kesr-i basît mat. basit kesir, sureti (pay'ı) mahrecinden (paydasından) küçük kesir 2/5 gibi.
kesr-i munzam vergi veya resme belirli bir ölçüde yapılan ilâve.
kesr-i mürekkeb mat. bileşik kesir, mahreci (payda'sı), suretinden (pay'ından) küçük kesir: 5/4 gibi.
kesre (a. i.) gr. esre, harfi i okutan hareke.
kesre-i hafife gr. i. sesi veren hareke kim gibi.
kesre-i sakile gr. ı sesi veren hareke kıl gibi.
kesret (a.i.) 1. çokluk, bolluk, ziyâ-delik.
kesret-i ilâh mesleği fels. çoktanrıcılık, fr. polytheisme.
kesret-i nukud para çokluğu. 2. tas. kalabalık.
Cem'-i kesret a. gr. dokuzdan ziyâde sayı için kullanılan cemi' sıygası, *kipi. [zıddı "kıllet" dir].
kesret-i müvâneset ülfet ve ünsiyet çokluğu.
kesret-gâh (a.f.b.i.) tas. dünyâ. (bkz. kâinat).
kesretiyye (a.i.) fels. çokçuluk, fr. pluralisme.
kesrî (a.s.) kesirle ilgili.
kesûb (a.s.) çok kesbeden, çok kazanan.
-keş (f.s.c. keşân) çeken, çekici.
Afyon-keş afyon çeken.
Cefâ-keş cefâ çeken.
Dil-keş gönül çeken.
Sîm-keş sırma işleyen
keşâkeşi (f.i.) 1. çekişme, münâkaşa. 2. iki kişinin, bir şeyi birer ucundan tutup her birinin kendine doğru çekmesi. 3. pehlivanların birbiriyle savaşması. 4. gam, keder, tasa, kaygı. 5 . felâket.
keşân (f.s. keş'in c.) çekenler, çekiciler.
Mihnet-keşân mihnet çekenler.
keşân (f.s.) çeken, çekerek.
keşân ber keşân zorla, çeke çeke sürükleye sürükleye götürerek.
keşân keşân (f.zf.) zorla, sürükleye sürükleye, çeke çeke götürerek.
keşâverz (f.i.) 1. ekinci, (bkz: fâ-lih). 2. ekinlik.
keşef (f.i.) kaplumbağa.
-kesende (f.s.) 1. çekici, çeken.
Mihnet-keşende mihnet çeken. 2. mütahammil, dayanan.
keşf (a.i.c. keşfiyyât) 1. açma, meydana çıkarma. 2. gizli bir şeyi bulma. 3. bir sırrı öğrenme. 4. bir şeyin olacağını önceden anlama. 5. Allah tarafından ilham olunma. 6. bir yapı için harcanacak paranın aşağı yukarı hesaplanması. 7. [aşk. düşmanın durumunu anlamak üzere gönderilen erlere "keşif kolu" denilir].
keşf-i keramet kerametlerin bilinmesi.
keşf-i nikab bir şeyin yüzündeki perdeyi kaldırma, gizli yönünü öğrenme.
keşf-i râz bir sim öğrenme.
keşf-i uyûb ayıpların ortaya çıkması.
keşfi, keşfiyye (a.s.) keşfe mensup, keşifle ilgili.
keşfiyyât (a.i. keşfin c.) keşifler, bulup meydana çıkarılan şeyler.
keşfiyyât-ı fenniyye fenle ilgili buluşlar.
keşfiyyât-ı ilmiyye bilimsel buluşlar.
keşfiyyât-ı sınâiyye endüstriyel buluşlar.
keşfiyye (a.i. keşfden) kelâmcı mezheplerinden biri.
keşf-nâme (a.f.b.i.) bir yapının önceden hesaplanan masraflarını gösteren defter, keşif defteri.
keşide (f.s. ve i.) 1. çekilmiş, çekiliş. 2. tartılmış. 3. tertîbedilmiş, dizilmiş. 4. yazılmış. 5. eski yazıda bâzı harflerin üzerine çekilen çizgi; sin, sın, vav .. gibi kuyruklu uzantılı harflerin yazıda mahsus surette çekilmesi "kâfin keşidesi güzel olmuştu.."
keşîde-i silk-i tahrîr yazıya çekilmiş.
keşîde-kamet ("ka" uzun okunur, f.a.b.s.) uzun boylu.
keşîde-rû[y] (f.a.s.) uzun yüzlü, sürahi yüzlü.
keşîş (f.i.c. keşîşân) papaz, karabaş, kilise papazı, (bkz: râhib).
keşîşân (f.i. keşîş'in c.) papazlar, karabaşlar; kilise papazları, (bkz: ruhban).
keşîş-âne (f.zf.) keşişe, papaza yakışır surette, papaz gibi.
keşîş-hâne (f.b.i.) manastır, kilise.
keşk (a.i.) 1. keşkek, unla beraber dövülmüş et ve buğdaydan yapılan ve ortasına kızdırılmış yağ dökülen bir yemek. 2. yoğurt kurusu, keş, kurut.
keşkül (f.i.) 1. keşkül, [eskiden] dervişlerin veya dilencilerin kullandığı, Hindistan cevizi kabuğundan veya abanozdan yapılmış dilenci çanağı. 2. üstü, dövülmüş fındık, fıstık ve rendelenmiş Hindistan cevizi gibi şeylerle süslenmiş olan bir çeşit süt tatlısı, keşkül-i fukara.
keşkûl-i fukara (bkz. keşkül2).
keşmekeş (f.b.i.) 1. çekişme, kavga; mücâdele. 2. kararsızlık.
keşnî (f.i.) orman; koruluk.
keşşaf (a.s. keşfden) 1. çok keşfeden, edici, gizli bir şeyi meydana çıkaran. 2. sırlan çözen. 3. i. [eskiden] keşif kolu. 4. i. [eskiden] izci. 5. meşhur bir tefsir.
keştî (f.i.) gemi. (bkz: sefine).
keştî-i gam (gam gemisi) [bu] dünyâ.
keştî-i Nuh Hz. Nuh'un tufandan kurtulmak üzere yaptığı ve içine her canlıdan birer çift aldığı gemi.
keştî-i rızâ (hoşnutluk gemisi) tasavvufta kişinin herşeyi hoşgörür haldekilere katılma hâli.
keştî-bâde (f.b.s.) kayık biçiminde olan bardak, kadeh.
keştî-bân (f.b.i.) gemici, gemi süvarisi, kaptan, (bkz: nâhudâ, rubbân).
keştî-bânî (f.b.i.) gemicilik, kaptanlık.
keştî-gâh (f.b.i.) gemilerin barındığı yer, liman.
keştî-ger (f.b.s.) gemi yapan, gemi tamir eden [kimse].
keştî-keş (f.b.i.) 1. gemi reisi. 2. mec. içici, içkici. (bkz. ayyaş).
keştî-nişîn (f.b.s.c. keştî-nişînân) gemide oturan, gemide bulunan.
keştî-nişînân (f.b.s. keştî--nişîn'in c.) gemide oturanlar, gemide bulunanlar.
keştî-sâz (f.b.s.) gemi yapan, gemi tamir eden. (bkz: keştî-ger).
keştî-süvâr (f.b.s.) gemiye binmiş veya bindirilmiş.
keştî-şikeste (f.b.s.) kazaya uğramış gemi kalıntısı.
keşûfiyye (a.i.) Osmanlı devletinde Mısır valilerinin topladığı vergi.
keşûfiyye malı tar. Mısır'da devlet görevinde bulunabilmek için valilere verilen ve valiler tarafından harçlık olarak pâdişâhlara gönderilen para.
ketâib (a.i. ketîbe'nin c.) askerler, alaylar, birlikler.
ketb (a.i.) yazma, (bkz: tahrîr).
ketb ü tahrîr etmek yazmak.
ketebe (a.i. kâtib'in c.) kâtipler.
ketebe-i aklanı kalem kâtipleri.
ketebehû (a.fi.) 1. eskiden "onu, o şeyi yazdı" mânâsına, levhaların altına isimle birlikte yazılan bir tâbir.
ketebehû Sâmî Sami yazdı., gibi. 2. [eskiden] hattatlık icazeti falan kimse "ketebehû" aldı., gibi.
ketfiyye (a.i.) kefiyye, Arapların -omuzlarım dahî örtmek üzere- başlarına sardıkları örtü.
ketîbe (a.i.c. ketâib) asker, alay, birlik.
ketîbe-perver (a.f.b.s.) asker yetiştiren, askeri koruyan ve seven.
Pâdişâh-ı ketîbe-perver askeri himaye eden, koruyan, asker yetiştiren pâdişâh.
ketif, kitf, ketef (a.i. c. ektâf) 1. omuz. 2. anat. omuz küreği, kürek kemiği, fr. omoplate.
ketm (a.i.) 1. bir sözü, bir haberi, bir sim saklama, gizli tutma. 2. göstermeme.
ketm-i adem Allah'ın ruh ve cisim âlemlerini yaratmayı istediği zaman bütün mahlûkların ilki olan cevher-i ahzar'ın çıktığı yer.
ketm-i esrar sırları saklama.
ketm-i nüfûs kendini göstermeme.
kettân (a.i.) bot. keten.
kettânî (a.s.) ketene ait, ketenle ilgili. [müen. "kettaniyye"].
kettâniyye (a.i.) bot. ketengiller.
ketum (a.s. ketm'den) sır saklayan, herşeyi saklayan, ağzı sıkı.
ketûm-âne (a.f.b.zf.) ketum kimseye, herşeyi saklayana, ağzı sıkı olana yakışır surette.
ketûmiyyet (a.i.) ketumluk, ağız sıkılığı. (a.i. kebîse'nin c.), (bkz. kebîse).
kevâhil (a.i. kâhil'in c.), (bkz. kâhil).
kevâib (a.i. kâib'in c.) tomurcuk memeli kızlar, (bkz: nevâhîd).
kevâib-i encüm astr. yedigir, Büyükayı'yı meydana getiren yedi yıldız.
kevâkib (a.i. kevkeb'in c.) yıldızlar. (bkz: nücûm).
Cümle-i kevâkib takımyıldız.
kevâkib-i câriyye astr. gezegen.
kevâkib-i kutbiyye astr. dolaykutupsal, kutba yakın yıldız.
kevâkib-i muvakkata astr. yeni doğmuş bir yıldız sanılmışsa da gerçekte parlaklığı birdenbire artıp değişen yıldız, fr. Nova.
kevâkib-i muzâafiyye ast. birbirinin çekim etkisinde bulunan ve böylece ortak kütle merkezi çevresinde dolanan yakın iki yıldız, fr. etolle double, binaire.
kevâkib-i mütehavvile astr. parlaklığı zamana bağlı olarak değişme gösteren yıldız, fr. etolle variable.
kevâkib-i sabite astr. durağan yıldız.
kevâkib-i sahâbiyye astr. bulutsu yıldızlar.
kevâkib-i ulviyye astr. Mars, Jüpiter ve Satürn gezegenleri.
kevâkibü’l-fark astr. a, p ve n cepheus yıldızlan.
kevâkibü’l-hamse astr. beş büyük gezegen.
kevâkib-üs-seyyâre astr. Güneş, Ay ve beş gezegen.
kevâkib-şinâs (a.f.b.i.) astr. müneccim.
kevden ahmak, düşüncesiz.
kevkeb (a.i.c. kevâkib) yıldız, (bkz: ahter, necm, sitâre).
kevkeb-i derrî parlak yıldız.
kevkebü’l-hadîd demir parıltısı; demirin kıvılcımı.
kevkebân (a.i.c.) Güney Arabistan'da birkaç yer adı.
kevkebe (a.i.) 1. gökteki yıldız. 2. süvari alayı.
kevkebe (f.i.) gösteriş, tantana.
kevkebî (a.s.) yıldıza ait, yıldızla ilgili.
kevme (a.i.) fels. katışmaç, küme, fr. agregat.
kevn (a.i.c. ekvân) 1. olma. 2. var olma, varlık, vücut.
Âlem-i kevn ü fesâd dünyâ.
kevn ü fesâd olma ve bozulma.
kevn ü mekân varlık, kâinat.
kevneyn (a.i.c.) l . cismânî ve ruhanî âlem. 2. dünyâ ve âhiret.
Seyyidü’l-kev-neyn (iki cihanın Ulu'su, Efendisi) Hz. Muhammed.
kevnî (a. s.) acunsal, kozmik, fr. cos-mique.
kevniyyât (a.i.c.) evrenbilim, kozmoloji, fr. cosmologie.
kevniyye (a.s.) ["kevnî"nin müen.]. (bkz: kevnî).
kevr (a.i.) 1. sarık sarma. 2. çokluk, bolluk.
El-havrü ve’l-kevr çokluktan sonra yokluk.
kevsel (a.i.) geminin kıç tarafı.
kevser (a.i.) 1. maddî ve manevî çokluk; kalabalık nesil. 2. Cennet'te bir havuzun adı. 3. Kur'ân-ı Kerîm'in 108 inci sûresi.
Âb-ı kevser kevser suyu.
Şerâb-ı kevser kevser şarâbı. 4. kadın adı.
key (f.zf.) ne zaman, ne vakit.
Tâ be-key veya Tâkey ne zamana kadar.
key (f.i.c. keyân) büyük hükümdar, pâdişâh, eski Acem şahlarından ikinci tabakada bulunanların adlarının başına getirilirdi. Key-husrev, Key-kubâd, Key-kâvûs.. gibi.
key cemîl çok güzel.
keyân (key'in c.) keyler, büyük hükümdarlar, şahlar.
keyânî (f.s.) key'e, büyük hükümdara mahsus, onunla ilgili.
keyâniyân (f.i.c.) Key'lerin soyundan olanlar, eski Iran şahlan, İran'ın Ahemenit-ler ailesi.
keyd (a.i.) hîle, oyun, dalavere, dolap.
keyfe (a.zf.) her nasıl, (bkz: keyfe-mâ).
keyfe-mâ (a.zf.) her nasıl, (bkz: keyfe).
keyfe mâ yeşâ (a.zf.) nasıl isterse, istediği gibi.
keyfe mettefak (a.zf.) nasıl rastgelirse, hangisi olursa.
keyfer (f.i.) 1. karşılık. 2. mükâfat veya mücâzât.
keyfî, keyfiyye (a.s.) keyfe, arzuya, isteğe bağlı; bir kanuna, bir usûle, bir düzene bağlı olmayan.
İdâre-i keyfiyye keyfe göre edilen idare.
Muamele-i keyfiyye keyfe göre yapılan muamele.
keyfiyyât (a.i. keyfıyyet'in c.).(bkz. keyfiyyet).
keyfiyyet (a.i.c. keyfiyyât) 1. nitelik. 2. bir şeyin iyi veya kötü olması ciheti. 3. gr. bir ismin müzekker veya müennes olması hâli. 4. bir hâdisenin geçişi. 5. madde, husus, iş. 6. gr. cins.
keyfiyyeten (a.zf.) keyfiyet, nitelik bakımından.
keyfiyyet ve kemmiyyet gr. erkeklik ve dişilik, müfretlik ve cemi'lik.
keyhân (f.i.) Dünyâ.
Key-husrev (f.h.i.) Keykâvus'un torunu, Siyâvuş'un oğlu olan meşhur hükümdar.
Keykâvüs (f.h.i.) 1. Keyâniyân'ın ikinci pâdişâhı olup Keykubâd'ın torunu ve halefidir. 2. i. astr. semânın kuzey yarım küresinde bulunan ve Küçükayı ile Kuğu burçları arasında Tanîn burcunun dirseği hizasında üç parlak yıldızdan müteşekkil bir burç, lât. Cepheus, fr. Cephee.
keyl (a.i.c. ekyâl) 1. ölçme. 2. kile, tahıl, hububat ölçüsü, ölçek.
keylî (a.s.) kile ile ölçülen [şeyler].
keynûnet (a.i.) var olma, varlık, (bkz: sayrûret).
keys (a.i.) zekâ, anlayış, kavrayış.
keysiyye (a.i.) zool. (bkz: kîsiyye).
keyvân (f.i.) astr. Zuhal (Satürn) gezegeni, fr. Saturne.
keyvânî, keyvâniyye (f.s.) keyvâna ait, keyvân ile ilgili.
keyy (a.i.) dağlama [yarayı].
keyyâl (a.s.) kileci, kile ile ölçen [kimse].
keyyi (a.s.) 1. kiyâsetli, akıllı, anlayışlı, kavrayışlı. 2. ince, zarif. [müen. "keyyise"].
keza (a.e.) böyle, böylece; bu da öyle.
kezâbir (a.i. küzbere'nin c.) asmacıklar.
kezâlik (a.e.) keza, bu; bu da öyle.
kezâz, kezâzet (a.i.) hek. soluk alamayacak derecede mîde dolgunluğu.
kezîm (a.s.) kızgınlığını, öfkesini yenen.
kezm (a.i.) kızgınlığı, öfkeyi yenme.
kezûb (a.s.) pek yalancı, çok yalan söyleyen.
kezzâb (a.s. kizb'den) 1. çok yalan söyleyen, pek yalancı. 2. i. kim. asit nitrik (HNOs).
kezzâb-ı bî hicâb utanmaz yalancı.
kıbâb (a.i. kubbe'nin c.) tepesi yarım küre şeklinde olan bina damlan.
Nuh kıbâb (dokuz kubbe) gökyüzü, (bkz: kubeb).
kıbâbü’l-aktâb (kutupların kubbeleri) Mevlânâ'nın türbesi.
(a.s. kabîh'in c.) kabîhler, çirkinkıbâh ler.
kıbâl (a.i.) 1. karşılaştırma [bir yazıyı-]. 2. hareket, davranış şekli.
kıbâle (a.i.) ebelik, çocuk doğurtma san'atı.
kıbel (a.i.) taraf, yan, yön. (bkz: cânib, cihet).
Min kıbel-ir-Rahmân Allah tarafından. (bkz: min taraf-illâh).
kıbel-i şer'-i şeriften şeriat tarafından.
kıble-i islâm Müslümanların namazda yüzünü döneceği, yöneleceği yer.
kıble-gâh (a.f.b.i.) kıblenin bulunduğu semt.
kıble-nâme (a.f.b.i.) "kıbleyi yazan, gösteren" pusula.
kıble-nümâ (a.f.b.i.) kıbleyi, cenubu (güneyi) gösteren âlet, pusula.
kıble-rû (a.f.b.s.) yüzünü kıbleye doğru çevirmiş, kıbleye yönelmiş kimse.
kıbletân (a.i.c.). (bkz. kıbleteyn).
kıbleteyn (a.i.c.) "iki kıble" Beyt-i Muazzam ile Kudüs'teki Beyt-i Makdis.
Mes-cid-i zû kıbleteyn iki kıbleli mescit.
Zû kıbleteyn iki kıbleli.
kıblî (a.s.) 1. güneye ait, güneyle ilgili. 2. i. güneyli.
kıbt (a.i.) Mısır'ın eski, yerli halkı.
kıbtî (a.i.c. kabâtî) 1. kıbt soyundan, çingene, (bkz: kıbtiyân). 2.s. çingene ile ilgili.
kıbtiyân (a.i. kıbtî'nin c.) çingeneler, (bkz: kabâtî).
kıbtiyye (a.s.) ["kıbtî'nin müen.]. (bkz: kıbtî).
kıdâh (a.i. kadeh'in c.) kadehler, (bkz: akdarı).
kıdem (a. i.) 1. kadîm olma, eskilik, bir işte eskilik. 2 . zamanca, me'mûriyetçe, rütbece eskilik. 3. başlangıcı olmayacak kadar eskilik. ["kıdem", Allah'ın aslî sıfatlanndandır].
kıdem-i âlem dünyanın eskiliği.
kıdem-i zamânî zaman bakımından eskilik.
kıdem-i zatî (birinin) rütbe bakımından eskiliği.
kıdem tazminatı belirli müddet bir yerde çalıştıktan sonra işinden ayrılan kimseye verilen para, ikramiye.
kıdemen (a.zf.) kıdemce, kıdem yoluyla, eskilikçe.
kıdemi (a.s.) eskilikle ilgili olan [rütbe ve me'mûriyette].
kıdemiyye (a.i.) ["kıdemî" nin müen.]. (bkz. kıdemî).
kıdr, kıdre (a.i. c. kudûr) çömlek.
kıdve (a.i.) 1. kendisine uyup ardından gidilecek kimse. 2 . bir sınıfın veya topluluğun başında olan kimse.
kıdvet (bkz. kıdve).
kıdvetü’l-ârifîn bilgililerin en bilgisi olan [kimse].
kıdvetü’l-ebrâr dindarların ve iyi kimselerin en büyüğü.
kıdvetü’l-hükemâ hikmet erbabının tabî olup boyun eğdikleri kimse.
kıdvetü’l-ulemâ âlimlerin tabî olup boyun eğdikleri kimse.
kıdvetü’l-ümerâ emirlerin, beylerin tabî olup boyun eğdikleri kimse, [kelime "kadve" ve "kudve" şeklinde de kullanılır].
kıfâr (a.i. kafr'ın c.) çöller, susuz yerler.
kıhf (a.i.c. akhâf, kuhûf) hek. beynin, içinde bulunduğu kafa kemiği, kafatası.
kıhfî (a.s.) kıhıfa, kafatasma ait, kafatası ile ilgili.
kıhfiyyât (a.i.c.) kafatası kemiğinin şekil bakımından aklî meleke (*yeti)lerin belirtisi olduğunu ileri süren görüş.
kıla‘ (a.i. kal'a'nın c.) kaleler, surlar.
kılâ-ı erbaa "dört kale" [eskiden] Anadolu ve Rumeli Kavaklanyla Yûşâ ve Telli Tabya hakkında kullanılan bir tâbir.
kılâ-ı hâkani ("ka" uzun okunur) hakan kaleleri.
kıla-ı metine sağlam kaleler.
kılâ-ı rasîne sağlam kaleler.
kılâa (a.i.) yelken.
kılâde (a.i.c. kalâid) gerdanlık; akarsu.
kılâfet (a.i.) kalafat, gemi kalafatlama, gemi ziftleme usul ve san'atı.
kıllet (a.i.) 1. azlık, [zıddı kesret]. 2. kıtlık, (bkz: nedret).
Cem'-i kıllet a. gr. türlü vezinlerde cemileri olan isimlerin, bu cemilerinden dokuzdan aşağı mahsus olanları.
kıllet-i nukud ("ka" uzun okunur) para darlığı.
kil ü kal ("ka" uzun okunur, a.b.i.) dedikodu, (bkz: güft ü gû).
kımâr (a.i.). (bkz: kumar, meysir). [kelimenin aslı "kımar" olduğu halde, "kumar" yaygındır].
kımâr-bâz (a.f.b.i.). (bkz. kumarbaz). [kelimenin aslı "kımâr-bâz" olduğu halde "kumar-bâz" yaygındır].
kımâr-hâne (a.f.b.i.). (bkz. kumâr-hâne). [kelimenin aslı "kımâr-hâne" olduğu halde, "kumar-hâne" yaygındır].
kımât (a.i.) sargı, örtü; sarılacak bez.
kinime (a.i.) 1. bot. kömeç, fr. capitule. 2. bot. deste şeklinde olan çiçek; tepe [çiçek vaziyetinde].
kımmetü’r-re's anat. bregma.
kına (a.i.) örtü; başörtüsü; yaşmak; peçe. (bkz. nikab).
kındîl (a.i.c. kanâdil). (bkz: kandîl).
kınnâre (a.i.) kanara, mezbaha.
kınneb (a.i.) kınnap, ince sicim.
kıntâr (a.i.c. kanâtîr). (bkz: kantar).
kıraat (a.i.) 1. okuma; devamlı ve düzgün okuma, (bkz: handen).
İlm-i kıraat Kur'ân'ın usûl ve kaidesine göre okunması.
kırâat-i seb'a Kur'ân-ı Kerîm'in yedi türlü okunuş tarzı, (bkz: rivâyet-i aşere).
kırâat-i Asım bu yedi tarz arasında yaygın olanı.
Bediî kıraat ed. mantıkî kıraat şartlarına riâyet ettikten başka rikkat mevkiinde sesini indirme, şiddet makamında yükseltme, -acemi aktör tavrı takınmaksızın- mevzuu ses ve işaretle canlandırma.
Mantıkî kıraat ed. acele etmeyerek, fakat yazı işaretlerine dikkat ederek, yânî virgüllerde biraz, noktalı virgüllerde biraz daha durmak, şaşma ve sualleri anlatmak, konuşmalarda konuşanların sözlerini ayırmak suretiyle okuma.
Mihaniki kıraat kelimeleri, terkipleri doğru telâffuz etmekle beraber, ezber dersi dinletircesine ve makine gibi saldır saldır okuma. 2. namazın rükünlerinden olmak üzere Kur'an'dan muayyen parçalan okuma farizası.
kıraat ü kitabet okuma ve yazma.
kıraat (a.i. kırâat'in c.) (bkz: kıraat).
kırâat-hâne (a.f.b.i.) içinde gazete, mecmua bulunan büyük kahvehane.
kırâb (a.i.) kılıç ve bıçak kını.
kırâliyyet (a.i.) kıralhk. [yanlış ve uydurma bir kelime olmakla beraber kullanılmış ve kullanılmaktadır].
kıran (f.i.) 1848 den 1927 ye kadar iran'da kullanılan bir gümüş para. [l 1/4 dolar değerinde olup 10 kıran l tornan ederdi].
kıran (a.i.c. kırânât) 1. yakınlık, (bkz: mukarenet). 2. iki şeyin birleşmesi. 3. astr. seyyare (gezegen) lerden ikisinin bir burçta birleşmesi.
kırân-ı nahseyn (nahs-i kıran) astr. Mars (Merîn) ile Satürn (Zuhal) ün aynı burçta birbirine yaklaşması, [kutsuzluk işareti sayılır].
Sâhib-kırân çok talihli, çok kuvvetli hükümdar.
kırânât (a.i. kırân'ın c.) yakınlıklar, yakınlaşmalar, birleşmeler, biraraya gelmeler.
kırat (a.i.). (bkz. kîrât).
kîrât (a.i.) kırat, şer'îsi, orta büyüklükte beş arpa ağırlığında olan ve kuyumcular arasında kullanılan miskalın yirmi dörtte biri kadar bir ağırlık ölçüsü.
kırât-ı örfî [eskiden] bâzı fukahâmn beyânına göre beş, bâzılarının beyânına göre de dört mutavassıt arpa ağırlığından ibarettir. Bu fark beldelere veya örfün tebeddülüne müstenittir.
kırât-ı şer'î [eskiden] beş adet mutavassıt arpa ağırlığından ibarettir. Hafif tartılar mık-yâsâtından olup elmas ve cevahir gibi kıymetli eşya tartılmasında kullanılır.
kırba (a.i.c. kurubât) 1. [evvelce] sakaların kullandığı, ince köseleden veya deriden yapılmış su kabı, saka tulumu. 2. hek. çocuklarda karın şişmesi.
kırbâviyyü’ş-şekl zool. tulumlular, fr. ascons.
kırd (a.i.c. akrâd, kırede, kurûd) maymun.
kırede (a.i. kırd'ın c.) zool. primatlar, bütün maymun çeşitlerini, ve bâzı âlimlerin sınıflamasına göre, insanları da içine alan memeliler takımı.
kırmız (a.i.) kırmız böceğinden çıkarılan parlak ve al boya.
kırtâs (a.i.c. karâtîs) 1. kâğıt, kâğıt tabakası, sahife. 2. kâğıtçı.
kırtâsî, kırtâsiyye (a.s.) kâğıda ait, kâğıt ile ilgili.
Masârif-i kırtâsiyye kırtasiye, kâğıt ve yazı işleri masrafları, giderleri.
kırtâsiyye (a.i.) kâğıtla yapılan muameleler; kâğıt işleri.
kırvân (a.i.) 1. kervan, kafile, (bkz: kârbân). 2. dünyânın tarafları, doğu ve batı.
kırzâm (a.i.) kaldırım şâiri; saçma sapan söz söyleyen, (bkz: herze-gû, jâj-hâ, tirzîk-gû).
kıs (a.f.) kıyas et!, bununla ölç!
Ve kıs âlâ hazâ bunun üzerine kıyas et!
Ve kıs aleyh-il-bevâkî arta kalanlarını, diğerlerini de buna kıyas et!
kısar (a.s. kasîr'in c.) 1. kısalar, boyu küçükler. 2. Kur'ân-ı Kerîm'in az âyetli sûreleri, (bkz: tıvâl).
kısaret (a.i.) 1. leke çıkarma sanatı, lekecilik. 2. çırpıcılık, temizleyicilik.
kısas (a.i. kıssa'nın c.) fıkralar, hikâyeler, rivayetler.
kısas-ı enbiyâ’ peygamberlerin târihi.
kısas (a.i.) huk. öldüreni öldürme, yaralayanı yaralama cezası.
kısas fi’1-etrâf huk. [eskiden] kesilmiş veya yaralanmış bir uzuv (organ) mukabilinde, yaralıyanın ve kesenin mümasil uzvunu yaralama veya kesme.
kısas fi’n-nefs huk. [eskiden] katili, nefsi mukabilinde katletme.
kısâsen (a.zf.) kısas yoluyla, öldüreni öldürerek, yaralayanı yaralayarak, müsâvî şekilde cezalandırarak.
kısm (a.i.c. aksam) 1. bölük, parça, takım; çeşit, nevi. 2. fasıl, bahis [kitap hakkında].
kısm-ı a'şârî mat. mantis, fr. mantisse.
kısm-ı tâmm 1) mat. (logaritmada) tam kısım, belirtgen; 2) karakteristik.
kısmen (a.zf.) bir kısım, bir bölük, bir parça, bir takım olarak; bir bahis, bir fasıl olarak, (bkz: kısmî).
kısmet (a.i.) 1. bölme, pay etme, hisselere ayırma. 2. talih, nasip, kader. 3. huk. şâyî olan hisseyi tâyin etme, belirtme.
Hâric-i kısmet (bölme işleminden sonra arta kalan sayı) mat. bölüm.
kısmet-i âdile eşit olarak yapılan ayırım.
kısmet-i askeriyye kassamlık, kassam dâiresi.
kısmet-i cem' fık. türlü ve müşterek şeylerin kısımlara bölünerek her birinde şâyî olan hisselerin birer kısmında cemi. [üç kişi arasında müşterek olan otuz koyunu onar onar üçe bölmek gibi].
kısmet-i fuzûlî fık. yapılması sözle veya fiil ile icazete vakfedilen kısmet, [bir kimsenin, müşterek bir malı, sahiplerinin izin, söz ve fiil icazetiyle taksim etmesi gibi].
kısmet-i kaza fık. müşterek bir mülke sahip olanlardan bâzılarının isteği üzerine hâkimin (yargıç) cebren ve hükmen yaptığı taksim, kısmet.
kısmet-i rızâ fık. hepsi âkil ve baliğ olmuş bulunan vârislerin (mirasçıların), müşterek mülk sahiplerinin rızâlarıyla yapılan kısmet olup kendi arzularıyla aralarında veya hepsinin muvâfakatıyla hâkim (yargıç) tarafından taksim edilir.
kısmet-i tefrik her cüzünde şâyî olan hisselerin şuyûunun izâlesi suretiyle ayrılması.
kısmet-i tereke huk. terekeye ait olan haklan, sahiplerine ulaştırma.
kısmî (a.s.) bir kısım, bir kısmına mahsus, bir bölük, bir parça, (bkz: kısmen).
kısmî intihâb ara seçimi.
kıssa (a.i.c. kısas) 1. fıkra, hikâye, rivayet. 2. vak'a, macera.
El-kıssa hâsılı, sözün kısası.
kıssa' (a.i.) hıyar.
kıssa’ül-himâr (a.it.) bot. eşek hıyarı, fr. elater.
kıssa-gû (a.f.b.i.) hikâye, masal söyleyen.
kıssa-güzâr (a.f.b.i.) kıssa, masal, hikâye söyleyen kimse, (bkz: kıssa-hân).
kıssa-hân (a.f.b.i.) kıssa, hikâye, masal söyleyen kimse, (bkz: kassâs, kıssa-güzâr).
kıssâiyye (a.i.) bot. kabakgiller.
kıssa-perdâz (a.f.b.i.) kıssa, hikâye düzen kimse, masalcı.
kıssîs (a.i.c. kasâvise) keşiş, papaz. (bkz. râhib).
kist (a.i.) 1. hisse, pay, nasip. 2. tartı, ölçü ve bölüşmelerde doğru iş görme. 3. parça parça ödenen bir borç ve sâirenin her defada verilen kısmı, taksit.
kıste’l-yevm 1) çalışılmayan günler için kesilen para; 2) bir aylık maaşın bir güne isabet eden kısmı.
kist mevâcibi hisseye düşen paranın verilmesi, ücret.
kist mevâcibleri tar. üç aylık ulufe.
kıstas (a.i.) 1. büyük terazi. 2. ölçü. (bkz: mizan). 3. fels. kriteriyum. fr. criterium.
kısteyn (a.i.c.) iki kist, iki hisse, pay; iki ölçü, iki parça.
Dostları ilə paylaş: |