüşler
Kitaplar, uygarlığa yol gösteren ışıklardır.
UYARI:
www.kitapsevenler.com
Kitap sevenlerin yeni buluşma noktasından herkese merhabalar...
Cehaletin yenildiği, sevginin, iyiliğin ve bilginin paylaşıldığı yer olarak gördüğümüz sitemizdeki
tüm e-kitaplar, 5846 Sayılı Kanun'un ilgili maddesine
istinaden, engellilerin faydalanabilmeleri amacıyla
ekran okuyucu, ses sentezleyici program, konuşan "Braille Not Speak", kabartma ekran
vebenzeri yardımcı araçlara, uyumluolacak şekilde, "TXT","DOC" ve "HTML" gibi formatlarda, tarayıcı ve OCR (optik
karakter tanıma) yazılımı kullanılarak, sadece görmeengelliler için, hazırlanmaktadır. Tümüyle ücretsiz olan sitemizdeki
e-kitaplar, "Engelli-engelsiz elele"düşüncesiyle, hiçbir ticari amaç gözetilmeksizin, tamamen gönüllülük
esasına dayalı olarak, engelli-engelsiz Yardımsever arkadaşlarımızın yoğun emeği sayesinde, görme engelli kitap sevenlerin
istifadesine sunulmaktadır. Bu e-kitaplar hiçbirşekilde ticari amaçla veya kanuna aykırı olarak kullanılamaz, kullandırılamaz.
Aksi kullanımdan doğabilecek tümyasalsorumluluklar kullanana aittir. Sitemizin amacı asla eser sahiplerine zarar vermek değildir.
www.kitapsevenler.com
web sitesinin amacıgörme engellilerin kitap okuma hak ve özgürlüğünü yüceltmek
ve kitap okuma alışkanlığını pekiştirmektir.
Ben de bir görme engelli olarak kitap okumayı seviyorum. Sevginin olduğu gibi, bilginin de paylaşıldıkça
pekişeceğine inanıyorum.Tüm kitap dostlarına, görme engellilerin kitap okuyabilmeleri için gösterdikleri çabalardan ve
yaptıkları katkılardan ötürü teşekkür ediyorum.
Bilgi paylaşmakla çoğalır.
Yaşar MUTLU
İLGİLİ KANUN:
5846 Sayılı Kanun'un "altıncı Bölüm-Çeşitli Hükümler" bölümünde yeralan "EK MADDE 11" : "ders
kitapları dahil, alenileşmiş veya yayımlanmış yazılı ilim ve edebiyat eserlerinin engelliler için üretilmiş bir nüshası yoksa
hiçbir ticarî amaçgüdülmeksizin bir engellinin kullanımı için kendisi veya üçüncü bir kişi tek nüsha olarak
ya da engellilere yönelik hizmet veren eğitim kurumu, vakıf veya dernek gibi
kuruluşlar tarafından ihtiyaç kadar kaset, CD, braill alfabesi ve benzeri formatlarda çoğaltılması veya ödünç verilmesi
bu Kanunda öngörülen izinler alınmadan gerçekleştirilebilir."Bu nüshalar hiçbir
şekilde satılamaz, ticarete konu edilemez ve amacı dışında kullanılamaz ve kullandırılamaz.
Ayrıca bu nüshalar üzerinde hak sahipleri ile ilgili bilgilerin
bulundurulması ve çoğaltım amacının belirtilmesi zorunludur."
bu e-kitap Görme engelliler için düzenlenmiştir. Kitabı Tarayan ve Düzenleyen Arkadaşa
çok çok teşekkür ederiz. Kitap taramak gerçekten incelik ve beceri isteyen, zahmet verici bir iştir. Ne mutlu ki, bir görme
engellinin, düzgün taranmış ve hazırlanmış bir e-kitabı okuyabilmesinden duyduğu sevinci paylaşabilmek
tüm zahmete değer. Sizler de bu mutluluğu paylaşabilmek için bir kitabınızı tarayıp,
kitapsevenler@gmail.com
Adresine göndermeyi ve bu isimsiz kahramanlara katılmayı düşünebilirsiniz.
Bu Kitaplar size gelene kadar verilen emeğe ve kanunlara saygı göstererek lütfen bu açıklamaları silmeyiniz.
Siz de bir görme engelliye, okuyabileceği formatlarda, bir kitap armağan ediniz...
Teşekkürler.
Ne Mutlu Bilgi için, Bilgece yaşayanlara.
Not sitemizin birde haber gurubu vardır.
Bu Bir mail Haber Gurubudur. Grupta yayınlanmasını istediğiniz yazılarınızı
kitapsevenler@gmail.com
Adresine göndermeniz gerekmektedir.
Grubumuza üye olmak için
kitapsevenler-subscribe@googlegroups.com
adresine boş bir mail atın size geri gelen maili aynen yanıtlamanız yeterli olacaktır.
Grubumuzdan memnun kalmazsanız,
kitapsevenler-unsubscribe@googlegroups.com
adresine boş bir mail gönderip, gelen maili aynen yanıtlayarak üyeliğinizi sonlandırabilirsiniz.
Daha Fazla Seçenek İçin, grubumuzun ana sayfasını
http://groups.google.com.tr/group/kitapsevenler?hl=tr
Burada ziyaret edebilirsiniz.
saygılarımla.
Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi Atatürk’ün İslama Bakışı Belgeler ve Görüşler
ATATÜRK KÜLTÜR, DİL VE TARİH YÜKSEK KURUMU ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ
ATATÜRK'ÜN İSLAMA BAKIŞI
BELGELER VE GÖRÜŞLER
Hazırlayanlar
Prof. Dr. Mehmet SARAY Ali TUNA
5846 sayılı kanuna göre bu eserin bütün yayın, tercüme ve iktibas haklan Atatürk Araştırma Merkezi'ne aittir.
956.102 4
Saray, Mehmet, Haz
Atatürk'ün İslama Bakışı:
Belgeler
ve
görüşler./Hazl:
Mehmet Saray ve Ali Tuna.-Ankara: AKDTYK, Atatürk Araştırma
Merkezi, 2005.
X, 270 s., 24cm.
ISBN 975-16-1816-9
1 İstiklâl Savaşı I Tuna, Ali
Haz.
Ok. a.
KİTAP SATIŞI:
ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ
Gazi Mustafa Kemal Bulvarı No: 133
06570 Maltepe / ANKARA
Tel : 009 (0 312) 232 44 17/3
Belgegeçer : 009 (0 312) 232 55 66 e-maıl : info@atam.gov.tr
ISBN İLESAM BASKI SAYISI BASKI
975-16-1816-9
05.06.Y.0150-244
2000 Adet
Türk Hava Kurumu Basımevi İşletmeciliği
İÇİNDEKİLER
SUNUŞ V
TAKDİM vn
TÜRK İDARE SİSTEMİNİN TEMEL PRENSİPLERİ VE TÜRKLERİN DİNE BAKIŞI
Prof. Dr. Mehmet SARAY 1
ATATÜRK'ÜN DİN, İSLAM DİNİ VE MÜESSESELERİ
HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİ (BELGELER) ....#.. 27
ATATÜRK İLE İLGİLİ DİNÎ HATIRALAR (BELGELER) ... .49
MİLLÎ MÜCADELE DÖNEMİNDE ATATÜRK VE DİN ADAMLARI
Dr. Recep ÇELİK ?3
ATATÜRK VE İSLÂM DİNİ
Doç. Dr. Mehmet GÖRMEZ .
HİLÂFET TARTIŞMASI
Prof. Dr. Mehmet SARAY ...
ATATÜRK VE DİN
Prof. Dr. Ethem Ruhi FIĞLALl
153 163
193
rv
ATATÜRK'ÜN İNDİNDE DİNİN ÔNEMI
Gotthard JÂCHKE 209
ATATÜRK'ÜN DİN VE İSLÂM DİNİ HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİ
Yrd. Doç. Dr. Ahmet Vehbi ECER 213
ATATÜRK'ÜN DİNÎ YÖNÜ VE DİN EĞİTİMİNE BAKIŞI
Prof. Dr. Fahri KAYADÎBİ 235
ATATÜRK, BİLİM VE DİN
Prof. Dr. Ramazan BOYACIOGLU 257
SUNUŞ
Prof. Dr. Mehmet SARAY Atatürk Araştırma Merkezi Başkanı
Atatürk, Osmanlı'nın son döneminde yetişen her Türk aydını gibi, iyi bir dinî bilgiye sahipti. Ayrıca O, iyi bir okuyucu olduğu için, her dalda olduğu gibi, dinî alanda da geniş bir bilgiye sahip olmuştur, islâm dininin güzelliklerini iyi gören ve anlayan Atatürk, bu güzel dinin lâyıkıyla halkımıza ögretilmemesinden son derece üzüntü duymuştur. Dinimizin çalışmayı, öğrenmeyi, güzel ahlâkı, insan sevgisini ve yardımlaşmayı emrettiği ortadadır. Bu güzelliklerin bugünün insanlarının gelişmesine müspet katkısı olacağı gayet açıktır. Bundan istifade edilmeyişine çok üzülen Atatürk, fırsat buldukça halkımızı islâm dini hakkında bilgilendirmeye çalışmıştır. Halka hitabelerinde sıkça bu konu üzerinde durmuştur.
"Bizim dinimiz en makul ve en tabiî bir dindir. Ve ancak bundan dolayıdır ki son din olmuştur. Bir dinin tabiî olması için akla, fenne, ilme ve mantığa tahakkuk etmesi lâzımdır. Bizim dinimiz bunlara tamamen mutabıktır...''
İnsanlara ilk emri okumak ve ilim yapmak olan İslâm dini ile, Türk milletine ünü ve fenni rehber olarak bırakan Atatürk'ün ters düşmesi mümkün değildir. O'nun en büyük şikâyeti, ihtiras sahiplerinin iktidar olmak ve hükmetmek için îsîâmı siyâsete sokmaları idi. Emevilerle başlayan İslâm'ı istismar etme asırlar boyu başka hanedanlarca devam ettirilmiş, İslâm'ın güzel prensipleri unutulmuş, Müslüman ülkeleri geri kalarak Hıris-
VI
MEHMET SARAY
tiyan devletlerinin esaretine düşmüşlerdir. İşte bu ana sebep dolayısıyla Atatürk, dinin siyâsetten ayrılmasını ve güzel prensiplerinin doğru olarak öğrenilmesini ve manevî kalkınmamıza katkıda bulunmasını istemiştir.
Lâiklik prensibini koyarken de şu ikazı yapmıştır: "İnanıp bağlanmakla mutlu olduğumuz İslâm dinini yüzyıllardan beri alışılageldiği gibi bir siyâset aracı haline düşmekten kurtarıp, yüceltmenin pek gerekli olduğu gerçeğini görüyor ve biliyoruz. Kutsal ve Tanrısal olan inançlarımızı ve vicdan işlerimizi karışık ve değişik olan her türlü çıkarlarla hırsların kıpırda-nışlanndan bir an önce ve kesinlikle kurtarmak milletimizin bu dünyada olduğu gibi öteki dünyada da mutluluğunun gerektirdiği bir zorunluluktur. Ancak böylelikle İslâm dininin yüceliği belirmiş olur."
"Vicdan hürriyetine asla müdahale edilemez, zira bu, ferdin tabiî haklarının en mühimlerinden biri addedilir... Her fert, istediğini düşünmek, istediğine inanmak, kendisine mahsus siyasî bir fikre mâlik olmak, mensup olduğu dinin icaplarını yapmak veya yapmamak hak ve hürriyetine sahiptir. Kimsenin fikrine ve vicdanına hâkim olunamaz. Türkiye'de her yetişkin (reşit) dinini seçmekte hürdür. İbadet hürriyetine gelince, insanlar hangi dine mensuplarsa o din ile ilgili âyin ve merasimleri yapmakta serbesttir. Fakat, âyinler asayiş ve genel adaba ay ıkın olamaz, siyasî gösteri şeklinde de yapılamaz."
Bu çalışmanın, hem metinler kısmında hem de konunun uzmanı olan akademisyenlerin yazılarında belirtildiği gibi, Büyük Atatürk'ün İslâm dinine ne kadar önem verdiği görülmektedir. O'nun en büyük şikâyeti, dinin siyâsete sokularak istismar edilmesi olmuştur. Lâiklikle bu istismarın önüne geçilmeye çalışılmıştır.
Ankara, 2005
TAKDİM
Prof. Dr. Nevzat YALÇINTAŞ
Tarihimizin en büyük kahramanlarından, dâhi, öncü, millet ve vatanımıza yaptığı hizmetler hiçbir kişi tarafından unutulamayacak olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ü acaba tam anlamıyla tanıyor muyuz? O' nun şahsiyetinin özelliklerini lâyıkıyla biliyor muyuz?
Bu satırları okuyan bazılarımız, böyle sorular karşısında, şüphe etmiyorum ki iyice düşüneceklerdir. Onlarda kendi kendilerine aynı sualleri soracaklardır: "Ben rahmetli Atatürk'ü gereği gibi biliyor muyum, hayatının hâkim çizgilerim tam öğrenebildim mi? Yoksa hemen her zaman ve her yerde söylenen basmakalıp ve çoğu yüzeysel tanımların takipçisi ve etkisi altında mıyım?"
Kaldı ki, zaman uzadıkça ve onun döneminden bu yana seneler geçtikçe, o dönemin şahitleri tek tek ebedî yolculuklarına çıktıkça, Atatürk'ü hakiki kişiliği ve gerçek görüşlerinden sıyırarak başka bir görünüm altında yeni nesillere anlatmak gayretleri de maalesef ortaya çıkmıştır. Bu, milletimizin felâkete doğru giden talihini, çelik irâdesi ve güçlü liderliği ile değiştirmeyi başarmış olan büyük Atatürk'e karşı işlenmiş en affedilmez bir haksızlıktır.
Tarih boyunca, toplumlarda değerli olan kişi, fikir ve müesseseler istismar edilebilmiştir. Kendi görüşlerini ve emellerini toplumlara kabul ettirmekte zaafa düşenler onu, sevilen, öncü olarak benimsenmiş şahsiyetlere mal ederek, geçerli kılmaya tevessül etmişlerdir. Atatürk bu kuralın dışında kalmamıştır. Türkiye'de, inanç, maneviyat ve İslâm karşıtı düşünce-
vm
NEVZAT YALÇINTAŞ
teri olan ve materyalist bir dünya görüşüne saplanmış bulunan bazı kişi ve yazarlar, bu yanlışlıklarını Türk Milletinin derin sevgisini temsil eden Atatürk'e mal etmeye çalışmışlar ve halen bu çabalar görülmektedir. Bu tür sapmaların muhakkak düzeltilmesi ve gerçeğin, tam olduğu gibi, ilmî bir metod ve çok açık bir üslûpla açıklanması gerekmektedir, bu ihmal edilemez bir zaruret olmuştur.
Manevî değerler ve dinimiz İslâm'a karşı fikirlerini Atatürk'e dayandırarak O'nun şahsiyetini istismar etmek isteyenlere verilecek en güzel cevap ve bu girişimleri önleyecek en etkili tedbir hiç şüphesiz büyük liderin, İslâmiyet'e ait duygu, düşünce ve uygulamalarını ortaya koymak ve halkımıza anlatmaktır. Diğer sahalarda da bu tespit geçerlidir.
Atatürk'ün hayatım ve özelliklerini yakından tanımak isteyen her objektif ve vicdanlı araştırıcı O'nun inançlı bir Müslüman olduğunu derhal bütün açıklığı ile görecektir. İçinde doğduğu toplum, büyüdüğü muhit ve evi, ailesi, bütün varlığını hizmetine adadığı aziz milletimizin tarihî sosyal, kültür ve inanç yapısı bu büyük önderin başka türlü bir şahsiyet özelliğine sahip olması sonucunu doğurabilir mi? Atatürk hayatının hiçbir safhasında milletinden kopmuş, onun değerlerinden uzaklaşmış değildir. Orduları, kitleleri, bütün bir Türk Milletini başka türlü sevk ve idare edebi 1 ir miydi? Kaldı ki O, ta çocukluğundan beri, İslâm'ın getirdiği üstün manevî değerlerin ışığı ve sıcaklığı içinde aile yuvasında ve okul hayatında yetişegelmiştir.
1950'lerin ortasında, lisans üstü, doktora öğrenimim için ilk defa yurt dışına, Paris'e doğru. Şark Ekspresi Treniyle hareket ettiğimde, yolda O'nun çocukluğu ve ilk gençlik yıllarının geçtiği Selanik şehrinde trenden indim: Selanik'te anne ve babası ile birlikte, ailece yaşadıkları evi dikkatle ve geçtiğimin verdiği duygu uyanıklığı içinde Ziyaret ettim. Bu ev, köküne ve geleneklerine sahip bir Türk ailesinin evi idi. Burada yetişen çocuk ve genç manevî değerlere ve dinine, İslâm'a sahip bir kişilikten başka ve onun dışında bir özelliğe sürüklenemez.
Daha sonra Atatürk'ün okuduğu Manastır Askerî Okulu, yaşadığı evleri ve nihayet Ankara'da Çankaya'daki o mütevazı Köşkü yine aynı dikkat ve tefekkür içinde ziyaret etmişimdir. Hayatını kendi imkânlarım içinde incelemiş, ulaşabildiğim yakınları ile şahsî görüşmelerim olmuştur.
ATATÜRK'ÜN İSLAMA BAKIŞI K
BELGELER VE GÖRÜŞLER
Bütün bu etüd ve müşahedelerim rahmetli aziz Atatürk'ün, ailesinden itibaren inançlı, dindar bir Müslüman şahsiyet yapısı ve çağının her yetişmiş aydını gibi Islâmî bilgilere en sağlam bir şekilde sahip olduğunu göstermiştir. Dolmabahçe'de, ebediyete intikalinde, son nefesine kadar bu iman üzre olmuştur. Cenab-ı Hak vasi rahmetini Üzerinde kılsın.
Şanlı tarihimizin şeref galerisinde, diğer Türk büyükleri ile birlikte ebedî yerini almış olan aziz Atatürk'e âit. benim için güneş kadar açık görünen bu hakikati, sadece ömür çizgisi ve hayat meşgalesi elverişli olan kişilerin bilmesi şüphesiz ki yeterli değildir. Tarih boyunca koruduğumuz millî şeref ve gururumuz olan istiklâlimizin istilâcıların ayaklan altında çiğnenmesini önleyen dâhi, öncü ve aziz Başkomutanımıza ait bu millî ve manevî gerçeği şimdiki gelecekteki bütün nesillerin de bilmesi ve öğrenmesi bugün bizlerin omuzlarına düşen vicdanî, ihmal edilmez bir görevdir. sorumluluktur.
İşte, elinizdeki bu eserle, kadim dostum ve kıymetli meslektaşım, değerli âlim, deneyimli araştırmacı ve velûd müellif Prof. Dr. Mehmet SARAY bu millî sorumluluğu yerine getiriyor. Sayın Dr. SARAY' a ve eserde incelemeleri yer alan değerli araştırmacılara en içten teşekkürlerimi arz ederim.
Ankara, 2005 T.B.M.M
TÜRK İDARE SİSTEMİNİN TEMEL PRENSİPLERİ VE TÜRKLERİN DİNE BAKISI
Prof. Dr. Mehmet SARAY
Türklerin dine bakısını tam olarak anlayabilmek için hem tarihin ilk devirlerindeki inanç tarzlarını hem de devlet idaresinde kullandıkları prensipleri hatırlatmakta fayda vardır. Bu düşünce çerçevesinde Türk idare sisteminin temel prensipleri ile Türklerin dine bakışını şöyle izah etmek mümkündür.
A- islâm Öncesinde Türk İdare Sisteminin Prensipleri ve Bunların Çağdaş Ulusların İdari Sistemleriyle Karşılaştırılması
Lâik düşünce tarzı, yani din işleri ile devlet işlerinin ayrı tutulması fikri, diğer bir ifadeyle başkalarının inancına saygı gösterilmesi konusu tarihimizin ilk devirlerinden itibaren Türk insanının hayatında açık bir şekilde görülmüştür. Bunu biz Türk insanının hayata bakış veya hayat felsefesi olarak gördüğümüz ve insanımızın iktisâdi, içtimâi ve siyasi görüşlerini aksettiren Türk Töresinin işleyişinden tespit ediyoruz. Tarihimizin İslâm öncesi ilk kaynaklarından biri olan Orhun Abidelerinde ve İslâm'a girdiğimiz ilk asırlarda yazılan Kutadgu-Bilig'de geniş bir şekilde izah edilen Turk Töresi şu dört ana prensibe dayanmakta idi: Könilik (Adalet), Tüzlük (Eşitlik), Uzluk (İyilik-Faydalık), ve Kişilik (İnsanlık ve Hoşgörü)1 Türk hükümdarları ve devlet adamları, ülkeyi ve insanları Türk Töresinin bu prensiplerine göre idare ederdi. Ayrıca Türk Töresi, Türk devlet adamlarına halkın emniyetini sağlama, onu doyurup giydirme vazifesini veriyordu. Türk kadını en
1 t. Kafesoğlu, "Kutadgu-Bilig ve Külıür Tarihimizdeki Yeri", Tarih Enstitüsü Dergisi, İstanbul 1970. s. 15.
MEHMET SARAY
az erkek kadar aile ve toplum hayatında ve devlet idaresinde söz sahibi idi. Bu da eşitliğin sadece erkekler arasında olmadığını, kadınlarla erkekler arasında da var olduğunu gösteriyordu. Türk devlet adamlarının ülkesinde yaşayan insanlara bu prensipler çerçevesinde davrandığı pek çok kaynakta zikredilmiştir. Türk devlet adamları yukarıda bahsedilen Türk Töresinin prensiplerini uygulamada, kendi yakını veya evladı, Türk halkından bir kimse ve Türk insanı ile yan yana yaşamak durumunda olan her hangi bir yabancıya eşit muamele gösterirlerdi. Yani onların fert ve millet olarak görüşlerine inançlarına saygılı davranılırdı. Türk toplumunda, ister Türkler arasında, isterse Türk olmayan unsurlar arsında benimsenen fikirlere ve inançlara saygı gösterilir ve onlara müdahale edilmezdi. Görüldüğü gibi Türk insanının hayata bakışını aksettiren Türk Töresi, fevkalâde demokratik ve lâik bir anlayışa dayanan bir hayat tarzını oluşturuyordu.
Yukarıda da görüldüğü gibi lâik düşünce, yani din işleri ile devlet işlerinin ayrı tutulması ve insanların dinî inançlarına saygı gösterilmesi, Türk devlet idaresinin temel prensiplerinden birini oluşturmuş ve bu prensip Türk devletlerinde bilhassa sosyal ve siyâsi alanda iyi bir uygulama zemini bulmuştur. Bilindiği gibi Asya Hun İmparatorluğunda Türklerle birlikte Çinli, Tibetli, Moğol ve Hint-Avrupa soyundan gelen ve çeşitli inançlara sahip milyonlarca insanın yaşadığı bilinmektedir. Türk Töresinin uygulanması esnasında bu insanların inançlarından dolayı Türk idaresine karşı isyan ettiklerine veya hoşnut olmadıklarına dâir herhangi bir belgeye rastlanmamaktadır. Aynı şekilde Hazar Denizi'nden Manş Denizi'ne, Kuzey Avrupa'dan Akdeniz kıyılanna kadar uzanan sahada hâkimiyet kuran ve Türklerle birlikte 35 ayrı kavmin yaşadığı Batı Hım İmparatorluğu'nda din ve mezhep aynlığı yüzünden herhangi bir olayın çıktığım belirten delile veya belgeye de tesadüf edilmemektedir. Çünkü "Asya Hun İmparatoru Mete (Mo-tun) ve Batı Hun İmparatoru Attila gibi büyük Türk imparatorları Töre'nin prensiplerine uymuşlardır. Kitaplara yazılmayan halkın hafızasında içtimaî bünyesinde yaşamış olan Türk Töresi, fetholunan ülkelerdeki mahallî kanunlara dokunmamış ve büyük bir hoşgörü ve esneklik göstererek bu toplumlarda huzurun sağlanmasını temin etmiştir. Türk Töresinin bu şekilde uygulanışına da hükümdarlar ve ileri gelen devlet adamları büyük dikkat göstermişlerdir. Bu
TURK İDARE SİSTEMİNİN TEMEL PRENSİPLERİ VE 3
TÜRKLERİN DİNE BAKIŞI
sebepten, Türk Töresi, dinî kurallara üstün bir kanun ve hayat şartlarına uygun bir teşkilât sistemi olarak görülmüştür"2.
Aşağıdaki Çin vesikası Hun Devlet idaresi ve hoşgörüsü hakkında şu enteresan bilgiyi vermektedir. "Bizim (Çin) devlet idaremizde büyük aksaklıklar var. Yukarıdakiler (idareciler) aşağıdakileri (halkı) eziyor. Hoşgörü ve adaletten uzak bu sistem dolayısıyla, sonunda ezilen halk nefretle idareye karşı başkaldırıyor ve birbirlerini öldürüyorlar. Halbuki Hunlar böyle değillerdir. Orada yukarıdakiler, aşağıdakilere erdemle davranıyorlar. Aşağıdakiler de yukarıdakilere sadâkatle hizmet ediyorlar. Bir ülkeyi idare etmek, bir vücudu idare etmek gibi olduğu için ülkenin nasıl idare edildiği hissedilmiyor. Hunlar ülkesindeki bu durum, gerçek bir bilgenin idaresidir" diye Hun Türklerinin idare tarzındaki adalet ve hoşgörüyü dile getirmektedir3.
Türklerle ilgili Çin kaynaklan üzerinde çalışan Avrupalı bilim adamlarının tespitlerine göre, "Hun devletinin başmda geniş salâhiyetlere sahip bir hükümdar bulunuyordu. Hükümdarın unvanı 'Tengri Kut' idi. Her alanda devlet memurlarım o tâyin ve âzl ederdi. Yeni Töreler (kanunlar) koyma salâhiyetine sahipti. Var olan Törenin prensiplerini o uygulardı. Hükümdarın, yâni Tengri Kut'un diğer vazifeleri ise, ülkenin hudutlarını, memleketin yabancı saldırılarına karşı korunmasını; ahâlinin maddî yaşayışını, ülke içinde banş ve asayişi temini etmekti"4. Yine kaynaklann ifâdesine göre, Hunlar, her yıhn sonbahannda yapılan toplantılarda Töre ve Yasalann işleyişindeki aksaklıkları görüşürler ve gerekiyorsa Töreye yeni prensipler eklerlerdi5.
Türk Töresinin gereği olarak, Türk devletlerinde uygulanan bu hoşgörü ve inançlara saygılı olunmasına mukabil, Roma ve Bizans İmparatorluklarında dinî inançlarından dolayı binlerce insan takibata uğramış ve ıstırap çekmiştir. Roma'da "Tek bir dünya, tek bir Tanrı, tek bir kanun var-
2 A.Z, Velidi Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş, 3. Baskı, İstanbul 1981, s. 115,295-296.
3 C. Türkeli, "Hunlarda İnsanî Değerler ve Hukuk", Türklerde İnsani Değerler ve İnsan Hakları, Türk Kültürüne Hizmet Vakfı Neşri, I. Kitap, İstanbul 1992, s. 76.
4 M. De Groot, Die Hunnen der Vorchristlichen Zeit, I, Berlin-Leipzig, 1921, s. 53'den naklen S. M, Arsal, Türk Tarihi ve Hukuk, İstanbul 1947, s. 201-202.
5 B. Ögel, Büyük Hun İmparatorluğu Tarihi, I, Kültür Bakanlığı Yayını, Ankara 1981, s. 270-271.
2
4
MEHMET SARAY
dır" diyen filozof imparator M. Aurelius (161-180), diğer dinlere ve inançlara hayat hakkı tanımamıştır6. O ve ondan öncekiler Hıristiyan dinine ve Hz. İsa'nın takipçilerine zâlimce davranmışlardır. Bir müddet sonra Hıristiyanlığı kabul etmek mecburiyetinde kalan ve 395 yılında da ikiye (Batı Roma-Doğu Roma) bölünen Roma'da diğer dinlere ve mezheplere karşı takip edilen katı tutum devam etmiştir. Roma'nm bu katı tutumuna, Hz. İsa'nın takipçisi olan Papa'mn hem yeryüzünün, hem de ruhanî dünyanın tek hâkimi olduğu iddiasının da sebep olduğu unutulmamalıdır. Bu hâkimiyet kavgalarım bir kenara bırakıp Hıristiyanlığı bir din olarak tedkik ettiğimizde, bu dinin, Yahudilik'ten sonra gelen ikinci büyük İlâhî din olarak insanları zulme, ikiyüzlülüğe, ihanete, bencilliğe ve günahkârlığa karşı uyarmış, daha doğru, adaletli, merhametli, affedici ve yardımsever olmaya davet ettiği görülmüştür7. Doğu Roma (Bizans) ise, Hıristiyanlığın Ortodoks mezhebi hâricinde diğer dinlere ve diğer mezheplere hayat hakkı tanımamıştır. Bizans'ın bu katı tutumu, daha önce de zikrettiğimiz gibi Gürcü, Ermeni ve Süryâni kaynaklannca ağır bir şekilde eleştirilmişti. Ayrıca, Bizans'ın bu kötü politikası Balkan milletlerini de rahatsız etmişti. Bunun yam sura Bizans idarecileri kendi idarelerinde yaşayan halka da kötü muamele ediyordu. Bunu 48 yılında Attila nezdine giden Bizans elçilik heyetine mensup tarihçi Priskos'un bir kaydında da açık olarak görüyoruz Priskos, Attila'nin başkenti bugünkü Budapeşte şehrinde tesadüf ettiği bir Yunanlının şu sözlerini nakletmektedir "Balkan savaşında (441-442) Vî-minacium'da (Belgrad'ın doğusunda bir kale) Hunlara esir düştüm. Beni Onegesius'a (Hun orduları başkumandanı ) götürdüler. Sonra onun Ağaçe-rilere karşı yaptığı bir seferde gösterdiğim yararlılık üzerine serbest bırakıldım. Şimdi bir Han kadım ile evliyim. Çocuklarım var. Hayatımdan memnunum. Burada savaş zamanlan dışında herkes hürdür. Kimse kimseyi rahatsız etmez". Niçin memleketine dönmediği sorusuna Yunanlı şu cevabı verir. "Bizans'ta halk huzur içinde değildir. Hele harp sırasında kumandanların korkaklığı yüzünden hep tehlike içinde olurlar. Barış zama-
6 M. Kapani, Kamu Hürriyetleri, Ankara 1981, s. 18-19
7 Sosyal Bilimler Ansiklopedisi, II, s. 158; Y. Atar. "Çağlar Boyunca Türk Dünyası Dışındaki De tellerde İnsanî Değerler ve Hukuk". Türklerde İnsani Değerler ve İnsan Hakları, s. 33,
6
TÜRK İDARE SİSTEMİNİN TEMEL PRENSİPLERİ VE 5
TÜRKLERİN DİNE BAKIŞI
nında ise, vergilerin ağırlığı, tahsildarların zulmü, hükümetin baskısı ile sefılâne yaşamayı mecburdurlar. Orada fakir ezilir, zengin ceza görmez, her şey yargıçlara ve yardımcılarına verilen rüşvete bağlıdır. Bizans'ta hürriyet, kanun eşitliği yoktur"8.
Tarihimizin İslâm öncesi devletlerinden Gök-Türk ve Uygur hakanlıkları devirlerinde de kimsenin dinî inancına ve vicdanına müdâhale edilmemiştir. Çünkü, Türk Töresi bu iki Türk devletinde de uyulması gereken temel prensiplerin başında geliyordu. Nitekim bu prensipler Gök Türklerin ve Uygurların bıraktığı kitabelerde açıkça görülmektedir.
Tarihimizde dinî hoşgörüye en çarpıcı örneklerden birisi de Hazar Devleti'nde görülmüştür. 10. asır seyyah ve coğrafyacılarının verdikleri bilgilere göre Hazar Devleti'nin başkenti Han-Balık (İtil) şehrinde câmiiler, kiliseler ve havralar yan yana bulunmakta, her çeşit dine mensup tacirlerin kaynaştığı bu ticâret merkezinde herkes kendi dinini ve ibâdetini serbestçe icra edebilmekte idi9. Bu hususu devrin kaynaklan şöyle tasvir etmiştir: "Hazar Hükümdar'ının başkenti Hanbalık, Etil (İdil/Volga) Nehrinin her iki yakasına kurulmuş bir şehir idi. Burada Müslümanların camisi katedral şeklinde yapılmış olup pek çok minaresi ve müezzini bulunuyordu. Diğer dinlere mensup insanların da ibadethaneleri mevcut idi ve onlar da serbestçe ibâdetlerini yapıyorlardı... Bir gün (922 yılı başlarında) Müslümanların Yahudilere âit bir sinagogu tahrip ettikleri haberini alan Hazar Hakanı, bunu yapan Müslümanları derhal öldürtmüş ve camilerinin minarelerini yıktır-mıştır. Bununla da yetinmeyen hükümdar, böyle bir olayın tekrarı halinde Müslümanların camilerini yıkacağını ilân etmiştir"10. Aynca 943-947 yılları arasında Hazar Devleti'nin başkenti Hanbalık (Etil) şehrinde bulunan Arap coğrafyacısı ve tarihçisi Mes'udî, Müslümanların, Hıristiyanlann, Yahudilerin ve başka dinlere mensup insanlann banş içinde yaşadıklarını zikreder. Mes'udi şu bilgiyi verir: "Etil (Hanbalık) halkı Müslümanlardan, Hı-ristiyanlardan, Musevîlerden ve putperestlerden meydana gelmektedir. Ha-
Dostları ilə paylaş: |