Azerbaycan’da Müstakil Hanlıklar Devrine Umumî Bir Bakış



Yüklə 8,92 Mb.
səhifə65/178
tarix17.01.2019
ölçüsü8,92 Mb.
#98430
1   ...   61   62   63   64   65   66   67   68   ...   178

Şehir dokuları içerisinde çıkmaz sokaklar ayrı bir yere sahiptir. Çıkmaz sokağı diğer sokaktan ayıran en belirgin yönü, genel kullanıma açık olmaması oluşturur. Bu ise çıkmaz sokağın bulunduğu çevredeki, aile hayatı ile yakından ilgilidir.

Evlerin yerleştirilmesinde gözlemlenen kişisel menfaat kaygısı, çıkmaz sokağı doğuran nedenlerden birisidir.71 Yapı adalarının artan nüfustan dolayı düzensiz bölünmesi, kentsel dokunun oluşumundaki mülkiyet ilişkisi çıkmaz sokağın oluşumunu hızlandırmıştır.72 Özellikle kent strüktürü eski olan şehirlerde (Konya, Kayseri, Sivas) çıkmaz sokağın fazlaca yoğun olduğu dikkati çeker. Gayr-i müslim mahallelerinin de düzensiz ve dar çıkmaz sokaklara sahip olması, aynı kent kültürünün ortak kullanımının bir sonucudur.

Cami-Mescit

Cami, Selçuklu Dönemi Anadolu kentinde fiziki yapıyı belirleyen, önemli yönlendirici etkendir. Kentlerin kuruluş ve gelişimleri, mahallelerin oluşumları, hep cami/mescit ilişkisi sonucunda olmuştur.73 Fetih yıllarının sonunda Anadolu’nun belli başlı büyük şehirlerinde birer büyük cami inşa edilmiştir. Selçuklu Sultanı Melik

şah, fetih sonunda Anadolu’daki camilere konulmak üzere her şehre bir minber göndermiştir. Melikşah’ın bu hareketi aslında, şehirlerin Türk iskânına açıldığının bir göstergesidir. Anadolu’da ilk inşa edilen camiler surların içerisinde, hatta Konya Alaeddin Camii’nde olduğu gibi iç kalede yapılmıştır. İlk camiler eski geleneklerin devamı olarak sarayla bir arada inşa edilmiştir. Böylelikle kenti idari ve dini açıdan etkileyen iki unsurun birlikteliği fiziki yapının yönlenmesini sağlamıştır.

Anadolu’da ilk inşa edilen camilerin bir kısmı, eski kilise veya yapı kalıntıları üzerine kurulmuş, bazı camiler ise kentsel yönlenme noktalarının merkezini teşkil etmiştir. Daha sonraları inşa edilen cami ve mescitlerin genellikle yeni alanlarda kuruldukları bilinmektedir. Tarihi kaynaklarda şehirlerde ilk inşa edilen bu camilerin, Ulu Cami olarak adlandırıldığına ilişkin herhangi bir bilgi bulunmamaktadır.74 Kayseri Ulu Camii’nin XIII. yüzyılda Sultan Camii olarak adlandırıldığı bilinmektedir.75 Yine Konya ve Sivas’ta camilerin Ulu Cami olarak ayrımının yapılmadığı görülmektedir. Şehirlerdeki camilerin hiçbirisi diğerinden nitelik ya da nicelik bakımından üstün bir özelliğe sahip değildir. Bu durum Kuban’ın da belirttiği gibi Türk kentinde katedral benzeri bir cami-mescit ayrımının olmadığının açık göstergesidir.76 Selçuklu kentinde sultanın gittiği ve diğer camilerden farklılık gösteren sultan camileri bulunmaktadır. Aslında XV. yüzyıldan sonra şehirlerdeki Sultan Camileri, Ulu Camii olarak anılmaya başlanılmıştır.

Selçuklu kentlerinde planlanmış veya kronolojik zaman bütünlüğü gösteren külliyeler yoktur. Ancak bazı yapıların konumlarının ve zamanla etrafında gelişen diğer yapılardan hareketle külliye oluşturdukları görülmektedir. Hunat Hatun Külliyesi’nde olduğu gibi külliyeyi oluşturan her yapı kendi düzeni içerisinde farklı zamanlarda, ancak aynı plan bütünlüğünde inşa edilmiştir. Külliyelerin etrafında yön itibariyle küçük meydan oluşturduğu söylenebilir.

Selçuklu kentinde cami, imar veya iskanı arzu edilen kentin ya da mahallenin çekirdeğini oluşturmuştur.77 Caminin etrafında diğer işlevleri üstlenen yapılarda bazen yerleşebiliyordu.78 Mahallelerin oluşumunda camiler yönlendirmeyi sağlayan unsur olarak Osmanlı döneminde de karşımıza çıkmaktadır.

Kent Modelleri

Anadolu Türk kentinin XII ve XIII. yüzyıllarda nasıl bir modele sahip olduğunu, ancak bugünkü durumlarına bakarak söylemek mümkündür. Türklerin Anadolu’ya yerleşmelerinden önce Orta Asya’da kentler kurdukları bir gerçektir. Elde bulunan az sayıdaki bilgiye karşılık kentlerin, belirli bir düzen içinde kuruldukları bilinmektedir. Ordu-balık veya ordu-kent adı verilen bu şehirler, iç içe geçmiş surlu bölümlerden oluşuyordu. En iç surlarda hükümdarın sarayı veya ordu başının evi bulunurken maiyet, askerler ve halk dış surlarla çevrili kısımda yaşıyordu.

Anadolu’nun 1071 Malazgirt Savaşı’ndan sonra Türkler tarafından fethi ile birlikte hızlı bir Türkleşme süreci içerisine girdiği muhakkaktır. Türkler geldikleri bu yeni coğrafyada kendilerinden önce kurulmuş pek çok kentle karşılaştılar. Bunun yanı sıra bazı bölgelerde de ilk defa yeni yerleşmeler kurdular. Bizans kentlerinin birçoğu bu dönemde ya terk edilmiş ya da önemsiz birer kale görünümünü almıştır. Köklü bir kentleşme tarihine sahip bulunan Anadolu’nun şehirleri Türklerin fethi ile birlikte temel strüktürlerini esaslı bir biçimde değiştirmemişlerdir. Türkler Orta Asya’dan beri sahip oldukları geleneksel şehir kültürlerini, İran’da olduğu gibi Anadolu’daki yerli geleneklerle bir arada uygulamıştır. Diğer taraftan eski kentlerin dışında Anadolu’da ilk defa bazı kentler de yine fetihle birlikte kurulmuştur. Anadolu Türk kentinin fiziksel yapısına göre modelini ilk defa M. H. Yinanç belirlemiştir.79 Yinanç bu çalışmasında, kent modelini ayrıntılı olarak ortaya koymamıştır. Ancak Türklerin Anadolu’ya yerleşmeleriyle kentlerde oluşan değişimi üç gruba ayırmakla yetinmiştir. Buna göre,

“1. Türklerin eski kente yerleşerek büyük değişimlere yol açmadıkları yerleşmeler

2. Tahrip olan kentlerin yakınına ya da üzerine yeniden yapılan yerleşmeler (Ankara, Konya, Kayseri, Sivas)

3. Türklerce kurulan kentler” şeklinde gruplar. Anadolu Selçuklu kentinin fiziki yapısına dayanarak, kent modellemesini ise U. Tanyeli yapmıştır.80 Tanyeli, Anadolu’yu ülke ölçeğinde Uç bölgesi ve gerisinde kalan kentleri de şehri sınırlayıcı ve biçimlendirici unsur olan surlarına göre iki gruba ayırarak, Açık ve Kapalı kent modeli şeklinde morfolojik bir sınıflamaya tâbi tutmuştur.81 Aslında şehri çeviren surların büyüklüğü ve küçüklüğü, bu kent modellerinin oluşmasına etki ediyordu. Eğer ki surların dışına taşan yerleşmeler olursa, kent model değiştirerek diğer kent modeli içinde yer alıyordu.

Anadolu Selçuklu kentlerinin morfolojik olarak bir tiplemesini yapmak hem kentlerin topografyaları hem de tarihsel gelişimleri dikkate alındığında mümkün görülmemektedir. Bunun yerine kentleri, kuruluş ve gelişim şemalarını dikkate alarak bir değerlendirmeye gitmek daha doğru olacaktır. Orta Çağ Anadolu kentleri, geçmişten gelen birikimlerini yeni gelişen kent dokusu içine katarak devam ettirmişlerdir. Bu kentler gelişirken aslında adı konulmamış bir planlama ilkesine sahiptir. Spontane bir planlamanın olduğunu belirtmek mümkündür. Bu planlama da kurallar kendiliğinde gelişmekte ve yüzyıllar boyunca devam etmektedir. Kendiliğinden gelişen bu planlamanın ilkelerini sosyal ve kültürel değerler belirlemektedir. Spontane kent planlamacılığında en belirgin kural, mülkiyet hakkına saygının gösterilmesidir.

DİPNOTLAR

1 C. Foss, Byzantine Cities of Western Asia Minor, Harward, 1972, (Basılmamış Doktora tezi); G. Ostrogorsky, “Byzantine Cities in Early Middle Ages”, Dumbarton Oaks Papers, XIII, 1959, s. 47-66. ; D. Zakythinos, (Ed. E. Kirsten), “Die Byzantinische Stadt”, Diskussionbeitraege zum XI. Internationalen Byzantinistenkongress, München, 1958, München, 1961, s. 82-83. ; S. Vryonis, a.g.e., 1-69; Turan, Selçuklular Zamanında Sivas…, s. 118.

2 Bkz. önceki dipnot.

3 S. Vryonis, a.g.e., s. 6-20.

4 Cezar, Anadolu Öncesi Türklerde…, s. 490.

5 E. H. Mc Neal, R. L. Wolff, “The Fouth Crusade”, A History of the Crusades, C. 2, London, 1962, s. 161.

6 Cezar, Anadolu Öncesi Türklerde…, s. 486-487; Aktüre, Anadolu Kentinde Türkleşme…, s. 21; W. Heyd, Yakındoğu Ticaret Tarihi, (çev. E. Z. Karal), Ankara 1975, s. 169.

7 A. A. Vasilev, Bizans İmparatorluk Tarihi (çev. A. M. Mansel), Ankara, 1943, s. 450.

8 Urfalı Mateos, a.g.e., s. 131.

9 Cezar, Anadolu Öncesi Türklerde…, s. 492.

10 N. Başgelen, Bir Masal Ülkesi Kapadokya, İstanbul, 1991, s. 15.

11 Cezar, Anadolu Öncesi Türklerde…, s. 493. ; N. Elisseéff, a.g.m., s. 129.

12 Prokopius, Gizli Tarih, (çev. O. Duru), İstanbul, s. 105, 106, 108.

13 Hild, Das Byzantinische Straßensystem…, s. 80-81.

14 N. Elisséef, a.g.m., s. 135. ; Prokopius, a.g.e., s. 203, 211-213.

15 E. Kirmani menkıbelerinin birisinde bu konuda bir hikaye vardır. Bkz. E. Kirmani, Menakıb-ı Evhadüddin-i Kirmani, (çev. M. Bayram), Konya, 1995.

16 Cezar, Anadolu Öncesi Türklerde…, s. 484. ; Aktüre, Anadolu Kentinde Türkleşme…, s. 21.

17 S. Eyice, Bizans Sanatı Ders Notları, İstanbul, (Tarihsiz), s. 159, 160, 164-165. ; Turan, Selçuklular Zamanında Sivas…, s. 118.

18 Eski bir Roma şehri olan Prymnessus’un yakınında bir tepe üzerine, Bizans Dönemi’nde Akroinon (Afyonkarahisar) adı verilen bir kale kurulmuştur.

19 Prokopios, Buildings…, V. kitap. S. 4-10.

20 Tanyeli, Anadolu Türk Kentinde…, s. 21-32.

21 Tanyeli, Anadolu Türk Kentinde…, s. 23.

22 Tanyeli, Anadolu Türk Kentinde…, s. 26-32.

23 S. Vryonis, a.g.e., s. 104-109.

24 Kuban, Anadolu Kentlerinin Tarihsel…, s. 169-178; Tanyeli sadece üçüncü unsura dikkat çeker, Tanyeli, Anadolu’da Bizans ve Osmanlı…, s. 414.

25 Bibi, El-Evamirü’l-Alaiyye…I, s. 119.

26 Kuban, Anadolu Kentlerinin Tarihsel…, s, 173.

27 Cahen, Osmanlılardan Önce…, s. 191.

28 Cahen, Osmanlılardan Önce…, s. 191; V. Akyüz, “Selçuklularda Şehir ve Yerel Yönetim Hizmetleri (1040-1318)”, İslam Geleneğinden Günümüze Şehir ve Yerel Yönetimler, C. 1, İstanbul, 1996, s. 229; Aktüre, Anadolu Kentinde Türkleşme…, s. 20.

29 Ö. L. Barkan, “Osmanlı İmparatorluğunda Bir İskan ve Kolanizasyon Metodu Olarak Vakıflar ve Temlikler. I. İstila Devirlerinin Kolonizatör. Türk Dervişleri ve Zaviyeler”; VD., S. II, 1942, s. 255-353.

30 Kuban, Anadolu Kentlerinin Tarihsel…, 176; Aktüre, Anadolu Kentinde Türkleşme… s. 25. M. Aykaç, “ Ahilik ve Yerel Yönetimler” İslam Geleneğinden Günümüze Şehir ve Yerel Yönetimler, C. 1 İstanbul, 1996. S. 254-257.

31 Bibi, El-Evamirü’l-Alaiyye…I, s. 97-100-101.

32 Erdmann, Das Anatolische Karavansarai…I, (Anadolu Selçuklu Kervansarayları Haritası).

33 Turan, Selçuklular Zamanında Sivas…, s. 126.

34 Tanyeli, Anadolu Türk Kentinde…, s. 38; Tanyeli, Anadolu’da Bizans Osmanlı…, s. 414.

35 H. Hellenkemper, Burgen Der Kreuzritterzeit in der Grafschaft Edessa und im Königreich Kleinarmenien, Bonn, 1976, s. 279-290.

36 Turan, Selçuklular Zamanında Sivas…, s 125 (Selçuklular ve İslamiyet) Bibi, El-Evamirü’l-Alaiyye…I, s. 271-274.

37 B. Özgüven, Ahmedek, (Basılmamış Araştırma); Yusuf Küçükdağ, “Konya Kalesi’nin Ahmedek Bölümüne Dair” I. Uluslararası Selçuklu Kültür ve Medeniyeti Kongresi Bildirileri 11-13 Ekim 2000, Konya, 2001, s. 83-85.

38 A. Alkan, Konya Tarihi Kentin Planlama Sorunları, Konya 1994, s. 90.

39 Bibi, El-Evamirü’l-Alaiyye…II, s. 73; A. Grigor, a.g.e., s. 17-20.

40 Evliya Çelebi, Seyahatname, (Üçdal Neşriyat), C. III-IV, İstanbul. 1965, s. 833.

41 Baykara, Türkiye Selçuklularında Bazı…, s. 690, 693.

42 O. Ergin, Türkiye’de Şehirciliğin Tarihi İnkişafı, İstanbul, 1936, s. 113, 116; Kuban, Anadolu Kentlerinin Tarihsel…, s. 186, 193; Ö. L. Barkan, “Osmanlı İmparatorluğunda İmaret Siteleri Kuruluş ve İşleyiş Tarzına Ait Araştırmalar”, İktisat Fakültesi Mecmuası, S. XXIII, 1963, s. 239; M. Çadırcı, “Anadolu Kentlerinde Mahalle”, Tarihten Günümüze Anadolu Konut ve Yerleşme, İstanbul, 1996, s. 257.

43 Tanyeli, Selçuklu Dönemi kentleri için cami/mescit adlarının mahallelere isim olarak verilmediğini, bunun yerine daha çok şahıs adlarının mahallelere isim olarak verildiğini, (Münşi Necmeddin, Celal Hüsrev gibi) her mahalleye bir mescit kuralının ise bu dönemde geçerli olmadığını çünkü mahallelerde birden fazla mescidin bulunabileceğini belirtir. Bkz. Tanyeli, Anadolu Türk Kentinde…, s. 159. Tanyeli’nin bu yaklaşımı kısmen doğru olsa da, kaynaklardaki yetersiz bilgiler ve bilinen mahalle isimlerinden hareketle böyle bir yargıya varılması subjektiftir.

44 Kuban, Anadolu Kentlerinin Tarihsel…, s. 186.

45 M. Çadırcı, a.g.m., s. 257.

46 Baykara, Selçuklu şehirlerinde bulunan gayri müslim mahallelerinin duvarlarla Müslüman mahallelerinden ayrıldığını belirtir. Bkz. Baykara, Türkiye Selçukluları…, s. 45; Baykara, Anadolu’nun Selçuklular Devrindeki…, s. 94.

47 Tanyeli, Anadolu Türk Kentinde…, s. 161.

48 Turan, Selçuklu Devri. Vakfiyeleri., s. 112.

49 N. Elisséef, a.g.m., s. 135.

50 L. Benevolo, Avrupa Tarihinde Kentler, (Çev. N. Nirven), İstanbul, 1955, s. 61.

51 N. Elisséef, a.g.m., s. 135.

52 Tanyeli, Anadolu Türk Kentinde…, s. 165, 166, 167.

53 Tanyeli, Anadolu Türk Kentinde…, s. 165. Tanyeli, bu tür meydanları yol ağındaki şişmeler olarak tanımlar.

54 Kuban, Anadolu Kentlerinin Tarihsel…, s. 192.

55 Bibi, El-Evamirü’l-Alaiyye…I, s. 198., Baykara, Türkiye Selçukluları…, s. 68.

56 Firdevsi-î Rumî, a.g.e., s. 69.

57 Bibi, El-Evamirü’l-Alaiyye…I, s. 18, 289, 315, 443, 454; II, s. 21, 74, 75, 181, 191.

58 Bibi, El-Evamirü’l-Alaiyye…I, s. 454-456.

59 Sümer, Yabanlu Pazarı…, s. 81-82.

60 O. Eravşar, “Anadolu Selçuklularında İdari Mekan Olarak Devlethane”, I. Uluslararası Selçuklu Kültür ve Medeniyeti Kongresi Bildirileri 11-13 Ekim 2000, C. 1, Konya, 2001, s. 281-297; Bibi, El-Evamirü’l-Alaiyye…I, 193-283.

61 Bibi, El-Evamirü’l-Alaiyye…II, s. 216, 233.

62 E. Esin, “Ordu; Türk Saray Mimarisinin On beşinci Asırdan Önceki Devri”, Milli Saraylar Sempozyum (Bildiriler) Yıldız Sarayı/Şale 15-17 Kasım 1984, İstanbul, 1985, s. 22.

63 S. Mihael, a.g.e., III, s. 237-240.

64 Turan, Selçuklular Zamanında… s. 361; S. Mihael, a.g.e., III, s. 237.

65 I. Alaeddin Keykubad, Sivas Devlethanesinde, II. Gıyaseddin Keyhüsrev ise Kayseri Devlethanesinde tahta çıkmıştır. Bkz. Bibi, El-Evamirü’l-Alaiyye…I, s. 227, C. II, s. 20.

66 Bibi, El-Evamirü’l-Alaiyye…II, s. 205.

67 Sümer, Yabanlu Pazarı…, s. 83.

68 Kuban, Anadolu Kentlerinin Tarihsel…, s. 191; Tanyeli, Anadolu Türk Kentinde…, s. 154.

69 H. Karpuz, “Konya’nın Selçuklu Kent Dokusu ve Son Yıllarda Yıkılan Anıtları”, I. Uluslararası Selçuklu Kültür ve Medeniyeti Kongresi Bildirileri 11-13 Ekim 2000, C. II, Konya, 2001, s. 1-11.

70 J. Akbar, Responsibility and Tradational Muslim Built Environment, Cambridge, 1984, (Fig. 6).

71 Kuban, Anadolu Kentlerinin Tarihsel…, s. 191.

72 Tanyeli, Anadolu Türk Kentinde…, s. 157.

73 Kuban, Anadolu Kentlerinin Tarihsel…, s. 193.

74 Tanyeli, Anadolu Türk Kentinde…, s. 177.

75 Sümer, Yabanlu Pazarı…, s. 85.

76 Kuban, Anadolu Kentlerinin Tarihsel…, s. 193.

77 Kuban, Anadolu Kentlerinin Tarihsel…s. 193.

78 T. Baykara, “Ulu Cami. Selçuklu Şehirlerinde İskanı Belirleyen Bir Kaynak Olarak”, Belleten, C. LX, S. 227, Ankara, 1996, s. 33-57.

79 M. Yinanç, Türkiye Tarihi-Selçuklular Devri, İstanbul, 1944, s. 180.

80 Tanyeli, Anadolu Türk Kentinde…, s. 39-103.

81 Tanyeli, Anadolu Türk Kentinde…, s. 41.

Türkiye Selçuklu Sultanlarının

İzledikleri

Ekonomik Politikalar


PROF. DR. SALİM KOCA

Gazi Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye

Giriş


ürk devlet anlayışı ile Türk hükümdarlarının izledikleri ekonomik politikalar arasında sıkı bir bağ bulunmaktadır. Türk devlet anlayışına göre, halkı din, dil, soy ve kültür farkı gözetmeksizin bütünüyle refaha ulaştırmak ve refah içinde yaşatmak, Türk devletlerinin başında bulunan hükümdarların başlıca gayesi olmuştur. Göktürk Yazıtlarında Bilge Kağan (716-34) “Ölmek üzere olan milleti dirilttim; aç milleti doyurdum; çıplak milleti elbiseli, yoksul milleti zengin, az milleti çok kıldım” derken, bu gayeyi gerçekleştirmiş ilk Türk hükümdarı olarak karşımıza çıkmaktadır. Burada hemen belirtelim ki, Bilge Kağa’nın bu gayeyi gerçekleştirmesi pek kolay olmamıştır. Onun kardeşi Köl-tigin ile birlikte “gündüz oturmadan, gece uyumadan ölesiye bitesiye çalışması” gerekmiştir. Aynı anlayış başka Türk beylerinde de vardı. Meselâ, bir Göktürk beyi de (Aşina She-erh) maddî refahı artırmak için halktan 10 yıl hiç vergi almamıştır. Bu yüzden kendisi yoksul duruma düşmüş; bazı beyler, onun bu durumunu alay konusu yapmak istemişlerdir. Fakat o, “Ben ancak halkım zengin olunca huzur duyarım” sözü ile beyleri utandırmıştır.1

Halkı bütünüyle refaha ulaştırmak ve refah içinde yaşatmak şeklinde olan Türk devlet anlayışı, İslâmî dönemde değişmemiş, aynen korunmuştur. Karahanlılar devrinin ünlü siyaset kitabı Kutadgu Bilig (Kutlu Bilgi)’de, Türk devlet anlayışının bir gereği olarak hükümdara “vur, al ve dağıt”,2 yani düşman ile savaş, onun birikmiş servetini elinden al ve halka dağıt tavsiyesinde bulunulmaktadır. Hatta bu da yeterli bulunmamakta, “sağ elin kılıç sallar ve vururken, sol elin ile mal dağıt”3 denilerek, bu faaliyetin devamlı olması istenmektedir. Aynı eserin başka bir yerinde de, “hükümdar, kuldan fakirlik adını kaldıramazsa, o nasıl bir bey olur”4 şeklinde bir ifade ile, görev ve sorumluluğunu yerine getirmeyen hükümdarın yerini koruyamayacağına işaret edilmektedir. O hâlde Kutadgu Bilig’e göre, her Türk hükümdarı, tıpkı Bilge Kağan gibi, “çıplak olanı giydirmeli, aç olanı doyurmalı, fakir olanı zenginleştirmelidir”.5 Bunun için hükümdar, sadece savaş gücü ile elde ettiklerini değil, aynı zamanda hazinesini de kendisine bir şey kalmayıncaya kadar halka dağıtmalıdır. Hatta onun, “altın vere vere eli nasır tutmalıdır”.6 Çünkü, “halkın zenginliği beyin zenginliği demektir”.7 Bundan dolayı, hükümdar kendi çıkarını değil, halkın çıkarını her şeyin üzerinde tutmalıdır. Zira, “hükümdarın çıkarı, halkın çıkarının içindedir”.8

Şimdi, burada biraz durarak, yukarıda belirttiğimiz “halkı bütünüyle refaha ulaştırmak ve refah içinde yaşatmak” şeklinde olan Türk devlet anlayışını, Selçukluların üç asır süre ile hâkim oldukları İslâm dünyasında ne kadar gerçekleştirmiş olduklarını tayin ve tespit etmeye çalışalım:

Tolunoğullarından (875-905) itibaren İslâm dünyasında kurulmuş Türk devletlerinin hükümdar

ları, yukarıda kısmen belirtilen devlet anlayışını hükmettikleri topluluklara soy, din ve kültür farkı gözetmeksizin uygulayarak, ekonomik hayatta canlılık ve hareketlilik yarattılar. Özellikle Büyük Selçuklu sultanları, Türk devlet anlayışının gereği olan bir dizi ekonomik tedbir aldılar ve uyguladılar. Meselâ onlar, İslâm ülkelerine hâkim olur olmaz gümrük ve alım satım vergilerini kaldırarak, ticareti teşvik ettikleri gibi, daha önce alınmakta olan miras vergisinden de vazgeçerek, halkı büyük bir yükten kurtardılar.9 Zira, miras vergisi, malın üçte birinden fazlasına tekabül ediyordu ve bu şekilde de geride varise pek bir şey kalmıyordu.

Selçuklu sultanları, bazı vergileri kaldırma tedbirine sadece ticareti teşvik ve halkın yükünü hafifletmek için değil, savaş sebebiyle harap olmuş şehirlerin tekrar kendilerini toparlayabilmeleri için de başvuruyorlardı. Meselâ Tuğrul Bey, Dandanakan zaferinden sonra Horasan halkından bir yıl vergi almayarak (1040), savaş sebebiyle halkın uğradığı zararı telâfî etmeye çalışmıştır.10 Aynı Tuğrul Bey, bir yıl süren kuşatmadan sonra ele geçirdiğinde halkı darlık ve sıkıntı içine düşmüş olan Isfahan’ı üç yıl vergiden muaf tutarak, bu şehrin de kendisini tekrar toparlamasını sağlamıştır. Öyle ki, Isfahan’ın savaştan önceki ve sonraki hâlini görerek, bir karşılaştırma yapma imkânı bulan Bâtınî propagandacısı Nâsır-ı Hüsrev, Tuğrul Bey’in aldığı tedbirlerle şehrin süratle gelişerek, modern bir şehir hâline geldiğini görmüş ve düşmanca hisler beslediği Selçukluları övmekten kendini alamamıştır.11

Selçuklu sultanları, Çin’den Mısır’a, Kafkaslar’dan Hint denizine kadar olan bütün İslâm ülkelerini bir idare altında birleştirip, İslâm dünyasında siyasî bütünlüğü kurmak suretiyle doğudan batıya, kuzeyden güneye akan dünya transit ticaretinin engelsiz işlemesini sağladılar ve bu ticareti hızlandırdılar. Bununla da yetinmeyen Selçuklu sultanları, ticaretin engelsiz yürümesi, yani düzgün gitmesi için daha başka tedbirler de aldılar. Meselâ onlar, ekonominin altyapısını oluşturan yolları devamlı kontrol altında tutarak, ticaret kervanlarının güvenlik içinde işlemesini ve gidecekleri yerlere zamanında varmalarını temin ettiler. Kervanların soyulması hâlinde de, soyguncuların üzerine seferler düzenleyerek, onları cezalandırdılar.12

Selçuklu sultanları, ekonominin önemli bir kolu olan tarımı da ihmal etmediler. Özellikle Sultan Melikşah (1072-1092) ve Sultan Sancar’ın (1118-1157) zamanlarında Irak, Horasan ve Harezm’de açtırılan sulama kanalları vasıtasıyla ziraî üretim son derece artmış, bolluk ve zenginlik köylere kadar yayılmıştır.13

Türk devlet anlayışının etkileri imar faaliyetlerinde de kendini gösteriyordu. Mısır’ın zengin vergi gelirleri, ilk defa bir Uygur Türk’ü olan Tolunoğlu Ahmed zamanında (868-884) Mısır’ın refahı için harcanmıştır. Tolunoğlu Ahmed, Fustat (eski Kahire) ve el-Asker şehirlerinin yanında Kataî adıyla anılan plânlı bir şehir kurmuştur. Daha da önemlisi, şehri saray, hükümet konağı (dârü’l-imare), kışlalar, su kemerleri, cami, mescit, hastane, hamam türünden dinî ve medenî eserlerle donatarak, Mısır’a damgasını vurmuştur. Başlangıçta bir mil karelik alana kurulmuş olan Kataî, kısa sürede gelişip büyüyerek, Fustat ve el-Asker şehirleri ile birleşmiştir.

Tolunoğlu Ahmed’in kendi adıyla anılan camisi, Samarra camisi model alınarak yapılmıştır. Türünün en güzel örneği olan bu cami, Tolunoğullarından günümüze ulaşabilen tek eserdir. Caminin içinde bir eczâne yer alıyordu. Bundan başka, Cuma günleri camide bir doktor bulunuyordu. Bu doktor, cuma namazı sırasında hastalananlara bakıyordu. Hastaların ilâçları da camideki eczâneden ücretsiz olarak veriliyordu. Bu anlayışı, hiç şüphesiz, günümüzdeki modern devletlerin vatandaşlarına sağladığı “sosyal güvenlik” hizmetinin ilk örneği olarak değerlendirebiliriz.

Hastâne ise, Mısır’da bu türden yapılan eserlerin ilk örneği idi. Burada, soy ve inancına bakılmaksızın herkese ücretsiz hizmet veriliyordu. Her iki eser de, Tolunoğlu Ahmed tarafından bağışlanmış olan zengin vakıf gelirleriyle işliyordu.14

Kataî şehrinin merkezinde resmî binaların çevrelediği büyük bir meydan bulunuyordu. “Kabak Meydanı” adıyla anılan bu meydanda, askerî eğitimler ve resmî törenler yapılıyordu. Ayrıca, Türklerin çok sevdikleri cirit oyunları da bu meydanda oynanıyordu.15

Öte yandan Karahanlı hakanları da, Kâşgar (Ordu Kent) ve Balasagun (Kuz-Ordu) gibi devletin önemli merkezlerinde cami, medrese, türbe, yol ve köprü türünden birçok dinî ve medenî eser yaptırmışlar ve bu binalardaki hizmetlerin yürütülmesi için zengin vakıf mülkleri bağışlamışlardır.16

Aynı imar faaliyetleri Gazneliler ve Selçuklularda, daha geniş çaplı olarak devam etmiştir. Gazneliler Devleti hükümdarı Mahmûd (999-1030), devletin merkezi

olan Gazne için büyük paralar harcayarak, beldeyi zamanının en mamur şehri hâline getirmiştir. Aynı şekilde Rey şehrini kendisine merkez yapan Tuğrul Bey’in burada yaptığı ilk iş, şehri baştan aşağıya imar etmek olmuştur. Yine Tuğrul Bey, savaş sebebiyle harap bir vaziyete gelen Isfahan şehri için bir defada “500 bin dinar” gibi büyük bir para harcamak suretiyle beldeyi ülkenin en modern şehri haline getirmiştir.17

Tuğrul Bey, sadece şehirleri imar etmekle kalmıyordu, aynı zamanda kendisi de yeni ve modern şehirler kuruyordu. Meselâ o, Bağdat yakınlarında, Dicle nehri kenarında kendi adıyla anılan modern bir şehir inşa etmiştir. “Tuğrul Bey şehri”, kısa sürede gelişerek, öteki şehirlerin seviyesine ulaşmıştır.18

Böyle bir girişten sonra yazımızın başlığındaki konuya dönüyoruz. Konuya başlamak için de, yukarıda sorduğumuz soruyu burada bir daha soruyoruz. Türkiye Selçuklu sultanları, “halkı bütünüyle refaha ulaştırmak ve refah içinde yaşatmak” şeklinde olan Türk devlet anlayışını, fethetmek suretiyle kendilerine vatan yaptıkları Anadolu’da ne dereceye kadar gerçekleştirebilmişlerdir? Bu soruyu cevaplandırabilmek için Selçuklu sultanlarının ekonomik faaliyetlerine ve Selçuklu ekonomisinde rol oynayan unsurlara genelde olsa dikkatlice bakmak gerekir.

A. Ekonomik Faaliyetler

1. Ticaret

Anadolu; doğuyu batıya, kuzeyi güneye bağlayan milletlerarası transit ticaret yolları için âdeta bir köprü durumundadır. Türkiye Selçuklu sultanları, Anadolu’nun konumunun sunduğu bu imkânın değerini anlamakta ve kavramakta gecikmemişlerdir. Fakat onlar, daha I. Haçlı Seferi (1097) sonucunda sahil bölgelerini tamamen Bizans’a kaptırmışlar ve İç Anadolu yaylasına çekilmek zorunda kalmışlardır. Türkiye Selçuklu Devleti de bir kara devleti hâline gelmiştir. Üstelik devlet dört taraftan sarılmıştır. Burada hemen belirtelim ki, bu durum ekonomik faaliyetleri son derece olumsuz bir şekilde etkilemiştir. Özellikle, komşu devletlerle ilişkilerin bozulduğu zamanlarda yollar kapanıyor, ticaret kervanları ya Anadolu’nun içinde yığılıp kalıyor, ya da Selçuklu ülkesine giremiyordu. Hatta bazen bu kervanlar yollarda soyuluyordu. Hangi şekilde olursa olsun devlet ve tüccarlar büyük zararlara uğruyordu.19 Ticaretin engelsiz yürüyebilmesi için sahillerin Türk hâkimiyetine geçmesi, daha da önemlisi, Selçuklu hâkimiyeti altında Anadolu’nun siyasî bütünlüğünün sağlanması gerekiyordu. Bunun için Selçuklu sultanları, bütün güç ve enerjilerini denizlere ulaşma, sahil bölgeleri ele geçirme ve siyasî bütünlüğün önündeki engelleri kaldırma gayesi üzerinde topladılar. Seferlerini de, bu gayeyi gerçekleştirebilmek için birer vasıta yaptılar. Sinop (1214) ve Antalya (1207 ve 1216) gibi Anadolu’nun dış dünyaya açılmasını sağlayan iki önemli ihracat ve ithalat şehrini ele geçirdiler; hâkimiyetlerini sahil boyunca yaydılar. Onlar bununla da yetinmediler; ticareti geliştirecek daha başka tedbirler de aldılar: I. Gıyâseddîn Keyhüsrev, I. İzzeddîn Keykâvus ve I. Alâeddîn Keykubâd gibi Selçuklu sultanları, Venedikliler ve Kıbrıs Frankları ile ticareti karşılıklı düzenleyen antlaşmalar yaparak, Selçuklu ticaretini dış dünyaya açtılar ve onunla bütünleştirdiler.20 Çünkü, ticarî malların sınırlar dışında akışı ise, bugün olduğu gibi o zaman da ancak milletlerarası ticarî antlaşmalarla mümkündü.


Yüklə 8,92 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   61   62   63   64   65   66   67   68   ...   178




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin