Arşın Gölgesinde Gölgelenecek Yedi Sınıf



Yüklə 141,76 Kb.
tarix29.10.2017
ölçüsü141,76 Kb.
#21399


بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيم

أَجْمَعِينَ وَصَحْبِهِ وَآلِهِ مُحَمَّدٍ سَيِّدِناَ عَلىَ وَالسَّلاَمُ وَالصَّلاَةُ الْعَالَمِينَ رَبِّ لِلهِ اَلْحَمْدُ


ARŞIN GÖLGESİNDE GÖLGELENECEK YEDİ SINIF

سَبْعَةٌ يُظِلُّهُمُ اللَّهُ فِى ظِلِّهِ يَوْمَ لاَ ظِلَّ إِلاَّ ظِلُّهُ الإِمَامُ الْعَادِلُ وَشَابٌّ نَشَأَ بِعِبَادَةِ اللَّهِ وَرَجُلٌ قَلْبُهُ مُعَلَّقٌ فِى الْمَسَاجِدِ وَرَجُلاَنِ تَحَابَّا فِى اللَّهِ اجْتَمَعَا عَلَيْهِ وَتَفَرَّقَا عَلَيْهِ وَرَجُلٌ دَعَتْهُ امْرَأَةٌ ذَاتُ مَنْصِبٍ وَجَمَالٍ فَقَالَ إِنِّى أَخَافُ اللَّهَ. وَرَجُلٌ تَصَدَّقَ بِصَدَقَةٍ فَأَخْفَاهَا حَتَّى لاَ تَعْلَمَ يَمِينُهُ مَا تُنْفِقُ شِمَالُهُ

وَرَجُلٌ ذَكَرَ اللَّهَ خَالِيًا فَفَاضَتْ عَيْنَاهُ
Resûlullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) buyurmuştur ki: Yedi sınıf insan vardır ki yüce Allah onları, ahirette kendi gölgesinde gölgelendirip himayesine alır. Bunlar şunlardır:

1. Adil yönetici. (Bunun içine aile reisi, işveren, öğretmen, başkan ve idareciler de girer).
2. Allah’a ibadet halinde büyüyen genç.
3. Kalbi mescitlere bağlı kimse. (Beş vakit namazı camide kılanlar ve camilerdeki ilim, irşat, imar ve temizlik gibi hizmetlerin peşinde koşanlar bu gruba girer).
4. Birbirini Allah için seven iki kimse. (Bu sevgi, ölene kadar korunmalıdır).
5. Kendisini günaha (zinaya) çağıran bir kadına, “Ben Allah’tan korkarım” diyen kimse.
6. Sadakasını gizli veren, öyle ki yaptığı iyiliği nefsine bile unutturan kimse.
7. Tek başına Allah’ı zikredip ağlayan kimse. 1
Mahşer Gününün Dehşeti

Bütün mahlûkatın bir araya toplanıp oluşturdukları izdihamı düşün. Yeryüzündeki ve gökyüzündeki gelmiş geçmiş bütün varlıkların; melek, cin, insan, şeytan, vahşi hayvan hulâsa ne varsa hepsinin bir araya geldiklerini, güneşin onların tam tepesine inmesiyle sıcaklığın yükselmesi, hatta mızrak mesafesi kadar başlarına yaklaştırdığını, Allah'ın arşının gölgesinden başka hiçbir gölgenin kalmadığını ve o gölgede de ancak Allah'a yakın olmuş sâlih kimselerin gölgelendiği günü tefekkür et.


Kimileri orada arşın gölgesinde gölgelenirken kimi de güneşin kavurucu sıcaklığı altında kavrulmaktadır. Sonra insanlar izdihamdan ötürü birbirini itip kakmaya başlarlar. Öyle ki herkesin ayağı birbirine dolanır. Bir de buna kulun rabbinin huzuruna çıkacağının utancı eklenince, duyduğu hayâ ve ıstırap daha da artar.
İşte bir yandan güneşin harareti, bir yandan insanların birbirlerinin enselerine verdiği nefeslerin bunaltıcı hali ve bir yandan da kalplerin Allah'a karşı duyduğu hayâ ve korku bir araya gelince her bir saçın dibinden terler sızmaya, durdukları yere, mahşer meydanına akmaya başlar. Herkes Allah indindeki derecesine göre terler. Kimi dizlerine, kimi boynuna, kimi kulak memelerine kadar terler, kimi de ter içinde kaybolacak duruma gelir.
Ukbe b. Âmir (r.a), Resûlullah'tan (sallallâhü aleyhi ve sellem) şöyle rivayet etmiştir: "Kıyamet günü güneş yeryüzüne yaklaşır ve insanlar terlemeye başlar. Kiminin teri topuklarına, kimininki baldırlarının yarısına, kimisininki dizlerine, kimininki uyluklarına ve kimilerinin teri ise ağzına kadar varır (Resûiullah bunu anlatırken elini ağzına götürerek terin seviyesini gösterdi). Kimi de vardır ki, onun teri boyunu dahi aşar (Resûiullah bunu anlatırken de elini başının üstüne koymuştur)." 2
Gerçekten mahşer, müddeti ve şiddetiyle pek uzun ve pek çetindir. 3

Adil Yönetici
Allahu Tealâ’nın bir sıfatı da el-Adl’dir. el-Adl, dost-düşman herkese hakkını veren ve layıkı ile muamele eden demektir. Dolayısıyla adalet, Yüce Allah’ın büyük bir emanetidir. Adil insan, özü ve sözü, işi ve hükmü Yüce Allah tarafından tasdik edilen kimse demektir. Allah katında sözü geçerli, şahitliği makbul, hükmü isabetli bir insan olmak kadar şerefli bir şey olabilir mi?

Kime ne yapacağını, nasıl davranacağını ve hakkının ne olduğunu bilmeyen kimsenin, devamlı hak yemesi, hatır yıkıp, zulüm yapması kaçınılmazdır.



 

Cahil adil olamaz. Adil olmayı hedefleyenler, bilmediği konularda konuşmaz. Tanımadıkları kişiler hakkında hüküm vermez. Hele bizzat görmediği kimseler hakkında söz söylerken ve onlarla ilgili bir hüküm verirken, yanlış söylemekten ve iftira etmekten korkarlar, bilmiyorum, tanımıyorum demekten korkmazlar. 4


Peygamber Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
Her biriniz çobansınız ve elinizin altındakinden sorumlusunuz. Yönetici bir çobandır ve elinin altındakileri layıkıyla muhafaza etmekten sorumludur. Erkek ailesinde bir çobandır ve o da eli altındakilerden sorumludur. Kadın da kocasının evinde bir çobandır ve eli altındakilerden sorumludur. Hizmetçi de efendisinin malında bir çobandır ve elinin altındakilerden sorumludur. Dikkat edin! Her biriniz çobansınız ve her biriniz sorumlusunuz.”
Peygamber Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Her Çoban kıyamet günü hesaba çekilecektir. Sürüsüne Allah’ın emirlerini tatbik etti mi etmedi mi?”
Meşhur hadis âlimi Kastalanî hadisi şerh ederken şöyle der: “Herkes sorumluluğu altındakini iyi duruma getirmekle vazifelidir. Sorumlu kimse adil davranmalı, sorumluluğu altındakilerin ihtiyaçlarını gidermelidir. Bunları yapan kişi bol haz alır ve çok hasenatla mükâfatlandırılır. Aksi takdirde sorumlu olduğu şeylerin her biri ahirette hakkını talep edecektir.”
Kastalanî açıklamalarını şöyle devam ettirir: “Yönetici, idare ettiği kişilerde kanunları adil bir şekilde uygulamakla sorumludur. Erkek, ailesinin nafakasını, giyimini, geçimini sağlamakla; kadın, kocasının hayatını güzelce düzenlemekle, malını gözetmekle, çocuklarını korumakla, misafirlerine iyi davranmakla ve kendi nefsini haramlardan sakınmakla görevlidir. Evlat da babasının malını korumalı, maslahatını gözetmelidir. Bu hadiste önce genel bir ifade kullanılmıştır. ‘Her biriniz çobansınız ve her biriniz elinin altındakinden sorumludur.’ denilmiştir. Daha sonra erkek, kadın, hizmetçi ve evlat yönünden ifade özelleştirilerek açıklanmıştır. Sonra, ifadeyi güçlendirmek için, tekrar genel ifade kullanılmıştır. Bu şekilde başta ve sonda genel bir ifade tercih edilmiş ve herkes uyarılmıştır.” 5-6
Menkıbe
Bir defasında Hâtemü'l-Enbiyâ (sallallâhü aleyhi ve sellem) harp ganimetleri dağıtıyordu.
Kalabalık o kadar fazlaydı ki, adamın biri Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem)'in üze­rine iyice abanmıştı.
Rasûl-i Ekrem (sallallâhü aleyhi ve sellem), haddini aşan bu zata elindeki ince değnekle işaret etmiş, fakat değ­nek yüzüne değerek çizmişti.
Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem), değne­ği hemen o adamın eline vererek: “İntikamını al” demiş, fakat o zat: “Hayır yâ Rasûlâllah! Ben sana darılmış değilim” cevabını vermişti
İslâm tarihinde yüzümüzü güldüren başka ada­let numuneleri olmasa bile, bu misal, İslâmı ve onun adalet anlayışını tanımaya kâfidir. Adaleti tat­bik etmek, şüphesiz zor şeydir. Ama onu kendi aile efradı üzerinde, hele bizzat kendi nefsinde tatbik et­mek çok daha zordur. İşte Rasûl-i Ekrem (sallallâhü aleyhi ve sellem)'in, kendine herhangi bir üstünlük tanımadan, sanki halk­tan rastgele bir şahısmış gibi hareket etmesi, bilme­den de olsa yüzünü çizdiği birine kısas hakkı tanı­ması, onun hak ve adalet mefhumlarına duyduğu üs­tün saygıyı bütün çarpıcılığıyla ortaya koymaktadır. 7
Yöneticilere, adalet konusunda Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz’in hadis-i şerifindeki şu uyarısına her zaman dikkat etmelidirler:
On kişi üzerinde bile olsa yöneticilik yapmış olan her insan, kıyamet gününde Allah’ın huzuruna elleri boynuna bağlı olarak gelir. Sonra da ya adaleti sayesinde kurtulur veya haksızlık etmiş olduğu için mahvolur.” 8

Peygamberimizin adaletle hükmeden yöneticilere pek çok müjdesi de vardır:


Kıyamet gününde insanların Allah Teâlâ’ya en sevgili olanı ve Allah’a en yakın bulunanı adil devlet başkanıdır.” 9
Hükmünde, yönetimi ve velayeti altındakiler hakkında adil davrananlar, Allah katında nurdan minberler üzerinde olacaklardır.” 10
Adil devlet başkanı ve idareciler mahşer yerinde Allah’ın yüce lütfuna ve himayesine mazhar olacakların öncüleridir.” 11
Menkıbe

İslâm’ın âdil halifesi Hz. Ömer'le Ubey îbni Ka'b arasında bir anlaşmazlık çıkmış, meselenin halli için Zeyd îbni Sâbit'i hakem seçmişlerdi. Kalkıp Zeyd'in evine gittiler ve durumu bildirdiler. Zeyd, Halife'nin altına minder serip onu yanına oturtmak isteyince Hz. Ömer (r.a):


— Bu, şimdi vereceğin hükümde yaptığın ilk adaletsizliktir. Ben davacımla beraber oturacağım, dedi. Sonra Ubey, iddiasını ileri sürdü. Hz. Ömer (r.a) bu iddiayı kabul etmedi. Bu durum karşısında Halife'nin yemin etmesi gerekiyordu. Hakem olan Zeyd, Ubey'e dedi ki:
- Gel, Halife'yi yeminden muaf tut! Dava etti­ğin bir başkası olsaydı, sana böyle bir teklifte bulun­mazdım.
Kendine farklı muamele yapılmak istendiğini gö­ren Hz. Ömer (r.a), bu ayrıcalığı kabul etmeyip yemin et­ti. Sonra da Zeyd hakkındaki kanaatini şöyle ifade etti:
- Ömer'le herhangi bir Müslüman eşit muame­le yapmadıkça, Zeyd'e dava götürülmemelidir! 12
Taberânî’de geçen bir başka hadis-i şerifte ise Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem), “Hak ve adalet üzere bir gün hakimlik yapmayı, bir sene devamlı Allah yolunda savaşmaktan daha çok severim.” buyurmuşlardır. Hadis metninde görüleceği üzere adaletin uygulanması, cihattan daha önemlidir. Bu noktada Hz. Ömer (r.a.)’ın “Adalet, mülkün temelidir” sözü daha iyi anlaşılmaktadır.
Eğer adaletle hükmedemiyorsak bırakalım her türlü makamı… Tanıştığımız insanların sayısının çok fazla olması, hatta bunlardan bir kısmının toplumda hatırı sayılı kişiler olması bizlere sahte güven duygusu verebilir ama eğer ilişkilerimizde haksızlık yapıyorsak, tüm insanlarla birlikte olmaktansa, adaletli davranıp tek başımıza kalmayı tercih etmeliyiz.13
Ölçü basit: “Adaleti kendine, merhameti başkalarına uygula. Bu dünyada zalimlerden olma!..
Allah’a İbadet Halinde Büyüyen Genç
Resûlullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) ibadet ehli gençler hakkında şöyle buyurmuştur:
Allah Teâlâ, ibadet eden genci meleklerine göstererek şöyle buyurur: Ey benim için şehvetini, isteklerini bırakan, gençliğini benim için harcayan genç, sen benim yanımda bir melek gibisin.” 14
Resûlullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Eğer huşu sahibi gençler, ibadet eden ihtiyarlar, sütteki bebekler ve otlayan hayvanlar olmasaydı, mutlaka üzerinize büyük bir azap yağardı." 15
Gençlik, Allah'a şükrü gerektiren ve Allah tarafından insana bahşedilen çok önemli bir ni­mettir. Bu nimetin nasıl ve ne uğurda harcandığı konusunda herkesin sorguya çekileceğini bildiril­miştir.
Peygamber Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "İnsanoğluna dört şeyden hesap sorulmadıkça kıyamet günü hiçbir tarafa hareket etmeyecektir: ömrünü nerede ve nasıl tükettiğin­den, gençliğini nerede yıprattığından, malını ne­reden kazanıp nereye harcadığından, öğrendiği bilgilerle yaşayıp yaşamadığından." 16
Gençlik dönemi insanın kemale ilerleyiş yo­lunda adımlar attığı, hayat tecrübelerini basamak basamak elde ettiği bir dönemdir. İnsanın beşer olarak hata ve kusurda bulunması bir yana bunlar gençlik döneminde biraz daha fazla görülür, insan, ergenlik çağından sonra nefsine ve şeytana uyarak günah işleyebilir. Günah işleyebilen bir varlık olması nedeniyle yüce Allah günahtan kurtuluş yolu olarak tövbe kapısını insanlara açmıştır. Her insanın tövbeye ihtiyacı vardır. Önemli olan hiç günah işlememek değil günahta ısrar etmemektir.
Peygamberimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem)'in “Günah­kârların en hayırlısı tövbe edenlerdir’’ 17 hadisi buna işaret etmektedir.
Müslüman’ın günahlarına tövbe etmesi dinî bir görevdir. Bu görev ömür boyunca devam eder. Töv­be etmeyen insan kendisine zulmetmiş olur. "Kim tövbe etmezse işte onlar zalimlerin ta kendileridir’’ 18 anlamındaki âyet bunun delilidir.
Resûl-i Ekrem (sallallâhü aleyhi ve sellem) bir gencin günahlarının farkına varmasının ve bu sebeple tövbe etmesinin Allah Teâlâ katında çok daha değerli olacağını, *Allah tövbe eden genci sever" 19 ha­disleriyle beyan etmiştir.
Yine Resûlullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) pek çok hadisinde faziletli gençleri methetmiş, onların ahirette ayrıcalıklı kimseler olacağını beyan etmiştir.
İşte genç yaşta yapılan ibadete Resûlullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) ayrı bir önem vermiş ve genç yaşta ibadet alışkanlığının kazanılmasını tembihlemiştir. Unutulmamalıdır ki gençler bir milletin is­tikbali olduğu kadar onların bu istikbali görebilme­leri için de büyüklere önemli görevler düşmekte. Toplum bir binayı oluşturan taşlar gibidir. Birinin zayıf olması diğerinin kuvvetinin de zayıflamasına sebeptir. O nedenle gençlerin Allah’tan korkan, vatanına, milletine ve başta kendisine ve ailesine saygılı, sorumluluk bilincinin farkında olabilmeleri için, büyüklerin de rehberliğine ihtiyaçları vardır.
Menkıbe
Ebû Abdullah-ı Mukrî anlatıyor:
Yanımızda gece teheccüd kılan bir genç delikanlı vardı.
Teheccüdünü bitirince benim anlamadığım bir şeyler söylerdi. Karanlık bir gecede kalktım ve beni görmeyeceği bir yerde onu dinledim.
Göz yaşları içinde hüzünlü bir sesle şöyle demekteydi:
‘’Nefsime cennette olduğum, meyvelerinden yediğim, hurilerin yanımda olduğu ve oranın güzel elbiselerinden giydiğim şeklinde bir temsil getirdim. Yine nefsime cehennemde olduğum, ondaki zakkumdan yediğim, kaynar suyundan içtiğim ve vücuduma vurulan prangalarla depreştiğim şeklinde bir temsil daha getirdim.’’
Sonra nefsime döndüm: ‘Ey nefsim, şimdi bunlardan hangisini arzuluyorsun?’
Bana, ‘Dünyaya döndürülüp amel etmeyi (ve böylece cenneti kazanmayı)’ dedi. Ona,
Şimdi emniyettesin. Çalış işte’ dedim.”
Delikanlı daha sonra şu şiiri okudu:
Nefsinin her bir istediğini yapıp ederken,

Her hâlükârda dâim gülerek eğlenirken,

Fiillerini bildiğin halde hiç tövbe etmezken,

Nasıl hoşlanırsın hakîm diye seslenilmekten? 20


Resûl-i Ekrem (sallallâhü aleyhi ve sellem) fertlerin gençlik zamanında kazanacakları ve ifa edecek­leri kulluk ve ibadet için, "Gençlik yıllarında Allah’a kulluk yapanın, ihtiyarlık zamanlarında kulluk yapmaya başlayana üstünlüğü, peygamberlerin insanlara olan üstünlüğü gibidir. (o derece fazi­letlidir.)'’ 21 buyurarak gençlik döneminde Allah'a kulluk yapmanın, ibadete sarılmanın, insanlara ve Allah’a karşı görev ve vazifeleri bilmenin ne derece önemli ve O'nun katında ne derece fazi­letli olduğunu göstermiştir.
Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerim'de mağara arkadaşlarının (Ashâb-ı Kehf) kıssasını anlatır­ken onların iman dolu gençler olduğu beyan et­miş ve ardından, bu hasletleri sebebiyle onların imanını artırdığını beyan buyurmuştur: “Hakika­ten onlar, Rab'lerine inanmış gençlerdi. Biz de onların hidayetini artırdık" 22
Peygamber Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) ibadet ehli gençlerle ilgili diğer hadislerinde şöyle buyurmaktadır:
Gençlerinizin en hayırlısı, (sefahatten uzak durmakta ve temkinli davranmakta) ihtiyarlara benzeyendir. Yaşlılarınızın en fenası ise (nefsinin arzularına uymakta hevâperest) gençler gibi yaşayandır.’’ 23
‘’Adalet güzeldir ancak liderlerde olursa daha da güzel olur. Cömertlik güzeldir ancak zengin­lerde olursa daha da güzel olur. Vera' (takva) güzeldir ancak âlimlerde olursa daha da güzel olur. Sabır güzeldir ancak fakirlerde olursa daha da güzel olur. Tövbe güzeldir ancak gençlerde olursa daha da güzel olur. Haya güzeldir ancak kadınlarda olursa daha da güzel olur." 24
Menkıbe
Hasan-ı Basrî (rh.a) bir gün yanındakilere sordu:
Ey ihtiyarlar! Başak olgunlaştığında ne beklenir?”
İhtiyarlar, “Hasadı” cevabını verdiler.
Bu sefer, “Ey gençler! Bazen, olgunlaşmadan da ekine afet geldiği olur” dedi.
Kalbi Mescitlere Bağlı Kimse
Cenab–ı Hak ilk mescidi, “evim” 25 ve “bu beytin Rabbi’’26ifadeleriyle yüceltmiştir. Bundan dolayı Kâbe’ye “Beytullah” denilmiştir.
Hz. Peygamber’in bir hadisine göre, adının anıldığı ve kendisine kulluk görevinin yerine getirildiği yerler olarak mescitler Allah’a en sevimli mekânlardır.27
Hak Teâlâ mescitleri isminin zikredildiği ve adeta nurunun aydınlattığı yerler olarak zikreder. 28 Bu bakımdan orada edeple hareket edilmesi emredilir.
Cami,  İslam’ın en büyük sembollerinden biridir. Bir beldenin Müslüman cemiyeti olduğu, hemen orada yükselmiş olan camilerden ve minarelerden anlaşılır. Camiler İslamiyet’in açık mührüdür. Cami, mescitlerin büyüğüne denir. Çoğulu "cevâmi''dir. Cami; toplayan toplayıcı demektir. Beş vakit namazda cuma ve bayram namazlarında mü'minleri bir araya topladığı için bu isim verilmiştir.
Bir başka ifade ile İslam dini içinde cami, bedendeki kalb gibidir. Hayata canlılık, dirilik veren kan oradan pompalanır. Enerji merkezi orasıdır. Yönetim ve denetim orada yapılır. Bu sebeple de İslam şehirciliğinde merkez daima camiler olmuştur. Bir anlamda İslam şehirciliğinde bütün yollar camiye çıkar ya da bütün yollar camiden hayata uzanır, çevreye dağılır.
Hatem-i Esam (rh.a.) şöyle der: ‘’Bir vakit namazı cemaatle kaçırdım, sadece Ebu İshak el-Buhari bana taziyede bulundu. Eğer bir çocuğum vefat etmiş olsaydı on bin kişiden fazlası taziyede bulunurdu! Çünkü insanlar din konusunda başlarına gelen musibetleri, dünya konusunda başlarına gelen musibetlerden daha hafif görüyorlar!’’
İbnu Abbas (r.a.) şöyle der: ‘’Namaza yapılan daveti duyduğu halde icabet etmeyen; ne kendisi hayrı bulmuştur ne de hayır kendisini!’’
Menkıbe
Denilir ki: Kıyamet günü olunca, yüzleri yıldız gibi parlak bir topluluk mahşer yerine gelir.
Melekler onlara derler ki:
‘’Siz ne tür ameller işlediniz?’’ Onlar şöyle cevap verirler:
‘’Biz, ezanı duyar duymaz hemen kalkar abdest alır başka bir şeyle meşgul olmazdık.’’
Sonra yüzlere ay gibi parlak bir topluluk görülür. Onlar da derler ki:
‘’Bizler daha vakit gelmeden abdest alırdık!’’
Sonra yüzleri güneş parlak bir topluluk görülür. Onlar da der ki:
‘’Bizler ezanı mescidde duyardık!’’

 

Rivayet edildiğine göre; seleften biri namaza başlama tekbirini kaçırsa üç gün kendisine taziyeye giderler; eğer cemaati kaçırırsa yedi gün taziyede bulunurlardı. 29



 

Birbirini Allah İçin Seven İki Kimse

Kim Yüce Allah için kardeş edinmenin faziletini ve Allah için sevmenin derecesini yakinen bilirse, kardeşine sabreder, ona teşekkür eder, kendisine karşı yumuşak davranır, eziyetlerine tahammül gösterir. Bütün bunları, bu vesile ile beklediği şeyleri ele geçirmek ve aradığına ulaşmak için yapar; çünkü kulun, başladığı bir ameli tamamlamak ve amelin şükrünü yerine getirmek için sabra ihtiyaç vardır. Nimetin devamı için bu lazımdır. Kıymetli şeylerin peşine düşen kimse, fikrini ona göre hazır eder. Kim bir şeye rağbet ederse, sevdiği şeyleri o yolda feda eder. Allahu Teâlâ sevdiği kimseleri, sevdiği şeylerde muvaffak eder.


İbnu Mesud (r.a), Hz. Resûlullah’ın (sallallâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
“Allahu Teâlâ için birbirini sevenler, cennette kırmızı yakuttan yapılmış yüksek binalarda bulunurlar. Her binada yetmiş bin oda bulunur. Oradan cennet ehline bakarlar. Güneşin dünyadakileri aydınlattığı gibi; onların güzelliği de cennet ehlini aydınlatır. Üzerlerinde yeşil atlastan yapılmış elbiseler vardır. Alınlarında:
Bunlar, Allahu Teâlâ için birbirini sevenlerdir.” ibaresi yazılıdır.” 30
Meşhur hadiste ise şöyle buyrulmuştur; “Kul, sevdiği kimseyi ancak Allah için sevmedikçe imanın tadını alamaz.” 31
Ebu Rezzîn el-Ukaylî (r.a), Hz. Peygamber’e (sallallâhü aleyhi ve sellem) bazı sorular sordu; Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) kendisine cevaplar verdi ve mümin olarak yapması gereken bazı şartları zikretti. Bunlardan birisi de şudur:
Mümin olman için gereken şartlardan birisi de nesebinden olmayan bir kimseyi ancak Yüce Allah için sevmendir.” 32
Hz. Resûlullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
Arşın etrafında nurdan yapılmış bir takım minberler/yüksek tahtlar vardır. Üzerinde bir takım insanlar bulunur; onların giysileri nurdur, yüzleri de nur gibi parlamaktadır. Onlar peygamber ve şehid değillerdir; fakat peygamber ve şehidler kendilerine gıbta/hayranlık ile bakarlar.”
Ashab: ‘’Ey Allah’ın Resûlü, onların kimler olduğunu bize açıklayın” dediler; Hz. Resûlullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: ‘’Onlar Yüce Allah için birbirini seven, meclis kurup sohbet eden ve birbirilerini ziyaret eden kimselerdir.” 33
Ubade b. Sabit (r.a) yoluyla gelen hadiste ise şöyle buyrulmuştur: “Allahu Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Benim için birbirini seven, birbirini ziyaret eden, birbirine infak ve ihsanda bulunan kimselere muhabbetim hak oldu.” 34
Menkıbe
Allah için birbirini seven iki kardeşten birisine:
- Cennete gir! Denilir. O da, diğer kardeşinin durumunu ve makamını sorar. Eğer onun aşağısında ise, kendisine verilen makamın benzeri ona da verilinceye kadar cennete girmez. Eğer kendisine:
- O senin gibi amel etmedi! Denilirse, o:
- Ben, hem kendim, hem de kardeşim için amel ettim! der. Bunun üzerine kardeşi için istemiş olduğu bütün şeyler verilir ve kardeşi de onun makamına yükseltilir. 35
Âlimlerden birisi demiştir ki: “Allah için sevdiğin kardeşlerini çoğalt. Her mümin için bir şefaat yetkisi vardır. Belki sen kardeşinin şefaat ettiklerinin içinde bulunursun.”36
Günaha Çağıran Kimse Karşısında Allahtan Korkan
İnsanı günah işlemekten alıkoyan en önemli husus Allah korkusu, Onun intikamından ve yüceliğinden çekinmek, O’nun cezasından, öfkesinden ve suçüstü yakalamasından korkmaktır. Nitekim Cenab-ı Hak (c.c) şöyle buyurur:
Bu sebeple, onun emrine aykırı davrananlar, başlarına bir bela gelmesinden veya kendilerine çok elemli bir azap isabet etmesinden sakınsınlar.” 37
Hasan-ı Basri (rh.a) şöyle der: ‘’Vallahi sizden önce öyleleri gelip geçti ki, onlar çakıl taşları sayısınca altın dağıtsalar bile işledikleri günahın kötülüğünden kurtulamayacaklarından korkarlardı!’’
Bekir b. Abdullah el-Müzeni (r.ah) der ki: “Kim gülerek günah işlerse ağlayarak ateşe girer!”
Menkıbe
Hz. Ömer (r.a.) zamanında ibadete çok düşkün, mescidden ayrılmayan bir genç vardı. Hz. Ömer (r.a) onu çok severdi. Gencin bir de yaşlı babası vardı, her akşam yatsı namazını kıldıktan sonra babasının yanına giderdi. Yolu üzerinde evli bir kadın ona tutulmuştu. Bu kadın her gece gencin yolunu bekler, ona takılırdı.
Yine bir gece genç oradan geçerken, kadın onu baştan çıkarmak için hayli uğraştı. Sonunda genç nefsine hâkim olamayarak arkasından gitti. Ancak kapıdan içeri girerken Allah'ın azabını hatırlayıp ayıldı. Peşinden: “Allah'tan korkan takva sahipleri, şeytan tarafından bir vesveseyle karşılaşınca Allah'ı hatırlayıp hemen gerçeği görürler” 38 mealindeki ayet-i kerime diline geliverdi. O anda bayılıp yere düştü.
Kadın hizmetçisini çağırıp birlikte onu yerden kaldırdılar. Babasının kapısına kadar götürüp oturttuktan sonra kapıyı çaldılar. Gencin babası kapıyı açınca baygın oğlunu gördü. Elbirliğiyle onu içeri aldılar. Gece yarısına doğru genç ayıldı. Babası sordu:
- Oğlum neyin var, ne oldu sana?
- Bir şey yok baba, hayırdır.
- Allah için bana doğruyu söyle! Bunun üzerine genç olan biteni anlattı. Babası:
- Oğlum sen hangi ayeti okumuştun, diye sordu.
Genç ayeti tekrar okuyunca bir daha bayıldı. Fakat bu sefer ayılamadı. Ruhunu teslim etmişti. Aynı gece onu defnettiler.
Sabah olunca hadiseyi Hz. Ömer (r.a.)'a haber verdiler. O da gencin babasına gelip taziyede bulunduktan sonra, kendisinin niçin cenazeye çağrılmadığını sordu. Baba cevap verdi:
- Ey müminlerin emiri ! Vakit gece idi, sizi rahatsız etmek istemedik.
- Öyleyse gelin, birlikte mezarına gidelim.
Birlikte mezara gittiler. Hz. Ömer (r.a.) seslendi:
- Ey falan! ‘’Rabbinin huzurunda durmaktan korkan kimseye iki cennet vardır.” 39
Ve cevap geldi: ‘’Ya Ömer! Rabbim bana cennette o ikisini de verdi.’’ 40
Rasülullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) buyurmuş: ‘’Allah korkusundan bir kimsenin vücudu titreyip tüyleri diken diken olunca, tıpkı kurumuş ağacın yapraklarının döküldüğü gibi onun da günahları dökülür!’’ 41
Yine Rasülullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) buyurdular ki: “Allah Teâlâ buyurdu ki: İzzetim hakkı için, ben bir kulumda iki korkuyu ve iki güveni bir araya getirmem; eğer dünyada kendisini bana karşı güvende görürse ahirette onu korkuturum, eğer dünyada iken benden korkarsa ahirette ona güven veririm!” 42
Ebu Süleyman ed-Darani (rh.a.) şöyle der: “Allah korkusu bulunmayan her kalp harabe bir haldedir. Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurur:“Allah’ın azabından emin mi oldular? Fakat ziyana uğrayan topluluktan başkası, Allah’ın (böyle) mühlet vermesinden emin olamaz.” 43
Ahmed b. Hanbel (rh.a.) şöyle der: “Allah korkusu beni yiyip içmekten alıkoyuyor, iştahım kalmıyor!” 44
Sadakasını Gizli Veren
Zekât gibi farz olan malî ibadetleri açıktan yapmanın bir sakıncası ve tehlikesi yoktur. Özellikle örnek alınacağı ve teşvik olacağı durumlarda Allah rızası için açıktan verilebilir. Ancak kalbe riya ve gösteriş hâkim olursa onu da gizli vermelidir.
Diğer nafile hayırları ve sadakaları, mümkün olduğu kadar gizli yollardan vermek ve fakire kimden geldiğini hissettirmemek gerekir. Bu o kadar zor ve güzel bir ahlaktır ki, yapanı az olduğu için, sevabı ve müjdesi çok büyüktür.
Rasulullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz, dünyadaki en ağır ve en çetin işin, sağ elin verdiği sadakayı sol elden gizlemek olduğunu belirtmiştir.45
Rasulullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz başka bir hadislerinde ise: ‘’Gizli sadaka Rabb’in gazabını söndürür’’ buyurmuştur. 46
Allah Teâlâ ise şöyle buyurmaktadır: ‘’Eğer sadakaları (zekât ve benzen hayırları) açıktan verirseniz ne âlâ! Eğer onu fakirlere gizlice verirseniz, işte bu sizin için daha hayırlıdır’’ 47
Yine şöyle söylenmiştir: Yapılan iyilik ve hayırlar ancak üç şey ile tamam olur: Yapılanları küçümsemek, Yapılmasında acele etmek, Gizlemek. 48
Öyleyse sadakayı gizli vermenin yollarını aramalıdır. Bunun için, sadakayı bir aracı vasıtasıyla ihtiyaç sahibine vermek, bunun için geceyi veya tenha bir yeri seçmek, fakirin bakkala veya bir şahsa olan borcunu ödemek, sadakayı fakirin alacağı bir yere terk etmek en güzel yollardandır.
((Günümüzde vakfımızın kurduğu Beşir Derneği aracılığı ile dünyanın her yerindeki Müslüman kardeşlerimize yardımlar yapılmakta, yetimhaneler açılmakta, kimsesizler gözetilmektedir. Fakat yardımın hangi şahıs tarafından yapıldığı bilinmemektedir. Dolayısıyla Beşir Derneği aracılığı ile yapılan yardımlar gizli sadaka hükmüne girer buda büyüklerin bizim önümüze getirdiği büyük bir hizmet ve nimet çeşididir.))
Menkıbe
Hz. Hüseyin’in (r.a) oğlu Ali Zeynelabidîn (rah.), verdiği sadakayı gizleme konusunda örnek bir insandı.
O Medine’de yüze yakın fakir ailenin günlük yiyeceklerini bir çuvala doldurup geceleri sırtıyla taşıyarak gizlice kapılarının önüne bırakırdı.
Fakirlerin hiçbirisi, bu yiyeceğin kapılarına kim tarafından bırakıldığını fark edememişlerdi.
Bu durum Hz. Zeynülabidîn (rah.) vefat edene kadar devam etti. Onun vefatıyla bu yiyecekler de kesilmişti.
O zaman bunların kimden geldiği anlaşılmıştı. Bir de, kendisinin saadetli nâşı yıkanırken, sırtında, geceleri taşıdığı erzak çuvalının bıraktığı izler görülmüştü. Bu hadiseye şahit olan Medineliler şöyle demişlerdir:
“Biz gizli sadaka vermenin ne demek olduğunu, Hz. Zeynülabidîn (rah.) vefat edince anladık.’’ 49
Gizli sadaka, verildikten sonra verenin, onu kime verdiğini unuttuğu sadakadır. Yoksa gizli bir yoldan sadaka verip daha sonra halkın içinde ondan bahseden kimse, gizlediği şeyi açığa çıkarmış olur. Gizli zikir çeken bir kimsenin, ben gizli zikir çekiyorum demesi de böyledir. İkisi de işlerini gizli yapmışlar fakat sabredemeyip amellerini açığa vurmuşlardır.
Gizli amel, sadece Allah Teâlâ’nın ve bir de yazıcı meleklerin bildiği, dünyada kimsenin fark etmediği ameldir. O, ancak ahirette ortaya çıkar. Şeytan böyle bir amele musallat olamaz. Kamil müminlerin yaptığı öyle gizli ameller, fikirler ve zikirler vardır ki, onları kendi nefisleri dahi hatırlamaz, yazıcı melekler bile farkında olmaz, ancak her şeye vâkıf olan Mevlâ (c.c) bilir. Kıyamet günü karşılığını O verir. 50
Tek Başına Allah’ı Zikredip Ağlayan Kimse
Allahu Teâlâ’ya en sevgili damlalar, şehidlerin kanları ile Allah korkusundan ağlayanların gözyaşlarıdır.
Kıyamet gününde, Arş'ın gölgesinden başka hiçbir gölgeliğin bulunmadığı zamanda, ancak Allah korkusundan gözyaşları akıtanlarla, gizli olarak Allah Teâlâ’yı zikir edenler, Arş'ın gölgesinde gölgeleneceklerdir. Yani, ancak onlar istirahat-ı kâmile sahibidirler.
Ebu Bekir Sıddık (r.a) hazretleri şöyle buyurmuştur: "Ağlamaya gücün yeterse ağla! Ağlayamazsan, ağlar gibi hüzünlü ol!"
Menkıbe
Salih el-Merrî şöyle anlatır:
Rüyamda Hz. Peygamber'in yanında Kur'ân okudum.
Dedi ki: 'Ey Sâlih! Bu okumaktır! Bu okumaktır. Fakat ağlamak nerede?'
Zorla ağlamanın yolu şöyledir: Kalbinde üzüntüyü hazır bulunduracaktır. Üzüntüden ise, ağlamak neş'et eder. Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: ‘’Kur'ân hüzün ile nâzil olmuştur. O halde Kur'an'ı okuduğunuz zaman, mahzun olunuz.’’ 51 
Hüznün kalbe gelmesinin yolu şöyledir: Kur'an'daki tehdid, vaîd, sözler ve ahidler inceden inceye düşünülmelidir. Sonra Allah'ın emir ve yasaklarına karşı, kusurlu olduğunu hatırlamalıdır. Böylece şübhesiz insan mahzûn olup ağlayacaktır. Eğer saf kalplerin sahiplerinde belirdiği gibi böyle bir kişiye hüzün ve ağlamak gelmezse, o zaman hüzün ve ağlama olmadığı için ağlamalıdır. Zira Kur'ân'dan ibret alıp mahzun olarak ağlamayan bir kimsenin musibetinden daha büyük bir musibet yoktur. 52
Bazı büyükler ağladıkları vakitte, gözyaşları ile yüzlerini mesh ederler ve "Gözyaşlarının değdiği yerlere cehennem ateşi değmeyecektir." derlermiş.
Ka'bül-Ahbar (r.ah) Allahu Tealâ'ya kasem ederek, der ki: "Allah korkusundan dolayı gözlerinden yaşların akması, bana, bir dağ altının tasaddukundan sevgilidir." 53
Rasülullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) muhtelif hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur:
Şu iki göze asla cehennem ateşi değmez: Gecenin ortasında Allah korkusundan ağlayan göz, Allah yolunda geceyi nöbet tutarak uykusuz geçiren göz!” 54
Kıyamet günü bütün gözler ağlar; ancak haramlara karşı kapanmış olan göz, Allah yolunda sabaha kadar uykusuz kalmış göz ve Allah korkusundan sinek başı gibi yaşlar akıtan göz o günde ağlamaz!” 55
‘’Memeden çıkan süt çıktığı yere tekrar girmedikçe, Allah korkusundan ağlayan kişi de cehenneme girmez! Allah yolunda uğraşma sebebiyle oluşan toz duman ile cehennem dumanı aynı insan üzerinde bir araya gelmez!” 56
Abdullah b. Amr b. As (r.a.) der ki: ‘’Allah korkusuyla bir damla gözyaşı akıtmak, benim için Allah yolunda bin dinar sadaka dağıtmaktan daha sevimlidir!’’
El-Kindi (rh.a) ise şöyle buyururmuş: “Allah korkusu ile akıtılan göz yaşının damlası denizler büyüklüğündeki ateşi söndürür!”
Allah Teâlâ, sadatların himmet ve bereketiyle bizleri Arşın gölgesinde gölgelenecek yedi sınıfa da dahil etsin inşallah. Âmin

1 Hadis için bk. Buhari, Salât, 187; Müslim, Zekât 91; Tirmizî, Zühd, 53

2 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 4/157; Taberânî, el-Mu'cemü'l-Kebîr, 17/884; ibn Hib-bân, es-Sahîh, nr. 7329; Hâkim, el-Müstedrek, 4/571.

3 Ahiret Hayatı, İmam-ı Gazâlî

4 Semerkand Dergisi, Mümine Adil Olmak Yakışır, Halil Bülbül, Mayıs 2000

5 İrşâdu’s-Sârî

6 Semerkand Dergisi, Hepimiz Çobanız, Selim Güneş, Mart 2009

7 Doç. Dr. M. Yaşar Kandemir, Örneklerle İslâm Ahlâkı

8 İbn Hanbel, Müsned, II, 431

9 Tirmizî, Ahkâm, 4

10 Müslim, İmâre, 18

11 Buharî, Edep, 36

12 Hadislerle Müslümanlık, II, 684.

13 Hakkaniyet Üzere Olmak, Ahmet Alemdar, Semerkand Dergisi Ocak 2009

14 Biraz farklı lafızlarla bk. Deylemî, Firdevsü’l-Ahbâr, nr. 8137; Zebîdî, İhtâf, 4/324

15 Ali el-Mûttakî, Kenzü'l-Ummâl, nr. 5968.

16 Tirmizi, Sıfatû'l-Kıyâme,

17 Ibn Mâce, Zühd, 30.

18 Hucurât 49/11

19 Münâvi, Feyzü'l-Kadir, 2/288.

20 Kitabü’z-Zühd, Semerkand Yay.

21 Ali el-Mûttaki, Kenzü'l-Ummâl, ra. 43056.

22 Kehf 18/13

23 Heysemi, Mecmau’z-Zevaid 10/270.

24 Ali el-Müttaki, Kenzû'l-Ummâl, nr. 43542.

25 Bakara, 2/125; el–Hac, 22/26

26 Kureyş, 106/3

27 Müslim, “Mesacid”, 288

28 Nur, 24/35–36

29 İmam-ı Gâzâlî, Kalplerin Keşfi, Semerkand Yay.

30 Suyuti, ed-Dürrü’l-Mensur, IV, 473; el-Muttaki, Kenzu’l-Ummal, IX, 16; Zebidi, İthaf, VII, 22.

31 Ahmed,Müsned,II,298;Hakim,Müstedrek,I,4;Taberani,el-Kebir,No 8019;Beyhaki,Şuabu’l-İman,No: 9018-9020;Heysemi,ez-Zevaid,I,5;Aynı konudaki lafzı biraz değişik meşhur hadis için bkz:Buhari,İman,9; Müslim,İman,66;Nesai, İman,2/4;İbnu Mace,Fiten,23;Ahmed,Müsned

32 Ahmed,Müsned,IV,11-12;Heysemi,ez-Zevaid,I,53.

33 Ebu Davud,Büyu’, 46; Hakim Tirmizi, Nevadiru’l-Usûl, II, 326; Suyuti, ed-Dürrü’l-Mensur, IV, 372; Şevkani, Fethu’l-Kadir, II, 458.

34 Ebu Dvud, Edeb, 50; Tirmizi, Kıyame, 56; Ahmed, Müsned, VI, 44; Hakim, Müstedrek, IV, 169-170.

35 Sühreverdî, Avârif, 431-432. (trc. Gerçek Tasavvuf, 556-557).

36 Ebû Talib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulub,

37 Nur, 63.

38 A’raf, 201

39 Rahman Suresi, 46

40 İbn Asâkir, Tarîhu Medîneti Dımaşk, 45/450

41 eI-Beyhaki, Şu’abu’l-İman, 803, 804; es-Suyuti, el-Cami’u’s-Sağir, 2/21; el-Münziri, et-Terğib ve’t-Terhib, 4880.

42 İbnu Hibban, es-Sahih, 2/406; el-Beyhaki, Şu’abu’l-İman, 1/483; et-Taberani, Müsnedü’ş-Şamiyyin, 1/266; Ebu Nu’aym, el-Hilye, 6/98.

43 A’raf, 99.

44 Kalplerin Keşfi, İmam-ı Gazali

45 Tirmizi, Tefsiru Sure (95), 1, No: 3380; Ahmed, Müsned, III, 124.

46 Tirmizi, Zekât, 28; Beyhakî, Şuabû’l-İmân, nr. 3442, 8061; Taberânî, el-Mû’cemü'l-Kebîr, 19/421, nr.1018.

47 Bakara 2671

48 A.Suat Demirtaş, Evliyanın Dilinden Zekâtın Hikmetleri

49 Ebu Nuaym, Hilyetü’l-Evliya, III, 160

50 Allah Yolunda Yardım ve Cömertlik, Dr. Dialver Selvi

51 Ebû Yala ve Ebû Nuaym, (İbn Ömer'den zayıf bir senedle)

52 İmam-ı Gâzâlî, İhyâ

53 Ahlak Eğitimi, M.Zahit Kotku

54 Tirmizi, 1639; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 16762. Ahmed b. Hanbel buna benzer lafızla rivayet eder.

55 Ebu Nu’aym, el-Hilye, 3/163; ed-Deylemi, Müsnedü’I-Firdevs, 3/2556; Kazvini, et-Tarih, 2/110.

56 Tirmizi, 1633; Nesai, 3108; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 10182

Yüklə 141,76 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin