ircâl (a.i.) birini yayan yüretme.
irdâ' (a.i.) aşağı düşürme; helak etme.
irdâ' (a.i. rıdâ'dan). (bkz. irzâ').
irdâf (a.i. ridf'den) ardısıra yürütme, yürütülme.
irdâfen (a.zf.) irdaf suretiyle, ardı sıra yürüterek, yürütülerek.
ireb (a.i.). (bkz. irb).
irem (a.i.) 1. ok veya kurşun atılan nişan tahtası. 2. cenk denilen mûsikî âleti ve bunu îcâdedenin adı.
İrem (a.h.i.) Âd kavmi zamanında, Şeddâd tarafından, cennete benzetilerek yapılan bir bahçe olup Şam'da veya Yemen'de bulunmuş çlduğu söylenir.
İrem-i zât-ül-imâd Şeddâd'ın asma bahçesinden kinaye [sütunlarının çok olmasından kinaye].
irfâd (a.i.) yardım etme; bir şey verme.
irfâd (a.i.) (herhangi bir) çocuk.
irfâh (a.i.) refaha, rahata kavuşturma, kavuşturulma, (bkz: terfih).
irfâl (a.i.) 1. eteği sarkıtma. 2. elleri sallayarak yürüme.
irfân (a.i.) l. bilme, anlama. 2. tas. ilâhî bir feyiz olarak kâinatın sırlarını bilme kudreti. 3. kültür. 4. erkek ve kadın adı.
irfâniyye (a.s.) 1. irfânî kelimesinin müennesi, irfanla ilgili. 2. fels. fr. gnosticisme.
irfitât (a.i.) ufaklama, ufak ufak yapma.
irgab ("ga" uzun okunur, a.i.) rağbet ettirme, ettirilme.
irgaf ("ga" uzun okunur, a.i.) 1. hızlı yürüme. 2. hırsla bakma.
irgam ("ga" uzun okunur a.i.) yere sürtme, sürtülme, hakir kılma, burnunu kırma; kahretme; galip olma.
irgan ("ga" uzun okunur, a.i.) 1. birini tamaha düşürme. 2. bir işi kolaylaştırma.
irhâ (a.i.) kibarca, tatlılıkla hareket etme; yumuşak davranma.
irhâ' (a.i.) gevşetme, gevşetilme; sarkıtma, aşağı salıverme, koyuverme.
irhâ-i imâme (sarığı gevşetme) endişesiz, kaygısız olma.
irhâ-i inân dizginleri salıverme, işine devam etme.
irhâ-i inân-ı semend-i hâme (kalem atının dizginini salıverme) aklına geleni yazma; durmadan yazma.
irhâ-i lisân diline geleni, ağzına geleni söyleme.
irhâb (a.i.) bol olma, bollanma, genişleme.
irhâb (a.i.) korkutma, korkutulma; kaçırma, (bkz: ihâfe, terhîb).
irhâf (a.i.) kılıç gibi kesici âletleri keskinleştirme, bileme.
irhak (a.i.) 1. eziyet etme, sıkıntı verme. 2. sıkma, zorlama.
irhân (a.i.) rehin konma, konulma.
irhâs (a.i.) fıat indirme, ucuzlatma.
irhâs (a.i.c. irhâsât) 1.bir peygamberin gönderilmesinden önce, gönderileceğine işaret olmak üzere çıkan harikulade haller. 2. sağlam şey. 3. hayırlı işlerle uğraşma, duvar yapma, [cemi şekli kullanılır], (bkz: ihânet, kerâmet, istidrâc, mu'cize).
irhâsât (a.i. irhâs'ın c.) 1. peygamber gönderme belirtileri. 2. sağlam duvar yapmalar. 3. hayırlı işlerle uğraşmalar.
irhem yâreb (a.b.i.) hek. bağırsak dolaşması, tıkanması, (bkz: tagallüf-i em'â).
İrka' ("ka" uzun okunur, a.i.) göz yaşını ve kanı akıtmayıp durdurma.
irkâ' (a.i.) l. iftira etme. 2. geciktirme.
irkab ("ka" uzun okunur, a.i.) öldükten sonra kanunî mirasçılarından başka, birisine de bir şey bırakma.
irkâb (a.i. rükûb'dan) bindirme, bindirilme.
irkâben (a.zf.) irkâp suretiyle, bindirerek.
irkad ("ka" uzun okunur, a.i.) uyutma, uyutulma.
irkâh (a.i.) 1. inanma, güvenme. 2. dayandırma, sığındırma.
irkak ("ka" uzun okunur, a.i.) 1. câriye, köle satın alma, edinme. 2. incilime.
irkal ("ka" uzun okunur, a.i.) hızlı yürüme, (bkz: irgaf1).
irkan ("ka" uzun okunur, a.i.) 1. kına sürme, kına yakma. 2. kızılağaç, safran. 3. kardeşkanı denilen, hekimlikte, boyacılıkta kullanılan koyu kırmızı renkte bir sakız. 4. hek. sarılık hastalığı. 5. ekinleri bozan san, sam, gün çalığı.
irkas ("ka" uzun okunur, a.i.) 1. raksettirme, ettirilme, oynatma, oynatılma.
irmâ (a.i.) atma. (bkz: remy).
irmân (f.s.) eğreti.
îrmân (f.s.) l. dalkavuk. 2. davetsiz olarak bir yere giren kimse. 3. eğreti. 4. arzu, istek. 5. pişmanlık.
irmegân (f.i.) 1. uğurluluk, saadet, ikbâl. 2. s. terbiye eden. (bkz: mürebbî).
irs (a.i.) 1. ölmüş bir kimsenin evlât ve akrabasından sağ kalanlara düşen para veya mal. 2. veraset, "soyaçekim.
irsâ' (a.i.) 1. demir atma [gemi].
irsâ-i lenger demir atma. 2. sağlamlaştırma, kuvvetlendirme, pekitme.
irsâ' (a.i.) yerinden ayrılma.
irsâ' (a.i.) uzun ve yaralayıcı bir âletle dürtme.
irsâd (a.i.) 1. hazırlama. 2. hazır olma. 3. e d. seci'li ve kafiyeli olan bir sözün sonu, neden ibaret bulunduğunu sözle bildirme. 4. beytülmale ait bir mülkün rakabesi kemâkân beytülmâlin olmak üzere menfaatin sultan tarafından bir cihete tahsis olunması.
irsâd-ı gayr-i sahîh huk. [eskiden] hazîneye ait bir kısım varidatı, hazîne masraflarından olmayan bir cihete tahsis.
irsâd-ı sahîh huk. [eskiden] hazîneye ait bir kısım varidatı, hazîne masraflarına dâhil bir cihete tahsîs etme.
irsâd-ı vakf huk. [eskiden] rakabesi beytülmale (hazîneye) ait bir mülkün menfaatini, ülülemr'in, hazîneden istihkakı olan kimseye tâyin ve tahsîs etmesi, [bu kabil vakıflara "tahsisat" ıtlak olunur].
irsâh (a.i.) bir şeyi sağlamlaştırma.
irsâl (a.i. resel'den c. irsâlât) 1. gönderme, gönderilme, yollama. 2. salıverme, koyuverme.
irsâl-i lihye sakal koyuverme.
irsâl-i mesel konuşurken atasözü kullanma.
irsâl-i meseleyn ed. beyitte bir mânaya örnek gösterebilmek üzere iki şey arasında yapılan bir mukayase. 3. elçi gönderme.
irsâlât (a.i. irsâl'in c.) gönderişler; yollanan şeyler.
irsâliyye (a.i.) makbuz, alındı.
irsân (a.i.) rasânet verme, muhkem ve sağlam kılma.
irsâs (a.i.) eskitme, eskitilme, yıpratma, yıpratılma.
irsâs-ı libâs elbisenin eskitilmesi, yıpranması.
irsen (a.zf. irs'den) 1. miras olarak. 2. soyaçekimle ilgili olarak, irs yoluyla.
irsî (a.s irs'den) 1. mirasla ilgili. 2. anadan babadan, akrabadan geçme.
Emrâz-ı irsiyye soydan geçen hastalıklar, [müen. "irsiyye"].
irsiyyet (a.i.) irsîlik, anadan babadan, akrabadan geçerlik.
irşâd (a.i. rüşd'den. c. irşâdât) 1. doğru yolu gösterme, uyarma. 2. tas. irfan sahibi birinin, bir kimseye tarîkatı ve Tanrı yolunu göstermesi.
irşâd-ül-Heyârâ ilâ Târih-il-Yunân ve-r-Rûm ve-n Nasârâ (Musevî, Anadolu ve Yunan Tarihleri üzerine bilgiler) Avrupa ülkelerine dâir bilgi vermek üzere Kâtip Çelebi (1609-1658) tarafından yazılmış bir eser.
irşâd-ül-mürîd Afyonkarahisarlı Şeyh Kasım bin Mahmûd'un 1421 (H. 825) yılında meydana getirerek II. Murad'a sunduğu Mirsâd-ül-ibâd tercümesidir.
irşâdât (a.i. irşâd'ın c.) (bkz: irşâd).
irşâf (a.i.) suyu emerek, yudum yudum içme.
irşâk (a.i.) bir şeye dik bakma.
irtâ' (a.i.) zoraki gülme.
irtâ' (a.i.) otlatma, otlatılma.
irtâb (a.i.) dikme, dikilme.
irtâc (a.i.) 1. birinin sözünü kesme, söz söyletmeme. 2. kapıyı kapama. 3. sürekli kar ve yağmur yağma. 4 . kıtlık her tarafa yayılma.
irtâm (a.i.) bir şeyi unutmama ve görüldüğü zaman hatırlayabilmek için parmağına iplik bağlama.
irtât (a.i.) yerinden kımıldamama,
irtecek (f.i.) şimşek, (bkz: berk).
irtiâ' (a.i. ra'y'den) otlama.
irtiâb (a.i. ru'b'dan) korkma, ürkme.
irtiâc (a.i.). (bkz: irtiâş).
irtiâd (a.i. ra'd' dan) yıldırım çarpmış gibi titreme, (bkz: irtiâş).
irtiâf (a.i.) ilerleme, ileri geçme.
irtiâs (a.i.). (bkz. irtiâş).
irtiâs (a.i.) deprenme, silkinme, sıçrama.
irtiâş (a.i. ra'ş'dan) ra'şeye tutulma, titreme, sarsılma, (bkz: irtiâc, irtiâs).
irtiâş-ı mest sarhoş, baygın titreyiş.
irtiâşât (a.i. irtiâş'ın c.) titremeler, sarsılmalar, ürpermeler.
irtibâ' (a.i.) baharda, güzel bir yerde oturma.
irtibâb (a.i.) 1. bir çocuğu bulûğa erinceye kadar besleme. 2. kokulu şeyler yapma.
irtibâh (a.i.) yükseğe çıkma, yükselme, (bkz: irtika').
irtibak (a.i.) 1. çapraşık, kanşık bir işe girişme. 2. bir kazaya uğrama. 3. geyik, karaca gibi hayvanlar tuzağa düşme.
irtibâk (a.i.) 1. karışma. 2. çamura batma. 3. bir iş ters, aksi gitme. 4. dolambaçlı konuşma.
irtibâl (a.i.) bir malı bereketlendirme, çoğaltma.
irtibâs (a.i.) dağılma.
irtibâs (a.i.) 1. pek sıkışık ve karışık olma. 2. zor ve perişan bir durumda kalma.
irtibât (a.i. rabt'dan) 1. rabtedilme, bağlanış, bağlanma. 2. ilgi; ilgili olma. 3. bağlantı, ibarelerin birbirini tutması, (bkz. insicâm).
irticâ' (a.i. recâ'dan) umma, ümîdetme, ümit ediş.
irticâ' (a.i. rücû'dan) geri dönme, geri dönücülük, eskiyi isteme.
irticâ-âne (a.f.zf.) eskiye dönerek, eskiye dönmek yoluyla.
irticâc (a.i.) çalkanma, taşıp kabarma.
irticâc-ı adalî biy. kasıl sarsılma, fr. secousse musculaire.
irticâc-ı deryâ denizin kabarması.
irticâc-ı ecrâm astr. yıldız ışıklarının titremesi.
irticâc-ı elektrîkî f iz. elektrik titreşimleri.
irticâf (a.i. recfe'den) 1. sarsma, sarsıntı, çalkalama; tahrik. 2. astr. üçüncü bir cismin veya cisimlerin çekim etkisiyle yörünge hareketinin bozulma eylemi, fr. perturbations.
irticâî (a.s.) irtica ile ilgili, [müen. "irticâiyye"].
irticâ-kârâne (a.f.zf.) geriye dönmek isteyene yakışır yolda.
irticâl (a.i.c. irticâlât) ed. [şiir ve sözü] birdenbire, düşünmeden içine doğduğu gibi söyleme, söyleyiş.
irticâlât (a.i. irticâl'ın c.) birdenbire, düşünmeden içine doğduğu gibi söylemeler, içe doğarak söylenilen şiir veya güzel sözler.
irticâlen (a.zf.) irtical suretiyle, düşünmeden, birdenbire, içine doğduğu gibi söyleme.
irticâlî (a.s.). (bkz. irticâlen).
irticâliyyât (a.i.c.) irticalen, düşünmeden, içinden doğarak söylenen sözler.
irticâm (a.i.) bir şey, üstüste katlanma.
irticân (a.i.) birinin işi gücü bozulma.
irticâs (a.i.) gök gürleme; top gürleme.
irticâz (a.i.) 1. kısaltma, (bkz: ihtisâr). 2. ed. bahr-i recez'den şiir söyleme, (bkz: bahr-i recez).
irtidâ' (a.i. ridâ'dan) örtünme, çarşaf gibi şeye bürünme.
irtidâ' (a.i. rıdâ'dan). (bkz. irtizâ').
irtidâ' (a.i.) yasak olan şeyden geri durma, çekinme.
irtidâd (a.i. redd'den) islâm dînini bırakarak başka bir dîni kabul etme. (bkz: riddet).
irtidâf (a.i. redîf'den) ardına düşme, ardı sıra gitme.
irtifâ' (a.i. ref’den. c. irtifâât) 1. yükselme. 2. yükseklik, yükselti.
irtifâ' almak öğle vakti, Güneş'in yüksekliğini ölçerek zamanı tâyîn etmek. 3. ortadan kalkma. 4. terakki etme, ilerileme, yükselme.
irtifâ-i bahrî jeod. yeryüzünde bulunan bir noktanın deniz yüzüne göre yüksekliği rakımı ki, barometre ile ölçülür.
irtifâ-ı hakîkî astr. her hangi bir yıldızın bulunduğu mevki ile râsıdın bulunduğu mevki ve hatt-ı istivâ-i semavî düzlemi arasında mahsur kavsin derece cinsinden açıklığı.
irtifâât oULü (a.i. irtifâ'm c.) 1. yükselmeler. 2. yükseklikler. 3. ortadan kalkmalar. 4. terakki etmeler, ilerlemeler, yükselmeler.
irtifâât-ı mütevâfıka astr. karşılıklı yükseklikler.
irtifâd (a.i.) kesbetme, kazanma, (bkz: iktisâb).
irtifâen (a.zf.) yükseklikçe, yükseklik bakımından.
irtifâk (a.i.) 1. biri, kendi dirseğine, yahut koltuk yastığına dayanma. 2. dolma [bir İcap]. 3. anat. iki kemiğin hareketsiz kalmak üzere mafsallanması. 4. hacet taleb etme, ihtiyaç duyma. 5. bir gayrımenkulden birkaç kişinin faydalanması.
irtifâs (a.i.) fiatların artması, yükselmesi.
irtigab ("ga" uzun okunur, a.i. rağbet'den) heveslendirme, isteklendirme.
irtihâl (a.i. rıhlet'den) 1. göçme, göçetme. 2. ölme.
irtihâl-i dâr-i beka, irtihâl-i dar-i naîm ölme.
irtihân (a.i. rehn'den) rehin olarak alma; alınma.
irtihâs (a.i.) ucuz sayma, sayılma.
irtihâş (a.i.) ıztırap ve sıkıntı içinde bulunma; huzuru kaçma.
irtihâz (a.i.) rezil, kepaze olma.
irtika' ("ka" uzun okunur, a.i.) 1.yukarı çıkma, yükselme. 2. yüksek dereceye ulaşma, (bkz: irtibâh).
irtikab ("ka" uzun okunur, a.i.) bekleme, gözleme, (bkz: terekkub).
irtikâb (a.i.c. irtikâbât) 1. kötü bir iş işleme. 2. yiyicilik, rüşvet yeme.
irtikâbât (a. irtikâb'ın c.) irtikaplar, rüşvet almalar, rüşvet yemeler.
irtikâk (a.i.) görünüşte cerbezeli olduğu halde, gerektiği zaman söz söylemekten âciz kalma,
irtikâm (a.i.) yığılma, üst üste sıkışma.
irtikas ("ka" uzun okunur, a.i. raks'dan) salıntı; astr. salınım.
irtikasât-ı kamer astr. Ay sallantısı, fr. libration.
irtikâs (a.i.) 1. başaşağı yuvarlanma. 2. (bkz: müzdahim).
irtikaş ("ka" uzun okunur, a.i.) savaşta askerlerin birbirine karışması.
irtikâz (a.i. rekz'den) 1. rekzolunma, saplanıp yerinde durma, dikilme. 2. bağlanma. 3. hek. nabız atma, seğirme.
irtikâz (a.i.) 1. ıztırap duyma. 2. hamilenin karnında çocuk oynama.
irtimâ' (a.i.) ok gibi atılma, yekdiğeriyle atışma.
irtimâs (a.i.) suya dalıcılık, dalgıçlık.
irtimâz (a.i.) ıztırap içinde kıvranma.
irtimâz (a.i.) 1. yerinden oynatıp sıçratma. 2. birini koruma.
irtisa' (a.i.) 1. iki şey birbirine yapışma. 2. dişler sık olma. 3. taneleri, iki taş arasında doğup ufaltma.
irtisâd (a.i.) istif etme, birbir üstüne yerleştirme.
irtisâm (a.i. resm'den. c. irtisâmât) 1. resmi çıkma, resmolma. 2. geo. izdüşüm.
irtisâm-ı amûdî dikey izdüşüm.
irtisâm-ı ufkî yatay izdüşüm.
irtisâm-ı zû kesîr-il vech jeod. Cassini ve Ortner adlarında iki "geodesien" tarafından tatbik edilmiş bulunan kısmî "conforme" bir irtisam şekli, [bu irtisamda Arz'ın üzerindeki avarız yetmiş beşer kilometrelik düz parçalar tasavvur edilerek bunların üzerine irtisam ettirilmiştir].
irtisâmât (a.i. irtisâm'ın. c.) irtisamlar. (bkz: irtisam).
irtisâmî, irtisâmiyye (a.s.) irtisâma, izdüşüme ait, irtisâm, izdüşüm ile ilgili, izdüşümsel.
irtisâs (a.i.) şâyi olma, yayılma, gizliliğini kaybetme.
irtişâ' (a.i. rişvet'den) rüşvet alma, rüşvetçilik.
Bâb-ı irtişâ rüşvet kapısı.
Erbâb-ı irtişâ rüşvetçiler, rüşvet yiyenler.
irtişâf (a.i.) 1. emerek azar azar içme. 2. hek. vücûdun herhangi bir tarafında toplanan suyu, vücûdun dışarı atması.
irtişâh (a.i. reşha'dan) toprak kabdan sızma; terleme.
irtitâc (a.i.) söz söylerken dili tutulma, kekelemeye başlama.
irtivâ' (a.i.) 1. içerek kanma. 2. anat. vücuttaki organların ve mafsalların kalınlaşması.
irtivâh (a.i.) nöbetle çalışma.
irtiyâ' (a.i.) korkma, ürkme.
irtiyâb (a.i. reyb'den) şüphelenme, duraklama.
Bî-irtiyâb şüphesiz, şüphelenmeden.
irtiyâd (a.i.) 1. bir kimseden bir şey talebetme. 2. psik. irâde ve arzunun iş hâlinde belirmesi, fr. volition.
irtiyâh (a.i. rih'den) 1. ferahlama. 2. rüzgârlanıp rahatlama.
irtizâ (a.i.) bir şey eksilme; bir şeyden ziyan görme.
irtizâ' (a.i. rızâ'dan) 1. beğenme, seçme. 2. razı olma, uygun bulma.
irtizâ' (a.i. rızâ'dan) süt emme.
irtizâ-ı sabî çocuğun süt emmesi.
irtizâh (a.i.) 1. özür dileme. 2. biraz bahşiş alma.
irtizâk (a.i. rızk'dan) rızıklanma, rızık alma.
irvâ' (a.i.) sıya kandırma.
irvâ ve iska ("ka" uzun okunur) sulama ve suya kandırma.
İrzâ' (a.i.) emzirme, emzirilme.
irzâ' (a.i. razv'dan) razı, hoşnûdetme gönlünü etme, kandırma.
irzâ-yi tarafeyn iki tarafı razı etme, uzlaştırma.
irze (a.i.) otluk, çayırlık yer.
irzîz (a.i.) 1. titreme. 2. dolu tanesi. 3.dik ses.
îsâ (a.h.i.) dört büyük peygamberden biri olup kendisine -vahiy yoluyla- incil nazil olmuştur.
îsâ (a.i.) teselli edip sabırlıhğa teşvik etme, edilme.
îsâ' (a.i.) 1. vasî yapma, vasiyet yapmaya me'mur etme. 2. vasiyet etme.
îsâ' (a.i.) 1. zenginleştirme, zenginleştirilme. 2. genişletme.
isâbet (a.i. savâb'dan) 1. rast gelme, doğruca gidip erişme, yerini bulma. 2. doğru bir fikir söyleme. 3. düşme, tutma, dokunma.
isâbet-i ayn göz değme.
isâbet-i re'y fikir doğruluğu, yerinde bir düşünce.
isâbet-kâr (a.f.b.s.) isabetli, doğru rastlayan.
isâbet-kârin (a.f.b.s.); iyi, doğru düşünen, başarılı.
isâbet-medâr (a.f.b.s.) . (bkz. isâbet-kârin).
is'âd (a.i. suûd'dan) yükseltme, yukan çıkarma.
is'âd (a.i. sa'd'dan) mes'ûd etme, kutlu kılma.
isâet (a.i. sû'dan) kötülükte bulunma, kötü iş işleme.
is'âf (a.i.) birinin isteğini kabul edip yerine getirme.
îsâf (a.i.) eseflendirme, darıltma.
îsâf (a.i.) Mekke putlarından biri.
isâga (a.i.) kalıba dökme, kalıba dökülme.
isâga (a.i.) kolaylıkla yutulma.
isâga-i taâm yemeğin kolaylıkla yutulması.
îsâh (a. i. vesah'dan) kirletme, kirletilme.
îsâl (a.i. vüsûl'den) vusul buldurma, buldurulma; vardırma, vardırılma, ulaştırma, ulaştırılma.
îsâl-i mazarrat zarar verme.
isâle (a.i. seyelân'dan) akıtma.
isâle-i dümû' gözyaşı dökme.
isâle-i hûn kan dökme, adam öldürme.
isâm (a.i. ism'den) ceza, bir suçun gerektirdiği netice.
îsâm (a.i. ism'den) günaha sokma, sokulma.
isâr (a.i.) 1. bağ, sargı. 2. esirlik.
Kayd-ı isâr esirlik bağı.
is'âr (a.i.) narh koyma, fiat biçme.
is'âr-ı havâyic-i zaruriyye gerekli ihtiyaçların fiatını tesbît etme.
îsâr (a.i.) 1. ikram; bahşiş. 2. cömertlikle verme. 3. dökme, saçma, serpme. 4.kendi muhtaç olduğu halde bahşiş verme. 5.seçme.
is'âr, isgar ("ga" uzun okunur. a.i.) çocuğun diş çıkarması.
i'sâr (a.i.) 1. sürçdürme, ayak kaydırma. 2. birini, büyüklere zemmetme, kötüleme.
i'sâr (a.i.) 1. güçleştirme. 2. fakirleşme.
i'sâr (a.i.) 1. ikindi zamanında bulunma. 2. kız, gelin olma çağına gelme. 3. kasırga.
isâr (a.i.) keçi memesine takılan kese, torba.
îsâr-bahş (a.f.b.s.) bol bol, esirgemeksizin veren; bol bol vererek doyuran; seçen.
isâre (a.i.) tozu havaya kaldırma.
isâs (a.i.) çok, sık, karışık ve uzun saç ve nebat.
isâse (a.i.) 1. göz ucuyla bakma. 2. cemiyet. 3. servet, zenginlik.
isâve (a.i.) gammazlık, ağız karalığı.
isba (a.i.) Arapların uzunluk ölçüsü, kademin 1/12 si.
isbâh (a.i. sebh'den) suda yüzdürme, yüzdürülme.
isbâl (a.i. sebl'den) gönderme, gönderilme, yollama.
isbât (a.i. sübût'dan) 1. şahit ve delil göstererek doğrusunu meydana çıkarma. 2. var etme. [mahvetme mukabili]. 3. mant. şahit, tanık, (bkz. müeyyede). 4. mat. ispat.
isbât-i hüner maharet gösterme.
isbât-i vücûd varlığını gösterme, hazır bulunma.
isbâtiyye (a.i.) fels. olguculuk, fr. positivisme.
isbîdâc, isfîdâc (a.i.) üstübeç.
îsevî (a.s.) Hz. İsa'nın dîninden olan. (bkz. Mesîhî, Nasrânî).
îseviyye (a.h.i.) Kadirî tarîkati kollarından biri. [Kurucusu Şeyh isa'ya nispetle bu adı almıştır].
îseviyyet (a.i.) Hristiyanlık. (bkz: nasrâniyyet, mesîhiyyet).
isfânâh (a.i.) bot. ıspanak, (bkz: ispenâh).
isfanâhiyye (a.i.) ıspanakgiller.
isfâr (a.i.) sabah namazının aydınlıkta kılınması, yânî ortalığın açılmasına tehir edilmesi.
isfehbed (f.i.). (bkz. ispehbed).
isfenc (a.i.) sünger.
isfence, isfencî (a.s.) süngere benzer, süngerimsi.
isfenciyye (a.i.) zool. süngerler.
isfenciyye-i karniyye zool. Yumuşak susüngerleri, fr. ceratosponges.
isfenciyye-i kilsiyye zool. kireçli süngerler, fr. caleisponges.
isfend (a.i.) şarap.
isfendân (f.i.) bot. 1. beyaz biber tohumu. 2. akçaağaç.
isfendâniyye (f.i.) bot. akçaağaçgiller.
isfîd (f.s.) 1. ak, beyaz renk. 2. beyaz renkli [şey], (bkz. sefîd, sepîd).
isfidâb (f.i.) üstübeç. (bkz: isfîdâc).
isfîdâc (a.i.) üstübeç.
isfîdâr (f.i.) bot. akkavak, aksöğüt.
isfiyye (a.i.) sacayak, ["usfiyye" şeklinde de kullanılır]
ishâb (a.i.) 1. çok söyleme. 2. fazla tamah etme. 3. türlü şeylerden renk değiştirme.
ishâkıyye (a.h.i.) tas. Hafîfiyye tarîkati şubelerinden biri. [Ebî ishak ibrâhim bin Şehriyâr-ül-Mürşid-ül Kâzrûnî tarafından kurulmuştur].
ishâl (a.i. sehl'den) mülayim dışarıya çıkma, iç sürme, sürgün.
ishâl-ı tıflî hek. [yeşil] çocuk ameli.
ishân (a.i.) düşmanı perişan etme, düşman perişan edilme.
ishân (a.i.) ısıtma, ısıtılma; kızdırma, kızdırılma, (bkz: teshîn).
ishân-ı ayn göz kızartma, ağlatma.
ishâr (a.i.) gece uyutmayıp uyanı bulundurma.
ishât (a.i.) gücendirme, darıltma.
İska' ("ka" uzun okunur, a.i. saky'dan) sulama, su verme, suvarma, (bkz. irvâ').
iskab ("ka" uzun okunur, a.i.) ateşi yakma.
İskâfiyye (a.h.i.) mu'tezileden bir fırkanın adı. [kurucusu Ebû Ca'fer-ül-İskâf’a nispetle bu adı almıştır.]
iskal ("ka" uzun okunur, a.i.) ağır şey yükletme, yükletilme.
iskân (a.i. sükûn'dan) 1. sakin kılma, oturtma, ev sahibi etme. 2. yerleştirme.
iskân-ı muhâcirîn muhacir (göçmen) yerleştirme. 3. bir harfi sakin okuma.
iskar (a.i.) hakir görme, hor görme.
iskâr (a.i. sekr'den) sarhoş etme.
iskat ("ka" uzun okunur, a.i.). (bkz: ıskat).
iskât (a.i. sükût'dan) 1. sükût ettirme, susturma, (bkz: tebkît). 2. münâkaşada, cevap veremiyecek hâle getirme, ağzını kapatma. (bkz. ilzâm). 3. kandırma, razı etme.
iskendân (f.i.) kilit, (bkz: kufl).
İskender (h.i.) Makedonya kiralı Phylippe'in oğlu olup, Aristo'dan ders almış ve yirmi yaşında hükümdar olmuştur. Divan Ede-biyatı'nda Iskender-i zü-l-karneyn (=iki boynuzlu iskender), Iskender-i Rumî, şeklinde geçer. Yunanistan'ı, İran'ı, bütün Anadolu'yu ve Suriye'yi ve Mısır'ı, Hindistan'ı istilâ eden bu meşhur kumandan 33 yaşında ölmüştür., (m.ö. 356 - 323). ["Skender" şekli de kullanılır].
iskenderânî (a.i.) bir çeşit kumaş.
İskender-nâme (h.i.) Ahmedî'nin, Büyük iskender'in hayâtından ve seferlerinden bahseden manzum bir eseri.
iskerek (f.i.) hıçkırık.
iskîl (a.i.) bot. yabani soğan, deniz soğanı.
iskîz, iskîze (f.i.) 1. hayvanın, ürkerek attığı çifte. 2. hayvanın sıçrayıp kıç atması.
islâ' (a.i.) teselli etme, avutma.
islâc (a.i.) kar yağdırma, karlı olma, kara tutulma.
islâk (a.i. silk'den) 1. sıraya koyma, düzenleme. 2. yola getirme. 3. sülük ettirme, mesleğe sokma, sokulma.
islâl (a.i. sell'den) 1. sıyırıp çıkarma [kılıç, bıçak], (bkz: sell). 2. vereme uğratma, verem etme.
İslâm (a.i. selâm'dan. c. islâmiyân) l. Hz. Muhammed'in Allah tarafından tebliğine me'mur olduğu din. 2. bu dinde olan kimse, Müslüman.
Ehl-i İslâm islâm dîninde olanlar.
Hüccet-ül-İslâm imâm-ı Gazzâlî (Gazali) nin lâkabı.
Seyf-ül-İslâm Hâlid bin Velîd'in lâkabı.
Şeyh-ül-İslâm Osmanlı imparatorluğumda, kabinede sadrâzamdan sonra yer alan ve din işlerine bakmakla beraber, dünyâ işlerine de din bakımından karışan ve şeriat işleriyle uğraşan Babı Meşîhat'ın reisi, [ibn-i Teymiye gibi büyük din âlimlerinden bâzılarına da "şeyhülislâm" denilmiştir].
İslâmî (a.s.) islâm dînine, islâm halkına mensup, bunlarla ilgili olan.
İslâmiyân (a.f. islâm'ın c.) islâm dîninde olanlar, Müslümanlar.
İslâmiyyet (o.i.) islâmlık, Müslümanlık. [Arapçada böyle bir kelime bulunmaması bakımından yanlış ise de, bizde kullanılır olmuştur].
islâs (a.i.) üç tane yapma, üçe bölme.
ism (a.i.c. esâmî, esmâ') isim, ad. (bkz: nâm).
ism-i aded sayı adı.
ism-i a'zam (en büyük ad) Allah'ın Kur'an'da geçen yüz isminden doksan dokuzu belli esmâ-i hüsnâ'sının fevkındeki adı, "Allah veya Hüve ismidir" diyenler vardır.
ism-i basît gr. yalın ad.
ism-i cemî' gr. topluluk adı.
ism-i cins gr. cins isim, bir cinsten, bir neviden olan şeylerin hepsine verilebilen bir ad "vilâyet, karpuz, kedi.." gibi.
ism-i fâil gr. kendisinden fiil, iş çıkan kimsenin sıfatı "fail, hadim, sâim, kâtip.." gibi.
ism-i hâss gr. has isim (*özel ad); yalnız bir kimse, bir hayvan veya bir şeye has olan isim "Ahmet; Güneş; Zonguldak.." gibi.
ism-i işâret gr. kendisiyle muayyen bir şeye işaret olunan kelime "bu, şu, o..' gibi.
ism-i mef'ûl gr. failin fiili, kendi üzerine geçen kelime "mefûl; mağdur, mahsûs.." gibi.
ism-i mensûb gr. kelimenin sonuna nispet yesi denilen bir î getirilerek yapılan sıfat "islâmî; sükûtî.." gibi.
Dostları ilə paylaş: |