Ayet ve hadislerle esmâÜ'l-hüsna



Yüklə 1,09 Mb.
səhifə40/48
tarix05.09.2018
ölçüsü1,09 Mb.
#76828
1   ...   36   37   38   39   40   41   42   43   ...   48

EL-MUĞNÎ (C.C.)

“Kullarından dilediğini keremiyle zengin eden.” O'nun yüce hikmetlerinden biri de şudur ki: O kul­larından dilediğini zengin yapar, servet içinde yüzdürür. Öyle ki, adam eline çakıl taşı alsa cevher gibi kıymet ka­zanır. Bu, o kişinin yiğitliğinden değil, Allahü Teâlâ'nın keremindendir. Yine yüce Allah insanlardan bazılarını da bütün hayatı boyunca fakirlik içinde bırakır. Kâh fakiri zengin, kâh zengini fakir eder. Bütün kâinatın tasarrufu O'nun kudret elindedir. Mülkünde O'nun ortağı, veziri, yardımcısı yoktur.

Hem kullarının hayatı, hem de servetleri üzerinde di­lediği gibi tasarruf etmek hakkıdır. Çünkü kulun hayatı da O'nun vergisidir, serveti de... Bir kulunu Eyyûb Aleyhisselâm gibi derde mübtelâ etmesi, bir diğerini Yu­suf gibi zindanlara lâyık görmesi, bir başkasını Mecnun misâli aşk ile yakması belki bize acı manzaralar olarak gözükebilir. Fakat bunların bir hikmeti vardır. İşte Hazreti Eyyûb'un sabrı, âlemde onu sabır kahramanı yapmıştır.

Sabrının sonunda Rabbi Kerîmi onu bütün âleme “O ne güzel kuldu! Gerçekten o, tamamen Allah'a teveccüh etmişti.” 228 diye misâl gösterdi. Hazreti Yusuf'u zindan­dan çıkarıp Mısır'a sultan etti. Demek ki, fakirlik de bir yerde kul için nimettir. Fukarâ-i sâbirinden olanların âhirette kazanacağı saadet ve devlet ise akıl almayacak kadar büyüktür.

O halde, Allahü Teâlâ'nın takdirine ve icraatına gönül hoşluğu ve kalb safası ile razı olmak gerekir. O'nun, Rahman ve Rahîm, Azîz ve Rauf olduğunu bilmek kâfidir. O'nun emrine teslim olanlar kazanır, ondan gelene itiraz edenler ve şekavet yolunu tutanlar kaybeder.

Cenâb-ı Hak Süleyman (a.s.)'ı, peygamber­likten başka saltanat ve zenginlikle de nimetlendirdi. Rüzgârlar emrinde, kuşlar emrinde, âlem emrindeydi. Buna mukabil o şöyle diyordu:

Hazâ min fadlı rabbî = Bu rabbimin fazlındandır.” 229

Peygamberler içinde İsa (a.s.) ise en fakirdi. Biri zenginliğine şükrederken, biri de fakirliğe sabır gösteriyordu. Nebiyy-i Zîşan (s.a.v) efendimiz de fakirliği ve kulluğu tercih etmişti. Mekke'de kuru arpa ekmeği yiyen bir kadının yetimiydi. Bütün bun­lar insanlara birer hikmet ve ibrettir. Hatta kâinatın nuru ve Allah'ın şerefli Resulü: “Ben isteseydim dereler dolusu altınım olur, dağlar ardımca yürürdü.” demişlerdir.

Evet:

Zenginlik sayılamaz, servet ve dünya malı,



Asıl marifet o ki, gönül zengin olmalı!

Dünya çölünde mekân tutan insanların kimi fakirlikle, kimi dert ve belâ ile, kimi zenginlikle, kimi güzellikle im­tihan olunmaktadır. Yüce yaratıcımız kulları için zengin­lik yollarını açmış, sebeplerini bildirmiştir. Ne var ki, her çırpınan insan zengin olamaz. Ancak O'nun diledikleri zengin olur. Bunda şüphesiz Allahü Teâlâ'nın nice hik­metleri gizlidir. Kimseye takdir edilenden başkası nasip olmaz. Bir de şuna dikkat etmek gerekir ki, insan nasibini bulmak için çalışmalıdır. Nasıl olsa, bana takdir edilen beni bulur deyip sırt üstü yatmak sadece şeytanı memnun eder, tembel adamın da başına nedamet taşı dokunur.

Kul çalışacak, sa'y ü gayretten sonra mukadder olan nasibine razı olacaktır. Ve kendinden üstün olanlara değil aşağıda olanlara, fakirlere nazar edecek ve şükründe aciz­lik göstermeyecektir. O şükrünü artırırsa, rabbi de ona karşı nimetini artırır.

Allahü Teâlâ'nın ikram ve ihsan ettiği zenginlikle in­san cenneti satın alabilir. O malı, Allah'ın dilediği yolda harcamak, Allah'ın kullarının hizmetine sunmak, yetimle­rin gözyaşlarını dindirmek, yürek yaralarına merhem sürmek suretiyle ahiret yurdu mâmur edilebilir. Bunun tam zıddı günah ve isyan yolunda harcanan servetler ise cehennem yoluna döşenen halı mesabesindedir.

Bir de fakirliğin acıları, ızdırapları vardır. Buna ta­hammül etmek, sabır göstermek herkesin kârı değildir. Fakat, sabrın sonu selâmettir ve sabır cennet hazinesidir.

Ne zenginler ebedî olarak dünyada kalacak, ne de fa­kirler dünyanın derdini çekip duracak. Dünya iki kapılı han. O kapıdan girip bu kapıdan çıkacağız. Ama elinde cennet beratı olanlara ne mutlu!..

Unutmayalım ki her şeyimizden imtihan ediliyoruz. Hâtemü'l-Enbiyâ (s.a.v) efendimiz buyuruyorlar:

“Âdemoğlu, “malım, malım” der durur. Halbuki malından senin için ancak yediğin var ki yok olup gidi­yor, giydiğin var ki eskiyip mahvoluyor, ancak sadaka olarak verdiğini ebedîleştiriyorsun.”

İslâm büyüklerinden Ahnef bin Kays, bir gün elinde bir altın bulunan bir adam gördü. Ona:

A kardeş, dedi, bu altın kimindir? Adam, şevkle atıldı:

Benimdir! Ahnef Hazretleri:

Hayır, hayır, buyurdu, sen onu elinden çıkarmadıkça (yani bir hayra vermedikçe) o senin olamaz!

İbret alabildik mi?..

“Ey mülkün sahibi Allah'ım! Sen, dilediğine mülkü verirsin, dilediğinden de mülkü çeker alırsın. Dilediğini aziz edersin, dilediğini de zelîl edersin; hayır yalnız senin elindedir. Muhakkak ki sen her şeye kadirsin. “230



EL-MANİ' (C.C.)

“Bir şeyin olmasına mâni olan, helak sebeplerini def eden.”

Gönlümüzde nice arzular boy verir, niceleri sultan­ların tahtına göz diker, niceleri bir güzele bende olmak is­ter. Âdemin evlatları hayat boyunca, “şunum olsun, bu­num olsun, şöyle yapayım, böyle yapayım” der durur. Yani arzularının biri bitmeden, bir başkası arkadan gelir. İnsanın ömür günleri bitmeden bu arzuları da bitmez. “Emeller avutup aldattı beni” diye gazel çekenler hiç de az değildir.

Beşer gece gün bir nefes durmadan çırpınır, gönüller arzuların ırmağına akan su misâli bunların ardınca akar. Ne var ki arzumuz bir nice sebeplere, sebepler de “Mâni” ve “Mu'tî” olan Yüce Allah'ın emr ü fermanına bağlıdır. Biz isteriz, isteriz de, Allahü Teâlâ dilemezse o iş olmaz. Bütün çırpınmalar beyhude yorgunluktan öteye geçmez. Bir şeyi, sebeplere tevessül ederek bizim istememiz bize düşen vazifedir. Verip vermemek Allah'ın yüce takdirine kalmıştır. O vermek dilediğinde, sebepler hemen birbirine eklenir, kenetlenir, makaradan çözülen iplikler gibi işin arkası gelir ve maksat hâsıl olur. Biz de hayret ederiz, âlem de.

Demek ki “El-Mu'tî” ism-i şerifinin ifade ettiği mânâ budur. Azîz ve Celîl olan Allah bazı arzu ve emellere de hikmeti icabı müsaade etmez. O takdirde kulun tuttuğu sebepler ipliği kopar, yol tıkanır, o şey meydana gelmez. Bu da “El-Mâni” ism-i şerifinin tecellisidir. Yani o mübarek isim bu mânâyı ifade eder.

Dünya dolusu insanın yine dünya dolusu arzuları, emelleri ve işleri vardır. Herkesin arzusu da birbirini tut­maz. Meselâ, biri ister ki, deniz kenarında şahane bir villâm olsun, yatlarım, mersedeslerim bulunsun. Ve he­men elindeki imkânlarla teşebbüse geçer, iş bitti, ha oldu, ha olacak derken, evet tam o ân, akıl ve hayâli âciz bırakan bir takım sebepler zuhur eder, bir bıçağın ince bir dalı kesmesi gibi iş kesiliverir ve maksat hâsıl olmaz. Neden öyledir? Çünkü o işin henüz vakti gelmemiştir, vakti geldiğinde yeniden hayat bulur. Âlemde hiçbir şey vaktinden evvel meydana gelmediği gibi vaktinden son­raya da kalmaz. Veya o kul hesabına arzu ettiği şey hiç mukadder değildir. Ne kadar çırpınsa, kendini parçalasa ona muvaffak olamaz. İşte bu durumda “El-Mâni” ism-i şerifinin hükmü zuhura gelir. Bilhassa siyaset sahnesinde bu hikmet apaçık görülür. Ne var ki, insanlar ibret almaz­lar.

Bir komşumuzu tanırım. Bir daire aldı, peşinden bir tane, bir tane daha... Bunların tapu muamelelerini yapıyordu ki ecel onu orada kıstırdı. Ve aldığı dairelerde bir dakika oturamadan kabir onu yuttu. Demek ki, kulun arzuları değil, Allah'ın dediği olur.

Bir şeyi, bir kuluna vermediğinde mutlaka Allahü Teâlâ'nın bir hikmeti vardır.

O Habîr'dir, her şeyden haberdardır.

O Alîm'dir, her şeyi bilir.

O Kadîr'dir, her şeye gücü yeter.

O Azîz'dir, O'nu mağlup etmek imkânı yoktur.

O Semî'dir, herşeyi işitir.

Yani kullarının bütün hallerine kemâliyle vâkıftır. O'nun hazinelerinde yokluk diye bir şey düşünülemez. Dilediği anda her şeyi var etmek kudretine sahiptir.

Kerem sahibidir, cömertliğine nihayet yoktur. Her işinde birçok hikmetler vardır. İşte o hikmetlerden ötürü bizim istediğimiz bazı şeyler husule gelmez. Bize gereken, “ben teşebbüs ettim, sebepleri önüme koydum, fakat Allah'ın takdiri böyle tecellî etti” demek olmalıdır.

Diyelim ki hâşâ! O takdire razı olmadık. Elimize yine bir şey geçecek değildir. Fakat, Allahü Teâlâ'nın emr ü fer­manına karşı gelmek, O'ndan gelene rıza göstermemekten dolayı bize azap dokunabilir.

Düşünmek ve yanlış hareketler yapmamak lâzımdır. Çünkü O, bize bizden yakın...

Evet:


İşimiz sarpa sardı,

Meded, Allah'ım, meded.

Dalımı yel kopardı,

Meded, Allah'ım, meded!..

Din tek ve Haktır amma,

Yüklenirler İslama,

Bizi terk etme gama,

Meded, Allah'ım, meded!..

Beşer azdıkça azar,

Yok bir ibret-i nazar,

Kâr etmez ölüm, mezar,

Meded, Allah'ım, meded!.. 231




Yüklə 1,09 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   36   37   38   39   40   41   42   43   ...   48




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin