Âb (f i. su. (bkz: mâ')



Yüklə 18,14 Mb.
səhifə51/189
tarix03.01.2019
ölçüsü18,14 Mb.
#89926
1   ...   47   48   49   50   51   52   53   54   ...   189

halîle (a.i.c. halâil) 1. zevce, nikâhlı kadın, (bkz. harem3). 2. Mevlevîlerin âyinlerde çaldıkları bir musiki âleti.

halîle-zen (a.f.b.i.) tekkelerde çalınan zilleri çalan.

halîm (a.s.) 1. tabiatı yavaş olan, yumuşak huylu. [Allah adlarındandır]. [müen. "halîme" dir]. 2. i. erkek adı.

halîm-âne (a.f.zf.) yumuşak huylu olana yakışacak surette.

halîm selîm (a.b.s.) yumuşak huylu ve doğru kimse.

hâlis (a.s.) 1. hilesiz, katkısız. 2. i. erkek adı.

hâlis muhlis katışıksız, eksiksiz, tam.

hâlis-üd-dem saf kan, arı kan. [müen. "hâlise" dir].

hâlis-âne (a.f.zf.) saf ve temiz olana yakışacak surette; temiz yürekle, yürek temizliği ile.

hâlise (a.s.) ["hâlis" in müen]. (bkz: hâlis).

hâlisen (a.zf.) 1. hâlis olduğu halde. 2. hilesizce.

hâliset (a.i.) ed. ibarenin saf, düzgün ve akıcı olması.

hâlisiyye (a.i.) Kadiri tarikatı kollarından biri. (kurucusu Ziyâüddin Abdurrahman Hâlis-üt-Tâlibânî'dir].

hâlisiyyet (a.i.) hâlislik, doğruluk, hilesizlik.

hâl-istân (f.b.i.) vücutta, birkaç benin toplu bulunduğu yer.

halît (a.i.) huk. su ve yol hakkı gibi arazînin hukukunda müşârik olan kimse.

halîta (a.i.) birkaç şeyin karışmasından meydana gelen, karma; kim. alaşım.

halî'-ül-ızâr (a.b.s.) kötü, alnının daman çatlamış, yüzü yırtık kadın.

hâliyâ (a.zf.). (bkz. hâliyen). [aslı "hâliyya" dır].

hâliye (a.s.) "hâlî" nin müen.]. (bkz: hâlî).

hâliyen (a.zf.) şimdiki zamanda, şimdiki halde.

hâliyen (a.zf. hâlî'den) hâlî, boş olduğu halde, boş olarak.

hâliyle (a.t.zf.) ister istemez, normal olarak.

haliyyât (a.i. hâliyye'nin c.) bekâr kadınlar.

haliyye (a.i.c. haliyyât) bekâr kadın.

hâliyye (a.i.) ibâdet esnasında rakset-me, el şaklatma gibi şeyleri helâl sayan bir tarikat.

halk (a.i.) 1. yaratma, yaratılma.

halk-ı dü cihân (iki cihanın halkı) ölülerle diriler. 2. icat. 3. insanlar. 4. insanlardan bir bölük.

halk (a.i.) 1. boğaz, (bkz: hulkum).

Hurûf-i halk leng. boğaz harfleri, [ha, hı, ayn, gayn, he] gibi. 2. tıraş etme.

halka (a.i.) l. ortası boş, yuvarlak şekil, dâire biçiminde olan şey.

halka-i âb-gûn gökyüzü.

halka-i dürr inci halkası, dizisi.

halka-i gîsû-yi müşg-efşân misk saçan saçın kıvrımı.

halka-i gudrûfiyye anat. kıkırdak halka.

halka-i havl-ül-merî anat. yemek borusu gerdanlığı.

halka-i şeh-per büyük kanat halkası.

halka-i tesbih (tespih halkası) dua eden, tespih çeken kimselerin çevresi.

halka-i teslîm dervişlerin boyun eğme işareti olarak üzerlerinde bulundurdukları halka.

halka-i zikr zikr, ibâdet halkası, ibâdet sırasında meydana gelen halka. 2. bir çeşit ufak, yağlı ve tuzlu simit, [kelime "halaka" şeklinde de kullanılmıştır].

halka-be-gûş (a.f.b.s.c. halka-be-gûşân) kulağı halkalı, küpeli, mec. köle.

halka-be-gûşân (a.f.b.s. halka-be-gûş'un c.) kulağı halkalılar, kulağı küpeliler, mec. köleler.

halka-bend (a.f.b.i.) toplanıp çepeçevre oturma.

halkan (a.zf.) yaradılışça.

hâl-kâr (f.b.i.). (bkz: hall-kâr).

hâl-kârî (f.b.i.). (bkz: hall-kârî).

halkavî (a.s.) halka şeklinde olan.

halkaviyye (a.i.) 1. bot. küpeçiçeğigiller, f r. oenotheracees. 2. zool. halkalılar, fr. annelees.

halkıyyât (o.i.c.) folklor.

halkıyye (a.fi.) ebediyyen, sonsuz.

hall (a.i.) 1. çözme, çözülme, karışık bir meselenin içinden çıkma; karar verip neticeye varma.

hall-i mes'ele meselenin halli, çözülmesi.

hall-i müşkilât zorlukların halli. 2. eritme. 3. tahlil, analiz, 'çözümleme.

hall ü akd ed. "iş bitirme" bilmece şeklinde düzenleyip açıklama.

hall ü akd-i umûr işlerin görülüp, neticelenmesi.

hail ü fasl sona erdirme, müspet bir neticeye bağlama, açıklayarak bitirme.

hall (a.i.) sirke.

Hâmız-ı hall kim. sirke asidi.

hallâb (a.s.) çok yalancı, çok hîlekâr.

hallâc (a.i.) pamuk, yatak, yorgan atan kimse.

Hallâc-ı Mansûr 922 yılında asılmak suretiyle öldürülen ve Divan Edebiyâtı'nda adına sık sık rastlanan ünlü sôfî, adı Hüseyin'dir.

hallâcî, hallâciyye (a.s.) 1. hallaçlıkla ilgili olan. 2. Hallâc-ı Mansûr tarikatı.

hallâf (a.s.) çok yemin eden [kimse].

hallâk (a.i.) berber, (bkz: hâlık).

hallâk (a.s. ve i.) halk edici, hâlik, yaratıcı, yaratan, vareden.

hallâk-ı maânî, hallâk-ul-maânî îran şâirlerinden İsfahanlı Kemâl'in lâkabı olmakla beraber, yaratıcı başka ünlü şâirlerin de sıfatıdır.

hallâl (a.s.) halleden, çözen, çâre bulan

hallâl-i müşkilât müşkülü halleden, zorlukları yenen, çözen [kimse], (bkz: ukde-güşâ).

hallâl-ül-ukad bütün düğümleri çözen, müşkülleri yenen, (bkz: ukde-güşâ). mec. Cenâbıhak.

hallâl (a.i.) sirke yapan kimse.

hallâs (a.s.) çok tutan, yakalayan kimse.

hallât (a.s.) ortalığı karıştıran, münasebetsiz, yersiz sözler söyleyen.

halled-Allah (a.n.cü.) Allah dâim ve baki eylesin!

hallede (a.fi.) ebediyyen, sonsuz olarak muhafaza etsin, korusun!

hallî (a.s.) halle mensup, tahlîl ile olan, tahlîl ile ilgili.

hâlli (a.s.) 1. kuvvetli. 2. zengin.

hallî, halliyye (a.s.) sirke ile ilgili, fr.aceteux, acetique.

halliyyet (a.i.) kim. sirke asidinin esanslardan biriyle karışmasından meydana gelen tuz, fr. acetate.

hâll-kâr (f.b.i.) güzel yazılmış bir yazıyı veya sanatkârâne yapılmış bir minyatürü çevreleyen çiçek motiflerinden, bilhassa, hatâyî cinsi kullanılmak suretiyle yapılan tezhip, süsleme.

hallkârî (f.b.i.) 1. ince tel işleme. 2. g.s. halkâr tarzında yapılmış tezhip, süsleme; altınla süsleme yapma sanatı.

halme (a.i.c. halemât) meme başı.

halme-i sınâiyye emzik.

halt (a.i.) 1. karıştırma, (bkz: mezc). 2. fena, münasebetsiz söz söyleme. 3. nazlanma.

halt-ı anâsır unsurları, elemanları karıştırma.

halt-ı kelâm sözü, lâfı karıştırma, bozma.

hâlta (a.i.) köpeklere takılan büyük halka, tasma.

haltıyyât (o.i.c.) münasebetsiz, yakışık almayan sözler.

haltî (a.s.) halta ait, haltla ilgili.

hâlûk (a.i.) 1. sıçan otu. 2. mercimek ocağı.

halûk (a.s.) 1. iyi huylu , insaniyetli, geçim ehli olan. 2. erkek adı.

halvet (a.i.) 1. yalnız, tenha kalma, tenhaya çekilme, tenhalık. 2. tenha yer. 3. hamamın sıcak bölmesi.

halvet-i fâside huk. mukarenete manî bir şey bulunduğu halde karı ve koca arasında vuku' bulan halvet.

halvet-i hümâyûn sokakları pâdişâhlar halvet yaparken yolun iki tarafına çekilen, gerilen yelken bezleri.

halvet-i sahîha huk. mukarenete manî bir şey bulunmadığı halde kan koca arasında vuku' bulan halvet.

halvet-gâh, -geh (a.f.b. i.) halvet yeri, gizli görüşülecek yer, yalnız başına oturup ibâdetle vakit geçirilen yer. (bkz: halvet-sarây).

halvet-güzîde, -güzîn (a.f.b.s.) halveti, tenha bir yeri seçmiş olan [kimse].

halvet-hâne (a.f.b.i.) dinlenme yeri; yalnız başına oturulup ibâdetle vakit geçirilen yer.

halvetî (a.s.) 1. halvetle ilgili. 2. i. ibâdet ve törenlerini tenhada yapan bir tarikat. 3. i. halvetiye tarikatından olan kimse. [müen. "halvetiyye" dir).

Halvetiyye (a.i.) tas. Şeyh Ebî Abdullah Sirâcüttin Ömer ibn-i Eşşeyh Ekme-lüttînül-Ehci tarafından kurulan tarikat.

halvet-nişîn (a.f.b.s.) halvette, yalnızlıkta oturan.

halvet-nişînî (a.f.b.i.) halvetnişinlik.

halvet-sarây (a.f.b.i.) halvet yeri, bir hükümdarın husûsî dâiresi, (bkz: halvet-gâh, halvet-geh).

hâm (f.s.) 1. pişmemiş, olmamış, çiğ. 2. işlenmemiş, üzerinde çalışılmamış. 3. boş, nafile, beyhude.

Hayâl-i hâm, Ümîd-i hâm boş hayal, boş ümit. 4. terbiye, tecrübe görmemiş, acemi [kimse].

ham (f.s.) eğri, bükülmüş.

Kamet-i ham eğri boy.

Ebrû-yi ham eğri kaş.

ham-ı zülf zülfün (saç lülesinin) kıvrımı, büklümü.

hamâid (a.i. hamîde'nin c.) birinin medhe lâyık olan işleri.

hamâil (a.i. himâle ve hamîle'nin c.) 1. kılıç bağı, kılıç kayışı. 2. nüsha, muska, tılsım [kelimenin ikinci mânâsı dilimizde müfret olarak kullanılmaktadır, "hamâyil" şeklinde yazılmamalıdır].

hamâilî (a.s.) arkuru, çapraz.

hamâim (a.i. hamâme'nin c.) güvercinler. ["hamâyim" şeklinde yazılmamalıdır].

hamâkat (a.i.) ahmaklık, beyinsizlik, bönlük, (bkz: halâfet, humk, hütr).

hamalet-ül-arş (bkz: hamele-i arş).

hamâm, hamâme (a.i.c. hamâim) l . güvercin, (bkz: hâdir, kebûter).

hamâmiye (a.i.) zool. güvercinler fasilesi. 2. kumru.

Hâmân (a.h.i.) Hz. Musa zamanındaki Mısır firaununun veziri.

hamâse (a.i.) ed. savaş kahramanlığını yansıtan şiir.

hamâset (a.i.) 1. cesaret, kahramanlık, yiğitlik. 2. kahramanca şiir.

hamâsî (a.i.) 1. hamasetle ilgili. 2. Fransızca "epique" kelimesinin karşılığı.

hamâsiyyât (a.i.c.) kahramanlık destanları.

ham-be-ham (f.zf.) büklüm büklüm, kıvrım kıvrım, (bkz: ham ender ham).

hamd (a.i.) Tanrı'ya olan şükran duygularını bildirme.

hamdele (a.zf.) "elhamdülillah" cümlesinin, Arapçada naht denilen kaideye göre mastar hâline getirilip kısaltılması.

hâm-dest (f.b.s.) eli işe yatmayan, beceriksiz.

hâme (f.i.) kalem.

hâme-i edeb edebiyat kalemi.

hâme-i ezel Allah'ın kaderleri tesbît ettiği kalem.

hâme-i mûy, -mûyî, -mûyîn kıl kalem.

hâme-i şeker-rîz şeker saçan kalem.

hâme-i şekvâ şikâyet kalemi, şikâyet yazan kalem.

hâme vü emîr kalem ve kılıç.

hâme (a.i.) başın üst kısmı, tepesi, kafatası.

hâme-cünbân (f.b.s.) kalem oynatan, yazar

hâme-dân (f.b.i.) kalemlik, kalem kutusu.

hâme-güzâr (f.b.s.) kalemle yazılmış.

hâme-keş (f.b.i. ve s.) yazan; yazıyı iptal eden, yazının üstünü çizen.

hamel (a.i.) 1. kuzu. 2. astr. semânın kuzey yarımküresinde Sevr burcu ile Süreyya manzumesinin yakınlarında bulunan bir burç ki, Güneş buraya Martın dokuzunda dâhil olur, lât. Lacerta; fr. Belier.

hamelât (a.i. hamle'nin c.) atılışlar, atılmalar, saldırışlar, saldırmalar.

hamele (a.i. hâmil'in c.) taşıyanlar, kaldıranlar, hâmil olanlar.

hamele-i Arş Arş'ı ense köklerinde taşıyan İsrafil, Cebrail, Mîkâil, Azrail adlarında dört büyük melek.

hamele-i hüccet yazı, kayıt melekleri.

hamele-i Kur'ân Kur'ân'ı ezberleyip hafız olanlar.

ham-ender-ham (f.zf.) büklüm büklüm, kıvrım kıvrım. (bkz: ham-be-ham).

hâme-rân (f.b.s.) "kalem yürüten" yazan.

hâm-ervâh (f.a.b.s.) 1. kaba saba, hamhalat [kimse].

hâme-zen (f.b.i.) üzerinde kalem kesilecek âlet, makta'.

ham-geşte (f.b.s.).(bkz. ham-şüde).

hamhama (a.i.) sözü genizden söyleme, hımhımlık.

hâmız (a.s.c. hâmızât) 1. ekşi ve sirke gibi olan, asit. 2. kekre.

hâmız-ı azot kim. nitrik asit.

hâmız-ı bevl kim. ürik asit.

hâmız-ı fahim kim. asit karbonik.

hâmız-ı hadîd kim. oksit do fer, demir asidi.

hâmız-ı hall kim. sirke asidi, saf asetik asit.

hâmız-ı hummâs kim. oksalik asit.

hâmız-ı karbon kim. asit karbonik.

hâmız-ı kibrît kim. sülfürik.

hâmız-ı kiyanik kim. siyanik asit.

hâmız-ı klor-i mâ kim. asit klorhidrik.

hâmız-ı neml kim. formik asit.

hâmız-ı pikrik kim. asit pikrik, trinitrofenol.

hâmız-ı safsâf kim. asetil-salisil asit, aspirin.

hâmız-ı tırtır kim. tartarik asit.

hâmıza (a.s.) ["hâmız"ın müen.]. (bkz. hâmız).

hâmızât (a.i. hâmız'ın c.) 1. ekşi ve sirke gibi olan şeyler, asitler.

hâmızât-ı gayr-i uzviyye kim. inorganik asitler.

hâmızât-ı şahmiyye yağ asitleri.

hâmızât-ı uzviyye kim. organik asitler. 2. kekreler.

hâmızıyyet (a.i.) 1. ekşilik. 2. kekrelik.

hâmızî (a.s.) hamızla, asitle "ilgili, asitli.

hâmî (a.s.c. humat) 1. himaye eden, koruyan, koruyucu, sahip çıkan, gözeten; 2. i. erkek adı. [müen. "hâmiye" dir].

hâmî (f.i.) hamlık, gevşeklik.

hâmid (a.i.) koru sönmediği halde alevi sönen ateş.

hâmid (a.s. hamd'den. c. hâmidîn, hâmidûn, hummâd) 1. hamdeden, şükreden.

Ab-i hâmid hamdeden, şükreden kul. 2. i. erkek adı. [hz. Muhammed'in lâkaplarındandır].

hamîd (a.i. hamd'den) 1. Allah'ın adlarındandır. 2. övülmeye değer.

Evsâf-ı hamîde övülmeye değer vasıflar. 3. Abdülhamîd'den gelme erkek adı.

hamîde (f.s.) eğrilmiş, bükülmüş; kanbur. (bkz. hadeb, hadebe).

hamîde-kamet iki büklüm.

hamîdegî (f.i.) eğrilik, büğrülük, kanburluk.

hâmidîn (a.s. hâmid'in c.) hamdedenler. (bkz: hâmidûn).

hâmidûn (a.s. hâmid'in c.) hamdedenler. (bkz: hâmidîn).

hâmil (a.s.c. hamele) 1. yüklü. 2. gebe. 3. hâiz. 4. sahip, mâlik. S. taşıyan, götüren. 6. uhdesinde bir poliçe bulunan.

hâmil-i bâr-ı girân ağır yük yüklenen.

hâmil-i Kur'ân Kur'ân'ı ezbere bilen, hafız.

hâmil-i muştiyye zool. taraklılar, fr. ctenophores.

hâmil-i ünbûbe kim. tüplük, fr. portetube.

hâmil-i vahy Cebrail Aleyhisselâm.

hâmil (a.s.) adı kötüye çıkmış olan kimse.

hamile (a.s.c. havâmil) gebe [kadın]. (bkz. âbisten).

hamîle (a.i.c. hamâil), (bkz: hamâil).

hâmilen (a.zf.) hâmil olarak, hâmil olduğu halde, taşıyarak.

hâmilet-üs-spor bot. spor taşıyan.

hamîm (a.i.) 1. soy sop. 2. s. pek sıcak, pek kaynar nesne.

hamîr, hamîre (a.i.) hamur.

hamîr-i mâye mayanın hamuru.

hamîr-gâr (a.f.b.i.) hamur yoğurucu, hamurcu.

hamîs (a.s.) 1. beşinci.

Yevm-ül-hamîs haftanın beşinci günü, perşembe. 2. i. öncü, artçı ve diğer merkezlerden meydana gelen büyük ordu.

hâmis (a.s.) beşinci, dördüncüden sonra gelen sayı. (bkz: hamîs).

hâmise (a.i.) 1. beşinci rütbe, sivil me'murların ilk rütbeleri. 2. "hâmis" kelimesinin müennesi.

hâmise-i Süleymâniyye istanbul'daki Süleymâniye medresesini oluşturan medreselerden biri.

hâmisen (a.zf.) beşinci olarak, beşincisi.

hâmiş (a.i.) mektubun altına ilâve edilen yazı. (bkz: hâşiye).

hamiyye (a.i.) ["hamiyyet" kelimesinin Arapça terkiplerde aldığı şekil], (bkz: hamiyyet).

hamiyyet (a.i.) 1. millî onur ve haysiyet. 2. kadın adı. [kelime, bir aralık taassup (fanatisme) karşılığı olarak ileri sürülmüşse de tutunamamıştır].

hamiyyet-i câhiliyye hakikate karşı harcanan emek.

hamiyyet-kâr (a.f.b.s.) hamiyetli, millî onur ve haysiyet sahibi, (bkz: hamiyyet-mend).

hamiyyet-mend (a.f.b.s.c. hamiyyet-mendân) hamiyetli, (bkz: hamiyyet-kâr).

hamiyyet-mendân (a.f.b.s. hamiyyet-mend'in c.) hamiyetliler.

hamiyyet-mendâne (a.f.b.zf.) hamiyetli olana yakışacak surette, hamiyetlicesine.

hamiyyet-mendî (a.f.b.i.) hamiyetlilik.

hamka ("ka" uzun okunur, a.s.) ahmak, budala [kadın], ["ahmak" in müen.].

haml (a.i.) 1. ana karnındaki çocuk. 2. gebe olma, gebelik.

Müddet-i haml gebelik zamanı.

Vaz'-ı haml çocuk doğurma. 3. isnat, atf. 4. yük. 5. yüklenme.

haml-i kâzib hek. kadının gebe imiş gibi karnının şişmesi.

hamlâc (a.i.) 1. kuyumcu körüğü. 2. kim. bir alevi üfleyip bir şey üzerine çevirmek için kullanılan ince mâden boru, *üfleç.

hamle (a.i.c. hamelât) atılış, atılma, saldırış, saldırma, (bkz: savlet).

hamlî, hamliyye (a.s.) mant. *yüklemli, fr. predicatif.

hamm (a.i.) şiddetli hararet.

hammadde (f.a.b.i.) genellikle maddelerin tabîî olarak işlenmemiş, üzerinde bir değişiklik yapılmamış durumu.

hammâl (a.i. haml'den) 1. para karşılığında, arkasıyla, eliyle yük taşıyan adam, hamal. 2. s. mec. kaba ve terbiyesiz, ["haml" Arapçada "yük" mânâsına gelir].

hammal-âne (a.f.zf.) hamala yakışacak surette, hamalcasına.

hammâliyye (a.i.) hamal ücreti.

hammâm (a.i.) hamam, banyo.

hammâm-ı harr sıcaklık derecesi +25 - +37 ye kadar olan hamam.

hammâm-ı mari kim. man banyosu, fr. bain-marie.

hammâm-ı mu'tedil sıcaklık derecesi +18 -+25 e kadar olan hamam.

hammâm-ı tennûrî-i râtıb sıcaklık derecesi +40 - +45 olan ve su buharıyla ısıtılan hamam.

hammâm-ı tennûrî-i yâbis sıcaklık derecesi +37 - +55 e kadar olan hamam.

hammâm-çe (a.f.b.i.) küçük hamam.

hammâmî (a.i.) hamamcı; hamam idare eden [adam veya kadın].

hammâmiyye (a.i.) ed. Divan Edebiyatında giriş kısmı hamam eğlencesi tasvirine tahsîs olunan kasîde ve şâire. [Şâir Nedim'in hammâmiyesi meşhurdur].

hammâm-nâme (a.f.b.i.) ed. (bkz: hammâmiyye).

hammâr (a.i. hamr'den) 1. şarap yapan veya satan, şarapçı, meyhaneci.

Hâne-i hammâr şaraphane. 2. tas. mec. mürşit, kılavuz.

hâmme (a.i. c. hevâmm) l. binek hayvanı. 2. zararlı haşerat, böcek.

hamr (a.i.) şarap, (bkz: bâde, habûk, handerîs, rahîk, sahbâ).

hamrâ' (a.s.) (daha, en, pek, çok) kırmızı, kızıl.

El-hamrâ' İspanya'da Gırnata şehrinde, Araplardan kalma meşhur saray. ["ahmer"in müen.].

hamrî (a.s.) şaraba ait, şarapla ilgili.

hamriyye (a.i.) ed. şarabı öven kasîde ve şâire.

hams, hamse (a.s.) beş; dörtten sonra gelen sayı.

Bilâd-ı hamse beş şehir.

hamse (a.i.) ed. mesnevî şekliyle yazılmış beş kitaptan ibaret bir takım, [îran edebiyatında "Hamse-i Atâyî", "Hamse-i Nizâmî" meşhurdur].

hamse-i âl-i abâ (bkz: âl-i abâ).

hamse-i mütehayyire astr. Merih, Zühre, Utarit, Müşteri ve Zühal'den oluşan yıldız kümesi.

hamse-nüvîs (f.b.i.) hamseci, hamse yazan, mesnevî şekliyle beş kitaptan ibaret bir takım yazan kimse.

hamsîn (a.s.) 1. elli; kırk dokuzdan sonra gelen sayı. 2. i. "erbaîn" denilen karakıştan sonra gelen elli günlük kış.

hamsûn (a.s.) elli sayısı, (bkz: hamsin, mer, pencâh).

ham-şüde, ham-geşte (f.b.s.) eğrilmiş, bükülmüş.

Kamet-i ham-şüde eğrilmiş boy.

Kâkül-i ham-geşte bükülmüş kâhkül.

hamûl (a.s. haml'den) tahammüllü, sabırlı, dayanıklı [kimse]

hamûl-âne (a.f.zf.) tahammüllü olana yakışacak surette.

hamûle (a.i.) 1. yük. 2. gemi yükü.

hamûlî (a.i.) hamüllük, tahammüllülük, sabırlılık, dayanıklılık,

hâmûn (f.i.) büyük sahra, düz ova, bozkır.

hâmûn-nevred (f.b.s.) kırda, ovada, çölde dolaşan.

hâmûş (f.s.c. hâmûşân) 1. susmuş, sessiz, (bkz: sâkit, sâmit). 2. Mevlânâ'nın bâzı gazellerinde kullandığı mahlası. [Divân-ı Kebîr'inde "hâmûş, hâmuş, hamûş, hamuş" şekillerini kullanmıştır].

hamuş (f.s.). (bkz. hamûş, hâmuş).

hâmuş (f.s.). (bkz. hamûş, hamuş, hâmûş). [Mevlânâ'nın "Dîvân-ı Kebîr"inde kullandığı kelimelerdendir].

hamûş (f.s.) "hâmûş"un hafifletilmişi. (bkz: hamuş).

hâmûşân (f.s. hâmûş'un c.) sessizler, susmuşlar.

Vâdî-i hâmûşân (susmuşların, sessizlerin yeri) kabristan.

hamûşâne (f.zf.) sessizce, sessizliği andırır, şekilde.

hâmûşî (f.i.) sessizlik, susma, (bkz: samt, sükûnet, sükût).

hâmüş (f.s.) [hâmûş" un hafifletilmişi]. (bkz: hâmûş).

hamyâze (f.i.) 1. esneme, esnek.

hamyâze-i gayr-i ihtiyârî farkında olmadan esneme.

hamyâze-i resen ipin, halatın esnemesi. 2. fena, kötü hareket.

hamyâze-bahş (f.b.s.) esneme getiren, gevşeklik veren.

hamyâze-keş (f.b.s.) esneyen, insanın ruhunu sıkan.

hamz (a.i.) ekşilik, kekrelik.

Hamza (a.h.i.) Abdülmuttalib'in oğlu ve Hz. Muhammed'in amcasıdır. Önce Hâşimîlerin, doğmakta olan islâm dînine karşı gösterdikleri düşmanlığa iştirak etmiş, fakat sonra Ebû Cehl'in, muhâsamada ileriye gitmiş olmasına hiddetle ilk vahiy gelişinin ikinci, yahut altıncı senesi Peygamberimize îmân ve iltihak etmiştir; Uhud Gazâsı'nda şehit olmuştur.

Hamza-nâme (a.f.b.i.) islâm kahramanlarından Hz. Hamza'nın yaptığı adı edilen işlere dâir yazılan destânî kitabın adı.

Hamzaviyye (a.h.i.) tas. Hacı Bayrâm-ı Velî tarafından kurulan Bayrâmiyye tarikatı şubelerinden biri. [kurucusu Bosna'lı Hamza Bali'dir].

hân (f.i.c. hânân) hükümdar, hakan.

hân (f.i.c. hânât) 1. han, kervansaray, otel. 2. dükkân, meyhane.

hân-ı sebîl fakir yolcuların barındıkları han.

hân (f.i.) 1. yemek sofrası; üstüne yemek konulan tepsi, sini. 2. ahçı dükkânı. 3. yemek, (bkz: taam).

hân-ı yağmâ 1) tabiatın ibzal ettiği nimetler; 2) fakirlere, yoksullara dağıtılan yemek; 3) Tevfik Fikret'in meşhur şiiri.

-hân (f.s.) okuyan, okuyucu, çağıran.

Duâ-hân dua eden.

Ebced-hân ebced okuyan.

Gazel-hân gazel okuyan.

Mevlid-hân mevlit okuyan.

Salâ-hân sala veren, sala çağıran, ["handen" mastarından].

hanâbile (a.i. hanbelî'nin c.) hanbelîler, îmam Ahmed b. Hanbelî'nin mezhebinden olan kimseler.

hanâcır (a.i. hancere'nin c.) hançereler, gırtlaklar.

hanâdık (a.i. handek'in c.) hendekler.

hanâdır (a.s.) görme kuvveti çok olan.

hanâfis (a.i. hunfesâ'nın c.) bok böcekleri, mayıs böcekleri.

hanak (a.i.c. hınâk) danlma, kızma, hiddetlenme.

hânân (f.i. hân'ın c.) hükümdarlar, hanlar.

hanân (a.i.) yürek yufkalığı, acıma, merhamet.

hânât (a.i. hân'ın c.) dükkânlar, meyhaneler.

hanâzıl (a.i. hanzal, hanzale'nin c.) ebûcehil karpuzları.

hanâzîr (a.i. hınzîr'in c.) domuzlar.

Hanbelî (a.i.) Ahmed ibni Hanbel'in kurduğu mezhep ve bu mezhepten olan kimse.

hân-bere (f.b.i.) hamel burcu, koç burcu.

hancer (a.i.) ucu sivri, iki yanı keskin bıçak, hançer.

hancer-i ebrû kaşların hançeri, hançere benzeyen kaşlar.

hancer-i felek, hancer-i subh, hancer-i zer, hancer-i sim güneş ışığı.

hancer-i müjgân kirpikler hançeri, hançere benzeyen kirpikler.

hancere (a.i.c. hanâcır) hançere, gırtlak.

hancerî, hanceriyye (a. s.) 1. hançer şeklinde olan. 2. hançerle ilgili. 3. gırtlağa ait.

Hurûf-i hançeriyye gr. gırtlaktan çıkarılan harfler ["e; ha; hı; ayn; gayn; ne"].

hancerîy-yül-lihye ince, uzun sakallı [kimse].

hânçe (f.i.) küçük tepsi.

hânçe-i zer (küçük altın tepsi) Güneş.

hançeriyye (a.i.) bot. lâtinçiçeğigiller, fr. tropeolacees.

handâ hand (f.b.i.) 1. sürekli, devamlı gülme. 2. s. sürekli, devamlı gülen.

handân (f.s.) 1. gülen, gülücü, güler; sevinçli. 2. kadın adı.

handân handân güle güle, gülerek, (bkz: hande-künân).

handân-rû[y] (f.b.s.) güler yüzlü, güleç, (bkz: beşuş).

hande (f.i.) 1. gülme, gülüş. 2. Sedat Simâvî tarafından istanbul'da yayımlanmış edebî, siyâsî bir mizah gazetesi.

hande-i âftâb (Güneşin gülmesi) Güneşin doğması.

hande-i câm kadehin içine içki konulduğu zaman meydana gelen sis, buğu; içki dolu kadehin parlaklığı, kadehin (insana) gülmesi.

hande-i dîrîne eski gülüş.

hande-i gül gülün açması.

hande-i istihfâf alaylı gülüş, hafifseyerek gülümseme.

hande-i zemîn yerin, toprağın yeşillenmesi, yeşermesi.

hande-bahşâ (f.b.s.) güldürücü, (bkz: hande-fermâ, hande-fezâ).

hande-bâr (f.b.s.) güldürücü, (bkz: hande-bahşâ', hande-fermâ, hande-fezâ, mudhik).

hande-fermâ (f.b.s.) güldürücü, (bkz: hande-bahşâ, hande-bâr, hande-fezâ, mudhik).

hande-feşân (f.b.s.) gülmeler, gülümsemeler saçan.

hande-fezâ (f.b.s.) güldürücü, (bkz: hande-bahşâ, hande-fermâ, mudhik).

hande-harîş (f.b.s.) birisine, alay yollu gülme.

handek (a.i.c. hanâdık) 1. kale etrafına açılan uzun çukur, hendek. 2. birçok ölünün gömülmesi için açılan büyük, geniş çukur.

Handek Gazvesi Hz. Muhammed'in, Hicret'in beşinci senesinde Medine'de, şehrin etrafına sur kazdırarak yaptığı savaş.

hande-kâr (f.b.s.) gülen, gülücü.

hande-künân (f.zf.) gülerek, güle güle. (bkz: handân handân).

hande-meşhûn (f.b.s.) çok gülen, hep gülen.

hande-mu'tâd (f.a.b.s.) her zaman gülme itiyadında olan.

hânden (f.fi.). (bkz. bkz: kırâat).

hande-nümâ (f.b.s.) gülen, (bkz: hande-zen)

handerîs (a.i.) şarap, yıllanmış şarap, (bkz. bâde, rahîk, sahbâ).

hande-rîz (f.b.s.) gülüp duran,

hande-rûy (f.b.s.) güler yüzlü,

hande-zâd (f.b.s.) gülümsemeden meydana gelen şey. 2. sevinçle güldüren, gülümseten.

hande-zen (f.b.s.) gülen, (bkz: hande-nümâ).

handistân (f.i.) 1. maskara ve soytarıların derneği. 2. lâtife, şaka.


Yüklə 18,14 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   47   48   49   50   51   52   53   54   ...   189




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin