Azerbaycan’da Müstakil Hanlıklar Devrine Umumî Bir Bakış



Yüklə 8,92 Mb.
səhifə75/178
tarix17.01.2019
ölçüsü8,92 Mb.
#98430
1   ...   71   72   73   74   75   76   77   78   ...   178

İlhanlılar döneminde Anadolu’nun, Kars’ın, Kirman’ın ve Mardin’in ayrı ayrı sikkeleri bulunmakta, fakat bunların arasında Anadolu’nun akçesi daha sağlam addedilmekteydi.43 Bununla beraber, tabi devletlerin kendi aralarındaki iktisadî mücadeleleri ve bazılarının para ayarlarını fazla indirmesi gibi sebeple İlhanlı devlet maliyesi için bazı sıkıntılar ortaya çıkmıştır. Bu sebeple Gazan Han (1295-1304), sikke basma hakkını muhafaza eden devletlerden bu hakkı alarak ülke içerisinde yeni bir “para birliği” kurmak lüzumunu hissetti.44 Bu ıslahat yeni bir para sistemi kurmak değil, aynı zamanda Argun ve bilhassa Geyhatu zamanındaki magşuş altın ve gümüş paraların yerine saf dinar ve dirhem darp etmek ve muhtar vilayetlerin sikkelerin ortadan kaldırarak paraya yeknesak bir şekil vermekten ibaretti.45 Daha önce tedavülde olan ve aşağı yukarı 6 dirhem vezninde gümüş sikke olup adına “Dinar-ı Rabih” (Dinar-ı Raiç, Dinar-ı Tebrizî) denilen paranın ağırlığı yeniden tespit edilerek 3 miskale ayarlandı,46 altın sikkelerin ünitesi ise bir miskal olarak sabit tutuldu.47 Böylece, Geyhatu ve Argun zamanındaki iktisadî buhranlardan dolayı ortadan kaybolan altın, Gazan Han’ın ıslahatından sonra tekrar ortaya çıkmaya başladı.48 Buna rağmen Ebu Said dönemine (1316-1335) gelindiğinde gümüş dirhemlerin vezninin yine bozulduğu hatta Gazan’ın yaptığı ıslahat öncesinden daha kötü bir duruma düştüğü görülmektedir.49 Ebu Said devrinde yarım miskal bir miskal, iki miskal ve üç miskal ağırlığında altın dinarlar da piyasaya arz edilmiştir, fakat daha sonra bu paraların vezinlerinde meydana gelen ölçüsüzlük sonucu, yarım ve tam ölçüler karşılık bir duruma gelmiştir. 50

Selçuklu Devleti’nin dağılma sürecine girmesiyle ortaya çıkan beyliklerin altın sikkeleri, mevcut koleksi

yonlarda görülmemektedir. Selçukluların uyguladıkları para politikalarına bağlı kalan beyliklerde de, altın ve gümüşün yurt dışına çıkarılması yasağı devam ediyordu.51 XIII. yüzyılın sonlarına doğru Selçuklu ülkesinde hissedilen gümüş darlığının beyliklerde de aynen hissedildiği muhakkaktır. Bu itibarla, kendi adlarına gümüş para darp eden beyler, kendilerine “Selçuklu Nısfiyesi”ni örnek alarak yarım dirheme yakın ölçülerde para darp etmeye başlamışlardır. Yarım dirhemlik bu gümüş paralar, çoğunlukla “akçe” diye isimlendirilmiş olup daha sonraları bir dirhem vezninde para darp etmek durumu hasıl olunca bu yeni paraya da “çift akçe” ismini vermişlerdir.

Osmanlılar, 1327’ye kadar son Selçuklu Sultanı II. Mesud’un kestirdiği sikkeleri kullanmışlardır. Sultanın kendisi vefat etmiş olmasına rağmen, 2,3 gr. ağırlığında kestirmiş olduğu dirhemleri Orhan Bey zamanına kadar tedavülde kalmıştır. Orhan Bey, 1327’de istiklalini ilan ettiğinin bir belgesi olarak kendi adına ilk para kestirdiği zaman, son Selçuklu sikkesindeki vezne bağlı kalarak 2,3 grama ayarlamıştır. “Çift akçe” adını alan bu para Selçuklu dirhemiyle eşit ölçülerde olduğu gibi, yine aynı kişi tarafından daha sonra basılan gümüş para da “akçe” diye isimlendirilmiş olup Selçuklu nısfiyesiyle eşit ölçüdeydi.52

Diğer beyliklerde de küçük ölçeklerde gümüş paralar darp edildiği görülmektedir.53 Ancak, bilhassa Avrupalı tüccarlarla en çok muhatap olan Saruhan, Aydın ve Menteşe beyliklerinde dikkat çeken farklı bir durum mevcuttur. Avrupa ile yapılan yoğun ticaretin bu beyliklerin para sistemi üzerinde etkili olduğu görülmektedir. Nitekim, Aydınoğulları, Ayasluğ darphanesinde Venedik dükaları tipinde gümüş para basmışlardır.54 Venedik Cumhuriyeti’nin protestosunu mucip olmasına rağmen bu işlemin ticarette kolaylıklar sağladığı muhakkaktır. Bahsedilen diğer beyliklerde de İtalyanlarla ticarî işlemlerini kolaylaştırmak için, “gigliati” (çilyati veya jilyati) tipinde özel gümüş sikkeler basılmıştır.55 Örnek aldıkları gigliatı sikkesinin aslı Napoli’de Anjou hanedanı prenslerinden Robert van Anjou (1309-1342) tarafından darp edilmişti. Latin lejandlı olan bu paraların günümüze kadar ulaşanları olmuştur. Aydınoğlu Umur Bey’in darp ettirdiği gigliati tarzındaki parası 1346 tarihli olup Efes’te basıldığı görülmektedir.56 Menteşeoğullarından Orhan Bey (?-1345?)’e ait olan sikkenin basım yeri olarak Balat gösterilmektedir.57 Aynı kişinin “zilliatus saracinatus” denilen başka bir sikkesi daha olduğu söylenmektedir.58 Yalnız “saracinatus” kelimesi, Haçlıların Avrupa’dan getirdikleri gümüşlerle İslâm aleminde kestikleri Fatımî altınlarının ve Eyyûbî gümüş dirhemlerinin taklidi olan “sarraçenata” sikkelerini çağrıştırmaktadır.59

C. Pul (Fels: Mangır)

Selçuklu Türkiyesi’nde para darbında kullanılan kıymetli madenlerden birisi de bakırdır. İslâm aleminde Fels (çoğulu fülüs) diye isimlendirilen bakır sikkelerin darp edilmesi Hz. Ömer dönemine kadar geriye götürülmektedir. İslâm öncesinde Bizans İmparatorluğu’nda da yaygın olarak kullanılmaktaydı. Rengi kırmızı olduğu için bu paralara halk dilinde “füls-i ahmer” deniliyordu. Fels darbı hükümdarlık hukukundan sayılmadığı için mahalli makamlar, bu konuda serbest bırakılmıştır. Bundan dolayı farklı ağırlık ve ebatlarda felsler basılmış dinar ve dirhemlerin aksine felsin tedavülü sadece basıldıkları bölgelerle sınırlı kalmıştır.60

Selçuklu sultanlarından I. Kılıç Arslan’ın Bizans tarzında iki sikkesine tesadüf edilmiş olmasına rağmen bunları Selçuklu sikkelerinden saymanın ne derece doğru olacağı tartışmalıdır. Çünkü bu sikkeler, muhtemelen Bizans bakır sikkelerine sürsaj metoduyla “es-Sultan”, “bin Süleyman” ifadeleri ilave edilerek elde edilmekteydi.61 Bunları bir yana bırakırsak Selçuklu Türkiye’sinde ilk bakır sikke I. Mesud (1116-1155) zamanında darp edilmiştir.62 Darp edildiği yer kesik olduğu ve tarihinin tamamı da okunur durumda olmadığı için bazı özelliklerini bilememekteyiz. Şeklen kendi dönemindeki İslâm devletlerinde kullanılan bakır sikkelere benzetilmiş olmakla beraber yüzündeki yazılarda kullanılan “el-Abdü’z-Zaîf”, “el-Muhtac ilâ Rahmetillah” ibareleri özellik arz etmektedir.63 II. Kılıçarslan’ın kestirdiği mangırların64 ebadı babasının paralarını nispetle biraz daha küçülmüştür. Bakır sikkelerin genellikle işçiliği ve yazıları biraz kaba ve intizamsızdır.65

Bakır sikkelerin alım gücünü hesap edebilmek için dönemin ağırlık ölçülerinden yola çıkmamız gerekmektedir. Fesl, aslında bir ağırlık ölçüsü olarak bir dirhemin doksan altı da biri olarak kabul edilen küçük bir birimdir. Para ölçüsüne tatbik edildiği takdirde, bir dirhem ağırlığındaki gümüşün doksan altıda biri kadar küçük bir değer ifade etmektedir ki bu kadar küçük ebatta bir gümüşün para olarak tedavülde kullanılması pratikte pek mümkün görülmemektedir. Yaygın adıyla fels veya pul denilen bakır sikkeler, bahsedilen çok küçük ölçüdeki gümüşün teorik olarak karşılığı kabul edilmektedir. Bu anlamda bakır sikkelerin ağırlıklarının ve ebatlarının büyüklüğü veya küçüklüğü değerine etki etmemektedir. Piyasada mevcut bakır sikkeler, aynı dönemin gümüş sikkelerinin ihtiva ettiği gümüş madeni oranı bağlantılı olarak değer kazanmakta veya kaybetmekteydi. Bakır sikke darp ettiren kişiler zaman zaman bu sikkelerin değerini ya üstüne yazdırarak veya halka ilan ettirerek değerini belirledikleri gibi çoğu kez bu değer, tedavülde bulunan gümüş sikkelerin ağırlığı ve safiyeti göz önüne alınmak suretiyle halk arasında kendiliğinden oluşmaktaydı.

XIII. yüzyılın ikinci çeyreğinde çoğu kez bir dirhem ağırlığının daha üzerinde gümüş sikke darp ettiren Selçuklu sultanlarının pulları (fels), bire yüz yirmi oranını

muhafaza etmekteydi.66 Teorik olarak 1/96 oranında olması gereken bakır sikkenin değerinin 1/120 şeklinde işlem görmesi, piyasada kullanılan bir dirhemlik gümüş sikkelerin gramajının yüksek ve gümüş yüzdesinin fazla olması anlamına gelmekteydi. Bu durumu bir örnekle izah etmek gerekirse; normal bir ölçüde 1 gümüş dirhemle 96 ekmek alınabiliyor ise, daha yüksek kalitede basılmış diğer bir gümüş dirhemle 120 ekmek alınabiliyordu. Ancak iki örneğin aynı sultan döneminde aynı anda olması mümkün değildir.

Selçuklu Sikkelerinin

Formal Özellikleri

Sikkeler, kesildikleri dönemle ilgili çok yönlü ipuçları verdiklerinden dolayı fevkalade tarihi ehemmiyeti haiz belgelerdir. Sikkeyi kestiren hükümdarın siyasî vaziyeti, itikadî kanaati, hâkimiyet sahası ve döneminin teknolojisi ile ilgili bilgi verebileceği gibi dönemin devlet maliyesiyle ilgili oldukça bariz bilgilere de işaret edebilmektedir. Biz bu başlık altında, Selçuklu sikkelerinin formal özelliklerine umumi hatlarla temas ederken ebatları ve gramajlarını bir yana bırakarak diğer hususiyetlerine göz atacağız.

Selçuklu sultanlarının muasırları olmaları dolayısıyla Abbasi halifelerinden dört kişinin ismi, Selçuklu sikkelerinde yer almaktadır. Bu kişiler, İmam Nâsır Lidînillan, İmam Zâhir Biemrillah, İmam Mustansır Billah ve İmam Mutasım Billah’tır. 1258’de Bağdad’ın Moğolların eline geçmesiyle hilafet merkezi dağıtılmış ve halife şehit edilerek hilafete son verilmiştir. Öte yandan hayatta kalan halife bulunmamakla beraber IV. Kılıçarslan ve III. Keyhusrev’in67 sikkelerinde son halife; “el-İmamu’l-Masum Billah” veya sadece “el-İmamu’l-Masum” şeklinde yer almıştır.68 Halife adının yer almadığı sikkelerde ise halife isminin nakşedildiği mekana “el-mülkü lillah”, “el-İzzetü lillah” veya “kelime-i tevhid” gibi ifadeler yerleştirilmiştir.69

Selçuklu sikkelerinde ayet, zikir ve dua türünden bazı ifadeler yer almaktadır. Bu ifadeler arasında Besmele Kelime-i Şahadet ve dört halife isimlerinin haricinde; “el-minnetü lillah, el-azametü lillah, halleddellahü mülkehü, halledellahu mülkehü ve hallede memleketehü, el mülkü bi’l-adl” ibareleri dikkat çekmektedir. Ayrıca birkaç sikkeye Saff suresinin dokuzuncu ayeti ya kısmen veya tamamen nakşedilmiştir.70

Selçuklu sultanlarının sikkelerine akseden bazı lakaplar da şunlardan ibaretti: “ “Nâsır”, “Kasîm”, “Burhan”, “Berâhîn”, “Şah”, “es-Sultanü’l-Azam”, “es-Sultanü’l-Muazzam”, “es-Sultanü’l-Kâhir”, “el-Melikü’l-Kâhir”,“Ebü’l, Feth”, “Emîrü’l-Müminîn”, “Zillüllah fi’l-Alem”, “es-Sultanü’l-Galip”.71

Selçuklu sultanlarının sikke darp ettirdikleri şehirler ise şu şekilde sıralanmaktadır: Konya, Kayseri, Erzurum, Malatya, Sivas, Dunaysır, Lülüve, Yemişpazar (Gümüş Pazar), Antakya, Madenşehr, Erzincan.72 Beylikler döneminde ise bu isimlerden farklı olarak Karaman, Kastamonu ve Şehr-i Germiyan (Kütahya) gibi merkezlerde de para darp edilmiştir.73

Selçuklu sultanları kestikleri sikkelerde İslâmî ananelere bağlı kalmayı yeğlemişler ve hilafet makamına olan maddî ve manevî bağlılıklarının bir işareti olmak üzere onların dirhem ve dinar usullerini kendilerine esas kabul etmişlerdir.74

II. Kılıçarslan’ın kestirdiği bakır sikkenin arka yüzüne Gurlularda olduğu gibi Asya milletlerinin sikkelerinde kullanılan eli mızraklı süvari tasviri ilave edilmiştir. Bu tasvir, birkaç Selçuklu sultanının gümüş ve bakır sikkelerinde yer almıştır. Birkaç gümüş ve daha çok bakır sikkelerde tekrarlanan bu tasvir, zaman içerisinde ufak tefek değişikliklere uğramıştır. Muizeddin Kayserşah’ın bakır sikkesinde bu tasvirdeki süvarinin mızrağının önüne bir av hayvanı ilave edilmiş, kardeşi Muğisuddin Tuğrul’un ve Rükneddin Süleymanşah’ın sikkelerinde ise mızrak yerine süvarinin elinde üç çatallı bir teber (balta) tercih edilmiştir.75 En son, yine II. Kılıçarslan’ın oğullarından I. Gıyaseddin Keyhusrev’de rasdığımız tasvirde süvari eli mızraklı olarak nakşedilmiştir.76 Kilikya Ermeni baronlarından Hetum’un Selçuklu Devleti’ne tabiiyeti zamanında kestirmiş olduğu sikkesinde de aynı süvari tasviri eli baltalı olarak görülmektedir.77

II. Gıyaseddin Keyhusrev’e gelindiğinde, sikke üzerindeki tasvirin mahiyetinde esaslı bir değişiklik fark edilmektedir. Bu değişiklik, esasen Fars hükümdarlarından Hüsrev Perviz ile hanımını temsilen eski İran’ın kültürünün bir parçası kabul edilen “Arslan ve Güneş”, (Şîr ve Hurşît) motifinin Selçuklu meskükatında ilk olarak yer alması şeklinde gösterilebilir.78 Bazı kaynakların ifadesine göre II. Gıyaseddin Keyhüsrev, darp ettireceği sikkelerin üzerine çok sevdiği karısı Gürcü Hatun’un ve kendisinin portrelerinin yerleştirilmesini talep etmiş, ancak devlet adamları bu fikri uygun bulmayarak aynı şahsiyetleri Güneş ve Arslan figürleri ile temsil etmeye Sultan’ı ikna etmişlerdi.79 Bu motif, aynı sultanın sikkelerinde küçük ilavelerle tekrar edilmiştir. Bu ilaveler, motifin altına hilal, tek yıldız, üç yıldız, iki alem, veya güneş ışığını ifade eden çizgilerin şekillerindeki farklı görünüm olarak ifade edilebilir.80 Benzer bir motife III. Alaeddin, Keykubâd’ın (1298-1302) sikkelerinin birinde tesadüf etmekteyiz ki burada güneş silinerek yalnız Arslan tasviri yer almıştır. II. Gıyaseddin Keyhusrev’in bir sikkesinde ise ortada güneş, altta ise kuyrukları birbirine dolanmış biçimde iki arslan yer almıştır.81

Uzun zamandan beri Selçuklu meskükatında yer almayan süvari tasvirini, VI. Rükneddin Kılıçarslan tarafından Sivas’ta darp ettirilen bir sikkede tekrar görmekteyiz. II. Kılıçarslan dönemindeki motifin, taklidi olan bu yeni motife küçük ayrıntılar ilave edilmiştir. Meselâ buradaki süvarinin elinde ok ve yay, başı hizasında bir hilal ve atın ayakları arasına denk gelen bölgeye bir çiçek nakşedilmiştir.82

I. İzzeddin Keykavus sikke darbında yeni bir tarz uygulamıştır. Bu şekilde bir tarz değişikliği, daha sonra gelen sultanlar için de bir anane oluşturmuştur. Bu sultanın döneminde yapılan en büyük tarz değişikliği, yazıların sikke yüzeyinde oluşturulan kare bir alan içerisine istiflenmesi olmuştur. Ancak bu yeni tarzın Kuzey Afrika devletlerinden Benî Hafs ve Muvahhitlerden alındığı söylenmektedir. Bu dizayn daha sonraki yıllarda basılan bir çok Selçuklu sikkesinde de taklit edilmiştir.83

Selçuklu sikkelerinde geliştirilen kompozisyonlar, Batı’dan daha çok Doğu özellikleri ortaya koymaktadır. Hem kaligrafik özellikleri hem de monogram yapıları, ayrıca üzerlerinde bulunan değişik varyasyonlar aynı paralelliği göstermektedir.84 I. Alaeddin Keykubâd’a kadar geçen dönemde kesilen sikkelerde hemen hemen tamamen kûfî hatlar kullanılmamıştır. I. Alaeddin Keykubâd ise, yazı stili konusunda bir tarz değişikliğine giderek Arabî (Nesih) ve Kûfî yazılarla donatılmış yeni tarz sikkeler bastırmış, satırlar arasına değişik sayıda yıldız ve çiçekler koydurmuştur.

Sikkelere çoğu kez darp edildiği tarih yazılmıştır. Bu tarihlerden bir kısmı yazılı ibare şeklinde olduğu gibi yalnız rakamlarla gösterildiği de olmuştur; hatta hem yazılı ibare ile hem de rakamla tarihlendirilmiş sikkeler de mevcuttur. Nitekim I. Alaeddin Keykubâd’ın bu şekilde yazı ve rakamla tarihlendirilmiş sikkelerinin bir tanesinde bir yıllık tarih farkı mevcuttur ki bunun sebebi henüz izah edilememiştir. II. Gıyaseddin Keyhusrev’e kadar sikkelerin baskı tarihleri, genellikle nesih yazıyla belirtildiği halde bu dönemden itibaren rakam ve yazı türünün her ikisi de kullanılmış fakat yazılı kısımda nesih yazı kullanıldığı halde rakam kısmında divanî rakamlar denilen (siyakat benzeri) özel işaretler ve özel kısaltmalar yer almıştır. Bu şekilde divanî rakamlar ve kısaltmalar kullanılmak suretiyle bazı sikkelerin üzerine yalnız darp edildiği yıl yazılmamış; hatta ay dahi ilave edilmiştir.85

DİPNOTLAR


1 S. Koca, “Türkiye Selçuklu Devleti Hükümdarlarının Aldıkları ve Kullandıkları Hakimiyet ve Hükümdarlık Sembolleri”, III. Milli Selçuklu Kültür ve Medeniyeti Semineri Bildirileri, 20-22 Mayıs 1993, (Ayrı basım), Konya 1994, s. 151.

2 İbn Bîbî, el-Evâmirül-Alaiyye fi’l-Umûri’l Alaiyye, Tıpkı basım, nşr. A. S. Erzi, Ankara 1956; Selçuk-name, I-II, trc. Mürsel Öztürk, Ankara 1996 s. 56; trc. I, s. 75; C. Cahen, Osmanlılardan Önce Anadolu’da Türkler, trc. Y. Morgan, İstanbul 1979, s. 173; T. Baykara, I. Gıyâseddin Keyhüsrev, (1164-1211), Gazi Şehit, Ankara 1997, s. 59.

3 Gordlevski, Anadolu Selçuklu Devleti, trc. A. Yaran, Ankara 1988, s. 223.

4 Gordlevski, s. 222.

5 T. Baykara, Türkiye Selçukluları Devrinde Konya, Ankara 1985, s. 116.

6 H. Sahillioğlu, “Dinar”, DİA, IX, s. 353; M. Z. Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü I, İstanbul 1993, s. 451.

7 İsmail Galip, Takvim-i Meskükât-ı Selçukiyye, İstanbul 1309, s. 38.

8 S. Koca, “Türkiye Selçuklularında Ekonomik Politika”, Erdem, 8/23”, s. 404.

9 H. Erkiletlioğlu-O. Güler, Türkiye Selçuklu Sultanları ve Sikkeleri, Kayseri 1996, Erciyes Ün. Yay., s. 49.

10 H. Erkiletlioğlu-O. Güler, a.g.e., s. 70.

11 H. Erkiletlioğlu-O. Güler, a.g.e., s. 87.

12 İbn Bîbî, s 233; Yazıcızade, Tevarih-i Al-i Selçuk, (İbn Bibi’nin eserinin Osmanlıca çevirisi), nşr. MTH. Houstma; (Historide Des Selijoucides D’Asie Minure D’apres İbn Bibi. Texte turcpublie, dapres Les Mss. De leide et de Paris Leiden 1902. ) s. 225; “Sikke-i Alâî” ve “Sikke-i Keykubadî” ifadeleri için Bkz. S. Koca, Ekonomik Politika”, s. 475; Ay. Müe., Hükümdarlık Sembolleri, s. 52.

13 H. Erkiletlioğlu-O. Güler, a.g.e., s. 98-99.

14 İ. Galip, Takvim-i Meskükât-ı Selçukıyye, İstanbul 1309, s. 38.

15 İ. Galip, a.g.e., s. 47; H. Erkiletlioğlu-O. Güler, a.g.e., s. 122-123.

16 İ. Artuk, “II. Keyhusrev’in Üç Oğlu Adına Kesilen Sikkeler”, Malazgirt Armağanı, Ankara 1993, s. 269 vd.

17 İ. Galip, a.g.e., s. 81.

18 H. Erkiletlioğlu-O. Güler, a.g.e., s. 148, 164, 181, 185, 208-209, 239, 255.

19 H. Sahillioğlu, “Dinar”, s. 354.

20 C. Cahen, a.g.e., s. 316.

21 Beyliklerde az da olsa altın sikke darbı denenmiş olduğu bilgisi şifahi rivayetlere dayanmaktadır. Günümüzde mevcut olan sikke kataloglarına henüz aksetmemiştir.

22 O. Turan, “Selçuk Türkiyesi ve Dünya Ticareti”, Türk Yurdu, 50/10”, s. 6.

23 O. Turan, a.g.e., s. 6.

24 C. Cahen, a.g.e., s. 316.

25 İ. Galip, a.g.e., s. 7.

26 İ. Galip, a.g.e., s. 41.

27 S. Koca, “Ekonomik Politika”, s. 152; Ay. Müe., Sultan I. İzzeddin Keykavus (1211-1220), Ankara 1997, s. 82.

28 İbn Bîbî, s 361; Yazıcızade, asıl metinde “Aded-i Sultânî” şeklinde geçen ifadeyi “Sultanî Akçe” şeklinde beyan etmektedir. Fakat Alaaddin Keykubat zamanında gümüş paraya henüz “Akçe” denilmeye başlandığı kanaatinde değiliz. Bkz. s. 222.

29 M. Akdağ, Türkiye’nin İktisadi ve İctimai Tarihi I, (1243-1453), İstanbul, 1995., s. 363.

30 İ. Artuk, a.g.m., s. 269.

31 M. Akdağ, s. 363.

32 M. Akdağ, s. 363.


33 Akrasayi, s. 221; trc., s. 274.

34 İ. Galip, a.g.e., s. 39.

35 Gordlevski, s. 223.

36 Z. V. Togan, “Reşideddin’in Mektuplarında Anadolu’nun İktisadi ve Medeni Hayatına Ait Kayıtlar”, İFM XI, (1955)., s. 6, 7.

37 M. Akdağ, a.g.e., s. 365.

38 S. Koca, “Hükümdarlık Sembolleri”, s. 151.

39 Ömerî, Mesalikü’l Ebsar fi Memalikü’l-Emsar, nşr. F. Teaschner, Leipzig 1929 s. 20.

40 Z. V. Togan, “Moğollar Devrinde Anadolu’nun İktisadi Vaziyeti I”, Türk Hukuk ve İktisat Tarihi Mecmuası I, (İstanbul 1931), s. 18.

41 A. Temîr, Kırşehir Emiri Cacaoğlu Nureddin’in 1272 Tarihli Arapça-Moğolca Vakfiyesi, Ankara 1989., s. 156, nu. 1.

42 M. Akdağ, a.g.e., s. 363.

43 Z. V. Togon, a.g.m., s. 10.

44 B. Spuler, İran Moğolları, trc. Cemal Köprülü, Ankara 1987, s. 330.

45 Z. V. Togan, a.g.m., s. 10.

46 Z. V. Togan, a.g.m., s. 4.; C. Cahen, a.g.e., s. 316; H. Sahillioğlu, “Dirhem”, s. 354, 371.

47 B. Spuler, a.g.e., s. 330.

48 Z. V. Togan, a.g.m., s. 2.

49 B. Spuler, a.g.e., s. 332.

50 Z. V. Togan, a.g.m., s. 12.

51 Ömerî, s. 19; O. Turan, “Dünya Ticareti”, s. 6; K. V. Gül, Anadolu’nun Türkleştirilmesi ve İslamlaştırılması, İstanbul, 1971, s. 218.

52 M. Akdağ, a.g.e., s. 365 vd.

53 Bu sikkeler için bkz. İ. Galip, a.g.e., s. 111 vd.; C. Cahen, a.g.e., s. 317.

54 Venedik’te basılan altın paraya duka, Florasnsa’da basılana Flori denmektedir. Aydınoğullarının taklit ettikleri Napoli Krallığı’nın parası ise gümüştü.

55 W. Heyd, Yakın Doğu Ticaret Tarihi, trc. E. Z. Karal, Ankara 1975, s. 607, 609; T. Baykara, Aydınoğlu Gazi Umur Bey (Paşa), Ankara 1990, s. 81.

56 H. Akın, Aydınoğulları Tarihi Hakkında Bir Araştırma, Ankara 1968, s. 50, 121.

57 P. Wittek, Menteşe Beyliği, çev. O. Ş. Gökyay, Ankara 1986, s. 154.

58 P. Wittek, a.g.e., s. 69.

59 H. Sahillioğlu, “Dirhem”, s. 370.

60 İ. Artuk, “Fels”, DİA, XII, s. 310.

61 H. Erkiletlioğlu-O. Güler, a.g.e., s. 42.

62 S. Koca, “Ekonomik Politika”, s. 474.

63 İ. Galip, a.g.e., s. 2, 5.

64 Mangır kelimesi Moğolca olup, Moğol döneminden itibaren bakır sikkeler için kullanılmaya başlanmıştır.

65 İ. Galip, a.g.e., s. 8, 18, 24, 40.

66 Eflakî II, Menakıbu’l-Arifîn, nşr. Tahsin Yazıcı; trc. Ankara 1980, s. 629; trc. Tahsin yazıcı, Ariflerin Menkıbeleri, II, İstanbul 1989, s. 48; Gordlevski, s. 234. Ankara 1980; trc. Tahsin yazıcı, Ariflerin Menkıbeleri, I-II, İstanbul 1989.

67 F. Köprülü, “Anadolu’da Türk Medeniyeti”, Milli Tetebbular Mecmuası, II/5, (İstanbul-1331), s. 211.

68 İ. Galip, a.g.e., s. 76; H. Erkiletlioğlu-O. Güler, a.g.e., s. 28; İ. Artuk, a.g.m., s. 286.

69 İ. Galip, a.g.e., s. 72.

70 İ. Galip, a.g.e., s. Giriş.

71 İ. Galip, a.g.e., s. Giriş; H. Erkiletlioğlu-O. Güler, a.g.e., s. 5 vd; S. Koca, “Hükümdarlık Sembolleri”, s. 149.

72 S. Koca, a.g.m., s, 474.

73 İ. Galip, a.g.e., s. Giriş; H. Erkiletlioğlu-O. Güler, a.g.e., s. 29-34.

74 C. Cahen, a.g.e., s. 173; Oysa aynı dönemlerde Artukoğulları, Danişmendiler, Atabekler gibi Selçuklulara komşu devletler İslâmî geleneğe riayet etmiyorlardı. Bu devletler ağırlıklı olarak Hıristiyan ülkelerinin sikke geleneğini kendilerine örnek almış bulunuyorlardı; Bkz. İ. Galip, a.g.e., s. 6; C. Cahen, a.g.e., s. 172 vd.

75 İ. Galip, a.g.e., s. 8, 11, 13, 17; H. Erkiletlioğlu-O. Güler, a.g.e., s. 49.

76 T. Baykara, Gıyaseddin, s. 56.

77 H. Erkiletlioğlu-O. Güler, a.g.e., s. 128-129, 143.

78 İ. Galip, a.g.e., s. 51, 53.

79 Cenâbî, El-Eylemü’z-Zahir, (Anadolu Selçuklularıyla ilgili kısmı nşr. Muharrem Kesik), basılmamış yüksek lisans tezi, İstanbul 1994, s. 22; Ahmed b. Mahmut, Selçukname II, nşr. E. Merçil, İstanbul 1977, s. 155.

80 İ. Galip, a.g.e., s. 43, 47.

81 İ. Galip, a.g.e., s. 97; H. Erkiletlioğlu-O. Güler, a.g.e., s. 133.

82 İ. Galip, a.g.e., s. 63-64.

83 İ. Galip, a.g.e., s. 24; H. Erkiletlioğlu-O. Güler, a.g.e., s. 23.

84 H. Erkiletlioğlu-O. Güler, a.g.e., s. 22, 26-27.

85 İ. Galip, a.g.e., s. 38, 39, 55, 94.
XIV. Yüzyılda Anadolu’da

Uç Beyliklerinin Siyasî ve

İktisadî Faaliyetleri

Dr. Cafer ÇİFTÇİ

Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye

0


ç tâbiri Türkçe sınır, hudut manasındadır. Uç beylikleri ise, Bizans sınırlarına başlangıçta sınır muhafızları olarak yerleştirilen Türkmen kitlelerin, sonradan bağımsızlıklarını kazanmaları ile oluşturdukları küçük devletçiklerdir. Sinop ve Kastamonu’dan Antalya’ya kadar uzanan sınır hattı üzerinde kurulan Uç beylikleri, coğrafî konumları itibarıyla kısa sürede güçlenerek, Anadolu’da gerçekleşen iktisadî faaliyetlerde önemli rol oynamışlardır.

Uç Beyliklerinin Ortaya Çıkışı

ve Dönemin Siyasî Gelişmeleri

Anadolu’nun bir Türk yurdu olmasında etkili olan göçler, XI. yüzyıldan itibaren başlamıştır.1 Büyük Selçuklu Devleti’nin2 kuruluş yılı olan 1040’tan itibaren, Türkmenler Anadolu’ya keşif akınları yapmışlar ve Bizans mukavemetini kırmaya çalışmışlardır. Maveraünnehir’den3 gelen kalabalık Türkmen göçleri karşısında Selçuklu Devleti, yurt bulmak ve sürülerini beslemek zorunda olan Türkmen boylarını, Anadolu’ya sevk etmeye çalışmış, onlara yeni topraklar göstermiştir.4 1071 Malazgirt Savaşı ile Bizans ordusunun Türkler tarafından yenilgiye uğratılması, Anadolu’nun tarihinde yeni bir dönemi başlatmış, çeşitli Türk boyları beylerinin önderliğinde bu yeni topraklara gelerek, uzun süren mücadeleler neticesinde değişik bölgelere yerleşmişlerdir. Bir süre sonra ise, Anadolu topraklarında Anadolu Selçuklu Devleti adı altında güçlü bir devlet ortaya çıkmıştır.

Anadolu’ya Orta Asya’dan yapılan Türkmen göçleri, Anadolu Selçuklu Devleti zamanında da devam etmiştir. Doğudan gelen Türkmen kitleleri, Anadolu Selçuklu hükümdarları tarafından değişik bölgelere iskân ettirilmiştir. Devletin izlediği temel politika; büyük ve kuvvetli aşiretleri parçalara ayırarak birbirinden uzak sahalara sevk etmekti ki, bu amaç, kuvvetli bir aşiretin beyleri liderliğinde devlete karşı yapacakları herhangi bir isyanı önlemek içindi. Yani izlenen politika parçalayarak iskân metodu idi.5


Yüklə 8,92 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   71   72   73   74   75   76   77   78   ...   178




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin