Ayet ve hadislerle esmâÜ'l-hüsna



Yüklə 1,09 Mb.
səhifə45/48
tarix05.09.2018
ölçüsü1,09 Mb.
#76828
1   ...   40   41   42   43   44   45   46   47   48

EL-VÂRİS (C.C.)

“Herşey yokluğa döndükten sonra da varlığı ve salta­natı devam eden.”

Rahman ve Rahîm, Azîz ve Hakîm olan Allah mülkün varisidir, herşeye varis elbette O'dur. Çünkü her bir şeyin yegâne sahibi, mülkün mâliki O olduğuna göre, ortaksız varisi de O olacaktır. Bu hususta hiçbir mahlûk O'na zer­rece ortak değildir. Zira O mahlûk da O'nun mülküdür. Artık nasıl olur ki hak iddia edebilsin...

Şu bir gerçektir ki, şanı pek yüce olan Allah kendi mülkünden dilediği miktarı, dilediği kullarına ihsan eder, lütfuyla, keremiyle o mülkün tasarruf hakkını bir zaman için bağışlar. Ömrümüz de öyle değil mi? Bize bu ömrü, bu hayatı babamız vermiş değildir.

Allahü Teâlâ'nın kerem çeşmesinden akan ihsanlarla bu nimete mazhar olmuşuzdur. Dilediği anda hem bizi, hem elimizdeki nimetleri almak O'nun için çok kolaydır. İşte âciz insanlar bu hakikati unutuyorlar da keremi son­suz rablerine karşı isyan edebiliyorlar. Bir de mal mülk edinme sevdası vardır ki, bunları ele geçirmek için akla hayale sığmaz hareketlerde bulunurlar. Biz toplayalım da varislerimiz yesin hesabıyla yapılan şuursuz işlerin neti­cesi ellerindeki ariyet tasarruf hakkı geri alınır. O kadar ki, kendileri de dünyada bırakılmaz. Can fidanına ecel baltası iniverir, herşey biter. Herkes geldiği yere döndürülür. Ortaksız ve benzersiz olarak ezelî ve ebedî olan Allah (Azze ve Celle) kalır.

Tâ Hazreti Âdem devrinden beri ölüm değirmeni in­sanları un ettiği halde, beşer yine ibret almaz, gam seline değirmen olur. Yarın başında bitecek otları, selvileri unu­tur.

Yüce Yaratıcı bir kudsi hadisde buyuruyor ki:

“İnnî ve'1-cinnü ve'1-insü fî nebein azîm. Ehluku ve yu'bedü gayrî ve erzüku ve yüşkerü gayrî = Benim, ins-ü cin ile kıyamette büyük bir karşılaşmam olacaktır; ben yaratıyorum, benden başkasına kulluk ediliyor; ben besliyorum, benden gayrısna şükrolunuyor.” 254

Şimdi benim malım, benim mülküm, benim ömrüm, benim arabam, benim köşküm, benim şuyum, benim buy­um diye övünüp duran insanlar ne kadar aklanmışlardır. Halbuki bütün malın gerçek sahibi ve varisi azîz olan Allah'tır. Evvel, Âhir, Bakî ve Mâlik de yine O'dur. Evet:

Güvenme ona buna, bir fayda vermez arkan,

Kıyamette mutludur, ancak Allah'tan korkan!..

Yıldızlı semânın altında, yeşil selviler gölgesinde, gülistanlar içinde ömür sürerken, bütün bu nimetlerin gerçek sahibini unutmamak ve ömür nefeslerimizin incile­rini O'nun taatinde pırıldatmak gerekir.

Seyyid Abdülkadir Geylânî (k.s.) demiştir ki:

“Ayık olmayı, ölüm anına bırakmayın! Ölümden önce gözlerinizi açın ve candan uyanın. Bilesiniz ki, o anda uyanmanız sizi felaketin kucağından çekemez!”

Kur'an-ı Kerimde Zekeriyya Aleyhisselâm'ın bir duası vardır ki, o muhterem peygamber rabbine karşı şöyle ni­yazda bulunmuştur:

Ey Rabbim! Beni yalnız bırakma! Sen vârislerin en hayırlısısın.” 255

Yani ey keremi sonsuz Rabbim! Beni yalnız bırakma. Bana ihsan buyurduğun ilim ve hikmete varis olacak er­kek evlattan beni mahrum kılma. Çünkü “Ve ente hayrü'l-vârisîn” Sen varislerin en hayırlısısın. Bütün mahlûkatın fenasından sonra bakî olan ancak sensin. Eğer bana gönül meyvesi olacak bir varis ihsan buyurmaz isen Sen zaten bana kâfisin. Benim için senden daha hayırlı kim vardır ki?

Bu mübarek peygamberin lisaniyle de bize haber veri­liyor ki, varislerin en hayırlısı Allahü Teâlâ'dır. Elimizdeki nimetlerin O'nun bir lütfü olduğunu unutacak olursak bize yazık olur. 256



ER-REŞÎD (C.C.)

“Kullarını irşad eden, doğru yolu gösteren.”

Hikmeti ve rahmeti sonsuz olan Yüce Allah kullarını irşad eder, onları doğru yola iletir. Dilediği kulunun kal­bini marifetine açar. Reşîd, mürşid mânâsınadır. Mürşid kelimesi de iki mânâ ifade etmektedir:

a) Doğru ve selamet olan yolu gösteren.

b) Hiçbir işi boş ve faydasız olmayan. Her işinde mut­laka bir hikmet bulunan zat demektir.

Birinci mânâca “El-Hâdî” ism-i şerîfiyle aynı demektir. Bir kulun gönlünü hidayete, hikmete, İslama açacak an­cak Allahü Teâlâ'dır. O kimi dilerse dilediği kişiyi irşad eder, selâmete ulaştırır. Ve kimi de dilerse onu dalâlette bırakır.

Âlemde cereyan eden hiçbir hadise, büyük küçük hiçbir iş yoktur ki o işin kumandası Allahü Teâlâ'nın kud­ret elinde olmasın. Herşey ve her iş O Zât-ı Zülcelâl'in irade ve tedbiriyle meydana gelir. O dilemedikçe bütün âlem bir olsa hiçbir şeyi hayat sahasına çıkaramazlar. Hâsılı herşey O'nun takdiri çerçevesi içinde tamam olur.

Mesela bir insan ne kadar arzu etse, çırpınsa da sev­diğini ve dilediğini hidayete erdiremez. Yine bütün beşer bir olsa da diledikleri anda yağmur yağdıramazlar, yahut baharı kışın yerine koyamazlar. Gökteki ayın yolunu değiştirip de aksine bir istikamete döndüremezler. İşte Yüce Yaratıcımızın tekvînî olan tedbirleri kâinatın irade­sine ait emr ü fermanlarıdır. Hiçbir şey, hiçbir nesne yok­tur ki, bu İlâhî tedbirlere göre ve tam bir mecburiyet içinde vazifesini yayıp durmasın.

Göklere nazar ederseniz göreceksiniz ki, binlerce sene­dir güneş tam bir mecburiyetle kendisine tayin edilen va­zifenin ifasındadır. Ay öyledir. Zaman öyledir. Kış öyle, yaz öyle, bahar öyledir. Yani kâinatın nizamı, Allahü Teâlâ'nın irade ve tedbiri ile ezelden ebede doğru akıp gitmektedir. Tâ ki Allah “Dur!” diyecek ki, herşey duracak, herşeyin nizamı bozulacaktır.

Ve Allahü Teâlâ buyuruyor:

Şüphesiz ki sizin rabbiniz gökleri ve yeri altı günde yaratıp sonra (emri) arş üzerinde hükümran olan, her işi yerli yerinde tedbir (ve idare) edegelendir.” 257

“Tedbir: Bir işin iyi bir neticeye ulaşması için ardını ve akıbetini, önünü sonunu, bilerek, hesap ederek gözetmek, takdir ve idare etmek demektir ki, burada murad, bütün işlerin birbirine bağlı olarak gelişmesini ve en son akıbetini tayin eden Hakk'ın hükmü ve takdiridir.” (M. Hamdi Yazır)

Cenâb-ı Hakk'ın teşrîî olan tedbirleri ise, mükellef olan kulların, yani “Reşîd olan” aklı başında insanların iki âlemde de saadet ve selameti, refah ve felahı için Kerîm kitabı Kur'an'da beyan edilmiş emirleridir. Bunda cebir ve zorlama yoktur. Sadece insanların iradeleriyle yapılması istenmiştir. Kişi kendi ihtiyariyle dilediği yolu seçebilir. Cennetin arı duru ırmakları tarafına akabildiği gibi, ce­hennemin kara derelerine de yol bulabilir.

Cihan toprağında mekân tutan bir kul için irade-i cüz'iyesini kullanmadıkça murada ermek mümkün ol­maz. Kul ümit ettiği ve aradığı sevabı ve ebediyyet serin­liğini, kendisi için vaad buyurulan sonsuz saadeti bulmak muradında ise, azîz ve celîl olan Allah'ın teşrîî emirlerini canla başla yerine getirecektir. Bir lokma ekmeği bile çiğnemeden yutmak mümkün değilken, hiçbir gayret göstermeden cennetlere, dîdâr neş'elerine nasıl ulaşılır?..

Kuş kanadı ile uçar, arslan pençesinin kuvvetiyle iş ya­par, arılar bir nefes durmadan çırpınarak petek petek bal yapar. Bunlar da gösteriyor ki her işe bir tedbir gerekir... Tedbiri alacak da akıldır. Akıl, Allah'ın insanlara en büyük ihsanıdır. Aklı olmayanın dini de olmaz. Akıl, in­sanı hayvanlardan ayırt eden bir kuvvettir. Ama her akıl selim değildir. Eğer insanlar kâmil bir akla sahip olsalardı zaman mekân boyunca putçuluk devam eder miydi?

Evet:


Kâmil bir akla yoldaş etmelisin sen aklı,

O zaman diyeceksin, her şeyde Nebî haklı!

Nefis akla pençe vurdukça, şeytan da nefsle ahbap ol­dukça insan nasıl tedbir sahibi olabilir?

Nefs, insanın içinde bulanık bir su gibidir. Daha doğrusu bir felaket batağıdır. O batağa düşen kolay kolay çıkıp kurtulamaz, meğer ki Hûda'dan inayet yetişe... Nefs batağını kurutup, onu bir gülistan haline getirmenin yolu takva ve verâdır. Aklın nurlanması ve terbiyesi de ilimle, irfanla, imanla mümkündür.

Zât-ı Zülcelâl Hazretlerinin emr ü fermanı:

Allah kimi hidayete erdirmek isterse, onun gönlünü İslama açar.” 258

“(Yani) Allah her kime hidayet diler, doğruca kendine erdirmek isterse İslâm için gönlünü açar. Hakkı ve hak teklifleri kabul için nefsine öyle kabiliyet verir ki, iman ve itaatle göğsü genişler, kalbi ferahlanır, neşeli olur. Bilin­mektedir ki göğüs genişliği kuvvete, teneffüs ve ta­hammüle delâlet eder. Göğsün açılması, geniş geniş nefes alması da kalbin ferahlanmasını gerektirir. Ve bu şekilde göğsün ferahlanması, hem kuvvet ve tahammülden, hem de sevinme ve ferahlanmadan kinaye olur. Burada İslâm için göğsün açılması da, nefse hakkı seve seve kabul et­meye hazır, engel ve zıtlıktan arınmış bir kabiliyet bahşetmekten kinayedir.

Nitekim Resûl-i Ekrem (s.a.v)'e bu göğsün açılması hakkında soru sorulduğu zaman bu­yurmuştur ki:

Bir nurdur ki, Allah onu mü'minin kalbine atar, o da onunla ferahlanır, açılır.”

Bunun üzerine Ashab:

“Ey Allah'ın Resulü! Onun tanınacak bir emaresi var mıdır?” demişler, Resûlüllah (Sallallâhü Aleyhi ve Sel-lem) de:

Evet, ebedilik evine yönelme, aldanma evi (dünya evi)nden uzaklaşma ve ölüme, (ölüm) gelmeden önce, hazırlanmaktır.” buyurmuştur.

İşte Allah, hidayetini istediği kimsenin kalbine böyle bir nur verir, o kimse de iman ve İslâm ile son derece sevi­nir ve genişler. Hakkı kabul ve hak teklifleri yerine getir­mekten canı sıkılmaz, zahmet ve ızdırap duymaz, tersine neşe ve sevinç duyar.” 259

İslama, imana, irfana ve hidayete mazhar olmak için gönülde bir arzu, iyiliğe, hayıra, güzele doğru bir meyil bulunmalıdır. Aksine ilâhî emirlerden tiksinen kimseler dalâleti satın almış olurlar. Allahü Teâlâ'nın emr ü fer­manına boyun eğenlere ilâhî imdat eli uzanır ve onları ka­ranlıklardan aydınlığa çıkarır. Onlar da dünya ve ahirette mesut ve bahtiyar olurlar. İşte Allah'ın, kulu hidayete er­dirmesi budur. Kul isteyecek, Rabbi de ona ihsan buyura­caktır.

Diyeceğim o ki:

Güneşler o kapıda, aylar o kapıdadır.

Hiç zaman kaybetme de sen önünde kur çadır!

O'nun emriyle sana bulut sakalık eder,

A tembel, a hünersiz, gönlün hep uykudadır!.. 260


Yüklə 1,09 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   40   41   42   43   44   45   46   47   48




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin