HAKSIZ İNŞAAT
Av.Kadir Daylık
Medeni Kanunumuzun 718. maddesi “taşınmaz mülkiyetinin içeriği” kenar başlığı ile bu mülkiyetten doğan yetkileri yer yönünden şöyle sınırlamıştır; “Arazi üzerindeki mülkiyet, kullanılmasında yarar olduğu ölçüde, üstündeki hava ve altındaki arz katmanlarını kapsar. Bu mülkiyetin kapsamına, yasal sınırlamalar saklı kalmak üzere yapılar, bitkiler ve kaynaklar da girer.” Yasanın 684. maddesi “bir şeye malik olan kimsenin o şeyin bütünleyici parçalarına da malik olduğunu” göstermektedir.
Buna göre taşınmaz maliki, taşınmaz üzerindeki yapının da malikidir.
Bu nedenle taşınmaz malikinin (olağan olarak) kendisine ait gereçlerle bir inşaat meydana getirmesi halinde bu inşaatın/yapının da maliki olacağı anlaşılmaktadır.
Ancak olağan olmayan, taşınmaz malikinin başkasının gereçleri ile inşaat yapması ya da birisinin kendi gereçleri ile başkasının taşınmazına inşaat yapması veya başkasının gereçleri ile başkasının taşınmazına inşaat yapılması durumlarıdır.
Bu durumlarda dahi Medeni Kanunumuzun 718. maddesindeki kural geçerliliğini korumaktadır. Yani inşaatta kullanılan gereçler, üzerinde bulunduğu toprağın bütünleyici parçası olur. Bir diğer deyişle gereçler üzerindeki eski mülkiyet hakkı sona erer ve toprağın maliki bunlara da malik olur.
Şu varki gereçlerin başlangıçta yer malikine ait olmaması, çözümü gerektiren sorunlar yaratır ki, bu yönden özel hükümlere gereksinme duyulmuş ve bu konu Medeni Kanun 722, 723 ve 724. maddelerinde düzenlenmiştir.
Medeni Kanunun 722. maddesi bir kimsenin kendi arazisindeki yapıda başkasının malzemesini ya da başkasının arazisindeki yapıda kendisinin veya bir başkasının malzemesini kullanması hallerinden bahsetmektedir. Böyle bir inşaatın esasını, onu yapanın hukuka aykırı davranışı oluşturduğundan bu durumlar için Haksız İnşaat deyiminin kullanılması doğrudur.
722. madde şöyledir; “Bir kimse kendi arazisindeki yapıda başkasının malzemesini ya da başkasının arazisindeki yapıda kendisinin veya bir başkasının malzemesini kullanırsa, bu malzeme arazinin bütünleyici parçası olur.
Ancak, sahibinin rızası olmaksızın kullanılmış olan malzemenin sökülmesi aşırı zarara yol açmayacaksa, malzeme sahibi, gideri yapıyı yaptırana ait olmak üzere bunların sökülüp kendisine verilmesini isteyebilir.
Aynı koşullar altında arazinin maliki de, rızası olmaksızın yapılan yapıda kullanılan malzemenin, gideri yapıyı yaptırana ait olmak üzere sökülüp kaldırılmasını isteyebilir.”
Uygulamanın gözleminden çıkan sonuca göre, haksız inşaat örnekleri arasında, kendi gereçleriyle başkasının arsasına inşaat yapmak, önemli bir yer tutmaktadır. Yukarıda açıkladığımız gibi bu hallerde gereçler, arsanın bütünleyici parçası sayılmaktadır. Gereçlerin sökülüp geri verilmesinin koşulları 722 maddenin 2. fıkrasında açıklanmıştır. Eğer yapı sökülmezse, arsa malikinin, gereçler için haklı giderim ödemek zorunda olduğu ise 723. maddede açıklanmıştır. Madde kötü inançlı gereçlerin malikine verilecek giderimin kapsamını da belirtmiş bulunmaktadır.
723. madde şöyledir;”Malzeme sökülüp alınmazsa arazi maliki, malzeme sahibine uygun bir tazminat ödemekle yükümlüdür.
Yapıyı yaptıran arazi maliki iyiniyetli değilse hakim, malzeme sahibinin uğradığı zararın tamamının tazmin edilmesine karar verebilir.
Yapıyı yaptıran malzeme sahibi iyiniyetli değilse, hakimin hükmedeceği miktar bu malzemenin arazi maliki için taşıdığı en az değeri geçmeyebilir. “
Burada son olarak bu konuda çokça konuşulan “arsanın değeri-yapının değeri karşılaştırması”na da değinmemiz gerekiyor. Arazinin mülkiyetinin malzeme sahibine verilmesi durumu 724. maddede düzenlenmiştir.
724. madde şöyledir; “Yapının değeri açıkça arazinin değerinden fazlaysa, iyiniyetli taraf uygun bir bedel karşılığında yapının ve arazinin tamamının veya yeterli bir kısmının mülkiyetinin malzeme sahibine verilmesini isteyebilir.”
Bu maddenin uygulanabilmesi için gereç sahibinin iyiniyetli olduğu kesin olarak kanıtlanmalıdır. Yoksa sanıldığı gibi her halükarda gereç sahibi, yapının değeri fazla diye toprağın mülkiyetinin kendisine verilmesini isteyemez.
Tabiki bu bahsettiğimiz durumlar taşınmaz mallar için geçerlidir. Meydana getirilen yapı temelli kalmak amacı ile yapılmamış ise taşınır mal niteliğindedir. 728. madde bu durumu şöyle açıklamaktadır. “Başkasının arazisi üzerinde kalıcı olması amaçlanmaksızın yapılan kulübe, büfe, çardak, baraka ve benzeri hafif yapılar, bunların malikine aittir. Bu tür yapılar, taşınır mal hükümlerine tabi olur ve tapu kütüğünde gösterilmez. “
Türk Ceza Kanunu’nun 383.Maddesi Ve Deprem
2001 yılında, çoğu müteahhit 2563 kişi,açılan 8659 davada Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 383.maddesine muhalefetten yargılandı ve kamuoyu,1999 depreminde tanıştığı Türk Ceza Kanunu’nun 383.maddesini en çok da “müteahhit” lerle birlikte anmaya başladı.
TCK.nın 383.maddesi,”Bir kimse tedbirsizlik veya dikkatsizlik veya sanat ve meslekte tecrübesizlik veya nizam ve emir ve kaidelere riayetsizlik neticesi olarak bir yangına veya infilaka veya deniz kazasına veya umumi bir tehlikeyi mutazammın tahribata ve musibetlere sebebiyet verirse….cezalandırılır.” der. Eylem neticesi, bir kimsenin hayatı tehlikeye girmiş (hayati organlarından biri zarar görmüş) veya ölüm meydana gelmişse, o zaman suçun ağırlaşmış hali yani 2.fıkrası uygulanacaktır.
Buradaki taksirle tehlikeye neden olma suçu, “kamu esenliğine(selametine)” karşı bir suçtur. Kamunun esenliği, toplum olarak yaşayanların,yaşamlarını korkusuz ve özel bir korumaya gereksinim duymadan sürdürebilmeleri demektir.Kişilerin toplum içinde yaşamlarını sürdürebilmeleri olağanüstü önlemlerin alınmasına bağlı bulunuyorsa, kamu esenliğinin ihlali söz konusu olur.Suçun oluşabilmesi için ise, “umumi tehlikenin” meydana gelmesinin yanı sıra “zarar” ın da oluşması gereklidir. Yargıtay bir kararında, umumi tehlikeyi,”sayısı tahmin edilemeyen bir yer veya bölgede bulunan veya bulunması muhtemel,karma veya belirsiz bir insan topluluğunu veya kişileri hedef alan tehlike” olarak tanımlamıştır. Burada dikkat edilmesi gereken en önemli nokta,bu suçun hedefinin belirsiz kişiler olduğudur. Sanık, tedbirsizlik veya dikkatsizlik veya sanat ve meslekte tecrübesizlik veya nizam ve emir ve kaidelere riayetsizlikle gerçekleştirdiği eylemiyle esasında belirli bir kişi ya da belirli bir insan topluluğuna değil de, her hangi birine veya her hangi birilerine zarar vermektedir.
Başında söylendiği gibi TCK.mad.383’te düzenlenen suç, taksirli bir suçtur.Taksirin varlığını kabul için 3 koşul aranır; fiil ile netice arasında illiyet bağının (netice ve eylem arasındaki hukuki bağ) bulunması;sonucu doğuran hareketin istenmiş olması (iradi olması); sonucun fail tarafından öngörülmemiş, istenmemiş olması.Suçun maddi unsurları ise, tıpkı TCK 455. ve 459.maddelerinde olduğu gibi tedbirsizlik veya dikkatsizlik veya sanat ve meslekte tecrübesizlik veya nizam ve emir ve kaidelere riayetsizlik’ tir.Ancak TCK nun 383.maddesindeki suçu, TCK 455. ve 459. maddelerindeki suçlardan ayıran en önemli özellik, mağdurların belirsiz kişiler olmasıdır.
Ülkemizin konumu,içinde bulunduğu deprem kuşağı ve bu coğrafyada sürekli olarak depremlerle beraber yaşanması gibi bilinen gerçekler dikkate alındığında,.. öngörülebilen deprem olgusuna göre ve bu olgunun gerektirdiği kurallara uygun yapılaşma zorunludur.Bir yapı için,plan ve projenin hazırlanması,özellikle statik hesapların sağlıklı yapılması, bu plan ve projeye uygun olarak, kalite ve miktar bakımından uygun malzeme kullanılmak suretiyle inşa edilmesi ve bu hususların yürürlükte olan mevzuata uygunluğunun denetlenmesi gereklidir.Bu silsile içerisindeki kişi veya kişilerin yapının yıkılmasına etkisi bulunan kusurlu hareketlerinden dolayı sorumlu tutulacakları kuşkusuzdur. Harici bir olay olan depremin illiyet bağını kesecek derecede kaçınılmazlık hali sayılarak ceza sorumluluğunu bertaraf edebilmesi için, oluşan zararlı sonuçtan insan faktörünün etkilenmemesi,yani yapının kurallara uygun olarak yapılması,sonradan değişiklikte bulunulması halinde de bu değişikliklerin statik değerlere aykırı ve esaslı müdahale niteliğinde olmaması gereklidir.(Yargıtay 2.CD.21.03.2001,E.2001/7015,K.2001/4778)
Doktrindeki hakim görüşe göre,TCK 383.maddesinin 1.fıkrasında yazılı suçun gerçekleşme anı,kamu esenliğini ihlal edecek bir biçimde binanın yıkıldığı an; 2.fıkrasında yazılı suçun gerçekleşme anı ise, yıkılan binanın yaralanmaya veya ölüme yol açtığı andır. Suç tarihinin belirlenmesi, zamanaşımı ile diğer hukuki dava ve şikayet sürelerinin başlangıç tarihi olması açısından önem arz etmektir. Nitekim, bu görüşe göre,15 yıl önce yapılan bir bina ile 2 yıl evvel yapılan bina aynı depremin etkisiyle aynı gün yıkılsa bile suç tarihi, binaların yapıldığı tarih değil, yıkılma anı yani deprem tarihidir. Diğer değişle, yapılan bir inşaattaki, tedbirsizlik veya dikkatsizlik veya sanat ve meslekte tecrübesizlik veya nizam ve emir ve kaidelere riayetsizlikten kaynaklanan her türlü eksiklik, sorumluluğun devam etmesine neden olmaktadır. Tabi bu sorumluluğun sınırı, binanın dış etkenlerle zaman içinde aşınması veya kullanıcıların bilinçsiz ekleme veya tadilatı nedeniyle yıkılması durumlarını kapsamamaktadır. Gerek doktrinde gerekse eski Yargıtay kararlarında benimsenen bu görüşe biz de katılıyoruz. Ne var ki Yargıtay 2.Ceza Dairesi 21.03.2001 gün ve 7015/4778 sayılı kararında sorumluluğun Borçlar Kanunu mad.125’te öngörülen 10 yıllık süre ile kısıtlı olduğuna karar vermiştir.Yargıtay söz konusu kararın gerekçesinde; “..kusurlu davranışı bulunan kişilerin hukuken imkan ve sorumlulukları devam ettiği süre içerisinde meydana gelen sonuçtan cezai sorumlulukları söz konusu olup;bu dönemden sonra oluşan yıkılma halinde sorumlulukları söz konusu olmayacaktır.Örneğin,çimento,demir gibi malzemelerin yeterli miktarda kullanılmaması veya demir bağlantılarının usulünce yapılmamış olması nedeniyle gizli ayıplı sayılan bir yapıda,Borçlar Kanunu’nun 126/4.maddesinin yollaması ile Borçlar Kanunu’nun 125.maddesinde öngörülen 10 yıllık hukuki sorumluluk söz konusu olup bu süre zarfında mevcut aykırılığı kanunen giderme yükümlülüğü vardır.Sürenin başlangıcı yapının bitiş tarihi yapı kullanma ruhsatının alındığı yada alınmış sayıldığı tarihtir.Bu süre içerisinde herhangi bir zamanda yapı yıkılırsa cezai açıdan sorumluluk söz konusu olup; belirtilen süre dolduktan sonra sakatlık halinden dolayı yıkılma durumunda artık sorumlularının bu durumu giderme yetkisi hukuken söz konusu olmadığından illiyetin kesildiği kabul edilerek cezai açıdan sorumlu kılınmamaları gerekir.”
Resmi kayıtlara göre 20 bin kişinin hayatını kaybettiği,bir çok insanın ruhsal ve bedensel bütünlüğünün alt üst olduğu, üstelik hala daha milyonlarca insanı tehdit eden deprem,yaşanan süreçte,acının buruk tadı yanında, bazı sorumlulukların ne kadar kutsal ve vazgeçilmez olduğunu da öğretti. İşte bu cezai,hukuki ve vicdani sorumluluk,inşaat sektöründe hizmet veren onurlu, disiplinli ve işine sahip insanların kalbur üstünde kalmasını sağlayacak inancındayız.
Dostları ilə paylaş: |