hâcib-i şarkî astr.kutup Yıldızı aslında ephemerides denilen bir münhanî (*eğri) çizerek hareket etmekte iken, bu eğri astronom-larca pratik maksatlarla bir elips olarak kabul edilmiştir. Hakîkî şimal (pöle) bu elipsin büyük ve küçük çaplarının kesişme noktasındadır. Polaris, yânî Kutup Yıldızı elipsin büyük çapının sağında bulunduğu anda mürûr-i süflâ'dadır. [elipsin büyük çapı Hatt-ı istiva düzlemine paraleldir].
hâcib-i yemîn sağ kaş.
hâcib-i yesâr sol kaş.
hâcibeyn (a.c.i.) iki kaş.
Beyn-el-hâcibeyn iki kaş arası.
hacîf (a.i.) karın gurultusu.
hacîl (a.s.) üç ayağı beyaz olan at.
hacîl (a.s.) utanmış, utancından yüzü kızarmış.
hâcim (a.s.) hacamat eden.
hâcim (a.s.) hücum eden, saldıran.
hâcir (a.s.) 1. hicret eden, bir yerden başka bir yere göçen. 2. sayıklayan [hasta].
hâcire (a. i.c. hâcirât) 1. terbiye sınırlarını aşan küfür. 2. (c. hevâcir) günün en sıcak zamanı.
hâcis (a.i.) 1. gam, tasa. 2. hâtıra.
hâcise (a.i.c. hevâcis) gönüle doğan endîşe, merak.
hâciyân (a.i. hâcı'nın c.) hacılar, Hicaz'a gitmiş olanlar, (bkz: hüccâc).
hâciyâne (a.f.zf.) hicveder gibi, hicveder şekilde.
hâciz (a.s. hacz'den) 1. ayıran, bölen.
Hicâb-ı hâciz anat. göğüs boşluğu ile karın boşluğu arasında bulunan büyük perde, zar, karın zarı, periton. 2. haczeden.
hacle (a.i.) gelin odası, gerdek, [bu kelimede yer adı, esasen bulunduğundan buna bir de "-gâh" mekân edatı getirerek "hacle-gâh" şeklinde kullanmak doğru değildir].
hacle-gâh (a.f.b.i.) gelin odası, gerdek odası, ["hacle" kelimesinde esasen yer adı bulunduğundan, buna tekrar "-gah" mekân eki getirerek "hacle-gâh" şeklinde kullanmak doğru olmamakla beraber kullanılmıştır].
haclet (a.i.) utanma, şaşırma, (bkz: hacâlet, hacel).
haclet-âver (a.f.b.s.) utandırıcı, utanç verici, (bkz: haclet-engîz).
haclet-engîz (a.f.b.s.) utandırıcı, (bkz: haclet-âver).
hacm (a.i.) 1. bir cismin kapsadığı boşluk. 2. oylum.
hacm-i istiâbî bir şeyin, içine alabildiği miktar.
hacmen (a.zf.) hacim itibariyle, büyüklükçe.
hacr (a.i.) l. birini, malını kullanmaktan menetme, birine bir şeyi yasak etme. (bkz: hacz). 2. âguş, kucak, himaye, ["h" harfi, harekelerin üçünü de kabul eder].
hacren (a.zf.) malını kullanmaktan menetme yoluyla.
hâc-vârî (f.s. ve zf.) haç biçiminde yapılan, olan.
hacz (a.i.) haciz, alacağa karşılık birinin malını veya parasını zaptetme muamelesi.
hacz-nâme (a.f.b.i.) huk. alacağa karşılık birinin malını zaptetmek üzere o kimseye alacaklı tarafından gönderilen resmî kâğıt.
hâd (f.i.) zool. çaylak [kuş].
hadaa (a.s. hâdi'nin c.) dalavereciler, hileciler, aldatıcılar.
hadâi' (a.i. hadîa'nın c.) hileler, oyunlar, yalanlar, aldatmalar, dekler, ["hadâyi" şekli de kullanılmıştır]
hadâic (a.i. hidâce'nin c.) deve sırtına vurulan yükler, ["hadâyic" şekli de kullanılmıştır].
hadâid (a.i. hadîd, hadîde'nin c.) 1.demirden yapılma şeyler. 2. keskin şeyler. 3.sert şeyler, ["hadâyid" şekli de kullanılmıştır].
hadâidât (a.i. hadâid'in c.) demir nesneler, ["hadâyidât" şekli de kullanılmıştır].
hadâik (a.i. hadîka'nın c.) bahçeler, bağ ve bostanlar, ["hadâyık" şekli de kullanılmıştır].
hadâik-i hâssa pâdişâh, saray bahçeleri.
Hadâik-ül-Hakaik fi-Tekmîlet-iş-Şakaik (Şakayık adlı eseri tamamlayan hakîkatlar) Nev'î-zâde Atâî'nin (1585-1635), Taşköprülüzâde'nin Şakaik-i Nû'mâniyye fî Ulemâ-üd-Devlet-il-Osmâniyye (Osmanlı devleti bilginlerinin Şakaik adlı biyografi kitabı)'sine yazdığı zeyl.
hadak (a.i.) patlıcan, (bkz: bâdincân).
hadâlet (a.i.) kol ve baldırı etli olma.
hadâret (a.i.) alçak gönüllülük.
hadâret (a.i.) yeşillik.
hadâset (a.i.) 1. evvel, iptida, önce, başlangıç. 2. tazelik, gençlik.
hadâret-i sinn yaş küçüklüğü.
hâdd (a.s.) 1. keskin. 2. sivri. 3. dar.
Zâviye-i hâdde geo. dar açı. 4. sert, te'sirli. 5. ekşi. 6. azgın ve iltihaplı [çıban, yara, hastalık]. 7. gergin.
hadd (a.i.c. hudûd) 1. sınır, iki devlet toprağının birleştiği yer, kenar. 2. derece. 3. gerçek değer. 4. şerîatçe verilen ceza. 5. mant. bir önermede konu ile yüklemden her biri, terim. 6. mat. cebirde tenasüp ('oran) veya muadeleyi (denklem) meydana getiren kısımlardan her biri. 7. bir şeyin nihayeti, sonu.
hadd-i asgar mant. küçük önerme.
hadd-i asgarî te'sîr psik. uyarım eşiği.
hadd-i a'zamî en büyük, en yüksek derece.
hadd-i bülûğ ergenlik çağı.
hadd-i cenûbî top. herhangi bir arazî üzerinde üç nirengi noktasının teşkil ettiği üçgenin en cenubunda (güney) bulunan re'si, yânî nirengi noktası.
hadd-i ekber mant. büyük önerme.
hadd-i evvel mat. herhangi bir riyâzî düsturda birbirinden zait nakıs işaretlerinden biriyle ayrılmış parçalardan birincisi.
hadd-i evsat mant. orta terim.
hadd-i fâsıl iki bölgeyi birbirinden ayıran sınır.
hadd-i garbî top. herhangi bir arazî üzerinde üç nirengi noktasının teşkîl ettiği üçgenin en garbında (batı) bulunan re'si, yânî nîrengi noktası.
hadd-i hakîkî mant. bir terimin esas tarifi.
hadd-i icâz fasâhat'in mucize derecesinde olanı.
hadd- imkân mümkün olma hududu.
hadd- istiâbî kapsam, içine alma, kapasite.
hadd- i'tidâl mâkul, ılımlı derece.
hadd- ittisâl bitişme haddi, noktası.
hadd-i kat'-i tarîk huk. [eskiden] yol kesicilikte bulunan bir şahıs veya bir çok eşhas hakkında cinayetlerine göre îcâbeden ukubet.
hadd-i kazf huk. [eskiden] bir muhsin veya muhsineye, yânî mükellef hür, müslim, zinadan afîf bir kimseye dâr-ı islâm'da zina isnâdeden mükellef bir şahıs hakkında îcâbeden ukubettir ki, miktarı hadd-i şürb gibidir.
hadd-i kemâl olgunluk hâli.
hadd-i kifâye yeterlik derecesi.
hadd-i kusvâ son sınır.
hadd-i lafzî kelime tarifi, kelime mânâsı.
hadd-i lâyık tam derece, tam değer.
hadd-i ma'rûf normal kabul edilen bir sınır.
hadd-i müntehâ son nokta.
hadd-i müşterek ortak derece.
hadd-i resmî tam tarif.
hadd-i sâlis mat. herhangi bir riyazi düsturda birbirinden zait nakıs işaretlerinden biriyle ayrılmış parçalardan üçüncüsü.
hadd-i sânî mat. herhangi bir riyâzî düsturda birbirinden zait nakıs işaretlerinden biriyle ayrılmış parçalardan ikincisi.
hadd-i sekr huk. [eskiden] hamirden başka müskir meşrubattan birinin bilihtiyâr içilmesinden mütevellit sarhoşluktan dolayı îcâbeden ukubettir ki, miktarı hadd-i şürb gibidir.
hadd-i sirkat huk. [eskiden] şeraitini câmî bir sirkatten dolayı muayyen uzvun kesilmesi suretiyle tatbik edilen bir ceza.
hadd-i şarkî top. herhangi bir arazî üzerinden üç nîrengi noktasının teşkîl ettiği üçgenin en doğusunda bulunan re'si, yânî nîrengi noktası.
hadd-i şer'î şerîate uygun olarak verilen ceza.
hadd-i şimalî top. herhangi bir arazî üzerinde üç nîrengi noktasının teşkîl ettiği üçgenin en şimalinde (kuzey) bulunan re'si, yânî nîrengi noktası.
hadd-i şürb huk. [eskiden] az veya çok miktarda bilihtiyâr "hamr" içilmesinden dolayı îcâbeden ukubet, [sekir vermiş olsun olmasın bu ukubet hür ve hürre hakkında seksen, köle hakkında kırk celdedir. (Celd, kamçı ile vurma veya derisine dokunmadır.)].
hadd-i ta'bîr tasvir ve anlatma derecesi, gücü.
hadd-i te'dîb şeriata göre ceza, dayak derecesi.
hadd-i vasat orta.
hadd-i zâtinde zâten, esasen, yaradılışta, aslında, oluşunda. 8. bir şeyin keskin olan yeri, ağzı.
hadd-i seyf kılıcın keskin yeri, ağzı.
Bî-hadd hesapsız, sınırsız.
Fevk-al-hadd pek çok.
Ser-hadd sınır.
hadd-i zinâ huk. [eskiden] şeraiti dâhilinde vâki ve sabit olan zinadan dolayı mürtekibi hakkında tatbik edilecek ukubettir ki, ya celd veya recim suretiyle olur.
hadd (a.s.) 1. denizden gelen gürültülü ses. 2. gürültü ile yıkılan. 3. gürültülü bir sesle çağıran.
hadd (a.i.c. hudûd) 1. yanak.
Lâle-hadd lâle (al) yanaklı, (bkz: izâr, ruh).
hadd-i azrâ (kız yanağı) Kûfe şehri. 2. yeri yarma, yeri kazma.
haddâ' (a.s. hud'a'dan) dalavereci, aldatıcı, (bkz: hâdî', hayyâl, reng-âver).
haddâ (a.i.) deve çobanı, deve sürücüsü.
haddâd (a.s.) 1. demirci, demir işleri yapan, çilingir. 2. kapıcı. 3. gardiyan, muhafız.
haddâdî (a.i.) demircilik.
haddâm (a.s.) işinde becerikli, çalışkan, gayretli olan; hizmetçi.
haddân (a.i. hadd'den. c.) iki yanak.
haddâs (a.s. hads'den) çabuk kavrayan, anlayışlı, kavrayışlı.
hâdde (a.s.) 1. erimiş mâdenden tel yapmak için kullanılan delikli mâden levha. 2. s. ["hâdd" in müennesi] . (bkz: hâdd).
hâdde-i tedkîk dikkatle araştırma.
hâdde-hâne (a.f.b.i.) 1. içinde ham demir mâdeninin eritildiği büyük ocak, fınn. 2. [evvelce] içinde çocukların çalıştırıldığı tersanenin, ameliyat okulu hükmünde bulunan bir fabrikası, [bugün "Astsubay Okulu" bu okulun yerine geçmiştir].
haddeyn (a.s.c.) iki had, iki "terim.
Zü-l-haddeyn iki terimli.
hadd-nâ-şinâs (a.f.b.s.) haddini bilmez, kendini bilmez; şımarık, küstah.
hadd-nâ-şinâsâne (a.f.zf.) haddini bilmezcesine.
hadeb (a.i.) kanbur olma, kanburluk, yumrulu olma. (bkz: hamîde).
hadebe (a.i.) 1. vücuttaki kanburluk. 2. bot. yumru, kambur, (bkz: hamîde).
hadebiyyet (a.i.) kanburluk, yumruluk.
hadec (a.i.) bot. ebûcehil karpuzu.
haded (a.i.) mânî, engel, set.
hadeka (a.i.c. ahdâk, hidâk) göz bebeği, gözün siyahı.
hadeka-yi ayn gözün bebeği.
hadekî (a.s.) hek. göz bebeği ile ilgili.
hadem, hademe (a.i. hâdım'ın c.) hizmetçiler, odacılar, (bkz: huddâm).
hademe-i bâb-ı âsâfî Osmanlı devletinde kurulmuş bir idarenin adı.
hademe-i hâssa, -şâhâne pâdişâh sarayında vazifeli bulunanlar.
hademe-i hayrât kayyım, cami hademesi gibi kimselerin Diyanet İşleri'nde bağlı bulunduğu dâire.
hademe-i hümâyûn tar. Osmanlı sarayında görevli bulunan kimseler.
hademe-i hümâyûn ferîki tar. Osmanlı sarayında görevli bulunanların ilerigelenleri.
hademe-i rikab-ı hümâyûn-ı hassa tar. pâdişâhın gezisi sırasında maiyetinde bulunanlar.
hademe-i vakf imam, hatip, müezzin, müderris ve mütevelli gibi bir vakıfta görevli bulunan ve kendilerinden faydalanılan kimseler.
hadem ü haşem hizmetçilerle maiyet halkı.
hadeng (f.i.) 1. kayın ağacı. 2. kayın ağacından yapılmış ok.
hader (a.i.) uyuşma.
hader-i şitâ kış uyuşukluğu, fr. hibernation.
hader-i umûmî bütün vücûdu kaplayan uyuşukluk.
hader-ül-benân hek. parmak uçlarının uyuşması.
hades (a.i.c. ahdâs, hadesât) 1. yeni olma, yeni peyda olan şey. 2. abdest ve guslün tazelenmesini gerektiren hal. 3. insan pisliği. (bkz. gait). 4. s. genç, delikanlı, (bkz: hadîs-üs-sinn).
hadesân (a.i.) 1. talihsizlik. 2. kaza.
hadesât (a.i. hades'in c.) hadesler.
hâdır (a.s.) uyumuş, tembel.
hâdi' (a.s. hadîa'dan) 1. hîleci, dolapçı. (bkz. haddâ'). 2. fena, bozuk.
hâdî (a.s.) 1. sırada ilk, birinci. 2. i. hayvanları, en çok develeri şarkı ile süren kimse. 3. yenilene yardım eden, yardımcı.
hâdî aşr on birinci.
hâdî vü işrin yirmi birinci.
hâdî (a.s. hidâyet'den. c. hevâdî, hüdât) l. hidâyet eden, doğru yolu gösteren.
hâdî-üt-tarîk doğru yolu gösteren, Allah. 2. i. kılavuz, rehber. 3. önde giden [kimse].
hâdî-i sebil Hz. Muhammed. 4. i. mızrak ucu. 5. i. erkek adı.
hadîa (a.i.c. hadâyi') (ustalıklı) hîle, oyun, aldatma, ["hadîat" şeklinde de kullanılır]. (bkz. hud'a).
hâdi-âne (a.f.zf.) hîle ile, dolapla.
hâdî-aşer (a.s.) on birinci.
hadîb (a.s.) 1. boyanmış, boyalı. 2. kınalanmış, kınalı.
hadîc (a.i.) vakitsiz, erken doğan oğlan çocuğu.
hadîce (a.i.) 1. vakitsiz, erken doğan kız çocuğu. 2. kadın adı.
Hadîce (a.h.i.) Hz. Muhammed'in ilk eşi.
hadîd (a.s.) 1. öfkeli, hiddetli, şiddetli, titiz.
hadîd-i şems astr. yer yörüngesinin güneşe en yakın noktası, *günberi, fr. perihelie.
hadîd-ül-mizâc sert tabiatlı, asabî. 2. keskin.
Seyf-i hadîd keskin kılıç.
hadîd-ül-basar gözü keskin. 3. i. demir, (bkz: âhen).
hadîd-ün-nazar görüşü keskin.
hadîdî, hadîdiyye (a.s.) demirle ilgili, demirden yapılmış.
Âlât-ı hadîdiyye demirden yapılmış âletler.
Hutût-i hadîdiyye demiryolları.
Mürekkebât-ı hadîdiyye demir karışıkları.
hâdife (a.i.) halktan bir kısım.
hadîka (a.i.c. hadâik) 1. ağaçlı, suyu çok bahçe; bostan; meyva bahçesi; etrafı duvarla çevrilmiş bahçe. 2. Aşir Efendi tarafından 1868-1873 yıllarında 56 kadar sayısı istanbul'da yayımlanmış olan Türkçe gazete.
hadîka-yi ferahfeza gönüle ferahlık veren bahçe.
Hadîka-yi Maârif istanbul'da yayımlanmış haftalık Türkçe edebî dergi (Kasım 1881, l sayı) olup kurucusu, Maârif Nezâreti Te'lif ve Tercüme Dâiresi'nden İmâdeddin Vasfi'dir.
hadîka-yi rûh ruhun bahçesi.
Hadîkat-ül-Cevâmî' (camiler bahçesi) 1786 da ölen Hüseyin Ayvansarâyî'nin istanbul camilerini konu alan bir eseri.
hadîkat-ül-ervâh (ruhların bahçesi) Mevlânâ dergâhındaki kabristana mevlevîlerce veriler bir ad.
Hadîkat-ül-Mülûk (hükümdarlar bahçesi) Osman Zade Tâib'in (1660-1724) Osmanlı hükümdarlarından bahseden bir eseri.
Hadîkat-ül-Vüzerâ (vezirler bahçesi) Osman Zade Tâib'in (1660 - 1724) zamanına kadar olan vezirlerden bahseden eseri.
Hadîkat-üs-Süedâ (mutluların bahçesi) büyük şâir Fuzûlî'nin "Kerbelâ Faciası" nı konu alan ünlü eseri.
hâdil (a.s. hadl'den) aşağı sarkıtılmış.
hâdim (a.s. hidmet'den. c. hadem, hademe, huddâm) 1. hizmet eden, yarayan.
hâdim-i me'kel-i müsâfirîn ve fukarâ fakirler ve misafirler için sofra hizmetinde bulunan kimse.
hâdim-i pîr astr. Zuhal (Satürn) gezegeni.
hâdim-ül-fukarâ fakirlere hizmet eden. 2. i. harem ağası, (hâce-serâ).
hâdim-ül-haremeyn-üş-şerîfeyn (Mekke ve Medîne gibi iki kutsal yere hizmet eden) Osmanlı pâdişâhlarına verilen bir unvan. [Yavuz'dan sonra].
hâdim (a.s. hedm'den) hedmeden, yıkan, yıkıcı.
hâdim-ül-lezzât (lezzetleri yıkan) Azrail, (bkz: Melek-ül-mevt).
hâdime (a.i. hâdim'den) kadın hizmetçi.
hadîn (a.i.c. hudenâ) vefalı, sâdık dost.
hadîn-i kadîm eski dost.
hâdir (a.s.) 1. öten [güvercin], (bkz: hamâm, hamâme1). 2. kişneyen [aygır]. 3. kükreyen [arslan], böğüren [deve], anıran [eşek].
hâdir (a.s.c. hadere) şişen, yumrulanan [organ].
hâdir (a.s.) uyuşuk, gevşek, tembel.
hadîs (a.i.c. ehâdîs) 1. Peygamberimizin kutsal sözü. 2. hadîsten bahseden ilim.
hadîs-i erbain (kırk hadîs) Hz. Muhammed'in kırk kadar hadîsinin yorumlanmasını, incelenmesini, açıklanmasını gösteren derlemelerin adı.
hadîs-i kudsî mânâsı vahyedilen, kelimesi Peygamberimizden sudur eden (çıkan) kutsal söz.
hadîs-i mevzû' bir başkası tarafından söylenip, Peygamberimize isnâd olunan söz.
hadîs-i mürsel Peygamberimizden işitildiği söylenilen söz.
hadîs-i nebevî (bkz. hadîs-i kudsî).
hadîs-i sahîh doğru ve adaletli bir râviye dayanan hadîs-i şerif. 3. s. yeni, taze.
hadîs-üs-sinn (yaşı taze) genç, delikanlı, (bkz: nev-civân, hades4). 4. haber, kıssa, söz, söylenti.
hâdis (a.s. hudûs'dan) 1. hudüs eden, çıkan, meydana gelen. 2. yeni, yeni çıkan.
hâdisât (a.i. hâdise'nin c.) 1. hâdiseler, olaylar. 2. 1918 ve 1919 yıllarında mes'ûl müdürü Ahmet Bey olan ve Cenab Şahâbeddin ile Süleyman Nazif'in istanbul'da çıkardıkları günlük Türkçe bir gazete olup 173 sayıya kadar gelinmiştir.
hâdisât-ı fizîkiyye fizik olayları.
hâdisât-ı kimyeviyye kimya olayları.
hâdise (a.i.c. hâdisât, havâdis) vakıa, yeni bir şey, ilk defa çıkan, macera olan bir nitelik ve durum, [havadis kelimesi bugün "haber, vakıa" mânâsına müfret olarak kullanılır].
hâdisî (a.s.) hâdise ile ilgili, olaysal.
hâdisiyye (a.i.) fels. fenomenizm, fr. phenomenisme.
hadîş (f.i.) büyük kadın, büyük hanım [evdeki].
hâdiye (a.i.) 1. asa, değnek. 2. su içinden sivrilerek yükselen kaya. 3. kadın adı.
hadrâ' (a.s.) 1. (daha, pek, çok, en) yeşil, ["ahdar'ın müennesi]. 2. i. sebze, yeşillik. 3. müz. adı Şerh-i Mevlana Mübarek Şah'da geçen makam.
hadrâ-yi dimen (süprüntülüklerde biten filiz) orta malı olan güzel [kadın].
Cezîret-ül-hadrâ' Fas'daki El-cezîre. 3. h. i. Hüsrev Pervîz'in sekiz hazînesinden birinin adı. (bkz: hazrâ).
hadravât (a.s. hadrâ'nın c.), (bkz. hadrâ, hazravat).
hads (a.i.c. hadsiyyât) 1. zan, tahmin. 2. sezgi, seziş, fr. intuition.
hadsî (a.s.) 1. zan ve tahminle ilgili. 2. sezgili.
hadsiyyât (a.i. hads'in c.) mümkün olan şeyler, (bkz: faraziyyât, mümkinât, tahmînât).
hadşe (a.i.c. hadeşât) manevî rahatsızlık, vesvese, merak, ürküntü.
hadşe-i derûn iç üzüntüsü, gönül üzüntüsü.
hadşe-âver (a.f.b.s.) rahatsızlık veren, insan gocunduran.
hadşe-nisâr (a.f.b.s.) gocunduran, vesvese, merak saçan.
hadûş (a.i.) 1. sinek. 2. pire.
hafâ' (a.i.) gizli olma, gizlilik, kapalılık.
hafâfîş (a.i. huffâş'ın c.) yarasa kuşları.
hafâ-gâh (a.f.h.i.) gizlenilecek yer, gizlenme yeri.
hafâir (a.i. hafîr ve hafîre'nin c.) çukurlar, oyuklar, delikler.
hafakan (a.i.) l. ıstırap, sıkıntı; çarpma, vurma. 2. yürek oynaması.
hâfât (a.i. hâfe'nin c.) kenarlar, sahiller, kıyılar, yanlar.
hafâyâ (a.i. hafiyy'in c.) sırlar, gizli şeyler.
hafâyâ-yi umûr işlerin gizli tarafı.
hafaza (a.s. hâfız'ın c.) 1. insanın yaptığı işlerini yazmaya mahsus melekler, [kelime "hâfız" in cemi olmakla beraber "hâfızlar" mânâsına kullanılmaz]. 2. bekçiler.
Bâb-ül-hafaza en aşağı cennet katı yollarından birinin adı. (bkz: huffâz).
hafazan-Allah (a.cü.) Allah saklasın, Allah korusun!
hafazek-Allah (a.cü.) Allah seni korusun!
hâfe (a.i.c. hâfât) 1. kenar, sahil, kıyı.
hâfe-i nehr nehir kenarı.
hâfe-i tarîk yol kenarı. 2. hek. iki veya daha çok sathın (*düzey) bir zaviye (*açı) teşkil ederek birleşmesinden meydana gelen uzunlamasına keskinlik.
hâfe-i halfiyye anat. bir organın veya bir kemiğin tabîî durumunda iken arkaya rastlayan kenarı.
hâfe-i kuddâmiyye anat. tabîî durumunda bulunan bir organın veya kemiğin ön kenarı.
hâfe-i süflâ anat. bir organın veya kemiğin tabîî durumunda iken aşağı tesadüf eden kenarı.
hâfe-i ulyâ anat. tabîî durumunda bulunan bir organın veya kemiğin yukarıya tesadüf eden kenarı.
hâfe-i ünsiyye anat.bir organın, daha çok bir kemiğin tabîî durumda iken -insan vücûdunu yukarıdan aşağıya doğru ikiye bölen- asıl hat tarafında olan kenarı.
hâfe-i vahşiyye anat. tabîî durumda bulunan bir organın veya kemiğin, orta çizgi denilen hayalî çizgiden en uzak olan kenarı.
hafet (a.i.) ıslıklı yılan.
haff (a.i.) ayakkabı.
hâff (a.s.) bir şeyin etrafını dolanan.
haffâf (a.i.) kavaf, ayakkabı, terlik ve saire yapan ve satan, kavaf, (bkz: hafîf).
haffaf-hâne (a.f.b.i.) hazır ayakkabı atölyesi.
haffâr (a.s.) kazan, kazıcı; mezar kazıcı, (bkz: hâfir).
hâfık (a.i.c. havâfık) 1. doğu veya batı tarafı. 2. ufkun sonu. 3. s. vuran, çarpan, çırpınan.
hâfıkan, hâfıkayn (a.i.c.) doğu ve batı tarafları.
hâfız (a.s.) aşağı düşüren, alçaltan. [Allah'ın adlarındandır].
hafız (a.s. hıfz'dan. c. hafaza, huffâz) 1. hıfzeden, saklayan, koruyan, (bkz. hafîz). 2. ezberleyen. 3. i. Kur'ân-ı Kerîm'i başından sonuna kadar ezberleyen, (bkz. hâfız-ı Kur'an).
hâfız-ı hakiki, -mutlak Allah.
hâfız-ı Kur'ân Kur'ân'ı başından sonuna kadar ezberleyen kimse.
hâfız-ı kütüb kitapları hıfzeden, saklayan, kütüphane me'muru, kütüphaneci.
hâfıza (a.i.) 1. Kur'ân-ı Kerîm'i başından sonuna kadar ezberlemiş bulunan [kadın, kız]. 2. hissedilen, bilinen, görülen şeyleri; işitilen, konuşulan lâkırdıları; duyulan okunulan sözleri, ezberlenilen yazıları, kitapları zihinde hıfzeden, saklayan hassa, kuvvet, fr. memorie.
hâfıza-i enâm halkın hafızası
hâfıza kuvveti hafızası kuvvetli, (bkz: kuvvet-i hâfıza).
hâfıza-i beşer nisyân ile ma'lûldür insan hafızasında unutma hastalığı vardır.
hâfıza-pîrâ (a.f.b.s.) 1. hafızayı süsleyen. 2. uğur sayılarak ezberlenen şey.
hâfızavî (a.s.) psik. belleksel, fr. mnemonique. (bkz: hıfzî1).
hâfî (a.s.) 1. çok ikram eden, güler yüzle karşılayan [adam]. 2. yalınayak yürüyen, koşan [adam].
hafî (a.s. hafâ'dan. c. hafiyyât) gizli, saklı.
hafî celse gizli oturum.
hafiyy ü celî gizli ve aşikâr.
hafiyy-ül-harâre kim. ısıalan, fr. endothermique.
hafîd (a.i.c. ahfâd) evlât oğlu, torun.
hafîd-âne (a.f.zf.) toruna yakışır yolda.
hafîde (a.i.) kız torun [oğul evlâttan], (bkz: nebîre).
hafîf (a.i.) at koşarken, kuş uçarken, rüzgâr eserken hâsıl olan ses, hışlama, hasırlı, hışırtı.
hafîf-i esb-i tâzî Arap atının koşarken çıkardığı ses.
hafîf-i evrak-ı eşcâr ağaç yapraklarının hışırtısı.
hafîf-i kebûter güvercinin uçarken çıkardığı ses.
hafîf (a.i.). (bkz. haffâf).
hafîf (a.s. hiffet'den) 1. ağır olmayan, yeğni.
hafîf-ür-rûh (ruhu hafîf olan) hoşsohbet.
hafîf-ül-mizâc hoppa, kararsız, temkinsiz. 2. müz. Türk müziğinin büyük usullerinden-dir. 32 zamanlı ve 26 darplıdır (gene 32 zamanlı olarak 14 darplı berefşân ve 22 darplı muhammes vardır; hafif, berefşandan fazla, fakat muhammesden daha az kullanılmıştır). 32/2 lik ağır hafif mertebesi de çok kullanılmıştır. 32/8 lik yürük hafif de görülmüştür. Usul isminden de anlaşılacağı üzere yürük eserlere yakışır, oynak ve hafiftir. Hafif ile kâr, beste (hususiyle ikinci besteler), peşrev, tevşîh ve ilâhiler ölçülmüştür. Bilhassa beste formu için pek çok kullanılmıştır. Usul üç muhtelif şekilde dizilmiş 8 adet sofyandan mürekkeptir.
hafîfe (a.s.) ["hafif" kelimesinin müen.]. (Bkz hafif).
hafif meşreb (a.f.b.s.) serbest davranılı, hoppa kadın.
hafif tertîb şöyle böyle, aşırılığa kaçmadan, biraz.
hâfir (a.s. ve i. c. havâfir) 1. hafreden, kazan, kazıcı.
hâfir-i bi'r kuyu kazan.
hâfir-i kabr mezar kazan. 2. at gibi hayvanların tırnağı.
hafîr, hafîre (a.i.c. hafâir) 1. derince kazılmış yer, yer çukuru. 2. kabir, mezar.
hâfiye (a.i.) gizli polis.
hâfiyen (a.zf.) 1. yalınayak olarak. 2. ikram ederek.
hafiyyât (a.s. hafiyy'in c.) gizli, saklı şeyler.
Alim-ül-hafiyyât gizli, saklı işleri bilen, Allah.
hafiyyât-ı umûr işlerin gizli, saklı tarafları.
hafiyye (a.i.) 1. polis'in gizli me'muru, gizli polis. 2. s. gizli.
Sûret-i hafiyyede gizli olarak.
Umûr-ı hafiyye gizli işler.
hafiyyen (a.zf.) gizliden, gizlice, saklı olarak, aşikâr olmayarak.
hafiyyeten (a.zf.) gizli, saklı olarak, gizlice.
hafîz (a.s.) Allah'ın adlarındandır; muhafaza eden, saklayan, koruyan mânâsına gelir, (bkz: hafız1).
hafiz-Allah (a.c.) Allah saklasın, Allah korusun.
hafl (a.i.) 1. kederlenme, tasalanma. 2. toplanma, toplantı, (bkz: hafle).
hafle (a.i.). (bkz. hafl2).
hafr (a.i.) kazma, kazılma [toprak], (bkz: hafş).
hafriyyât (o.i.c.) kazışlar, kazılar; kazı.
hafs (a.i.) biriktirme, toplama.
Hafsa (a.h.i.) Hz. Muhammed'in zevcelerinden biri ve Hz. Ömer'in kızı.
hafş (a.i.) kazma, kazılma, (bkz: hafr).
hafş (a.i.) hek. "tavuk karası" denilen bir göz hastalığı.
haftân (a.i.) 1. kaftan. 2. savaşta zırh üzerine giyilen bir çeşit pamuklu elbise.
hafz (a.i.) 1. basıklık. 2. îtidâl, aşırı olmama hâli, ölçülülük. 3. Arap gramerinde kesre [esre] işareti.
hafz ü takdîr gr. kesik cümle.
hâgîne (f.i.) kaygana.
-hâh (f.s.) "isteyen, ister" mânâsında kelimelere takılır.
Bed-hâh kötülük isteyen.
Hayır-hâh iyilik isteyen.
hâhân (f.s.) istekli.
hâher (f.i.) kızkardeş, hemşîre. (bkz: duhter).
hâherî (f.i.) kızkardeşlik, hemşirelik.
Dostları ilə paylaş: |