Âb (f i. su. (bkz: mâ')



Yüklə 18,14 Mb.
səhifə152/189
tarix03.01.2019
ölçüsü18,14 Mb.
#89926
1   ...   148   149   150   151   152   153   154   155   ...   189

sultânî-yegâh (a.f.b.i.) müz. Türk müziğinde bir makamdır. Dede Efendi tarafından -II. Sultan Mahmud'a ithâfen- tesmiye edilmiştir (ki 4 parçalık faslı, pâdişâh vasfında medhiyedir) [şu halde tahminen 130 seneliktir], Sultânî-yegâh, pûselik makamının re (yegâh) perdesindeki şeddidir (re mineur). Güçlüsü -beşinci derece olan- dügâh (la) per-desidir. Umumiyetle inici olarak seyreder. Donanımına "si" için bir küçük mücenneb bemolü konulur; yeden'in "do" bakıyye diyezi, nota içerisinde kullanılır. Dizisinde niseb-i şerîfeden -pûselikte olduğu üzere- 9 tanesi mevcuttur (hepsi) ve şu halde "mülayim" dir. Orta sekizlisindeki sesleri -tizden peşte olmak üzere- şöyledir neva, nim hicaz, kürdî, dügâh, rast, acem-aşîran, hüseynî-aşîran ve yegâh. Makam, rağbetle kullanılmıştır. Gayet güzel bir diziye mâlik olup, hayal dolu "Iyrique" ve şuh aşk parçalan için tercih edilebilir. Bir zamanlar, makamın ismi "millî-yegâh" (?!) diye değiştirilerek, zamanın "tragicomique" timsallerinden biri yaratılmıştır.

Sultan Veled (Mehmed Behâüddîn) (a.b.h.i.) meşhur Mevlânâ Celâlüddîn-i Rûmî'nin oğludur. 1226 yılında doğan Sultan Veled, babasının mevlevî tarîkatini bir kaide ve sistem altına almıştır. Dîvânından başka İbtidânâme, İntihânâme, Rebâbnâme adında üç manzum ve Maârif adında da bir mensur eseri vardır. Sultan Veled, on üçüncü asrın ikinci yarısında Anadolu Oğuz lehçesi edebiyatında mühim bir varlık olarak kendini tanıtmıştır. Şiirleri daha ziyâde didaktiktir, (d. 1126 - ö. 1312).

su'lûk (a.i.c. saâlik) 1. fakir. 2. serseri. 3. dilenci.

sûm (a.i.) sarmısak. (bkz: fûm, sîr2).

summ (a.s. asamm'ın c.) sağırlar.

summâkî (a.i.) ebrûli, gayet sert, parlak ve değerli bir taş.

summân (a.i. asamm'ın c.), (bkz. summ).

sumnât (f.i.) puthâne, kilise, (bkz: deyr, nâûs).

Sûmnât (a.h.i.) Hindistan'da Gücerat diyarında bulunan meşhur bir puthânenin adı. [Mahmûd-i Gaznevî'nin fethi sıralarında yıkıldığı rivayet edilir].

sumûg (a.i. samg'ın c.) zamklar.

sumûl (a.i.) sertlik, kuruluk, katılık, diklik.

sumûl-i meyyitî ölünün dimdik olması, katılması.

sumût (a.i.) 1. susma. (bkz: sükût). 2. somurtma.

sun' (a.i.) 1. yapış, yapma (bkz: eser). 2. te'sir, kudret.

sun'-i bedi' güzel eser.

sun'-i beşer insan işi, insanın elinde olan şey.

sun'-ullah 1) Allah'ın kudreti, te'siri; 2) erkek adı.

sun'î (a.s.) yapma, takma, (bkz: ma'mûl, masnû').

sun'î ilkah hek. sun'î dölleme.

sun'î ufuk astr. bir civa kabının yüzeyinde meydana getirilen ufuk. [yıldızlar, bu ufuk yüzeyindeki yansıma yardımıyla tarassut edilir].

sun'iyye (a.s.) ["sun'î" nin müen.]. (bkz: sun'î).

sunûf (a.i. sınf’ın c.) sınıflar.

sunûf-i âliye yüksek sınıflar.

sûr (a.i.c. esvâr, sîrân) şehrin etrafına çekilen yüksek duvar, kale, hisar.

Dâhil-i sûr şehir içi.

Hâric-i sûr şehir dışı.

sûr-i sultânî Topkapı sarayını karadan çeviren ve Bizans surlarına bitişen sûr.

sûr (f.i.) 1. düğün, (bkz: velîme). 2. ziyafet. 3. şenlik.

sûr-i hümâyûn tar. pâdişâhların erkek çocuklarının sünnetleri, kızlarının da evlendirilmeleri münâsebetiyle yapılan düğün.

sûr (a.i.) 1. boynuzdan yapılmış büyük boru. (bkz: nâkur). 2. Kıyamette, Hz. israfil'in üfleyeceği boru.

su’r (a.i.c. es'âr) artık [yiyecek, içecek hakkında].

sur'a (a.i.) güreşte ekseriya ters dönmüş kimse.

sûrâh (f.i.) delik, gedik, (bkz: rahne, sukbe).

surâh (a.i.) çığlık, feryat.

surâhî (a.i.) sürahi, su şişesi.

sûre (a.i.c. süver) Kur'ân'ın ayrıldığı 114 bölümünden her biri.

sûre-i A'râf Kur'ân'ın 7. sûresi [206 âyettir; Mekke'de nazil olmuştur].

sûre-i Fâtır Kur'ân'ın otuz beşinci sûresi (45 âyettir; Mekke'de nazil olmuştur].

sûre-i Felak Kur'ân'ın 113. sûresi [beş âyettir; Medîne'de nazil olmuştur. Muavvizeteyn denilen iki sûreden biridir].

sûre-i Fürkan Kur'ân'ın yirmi beşinci sûresi [77 âyettir, Mekke'de nazil olmuştur].

sûre-i Hâkka Kur'ân'ın 69. sûresi [52 âyettir ve Mekke'de nazil olmuştur].

sûre-i Hucerât Kur'ân'ın kırk dokuzuncu sûresi. v.b. [sûre, aslında İbranice olup 1) duvarda, dizilmiş bir taş tabakası; 2) yazı satın; 3) yazılmış; nesne mânâlarına gelir].

suredân (a.i.) hek. dil altında bulunan iki siyah kan damarı.

sûret (a.i.c. suver) 1. biçim, görünüş, kılık. 2. tarz, yol, gidiş. 3. çâre.

sûret-i hâl hâlin nasıl olduğu.

sûret-i husûl meydana geliş yolu.

sûret-i itâat yapmacık itaat, yalandan boyun eğiş.

sûret-i kat'iyye(de) kesinlik(le), asla.

sûret-i mahsûsa özel olarak, özellikle, bilerek, bir gayeye dayanarak.

sûret-i mutlaka(da) kesinlik(le), asla.

sûret-i salâh riyakârlık, ikiyüzlülük.

sûret-i suûd yükselme tarzı.

sûret-i tesviye hal çâresi. 4. yazı veya resim kopyası. 5. resim. 6. surat, aksilik, yüz ekşiliği. 7. mat. pay, fr. numerateur.

sûret-i zâhire görünüş, fr. apparence.

sûretâ (a.zf.) görünüşte, (bkz: zâhiren).

sûret-bâz (a.f.b.s.) eski Türklerde kukla oynatan kimse.

sûret-bend (a.f.b.s.) tasvir yapan; resimci.

sûret-ger (a.f.b.s. ve i.) suret, resim yapan, ressam.

sûret-nümâ (a.f.b.s.) şekil ve suretini gösteren, meydana gelen, (bkz: sûret-yâb, sûret-pezîr).

sûret-perest (a.f.b.s.) surete tapan, surete ehemmiyet veren.

sûret-pezîr (a.f.b.s.) hâsıl olan, meydana çıkan, (bkz: sûret-nümâ, sûret-yâb).

sûret-yâb (a.f.b.s.) şekil ve suret bulan, meydana gelen, (bkz: sûret-nümâ, sûret-pezîr).

sûrî (f.s.) düğüne ait, düğünle ilgili.

sûrî (a.s.) 1. görünürde olan, hakikî ve içten olmayan, (bkz: zâhirî). 2. gösterişten ibaret olan, gösterişlik.

sûriyye (f.i.) (bkz. sûr-nâme).

sûr-nâ[y] (f.b.i.) zurna.

sûr-nâî (f.b.i.) zurnacı.

sûr-nâme (f.b.i.) 1. ed. düğün, ziyafet, şenlik gibi şeyleri tasvîr için yazılan manzum, mensur yazı. 2. Dîvan Edebiyatı1 nın ünlü şâirlerinden Nabî'nin (1642-1712), 1675 de IV. Mehmed'in şehzadeleri (Mehmed, Ahmed) için Edirne'de yapılan sünnet düğününü anlatan 587 beyitlik manzum eseri.

surnâ-pâ (f.b.i.) zool. zürâfa.

surnây (f.i.) müz. zurna. (bkz: sûr-nâ).

surnâ-zen (f.b.i.) zurnacı.

surre (a.i.c. surer) 1. para kesesi, para çıkını. 2. Hac zamanlarında pâdişâh tarafından Mekke ve Medine'ye her yıl gönderilen para ve sâire.

surre emîni bu parayı göndermekle vazifelendirilen kimse.

surre-i hümâyûn tar. Hac münâsebetiyle haremeyn'e gönderilen para ve hediyeler.

surûf (a.i. sarf6’nın c.) l. gramerler, dilbilgisi kitapları. 2. değişiklikler, değişmeler. (bkz: tebeddülat).

surûh (a.i. sarh'ın c.) köşkler, yüksek binalar, (bkz: kusûr).

suryânî (a.s. ve i.), (bkz. Süryânî).

sûs (a.i.) l. tabiat, huy. (bkz: tînet). 2. meyan kökü.

sûs (f.i.) 1. güve. 2. kurtçuk, (bkz: sürfe).

sûsen (f.i.) bot. susam, lât. sesamum. (bkz: sevsen, simsim).

sûseniyye (a.i.) bot. süsengiller, susamgiller.

sûsmâr (f.i.) keler, kertenkele, (bkz: yerbû').

sutû’ (a.i.) 1. yükselme, yukarı çıkma. (bkz. suûd). 2. belli olma, yayılma [koku, toz v.b.].

sutuh (a.i. sath'ın c.) geo. yüzeyler, fr. surfaces.

sutûh-ı yesâriyye geo. açılmayan satıhlar, yüzeyler.

sutûr (a.i. satr'ın c.) satırlar, yazı dizileri, (bkz: estâr).

suturlâb (f.i.) fiz. usturlab.

suûbet (a.i.) güçlük, zorluk.

suûbet-i telaffuz psik. dil tutukluğu, anartri, fr. anarthrie.

suûd (a.i. sa'd'ın c.) 1. mübarek sayılan yıldızlar. 2. erkek adı.

suûd (a.i.) 1. yukarı çıkma, yükselme. 2. erkek adı.

suûr (a.i. sivâr'ın c.) bilezikler.

suût (a.i.) enfiye.

suvâ' (a.i.) Câhiliyet devrinde Hüzely kabilesinin taptığı put.

suver (a.i. sûret'in c.) suretler.

suver-i âlem âlemin suretleri; mevcudatın görünüşleri; dünyâ manzaraları ve halleri.

suver-i kabîha müstehcen, açık saçık resimler.

suvvâm (a.s. sâim'in c.) oruç tutanlar. (bkz. sâimîn, sâimûn, suvvem).

suvvem (a.s. sâim'in c.) oruç tutanlar. (bkz. sâimîn, sâimûn, suvvâm).

sûy (f.i.) taraf, cihet, yön. (bkz: cânib).

suyûf (a.i. sayf’ın c.) yaz mevsimleri.

sûz (f.i.) 1. yanma, tutuşma; ateş, sıcaklık. 2. dert, ıztırap, acı.

sûz-i ciğer ciğerin yanması; ciğer yanıklığı.

sûz-i dil gönül ateşi, acı, ıztırap, aşk.

sûz u güdâz yanıp yakılma.

sûz ü tâb-ı girye ağlamanın ateşi ve harareti.

-sûz (f.s.) "yakan, yakıcı" mânâlarına gelerek birleşik kelimeler meydana getirir

Dil-sûz gönül yakan, yakıcı.

Vicdân-sûz vicdan yakan.

sûzân (f.s.) 1. yakan, yakıcı. 2. yanan, yanıcı. 3. i. kadın adı.

sûzen (f.i.) iğne.

çeşm-i sûzen iğne gözü, iğne deliği.

sûzen-i Îsâ (Hz. îsâ'nın iğnesi) İsa'nın cübbesinde bulunduğuna ve onun güneşten daha yükseklere çıkmasını önlediğine inanılan bir iğne.

sûzen-bâl (f.b.s.) kanadının tüyleri iğne gibi düz ve dik olan [kuş].

sûzen-dân (f.b.i.) iğnelik, iğnedanlık.

sûzende (f.s.) yakan, yakıcı, (bkz: sûzân).

sûzen-ger (f.b.s.) iğneci, iğne yapan.

sûzenî (f.s.) 1. iğne ile ilgili. 2. i. ince iğne işi, bir çeşit ince nakış, kasnak işi (nakış).

sûzen-per (f.b.s.) kanat tüyleri iğne gibi düz ve dik olan [kuş].

sûzî (f.s.) 1. yanma, tutuşma ile ilgili. 2. i. erkek adı.

sûz-i dil (f.b.i.) müz. Türk müziğinde bir şed makamdır. Tahminen Abdülhalim Ağa'nın ihtirâı ve 180 seneliktir. Çok kudretle ve bariz olarak his tebliğ eden sûz-i dil'de aşk ıztırâbı, mâzî hasreti gibi duygular sezilir. Rağbetle kullanılmıştır. Zengüle'nin hüseynî-aşîran (mi) perdesindeki şeddidir. Güçlüsü -beşinci derecede olan- pûselik (si) dir. Umumiyetle inici olarak seyreder. Niseb-i şerîfe'den -Zengüle gibi- 7 tanesine sahip olmakla "mülayim" dir.

sûz-i dil-ârâ (f.b.i.) müz. Türk müziğinde bir mürekkep makamdır. III. Selim tarafından terkîbedilmiştir. Az kullanılmıştır. Muradnâmede de bildirildiğine göre en az altı asırlık bulunması lâzımgelen nigâr makamının terkibi, sûz-i dilâra ile aynıdır; sonradan nigâr makamının tamamıyla unutulmuş olduğu III. Selîm'in sûz-i dilârâ'yı terkibinden anlaşılmaktadır. Gene Abdülkadir Merâgî'nin Câmi'-ül-elhân'ında "çargâh-mâhûr" makamı geçmektedir ki, bu da aynı terkipte bulunsa gerektir. Sûz-i dilâra, çargâh ile şeddi olan mâhur'dan mürekkeptir. Mahur ile rast perdesinde (sol) kalır (ki bu aynı zamanda çârgâh'ın güçlüsü-dür). Güçlüsü birinci derecede -çargâhın durağı olan- çargâh (do), ikinci derecede de -mâhûr'un güçlüsü olan- neva (re) dir. İnici-çıkıcı karışık bir şekilde seyreder. Donanımına mahûrun "fa" küçük mücenneb diyezi arızası konulur ve çargâh için bu perde, nota içerisinde bekar yapılır. Bâzı bestekârlar sûz-i dilârâ'da hüseynî geçkisi yapmağı âdet edinmişlerse de, bu, makamın terkibinde mevcut değildir.

sûziş (f.i.) 1. yanma, yakma. 2. te'sîr etme, dokunma. 3. yürek yanması, büyük acı.

sûziş-i nihân gizli yanma; için için yanma.

sûz-nâk (f.b.s.) 1. yakan, yakıcı. 2. dokunaklı. (bkz: müessir). 3. müz. Türk müziğinin 13 numaralı (sonuncu) basit makamıdır. Basit makamlardan yegâne yeni olanı olup, bütün diğerleri pek eskidir. Sûz-nâk, tahmînen 1780 senelerinde Abdülhalim Ağa, Ahmet Ağa, Mehmet Ağa’dan biri tarafından îcâdedilmiştir. O zamandan beri, en ziyâde rağbet edilen makamlardan biridir. Net olarak içli bir hüzün telkin eder. Sûznâk, rast beşlisi ile hicaz dörtlüsünden yapılmıştır. Rast beşlisi ile rast (sol) perdesinde durur. Güçlüsü, beşli ile dörtlünün birleştiği beşinci derecede olan neva (re) dir. İnici-çıkıcı karışık bir şekilde seyreder. Donanımına "si" koma bemolü, "mi" bakıyye bemolü ve "fa" bakıyye diyezi konulur (ilki rast beşlisi ve son ikisi de hicaz dörtlüsü için). Niseb-i şerîfe'den dizisinde 7 tane bulunmakla "mülayim" sayılır. Orta sekizlisindeki sesleri -pestden tîze doğru olmak üzere- şöyledir rast, dügâh, segah, çargâh, neva, eviç ve gerdaniye. Bu asıl sûznâk'dır. Bir de durak üstü olarak dügâh perdesi yerine zengüle kullanan sûznâk vardır ki, buna "zengüleli sûznâk" derler ve zengüle makamının rast (sol) perdesindeki şeddi (hicazkâr) gibidir. Hicazkârdan farkı, dâima değil, fakat ancak karara doğru karakteristik olarak zengüle perdesini bir nevi üstyeden olmak üzere kullanmasıdır.

süb' (a.i. seb'den) yedide bir.

sübâî (a.s.) 1. yedi harfli, yedizli, yedili [kelime v.b.]. 2. yedi kısımlı, yedi parçalı.

sübât (a.i.) 1. hek. dalgınlık, hastanın dalması, koma, fr. lethargie. 2. uyku. hafif uyku.

sübât-ı gaflet gaflet uykusu.

Sübbûh (a.h.i.) Allah, (bkz: Rabb).

Sübha (a.i.) 1. çekilen teşbih. 2. tesbih tanesi.

sübha-i zâkir zikredenin tespihi.

sübha-dâr (a.f.b.s.) tespihli.

sübha-gerd, sübha-gerdân (a.f.b.s.) tespih devr eden, edici.

sübha-keş (a.f.b.s.) teşbih çeken. (bkz. sübha-şümâr).

sübhale (a.i.) "suphanallah" demek.

sübhân (a.h.i.) Allah.

sübhâne (a.n.). (bkz: sübhân-Allah).

sübhân-Allah (a.i.n.) 1."Allah'ı her türlü arazlardan, kusur, ayıp ve eksikliklerden tenzih ederim" manasınadır. 2. şaşma anlatmak için kullanılır.

sübhânî, sübhâniyye (a.s.) Allah'a ait, Allah ile ilgili, (bkz: rabbânî).

sübhâniyyet (a.i.) kutsallık.

sübha-şümâr (a.f.b.s.) tespih çeken, (bkz. sübha-keş).

sübûl (a.i. sebîl'in c.). (bkz: sübül).

sübûr (a.i.) azap, sıkıntı; mahvolma.

sübût (a.i.) sabit olma, gerçekleşme, meydana çıkma, ["bulmak" fiili ile kullanılır].

sübût (a.i. sebt'in c.) cumartesiler, cumartesi günleri.

sübûtî (a.s.) gerçek, doğru, olumlu.

sübül (a.i. sebîl1 in c.) sebiller, yollar, caddeler, (bkz: sebîl).

Hâdi-s-sübül hayır ve şer gösteren; Hz. Muhammed.

süccâd (a.s. sâcid'in c.) secde edenler. (bkz. secede, sücced, sücûd).

sücced (a.s. sâcid'in c.) secde edenler, secde edip yere kapananlar, (bkz: secede, süccâd, sücûd).

sücûd (a.s. sâcid'in c.) secde edenler, secde edip yere kapananlar, (bkz: secede, süccâd, sücced).

sücûd (a.i.) secde etme, namazda alnı, el ayalarını, dizleri ve ayak parmaklarım yere getirerek alınan vaziyet.

sücûf (a.i. secf'in c.) perdeler, örtüler.

sücûl (a.i. secl'in c.) içi su ile dolu olan kovalar. (bkz. sicâl).

sücûn (a.i. sicn'in c.) hapishaneler, cezaevleri, zindanlar.

südâsî (a.s.) 1. altılı. 2. altılık.

südâsi-l-adlâ altı kenarlı. 3. altı harfli [kelime].

südâsi-l-büzûr altı tohumlu nebat (bitki).

südâsi-l-vücûh geo. altı yüzlü.

südâsi-l-vüreykat bot. altı yapraklı çiçek.

südde (a.i.c. süded) 1. kapı. (bkz: bâb). 2. eşik. (bkz. astan, atebe, vasîd). 3. biy. vücudun bir yerinde görülen tutukluk.

südde-i devlet-meâb devletlinin, pâdişâhın kapısı.

süded (a.i. südde'nin c.) kapılar; eşikler.

südeyde (a.i.) anat. kapakçık, kapacık.

südfe (a.i.) kapı, giriş, antre, (bkz: bâb, der2, mahrec, medhal).

süds (a.s.) altıda bir 1/6. (bkz: südüs).

südüs (a.s.) altıda bir 1/6. (bkz: süds).

südüs-i dâire geo. altılık, fr. sextant.

süedâ' (a.s. saîd'in c.) 1. kutlu, uğurlu kimseler. 2. i. kadın adı.

süfehâ (a.s. sefîh'in c.) sefihler.

süfelâ' (a.i. sefil'in c.) sefiller.

süferâ (a.i. sefîr'in c.) elçiler.

Reîs-üs-süferâ bir memlekette bulunan sefirlerin kıdemlisi.

süferâ-yi ecnebiyye yabancı devlet elçileri.

süffâr (a.s. sâfir'in c.) yolcular.

süfl (a.i.) çöküntü, tortu, (bkz: dürdî, rüsûb).

süfl-i şerâb şarap tortusu.

süflâ (a.s. sâfil'den) daha (en, pek, çok) alçak, aşağı olan. ["esfel"in müennesidir].

süflî, süfliyye (a.s.) 1. aşağıda bulunan, (bkz: tahtânî). 2. alçak, bayağı, (bkz: denî).

Hidemât-ı süfliyye çöpçülük, süprüntücülük gibi şeyler. 3. kılıksız kıyafetsiz. 4. i. astr. Utarit (Merkür) ile, Venüs (Zühre) gezegenleri.

süflî (a.s.) 1. tortuya, döküntüye ait. 2. i. çıkartı, (bkz: gaita).

Hummâ-yi süfliyye gaitanın bağırsaklarda emilmesinden meydana gelen sıtma, ateş, nöbet.

süfliyyât (a.i.c.) tas. dünyâ ile ilgili bayağı işler, hususlar, şeyler.

süfliyyât-ı maddiyye maddî bayağılıklar, aşağılıklar.

süfliyye (a.s.) ["süflî"nin müen.]. (bkz: süflî).

süfliyyeyn (a.i.c.) "iki süflü Utarit (Merkür) ile Venüs (Zühre) gezegenleri.

süfliyyet (a.i.) süflülük, alçaklık, bayağılık.

süfliyyîn (a.s.c.) ayak takımı, düzensiz kalabalık.

süfre (a.i.) sofra, (bkz: hân, mâide).

süfre-i ziyâfet ziyafet sofrası.

süfte (f.s.) delinmiş, delikli, (bkz: meskub).

Dürr-i süfte delinmiş inci.

süftece (a.i.c. sefâtic) tic. poliçe.

süfte-gûş (f.b.s.) 1. kulağı delinmiş. 2.mec. kulağı delik, (bkz: ârif, vâkıf).

süfûf (a.i. seffin c.), (bkz. seff).

süfün (a.i. sefîne'nin c.) gemiler, [en çok harp gemileri], (bkz: sefâin).

sügur ("gu" uzun okunur, sagr'ın c.) sınırlar, düşman ağzı olan yerler.

sügvâr (f.i.). (bkz. sûgvâr).

sügvârî (f.i.). (bkz. sûgvârî).

Sühâ (a.i.) 1. astr. Büyükayı yıldız kümesinden en küçük yıldız, [eskiden, gözlerin görüş derecesi bu yıldızla tecrübe olunurmuş]. 2. erkek adı.

sühan (f.i.) söz, lâkırdı, (bkz: kavl, kelâm, lâfz, suhan).

sühan-ı gaibî ("ga" uzun okunur) görünmeyen dünyâdan, gelecekten haber veren söz.

sühan-ı gılâfî anlaşılmaz dil.

sühan-ı zinde güzel, parlak bir konuşma.

sühan-âferîn (f.b.s.) söz yaratan, şair.

sühan-ârâ (f.b.s.) güzel, düzgün söz söyleyen.

sühan-ârâyî (f.b.i.) güzel, düzgün söz söyleyicilik.

sühan-çîn (f.b.s.) söz toplayan, söz getirip götüren, dedikoducu.

sühan-dân (f.b.s.) sözbilen, güzel söz söyleyen.

sühan-dânî (f.b.i.) sözbilirlik, güzel söz söyleyicilik.

sühan-fehm (f.a.b.s.) sözün değerini takdir eden.

sühan-gû (f.b.s.) söz söyleyen, söz söyleyici.

sühan-güzâr (f.b.s.) güzel söz söyleyen.

sühan-perdâz (f.b.s.) düzgün, güzel söz söyleyen.

sühan-perdâzî (f.b.s.) düzgün, güzel söz söyleyicilik.

sühan-perver (f.b.s.) güzel söz söylemesini bilen.

sühan-pîrâ (f.b.s.) süslü söz söyleyen.

sühan-rân (f.b.s.) güzel söyleyen.

sühan-rânî (f.b.i.) güzel söyleyicilik.

sühan-râz (f.b.s.) söz, sır saklayan.

sühan-senc (f.b.s.c. sühan-sencân) hesaplı, ölçülü konuşan.

sühan-sencân (f.b.s. sühan-senc'in c.) hesaplı, ölçülü konuşanlar.

sühan-sencî (f.b.i.) hesaplı, ölçülü konuşma.

sühan-serâ (f.b.s.). (bkz: suhan-serâ).

sühan-serâyân (f.b.s. sühan-serâ'nın c.) suhan-serâyân).

sühan-şinâs (f.b.s.) söz bilir, sözün kıymetini takdir eden.

sühan-ver (f.b.s.) düzgün konuşan.

sühan-verî (f.b.i.) düzgün konuşma.

sühan-zâ (f.b.s.) kelime doğuran, kelime yaratan.

sühâr (a.i.) uykusuzluk, geceleri uyuyamama.

Süheyl (a.i.) 1. semânın güney yarım küresinde bulunan Sefîne-i Nuh burcundaki parlak ve büyük bir yıldızın adı, fr. canopus. Yemen'den daha iyi göründüğü için buna "Süheyl-i Yemânî" de derler. 2. erkek adı.

Süheyl-i Ferd veya Şam astr. Şücâ' burcunun bir yıldızı, (bkz: şücâ').

Süheyl-i Huzzâr astr. "Sefîne-i Nuh" ile "Süheyl-i Rakkas" arasına çekilen hat üzerinde bulunan ve "Sefîne-i Nûh"a yakın olan yıldız.

Süheyl-i Mahlef astr. "Sefîne-i Nuh" ile "Süheyl-i Rakkaş" arasına çekilen hat üzerinde bulunan ve "Süheyl-i Huzzâr"dan sonraya kalan yıldız.

Süheyl-i Rakkaş astr. "Sefîne-i Nuh" ile "Süheyl-i Mahlef'den geçen hat üzerinde "Süheyl-i Mahlef'den sonra gelen yıldız.

Süheyl-i Yemânî astr. "Sefîne-i Nuh" ile "Recül-i Yesâr-i Cevza" arasına çekilen hat üzerinde "Sefîne-i Nûh"dan sonra gelen yıldız. [Süheyl doğduğu zaman Yemen'de çıkan akik taşı, rengini ondan alırmış].

Süheyl ü Nev-bahâr XIV. asır Anadolu Türkçesinin şiir dilindeki ilk güzel örneklerini veren "Ferheng-nâme-i Sa'dî" mütercimi Hoca Mes'ûd bin Ahmed tarafından Farsçadan Türkçeye tercüme edilmiş, Çin hükümdarının kızı Nevbahâr'a âşık olan Yemen hükümdarının oğlu Süheyl'in Çin'e seyahatini ve bir çok mâcerâlannı anlatan manzum bir aşk hikâyesidir. [Doç. Dr. Cem Dilçin tarafından geniş bir inceleme ile birlikte, çevriyazı ve eleştirili olarak hazırlanan "Süheyl ü Nev-bahâr", Atatürk Kültür Merkezi tarafından yayımlanmıştır. VII + 676 s., Ankara, 1991].

süheylâ (a.i.) 1. yumuşacık huylu kadın. 2. kadın adı.

sühre (a.i.) yalancı fecir.

sühreverdiyye (a.h.i.) tas. Şeyh Ömer Sahabettin Sühreverdî tarafından kurulan tarikat.

suhûlet (a.i.) 1. kolaylık. 2. kolaylık vasıtası. 3. yavaşlık, usul; nâzik muamele. 4. s. elverişli, kullanışlı. 5. paraca kolaylık.

sühûlet-bahş (a.f.b.s.) kolaylık veren, kolay kullanılan, pratik.

sühûmet (a.i.) hısımlık, akrabalık, (bkz: karâbet).

sühun (f.i.) söz. (bkz: sühan).

sühûnet (a.i.) sıcaklık, kızgınlık. (bkz. hararet).

sühûnet (a.i.) katılık, peklik, (bkz: sehânet).

sükalâ' (a.s. sakîl'in c.) ağırlar; çirkinler; kabalar, sözü sohbeti çekilmeyen kimseler,

sükârâ (a.s. sekrân'ın c.) sarhoşlar. (bkz. mestân).

sükkân (a.s. sâkin'in c.) oturanlar.

sükkân-ı belde şehir sakinleri, şehirde oturanlar.

sükkân-ı hâne hâne sakinleri, evde oturanlar.

sükkân-ı semâvat ü zemin göklerin ve yeryüzünün sakinleri.

sükker (a.i.) şeker.

Tebevvül-i sükker şeker işeme.

sükker-i hülâm kim. aminoasetik asit, glikokol.

sükker-i ineb glikoz veya levüloz.

sükker-i mükerrer nöbet şekeri.

sükker-ül-manzara şeker görünümünde olan.

sükkerî (a.s. ve i.) 1. şekerle ilgili. 2. şekerden yapılan tatlı.

sükkerî mermer jeol. şekerimsi mermer.

süknâ (a.i.) oturulacak yer, konak.

Kabil-i süknâ oturmaya elverişli yer.

Tetimme-i süknâ oturmak üzere verilen lüzumu kadar arsalar.

sükub ("ku" uzun okunur, a.i. sakb'ın, sukb'un c.) delikler.

sükûn (a.i.) 1. durma, kımıldamama. 2. hareketsizlik, durgunluk. 3. dinme, kesilme. 4. a. gr. Hareketsizlik [azm kelimesindeki z harfinin hâli gibi],

sükûn-i dem soğukkanlılık.

sükûn-i mu'tâdî her zamanki sessizlik.

sükûn ü hâb durgunluk ve uyku.

sükûn-âlûd (a.f.b.s.) sükûnet dolu.

sükûnet (o.i.) 1. durgunluk, dinginlik, dinme, azalma. 2. rahat.

sükûnet-bahş (a.f.b.s.) huzur verici, rahatlatıcı, dinlendirici.

sükûnet-gâh (a.f.b.i.) dinlenme yeri; mec. mezar.

sükûnet-perver (a.f.b.s. ) rahatlandırıcı, dinlendirici.

sükûnet-yâb (a.f.b.s.) sükûnet bulan, durgunlaşan, duran; durulan; dinen.

sükûn-pezîr (a.f.b.s.) durgun, yatışmış, sakin.

sükût (a.i.) susma, söz söylememe. (bkz: samt).

sükût-i istifhâm sorgu sessizliği.

sükûtî (a.s.) 1. susmayı seven, az konuşan. 2. i. erkek adı.

sükût-perest (a.f.b.s.) susan, susmayı seven.

sülâf, sülâfe (a.i.) 1. şarap. (bkz. bade, hamr, sahbâ). 2. meyve suyu. 3.bir şeyin en güzel tarafı.

sülâle (a.i.) soy sop, döl döş, ocak.

sülâle-i tâhire Hz. Muhammed'in temiz sülâlesi.

sülâm, sülâmî (a.i.c. sülâmiyât) hek. el ve parmak kemiği.

sülâmiyât (a.i. sülâmî'nin c.) hek. el ve parmak kemikleri.

sülâsâ' (a.i.) salı.

sülâsî (a.s. selâse'den) 1. üçlü, üç şeyden meydana gelen.

sülâsi-l-ezhâr bot. bir sapta üç çiçeği bulunan bitki.

sülâsî küûl kim. üçüncül alkol, fr. alcool tertiaire.

sülâsî mezîdün fih a. gr. zâid harf almış üçlü kelime.

sülâsî mücerred a. gr. üç harfli aslî kelime kökü.

sülâsi-r-re's üç kafalı (hayvan). 2. a. gr. aslı üç harf olan [fiil]

sülehfâ (a.i.) (bkz: sülhafâ).

sülehfât (a.i.) (bkz: sülhafât).

Süleyman Çelebi (a.h.i.) Bursa'da doğmuştur, babasının adı Ahmet Paşa'dır. Önce Sultan Yıldırım Bayezit'ın, sonra Emir Süleyman'ın yakınlarından olmuştur. Peygamberimiz hakkında yazdığı Mevlid'i ile pek çok İslâm şâirine nasîbolmayan bir şöhret kazanmış, mevzuunu yüksek bir samimiyet ve heyecanla ifâde etmeğe çalışmıştır. Eserini Âşık Paşa'nın "Garibnâme"si ile Kadı Darîr'in "Siyer-i Nebevi tercümesinden ilham alarak 1409 senesinde tamamlamıştır. Hz. Muhammed'e karşı samimî bağlılığını, derin tahassüsleriyle ve İslâm ümmetinin dînî heyecanlanyla mezcederek nakle muvaffak olduğu için bu manzum eser, bu sahada yazılmış bütün eserler arasında en çok saygı ve kıymet kazanmıştır, (d. ? - ö. 1421).


Yüklə 18,14 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   148   149   150   151   152   153   154   155   ...   189




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin