mürg-i rûz Güneş.
mürg-i seher bülbül.
mürg-i seher-hân (sabah kuşu) bülbül; horoz.
mürg-i sidre Cebrail Aleyhisselâm.
mürg-i subh (sabah kuşu) bülbül.
mürg-i Süleyman çavuşkuşu. (bkz: hüd-hüd).
mürg-i şeb-âheng, mürg-i şebhân, mürg -i şeb-hîz bülbül.
mürg-i şeb-âvîz ishak kuşu. (bkz: mürg-i hakk-gû).
mürg-i şeb ü rûz Ay ve Güneş.
mürg-i tarab 1) hanende, şarkı okuyucu; 2) bülbül; 3) güvercin.
mürg-i zebânek bot. kuşdili denilen bitki.
mürg-i zer Güneş.
mürg-i zîrek, mürg-i zîrek-sâr (anlayışlı kuş) sığırcık kuşu.
mürg-i zerrin sülün.
mürg-i zerrîn-bâl Güneş.
mürg-i zerrîn-per Güneş.
mürg-âb (f.b.i.) 1. su kuşu. 2. ördek. 3. kurbağa, (bkz: dıfda1, guk).
mürgak ("ga" uzun okunur, f.i.) muz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış bir numunesi yoktur.
mürgan ("ga" uzun okunur, f.i. mürg'in c.) kuşlar, (bkz: tuyûr).
mürgan-ı arş ("ga" uzun okunur) büyük melekler.
mürgan-ı sidre büyük melekler.
mürgane ("ga" uzun okunur, f.i.) kuş yumurtası.
mürgane ("ga" uzun okunur, f.zf.) kuşlar gibi, kuşlara yakışacak şekilde.
mürg-bâz (f.b.i.) kuşçu, kuş yetiştiren, (bkz: kuş-bâz).
mürg-dil (f.b.s.) "kuş yürekli" tavşan yürekli, korkak.
mürgek (f.i.) kuşcağız, küçük kuş.
mürg-endâz (f.b.s.) bir büyük lokmayı çiğnemeden yutan.
mürg-zâr (f.b.i.) kuş yatağı, kuşu bol olan yer.
mürg-zâr-ı ukbâ cennet.
mürhiye (a.i.) hafif müshil.
mürîb (a.s.) şüphelendirici, şüpheli.
mürîd (A.s. revd'den. c. mürîdân) 1. irâde eden, emreden, buyuran. 2. i. bir şeyhe bağlı olan kimse.
mürîdân (a.s. mürîd'in c.) 1. irâde edenler, emredenler, buyuranlar. 2. i. bir şeyhe bağlı olan kimseler, (bkz. müredâ').
mürîd-âne (a.f.zf.) mürîd olana yakışacak yolda.
mürîdiyyet (a.i.) mürit olma durumu, müritlik.
mürkıd (a.i.) uyutucu ilâç.
mürr (a.s.) acı. (bkz: telh).
El-hakku mürrün doğru söz acıdır.
mürrâne (a.i.) süngü.
mürsel (a.s. resel'den. c. mürselîn) 1. irsal olunmuş, gönderilmiş, yollanılmış. 2. peygamber. 3. salıverilmiş saç. 4. i. g. s. bir yazı sitili.
Seyyidü'l-mürselîn "gönderilenlerin büyüğü, ulusu olan" Hz. Muhammed.
mürselü'n-ileyh huk. 1) ona gönderilen; 2) söz kendisine tebliğ olunan kimse; 3) nakliyat mukavelesi gereğince malı tesellüm etmeye yetkili kimse.
mürselât (a.i. mürsele'nin c.) 1. irsal olunan, gönderilen şeyler. 2. melekler. 3. Kur'ân-ı Kerîm'in 77 nci sûresi. [Mekke devrinde nazil olmuştur, 50 âyettir].
mürsele (a.i.) 1. mektup, kâğıt, pusula. 2. gönderilen şey.
mürselîn (a.s. mürsel'in c.) peygamberler.
mürselün ileyh (a.b.s.) kendisine bir şey gönderilmiş olan.
mürsil (A.s. resel'den) 1. irsal eden, gönderen, yollayan. 2, resul (peygamber), elçi gönderen.
mürsil-i mektub mektup gönderen.
mürsile (a.s. resel'den) ["mürsil"in müen.]. (bkz. mürsil).
mürşid (a.s. rüşd'den. c. mürşidin) 1. irşâdeden, doğru yolu gösteren, kılavuz. 2. i. tarikat pîri, şeyhi [müridlerine yol gösterdiği için]. 3. gafletten uyandıran.
mürşid-i a'zam Hz. Muhammed.
mürşid-i dana çok bilen, çok anlayışlı (mürşit).
mürşid-i kâmil tas. Hakk'a kavuşmuş, "fenâfıllâh" mertebesine ulaşmış.
mürşid-i Rûm Anadolu'nun mürşidi, Hz. Mevlânâ.
mürşid-âne (a.f.zf.) mürşid olana yakışır surette.
mürşide (a.s. rüşd'den) 1. ["mürşid"in müen.]. (bkz. mürşid). 2. i. kadın adı.
mürşidin (a.s. ve mürşid'in c.) mürşitler, doğru yol gösterenler; pirler.
mürtagib (a.s. rağbet'den) irtigabeden, rağbet eden, istek gösteren.
mürtakî (a.s. raky'den) 1. irtika eden, yukan çıkan, yükselen. 2. ilerleyen, (bkz: müterakkî, müteâlî, mütesâid).
mürtebit (a.s. rabt'dan) 1. irtibat eden, bağlanan. 2. ilgili, bağlantılı.
mürtecâ (a.s. recâ'dan) irtica olunmuş, umulmuş, ümîd edilmiş.
mürtecel (a.s. recl'den) irticalen, hemen, düşünmeden söylenilmiş söz veya şiir.
mürteci (a.s. recâ'dan) irtica eden, umucu, uman, ümitli.
mürteci' (a.s. rücû'dan) 1. irtica eden, geri dönen. 2. gerilik, geriye dönmek taraflısı, fr. reactionnaire.
mürtecil (a.s.) hazırcevap, irticalen, düşünmeden hemen şiir veya söz söyleyen.
mürtecil-âne (a.f.zf.) irticalen söz veya şiir söyleyene yaraşır surette.
mürtecile (a.s.) ["mürtecil" in müen.]. (bkz: mürtecil).
mürtecilen (a.zf.) düşünmeden, hemen söz veya şiir söyleyerek.
mürtecim (a.i.) birbiri üzerine istiflenmiş.
mürtedd (a.s. redd'den) irtidâdeden, islâm dîninden dönen.
mürtedi' (a.s.) irtidâ eden, yasak olan şeylerden kaçınan.
mürtedif (a.s. redfden) irtidâf eden, ardına düşen, arkasından giden.
mürtefi', mürtefia (a.s. refden) irtifa eden, yükselen, yükselmiş, yüksek; yüce.
Cibâl-i mürtefia yüksek dağlar.
mürtefî arazî coğr. yüksekel, alm. Hochland.
mürtefi' olmak kaybolmak.
mürtefid (A.s. irtifâd'dan) irtifâdeden, kazanan, edinen.
mürtehaf (a.i.) hastalığı şaşırtan tedavi usulü.
mürtehen (a.s. rehn'den) rehin olarak alınan, ipotek edilen.
mürtehil (a.s. rıhlet'den) 1. irtihâl eden, dünyâdan göçen, ölen. 2. göç eden.
mürtehin (a.s. rehn'den) rehin olarak, ipotek olarak alan.
mürtehis (a.s.) irtihâs eden, ucuz sayan.
mürtehiz (a.s.) irtihâz eden, rezîl olan.
mürteî (a.s. ra'y'dan) 1. irtiâ eden, otlayan. 2. kırda dolaşan.
mürteib (a.s. ru'b'dan) irtiâbeden, korkan.
mürteid (a.s. ra'd'den) irtiâdeden, korkup titreyen, (bkz: mürteiş, ra'şedâr).
mürteiş (a.s. ra'ş'den) irtiâş eden, titreyen, (bkz: mürteid).
mürteişe (a.s.) ["mürteiş" in müen.]. (bkz: mürteiş).
mürtekıb (a.s. rakb'dan) irtikabeden, bekleyen, göz hapsine alan. (bkz: müterakkıb).
mürtekış (a.s.) irtikaş eden, savaşta birbirine giren, karmakarışık olan.
mürtekib (a.s. rükûb'dan. c. mürtekibîn) irtikabeden, kötü, yakışıksız iş yapan; rüşvet alan, rüşvet yiyen, (bkz. mürteşî).
mürtekibân (a.s. mürtekib'in c.). (bkz: mürtekibîn).
mürtekibîn (a.s. mürtekib'in c.) irtikâbedenler, kötü, yakışıksız iş yapanlar, rüşvet alanlar, rüşvet yiyenler.
mürtekiz (a.s. rekz'den) yerli yerinde, dikili duran, sağlam duran.
mürtemî (a.i.) keşif kolu, karakol.
mürtes (a.i.) huk. harpte yaralanıp harp meydanı dışına nakledildikten biraz sonra ölen islam mücâhidi.
mürtesem (a.s. resm'den) 1. resmo-lunmuş, resimlenmiş. 2. mat. izdüşüm.
mürteseme (a.s. resm'den) ["mürtesem" in müen.]. (bkz: mürtesem).
mürtesih (a.s.) sağlam ve sabit olan.
mürtesim (a.s. resm'den) irtisam eden, resmi çıkan.
mürtess (a.s.) irtisâs etmiş, duyulmuş, işitilmiş, (bkz: mesmû', şayi').
mürteşî (a.s. rişvet'den) irtişa eden, rüşvet alan. (bkz: mürtekib, müsterşî).
mürteşif (a.s. reşfden) yudum yudum içen.
mürtesih (a.s. reşh'den) süzülmüş, (bkz: mürevvak).
mürtevî (a.s.) irtivâ etmiş, suya kanmış.
mürtezık (a.s. nzk'dan) rızıklanan, azıklanan.
mürtezika (a.i. nzk'dan) ulufe (maaş) sahipleri.
mürûc (a.i. merc'in c.) çayırlar, çayırlıklar.
mürûdet (a.i.) son derece taşkınlık, âsîlik, dikbaşlılık gösterme.
mürur (a.i. merr'den) 1. geçme, bir yandan girip öteyandan çıkma. 2. geçip gitme. 3. sona erme.
mürûr-ı bâlâ astr. yıldızların meridyenden en büyük yükseklikteki geçişi, üstgeçiş, fr. culmination superieure.
mürûr-ı eyyam günlerin geçip gitmesi.
mürûr-i süflâ astr. Kutup yıldızı aslında "ephemeride" denilen bir münhanî (*eğri) çizerek hareket etmekte iken, bu eğri astronomlarca pratik maksatlarla bir elips olarak kabul edilmiştir. Hakikî kuzey (pöle) bu elipsin büyük ve küçük çaplarının kesişme noktasındadır. Polaris (Kutup yıldızı) elipsin küçük çapının altında bulunduğu anda mürûr-i süflâ'dadır. [elipsin büyük çapı, hatt-ı istiva (ekvator) düzlemine paraleldir].
mürûr-i ulyâ astr. *yücelim. Kutup yıldızı aslında "ephemeride" denilen bir münhanî (*eğri) çizerek hareket etmekte iken, bu eğri astronomlarca pratik maksadarla bir elips olarak kabul edilmiştir. Hakîkî kuzey (pöle) bu elipsin büyük ve küçük çaplarının kesişme noktasındadır. Polaris (Kutup yıldızı) elipsin küçük çapının üstünde bulunduğu anda mürûr-i ulyâ'dadır. [elipsin büyük çapı hatt-ı istiva düzlemine paraleldir].
mürûr-i va'de-i yâr sevgilinin verdiği sözün geçip gitmesi.
mürûr-i zemân huk. zaman aşımı, bir dâvanın açılması veya bir hükmün yerine getirilmesi için kanunen muayyen, belli olan zamanların geçmesi, f r. prescription.
mürûriyye (a.i. mürûr'dan) geçmelik, bir köprüden, bir yabancı ülkeden geçerken verilen para.
mürüvvet (a.i. mer'den) 1. insaniyet, mertlik, yiğitlik. 2. cömertlik, iyilikseverlik. 3. kadın adı.
mürüvveten (a.zf.) insanca, mertlik ve yiğitlikle.
mürüvvet-mend (f.b.s.) 1. insaniyetli. 2. cömert, iyiliksever.
mürvârîd (F.i.) inci. (bkz: dürr, lü'lü).
müsâadât (a.i. müsâade'nin c.) 1. yardımlar. 2. izinler.
müsâade (a.i. su'ûd'dan. c. müsâadât) 1. yardım, (bkz: muavenet). 2. izin. 3. elverişli bulunma, [şiirde "müsâadet" şeklinde de kullanılır].
müsâade-kâr (a.f.b.zf.) uysal davranan, zorluk çıkarmayan, hoşgörü sahibi.
müsâade-kârî (a.f.b.i.) uysal davranma, zorluk çıkarmama, hoşgörürlük.
müsâafe (a.i. afv'den). (bkz. müsâade, müsamaha), fr. tolerence.
müsâb (a.s. sevâb'dan) sevap kazanmış, sevap kazanan.
müsabaka (a.i. sebk'den) birbirinden ileri olmaya, birbirini geçmeye çalışma.
müsâbakat (a.i.) yanş, yarışma.
müsâberet (a.i. sabr'dan) 1. devamlı, sürekli olarak uğraşma. 2. bir şey yapmaya hemen girişme, (bkz: mübâderet).
müsabık (a.s. ve i. sebk'den) yanşan, yanşçı, müsabakaya katılan kimse.
müs'ad (a.s.) is'âd edilmiş, bahtiyar, mes'ut, mutlu kılınmış.
müsâdefe, müsâdefet (a.i. sudûfdan) tesadüf etme, rastgelme.
müsâdemât (a.i. müsâdeme'nin c.) çarpışmalar, tokuşmalar. .
müsademe (a.s. sadm'den. c. müsâdemât) 1. çarpışma, tokuşma, birbirine çarpma.
müsâdeme-i bahriyye aşk. denizde çarpışma.
müsâdeme-i sefâin gemilerin çarpması. "Bârika-i hakikat müsâdeme-i efkârdan çıkar." (N. Kemâl) hakikat şimşeği, hakikatin ışığı, fikirlerin çarpışmasından çıkar. 2. silâhlı çarpışma.
müsâderât (a.i. sudûr'dan. müsâ-dere'nin c.) müsadereler, yasak şeylerin kanuna uyglın olarak alınmaları, zoralımları.
müsadere (a.i. sudûr'dan. c. müsâderât) 1. Tanzimat'tan önce, herhangi kabahatli bir kimsenin malının hükümetçe, pâdişâh adına zaptedilmesi. 2. memnu, yasak bir şeyin kanuna uygun olarak zabtı, fr. confiscation.
müsadere ale'l-matlûb mant. *savı kanmama, bir şeyi yine kendisiyle delil göstermeye kalkma işi.
müsadif (a.s. sudûfdan) tesadüf eden, rastlayan, rastgelen.
müsâf (a.i. mesâfe'nin c.) mesafeler, uzaklıklar.
müsâfât (a.s.) 1. birbirine kötü muamele etme. 2. hastayı tedâvî etme.
müsâferet (a.i. sefer'den) 1. seyahat, yolculuk. 2. misafirlik, konukluk.
müsâfereten (a.zf.) misafir olarak.
müsâfir (a.i. sefer'den. c. müsâfırîn) 1. misafir, yoldan gelen, yolcu, (bkz: ibn-üs-sebîl). 2. yolculuk sırasında birinin evine inen konuk, (bkz: mihmân, dayf). 3. komşuya giden kimse. 4. hek. gözün saydam tabakasında herhangi bir sebepten dolayı meydana gelen beyaz leke.
müsâfir-hâne (a.f.b.i.) 1. yolcu konağı, otel. 2. mec. (bu) dünyâ.
müsâfirîn (a.i. sefer'den. müsâfir'in c.) 1. yolcular. 2. misafirler, konuklar.
müsâfir-perver (a.f.b.s.) konuksever.
müsâg (a.s. sevg'den) isâga olunmuş, boğazdan kolaylıkla geçirilmiş, kolay yutulmuş.
müsâg (a.i. isâga'dan) akıtılmış, kalıba dökülmüş olan.
müsâhele (a.i. sehl'den) 1. incelik ve uysallık gösterme. 2. kolaylık gösterme. 3. kolay sanma.
müsâhele-kâr (a.f.b.s.) 1. incelik ve uysallık gösteren. 2. kolaylık gösteren. 3. kolay sanan.
müsâhele-kârâne (a.f.zf.) nezâket ve uysallık gösterene yaraşır yolda.
müsâheme (a.i. sehm'den) kur'a çekme.
müsâhere (a.i. seher'den) gece uyu-yamayıp uyanık durma.
müsahhan (a.s. sahan ve suhûnet'-den) teshin edilmiş, ısıtılmış, kızdırılmış.
müsahhar (a.s. sihr ve sehhar'dan) büyülenmiş, büyülü; büyü ile aldanmış.
müsahhar (a.s. sihriyy'den) 1. teshir olunmuş, elde edilmiş, ele geçirilmiş. 2. tutkun, itaat etmiş, boyun eğmiş. 3. huk. Vekîli
müsahhar maznun (sanık) için mahkemece tâyin olunan avukat.
müsahhir (a.s. sihriyy'den) teshîr eden, ele geçiren.
müsâhim (A.s. sehm'den) kur'a atan, kur'a çeken.
müsâid (a.s. süûd'dan) 1. yardım eden. 2. elverişli, uygun, (bkz. muvafık). 3. müsâade eden, izin veren.
Gayr-i müsâid elverişsiz; müsâade vermeyen.
müsâif (a.s.) müsâafe eden, iş bitiren, uygunluk gösteren.
müsâkat ("ka" uzun okunur, a.i. sevk'den) fık. meyvasının bir kısmını almak şartıyla bir bağı veya ağaçlan birine verme.
müsâkata (a.i. sukut'dan) 1. düşürme. 2. peyderpey düşürme.
müsakkab (a.s.). (bkz: musakkab).
müsakkaf (a.s. sakfdan. c. müsakkatât) taskîf edilmiş, tavanlanmış, üstü tavanla onulmuş, tavanı, damı olan.
musakkafa (a.s.) ["masakkaf"in müen.]. (bkz. musakkaf)
müsakkafât (a.s. sakfdan. müsakkaf in c.) müsakkaf olan, üzeri dam ile örtülü olan yerler [ev, han, dükkân., gibi]
musakkal (a.s. sıkal ve sıklet'den) ağırlandırılmış, ağırlandırılan.
müsakkıl (a.s. sıklet'den) sakil kılan, ağırlaştıran.
müsakkib (a.s. sakb'dan) teskibeden, delen.
müsâl (a.i.) sakal, (bkz: lihye).
müsâlaha (a.i. sulh'den. c. müsâla-hât) 1. barışma, uzlaşma.
Akd-i müsâlaha barış antlaşması. 2. barış, güvenlik, (bkz: müsâlemet).
müsâlâha-nâme (a.f.b.i.) barış andlaşması.
müsâlebe (a.i. selb'den) yağma, talan.
müsâlefe (a.i. selef den) 1. biriyle birlikte seyretme. 2. bir mes'elede berâberleşme. 3. birine yol arkadaşı olma. 4. ileri geçme, ileride, önde bulunma [birinden].
musâleme, müsâlemet (a. i. silm'den) barış içinde olma, banşlık, barışıklık, (bkz: müsâlâha2) .
müsâlemet-kâr (a.f.s.) barışçı.
müsâlemet-üslûb (a.b.s.) barışseverce, barışçıya yaraşır yolda.
müsâlif (a.s. selef den) 1. biriyle beraber seyreden. 2. beraber olan, beraberleşen [bir işde-]. 3. yol arkadaşı. 4. ilerde, önde bulunan [birinden-].
müsâlih (a.s. sulh'den). (bkz. musâlih).
müsamaha (a.i. semâhat'den. c. müsâmahat) 1. görmemezliğe gelme, göz yumma, hoş görme. 2. aldırış etmeme. 3. savsaklama.
müsâmaha-kâr (a.f.b.s.) 1. görmezliğe gelen, göz yuman, hoş gören. 2. aldırış etmeyen. 3. savsaklayan.
müsâmaha-kârâne (a.f.zf.) 1. görmemezliğe gelerek, göz yumarak, hoş görerek. 2. aldırış etmeyerek. 3. savsaklayarak.
müsâmahat (a.i. semâhat'den. müsâmaha'nın c.) göz yummalar, hoş görmeler, aldırış etmemeler.
müsâmerât (a.i. müsâmere'nin c.) akşam, gece toplantıları, eğlenceleri.
müsaitlere (a.i. semr'den c. müsâmerât) 1. akşam, gece toplantısı, eğlencesi. 2. okullarda talebeler tarafından oynan piyes.
müsâmih (a.s. semâhat'den) göz yuman, hoş gören, aldırış etmeyen.
müsânât (a.i.) yıllık iş görme.
müsânede, müsânedet (a.i.) yardım etme, arka çıkma.
müsâneha (a.i. sünûh'dan) sânih olma, akla, hatıra gelme.
müsânehe (a.i.). (bkz. müsânât).
müsâraat (a.i. sür'at'den) 1. sür'at ve acele etme. 2. teşebbüs, girişme.
müsâraaten (a.zf.) sür'atli, acele olarak.
müsâraka (a.i. sirkat'den). (bkz.müsarakat).
müsârakat (a.i. sirkat'den) çalma, hırsızlık.
müsavat (a.i. seviyy'den) müsâvîlik, * eşitlik, aynı halde ve derecede olma.
müsâvâten (a.zf.) müsâvî, eşit olarak.
müsâvât-perver (a.f.b.s.) eşitliği seven, eşitlik isteyen.
müsâtere (a.i. setr'den) 1. örtünme. 2. örtme.
müsâveme (a.i. sevm'den) pazarlık etme.
müsâvî (a.s. seviyy'den) 1. eşit, denk, birinin ötekinden farksız olanı, aynı halde ve derecede bulunan. 2. mat. eşit (=) işareti.
müsâvi'ş-şekl kim. eşbiçimli, fr. iso-morphe.
müsavim (a.s. sevm'den) sıkı pazarlık eden.
müsavim bi'n-nazar huk. [eskiden] görmek veya göstermek üzere aldığı malı götüren kimse.
müsavim bi'ş-şirâ huk. [eskiden] iştira etmek üzere aldığı malı götüren kimse.
müsâyefe (a.i. seyfden) birbirine kılıç çekme, birbirine kılıçla vurma.
müşavere (a.i. seyr'den) yol arkadaşı olma [birine].
müsbet, müsbete (a.s. sübût'-dan) 1. tesbît edilmiş, delîl gösterilmiş. 2. gr. olumlu. 3. fiz., mat. pozitif, fr. positif.
Ulûm-ı müsbete pozitif ilimler. 4. meç. gerçek, doğru, yararlı olanı yapan veya arayan.
müsbet aded mat. artı sayı.
müsbet cihet astr. pozitif yön.
müsbig (a.s.) isbâg edici, tamamlayıcı.
müsbit, müsbite (a.s. sübût'dan) isbât edici, eden.
Evrak-ı müsbite delil, vesika olabilir kâğıtlar.
müsbit (a.i.) yara ve hastalıktan dolayı pek halsiz kalan.
müsebba' (a.s. seb'den) 1. yedili, yedi kısımdan meydana gelen. 2. geo. yedigen, fr. heptagone. 3. ed. her beytine aynı vezinde ve tek sayılı mısraıyle aynı kafiyede beş mısra ilâve edilen gazel, kasîde.
müsebbaa (a.i.) 1. yedi kere okunması gereken dua. 2. s. [müsebba'nın müen.]. (bkz: rriüsebba').
müsebbeb (a.s. sebeb'den) sebebo-lunarak meydana getirilen.
müsebbet (a.s. sübût'dan) tespît olunmuş, sabit kılınmış.
müsebbib (a.s. sebeb'den) 1. sebebo-lan. 2. îcâdeden.
müsebbibü'l-esbâb, müsebbib-i hakîkî Cenâb-ı Hak.
müsebbibe (a.s.) ["müsebbib" in müen.]. (bkz: müsebbib).
müsebbih (a.s. sebh ve sibâhet'den c. müsebbihân) tesbîh eden, subhânallah diyen.
müsebbiha (a.i.) 1. şahadet parmağı, sağ elin ikinci parmağı. 2. s. ["müsebbih" in müen.]. (bkz: müsebbih).
müsebbihân (a.s. müsebbih'in c.) tesbîh edenler, subhânallah diyenler.
müsebbihân-ı felek melekler.
müsebbihân-ı melei'l-a'lâ melekler.
müsebbih-âne (a.f.zf.) tesbîh ederek, subhân'Allah diyerek; subhân'Allah diyene yaraşır yolda.
müsebbibin (a.i. müsebbih'in c.) (bkz: müsebbihân).
müsebbit (a.s. sübût'dan) tesbît edici, sabit kılan, devamlı kılan.
müsebbitü'l-levn kim. mordan, fr. mor-dant.
müsebbitât (a.i.c.) dondurucu, uyuşturucu, bayıltıcı ilâçlar.
müsebbite (a.s.) ["müsebbit" in mü-en]. (bkz: müsebbit).
müsecca', müseccaa (a.s. sec'den) ed. seci'lendirilmiş, cümlelerinin sonu kafiyeli olan [söz, nesir],
ibâre-i müseccaa seci'li, kafiyeli söz.
müseccel, müseccele (a.s. secl'den) 1. tescîl edilmiş, sicile, deftere geçirilmiş. 2. mahkeme defterine geçirilmiş.
Vukuât-ı müseccele sicile, mahkeme defterine geçirilmiş vukuat.
müseccil (a.s. secl'den) 1. tescîl e-den, sicile, deftere geçiren. 2. mahkeme defterine geçiren.
müsedded (a.s. sedâd'dan) teşdide-dilmiş, uzunluğuna doğrultulmuş.
müseddes (a.s. süds'den) 1. tesdîs edilmiş, altıya çıkarılmış. 2. altı kısımdan meydana gelmiş. 3. geo. altıgen, fr. hexagone. 4. ed. her kıt'asmda altı mısra bulunur, ilk kıt'anın mısraları aralarında kafiyeli olup, diğer kıt'alarda ise ilk dört mısra' aralarında, son ikisi ise ilk kıt'a ile kafiyelidir.
müseddes-i muntazam geo. düzgün altıgen, fr. hexagone regulier.
müseddes-i mükerrer ed. son iki mısraı her kıt'ada -nakarat hâlinde- aynen tekrar edilen müseddes.
müseddese (a.s. süds'den) ["müseddes"in müen.]. (bkz: müseddes).
nıüseddid (a.s. sedâd'dan) 1. tesdîdeden, doğrultan, doğru yola sevkeden. 2. (sedd'den) tıkayan, sed ve büğet yapan. 3. tıkanmış, sed ve büğet yapılmış, (bkz: mesdûd).
müsekkin, müsekkine (a.s. sükûn'dan) teskîn edici, uyuşturucu, yatıştırıcı [ilâç].
Edviye-i müsekkine teskîn edici, uyuşturucu ilâçlar.
müsellâh, müsellâha (a.s. silâh'dan) silâhlanmış, silâhlı.
Kuvâ-yi müsellâha silâhlı kuvvetler.
Sulh-i müsellâh silâhlı sulh, silâhlanarak muhafaza edilen sulh.
müsellahan (a.zf. silâh'dan) silâhlı olarak.
müsellem (a.s. selm'den. c. müsel-lemât) 1. teslîm edilmiş, verilmiş. 2. su götürmez, doğruluğu, gerçekliği herkesçe kabul edilmiş olan.
müsellemân (a.i. selm'den) yeniçeri devrinde, yol işleriyle vazifeli olan asker.
müsellemât (a.i.c. selm'den. müsellem'in c.) umumiyetle kabul edilmiş, meydanda olan meseleler.
müselleme (a.i.) yardımcı teorem.
müsellemin (a.i. selm'den) tar. vergiden affedilmiş acemi askerler.
müselles (a.s. selâse'den) 1. üçleştirilen, üçlü, üç.
ittifâk-ı müselles (üçlü pakt) birinci dünyâ harbine kadar Almanya, Avusturya - Macaristan, italya arasındaki anlaşma. 2. i. üç kere tasfiye olunarak çekilmiş bir cins şarap. 3. i. geo. üçgen, fr. tri-angle. 4. muz. üç mısralı güfte. 5. i. g.s. bir yazı sitili.
müselles-i haddü'z-zâviye geo. *dar açılı * üçgen.
müselles-i kaimü'z-zâviye ("ka" uzun okunur) geo. dik "üçgen, fr. triangle rec-tangle.
müselles-i kürevî geo.'küresel üçgen.
müselles-i muhî anat. beyin üçgeni, fr. trigone cerebral.
müselles-i muhtelifü'l-adlâ' geo. çeşitkenar üçgen, fr. triangle scalene.
müselles-i münfericü'z-zâviye geo. geniş açılı üçgen, fr. triangle obtusangle.
müselles-i müstevî geo. düzlem üçgen.
müselles-i mütesâvi'l-adla' geo. eşkenar üçgen, fr. triangle equilateral.
müselles-i mütesâvi's-sâkayn geo. ikizkenar üçgen, fr. triangle isocele.
müselles-i şimalî astr. kuzey yarımküresinde bulunan üç parlak yıldızdan meydana gelen bir yıldız kümesi, lât. triangulum; fr. Triangle Baureal.
müsellesü'r-re's zool. Amerika'da yaşayan zehirli ve başı üç köşe olan bir yılan.
müselles muvâzenesi jeod., top. tek bir üçgenin ölçü hatâlarını gidermek için tatbik edilen hesap sistemi.
müsellesât (a.i.c.) mat. trigonometri, fr. trigonometrie.
müsellese (a.s.) ["müselles'in müen.]. (bkz: müselles).
müsellese (a.i.) kim. oksijen, hidrojen ve karbondan olma nesne.
müsellesî (a.s.) müselles, üçgen biçiminde olan.
müsellim (a.s. selm'den) 1. teslîm eden, veren. 2. i. [vaktiyle] mülkiye kaymakamlarına ve nahiye müdürlerine verilen bir Unvan.
müsellis (a.s.) 1. üç parçaya bölen, üç parçaya ayıran, üçe bölen. 2. i. Hz. Ebube-kir, Ömer ve Osman'ı halîfe kabul edip de Hz. Alî'nin halifeliğini reddeden Müslüman. 3. i. teslîs'i kabul eden Hıristiyan.
Müselmân (f.i.). (bkz. Müslim).
müselsel, müselsele (a.s. silsile'den) 1. teselsül eden, zincirleme, ardı ardına,
ibâre-i müselsele aralan kesilmeden, zincirleme giden ibare, cümle. 2. i. ed. bütün mısraları kafiyeli manzume. 3. i. g. s. bir yazı sitili.
müselselen (a.zf. silsile'den) teselsül ederek, zincirleme, birbirine bağlı olarak.
müsemmâ (a.s. semv ve sümüvv'den) 1. tesmiye olunan, bir ismi olan, adlanmış, adlı. (bkz: benâm). 2. muayyan, belirli [zaman].
Bî-müsemmâ isimlendirdiği şey mevcut olmayan.
müsemmâ bi'n-nakiz adıyla, hâli ve hareketleri arasında tezad olan.
bî-müsemnıâ adsız, bilinmeyen.
Ecel-i müsemmâ eceliyle gelen, normal ölüm.
nıüsemmen (a.s. semn'den) 1. sekiz renkli. 2. sekizli, sekiz parçadan meydana gelen. 3. geo. sekizgen, fr. octogone. 4. f ı k. kıymet biçilmiş veya biçilen kıymet kırşılığında satılmış şey. 5. ed. sekizer mısralı bendlerden müteşekkil nazım.
müsemmene (a.s. ["müsemmen1 in müen.]. (bkz. müsemmen).
müsemmim (A.i. semm'den) zehirleyici, ağulayan.
müsennâ (a.s. isneyn'den) 1. iki kat, iki katlı, ikili, iki kısımdan meydana gelmiş. 2. i. gr. iki şahsa veya iki şeye delâlet eden kelime. 3. i. gr. iki noktalı harf.
Tâ-i müsennâ iki noktalı t (X). 4. i. g. s. bir yazı sitili.
müsennâiyyet (a.i.) fels. ikili bolü.
müsennât (a.s. müsennâün c.) iki noktalı harfin sıfatı.
Tâ-i müsennât iki noktalı t (i), (bkz: müsennâ3).
müsennât (a.i.c. müsenneyyât) su bentlerinin, arklarının kenarı.
müsennede (a.i. sened'den) 1. arka yastığı. 2. arkaya dayanılacak yer.
Dostları ilə paylaş: |