kubeba (a.i. kebâbe'den) karabibergillerden tohumlan toz hâline getirilip hekimlikte kullanılan tırmanıcı bir bitki.
kubel (a.i. kuble'nin c.) öpmeler, öpüşler, öpücükler.
kû'bere (a.i.) anat. sâidi, bileği meydana getiren iki kemiğin küçüğü, fr. radius.
kubhiyyât (a.i.c.) fena, çirkin olan hususlar, hareketler, işler.
kuble (a.i.c. kubel) öpme, öpüş, öpücük, (bkz: buse).
küçe (f.i.) 1. küçük sokak, dar sokak. 2. çarşı, pazar.
kûçek (f.i.) muz. Türk müziğinin en eski mürekkep makamlanndan biri. Sabâ makamı ile ondan evvel gelen aşîran (mi) perdesine nakledilmiş bir hüseynî beşlisinden mürekkeptir. Sabâ ile dügâh (la) perdesinde durur. Güçlü birinci derecede -sabâ'nın güçlüsü olan-çârgâh, ikinci derecede de -beşlinin durağı olan- aşîran (mi) dır. Donanımına sabâ gibi si koma bemolü ile re bakıyye bemolü konulur. Aşîrandaki hüseynî beşlisi için îcâbeden yerlere "fa" bakıyye diyezi ile "si" bekar ilâve edilir (bazen bu beşli -son sesi kullanılmayarak-uşşak dörtlüsü hâlinde geçer ki, bu şekilde "si" nin bekâr yapılmasına lüzum yoktur). Makam umumiyetle çıkıcıdır. Kulakta geçkili bir sabâ te'sîrinden başka bir hâtıra yaratmaz.
kûçek-gerdâniyye muz. Hızır bin Abdullah'ın edvarına göre küçek makamına gerdaniye âvâzesi katılmakla elde edilen terkip.
kûçek-geveşt (f.b.i.) muz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup, zamanımıza bir numunesi kalmamıştır.
kûçek-mâye (f.b.i.) muz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup, zamanımıza bir numunesi kalmamıştır.
kûçek-nevrûz (f.b.i.) muz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup, zamanımıza bir numunesi kalmamıştır.
kûçek-selmek (f.b.i.) muz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup, zamanımıza bir numunesi kalmamıştır.
kûçek-şehnâz (f.b.i.) muz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup, zamanımıza bir numunesi kalmamıştır.
kûçek-zemzeme (f.b.i.) muz. Türk müziğinin en az iki asırlık bir makamı olup zamanımıza bir numunesi kalmamıştır.
kudas (a.i.) Hz. isa'nın Havârîleriyle beraber yediği son yemeği anmak üzere Hıristiyanların kilisede bir kab içinde ekmek ve şarabı takdîs ederek yaptıkları tören.
kudât (a.i. kâdî'nin c.) kadılar, (bkz: kadî, kazî, kuzât).
kuddâm (a.i.) ön taraf, ileri taraf, (bkz: pîş).
kuddâmî (a.s.) anat. ön.
kuddise (a.n.) "mukaddes, mübarek olsun!" mânâsına gelen ve ermişler hakkında kullanılan bir dua.
kuddise sırrahu sırrı mukaddes olsun!
kuddûs (a.s.) 1. temiz, pak. 2. Allah adlanndandır.
kuddûsî (a.s.) 1. kuddûs-i ilâhî isminin tecellîsine mazhar olmuş kimse. 2. i. XIX. asrın Borlu meşhur mutasavvıf Türk şâiri. 3. erkek adı.
kûdegî (f.i.) çocukluk.
kûdek (f.i.c. kûdegân) çocukluk. (bkz: sabî, tıfl).
kûdek-meniş (f.b.s.) çocuk mizaçlı.
kudemâ' (a.s. kadîm'in c.) 1. eskiler, eski adamlar. 2. eskiliği bakımından ileri gelenler, (bkz: eslâf).
kudeyh (a.i.) kadehçik, küçük kadeh.
kudret (a.i.) 1. kuvvet, takat, güç. 2. Allah'ın ezelî gücü. 3. varlık, zenginlik. 4. Allah yapısı. 5. ehliyet, kabiliyet.
Bî-kudret kuvvetsiz, iktidarsız, takatsiz.
Yed-i kudret Allah'ın, yaradanın eli.
Zî-kudret zengin. 6. erkek adı.
kudret-i cüz'iyye psik. kudret-i külliyenin muayyen bir fı'le taallukudur ki, fiil bununla hâsıl olur. Kudret-i cüz'iye fiil ile beraberce vücut bulur.
kudret-i elektrîkiyye fiz. elektrik enerjisi.
kudret-i hararet fiz. ısı enerjisi.
kudret-i kimyeviyye fiz. kimyasal enerji.
kudret-i külliyye psik. esbâb ve alâtın selâmeti manasınadır ki, bir şeye temekkün ve iktidar demektir, insan bununla bir işi yapıp yapmamaya mütemekkin ve muktedir olur. [şuradan kalkıp gidebilmek iktidân kudret-i külliyedir].
kudret-i mihânikiyye fiz. mekanik enerji.
kudret-i mümekkine psik. fiili îfâya kudretin aşağı mertebesidir ki, teklifin sıhhatinin şartıdır, [bu kudret olmazsa teklif sahih olmaz; buna "kudret-i mutlaka" da denir].
kudret-i müyessire psik. kudretin yüksek mertebesidir. Mâlî mükellefiyetlerden çoğunun mesnedi budur.
kudret-i şems fiz. güneş enerjisi.
kudret-i ziyâiyye fiz. ışık enerjisi.
kudret-yâb (a.f.b.s.) kudretli, gücü yetebilen.
kuds (a.i.) 1. temizlik, paklık, arılık. (bkz. taharet). 2. kutsallık, mübareklik.
Hazîretü’l-kuds cennet bahçesi.
kudsî (a.s. kuds'den) 1. kutsal, (bkz: muazzez, mukaddes). 2. Allah'a mensup, Allah ile ilgili, (bkz: ilâhî, lâhûtî).
Alem-i kudsî melekler âlemi.
Kuvve-i kudsiyye kutsal güç. 3. i. erkek adı. [müen. "kudsiyye"].
kudsiyân (a.f.s. kudsî'nin c.) melekler.
kudsiyyât (a.s. kudsiyye'nin c.) Allah'a, meleklere, lâhût âlemine mensup, o âlemle ilgili işler.
kudsiyye (a.s.) ["kudsî"nin müen.]. (bkz: kudsî).
Kuvve-i kudsiyye kutsal kuvvet, ilâhî kuvvet.
kudsiyyet (a.i.) 1. kutsallık, mukaddeslik, azizlik. 2. temizlik, anlık.
kudüm (a.i.) 1. uzak bir yoldan, uzak bir yerden gelme; ayak basma, (bkz: muvasalat), muz. Türk müziğine mahsus usul vurma âletlerindendir. En çok mevlevîhânelerde olmak üzere, tekkelerde kullanılmış, lâdînî müzikte az kullanılmıştır; tembâl'in iptidaîce bir şeklinden ibarettir; kendine has ve tatlı bir ses verir. Mevlevî âyinlerinde büyük ehemmiyeti vardır, zîrâ rakseden dervişler kudümün vuruluşuna tâbidir.
kudûmî (a.s.) 1. kudüm'e ait, kudümle ilgili. 2. i. kudüm çalan san'atkâr. (bkz: kudûm-zen).
kudûm-zen (a.f.b.i.) kudüm çalan san'atkâr. (bkz: kudûmî2).
kudûmiyye (a.i.) 1. uzak yoldan gelen bir büyüğe, o yerin halkı tarafından sunulan armağan. 2. ed. böyle bir vaziyet dolayısıyla yazılan kasîde.
kudûr (a.i. kıdr'ın c.) çömlekler.
Kudüs (a.h.i.) Filistin'in merkezi olan şehir.
Rûhü’l-Kudüs 1) Cebrail; 2) Hz. İsa'ya üfürülen ruh.
küf (f.i.) zool. baykuş, (bkz: bum).
kufâr (a.i. kafr'ın c.) susuz yerler, otsuz, ıssız çöller.
küfe (f.i.) küfe, kaba ve dayanıklı büyük sepet.
kûfî (a.s.) 1. "Küfe" şehrine mensup, bu şehirle ilgili olan. 2. (bkz: hatt-ı kufi).
kûfiyyûn (a.i.c.) eski Arap dilcilerinin ayrıldığı iki büyük şu'beden biri olup, diğerine "basîriyyûn" denirdi.
kufl (a.i.c. akfâl, kufûl) kilit, sürgü.
küfte (f.i.) köfte, kıyılmış, ezilmiş, dövülmüş et, köfte.
kûfte-hâr (f.b.s.) "köftehor, köfte yiyen" 1. geveze, çalçene. 2. kendini beğenmiş; şarlatan. 3. çapkın.
kufûl (a.i. kufl'un c.) 1. kilitler, (bkz: akfâl). 2 . seferden, yolculuktan dönme.
kûh (f.i.) dağ. (bkz: cebel).
kûh-i âteş-feşân "ateş saçan dağ" yanardağ.
kûh-i celîl üzerinde Hz. Nuh'un evi bulunan tepe.
kûh-ı nur (ışık dağı) ünlü elmas, [şimdi İngiltere tacının elmasları arasında yer almakta olup; yontulmadan önceki ağırlığı 800 kırat iken acemice yontulması sonunda 279 kırata düşmüştür].
kûh-i Kaf 1) Kafdağı; 2) meç. erişilemeyen yer.
kûh-i rahmet Mekke-i Mükerreme'de bir dağ.
kûh-i revende heybetli at, deve, fil.
kûh ü dest 1) dağ ve ova; 2) meç. her yer, her taraf.
kûhâmûn (f.i.) tepesi düz olan dağ.
kûhân (f.s.) l- kambur, (bkz: kûh-püşt). 2. i. at eyeri. 3. i. deve veya sığır hör-gücü. (bkz. kûhe2-3).
kûh-beden (f.a.b.s.) dağ gibi, iri yapılı kimse.
kûh-ciğer (f.b.s.) dağ yürekli, yiğit, kahraman, (bkz: bahâdır).
kûhe jj (f.i.) 1. dağ. (bkz: kûh). 2. at eyeri. 3. deve hörgücü, dağ tepesi gibi sivri ve kubbeli olan şey. 4. saldırma, hücum, (bkz. savlet).
kûh-efgen (f.b.s.) "dağ deviren" çok kuvvetli.
kûhî (f.i. ve s.) 1. dağa ait, dağ ile ilgili; dağ gibi. 2. dağlı.
Şükûfe-i kûhî dağ çiçeği. 3 . taşralı, dışarlıklı kaba kimse; dağlı.
kûh-istân (f.b.i.) dağlık; dağı olan yer. (bkz: kûh-pâye).
kûhî-yâne (f.zf.) dağlıya yakışacak surette, kaba.
kûh-ken (f.b.s.) dağ kazıcı, dağ kazan
Ferhâd-ı kûh-ken dağ kazan Ferhad. (bkz: kûh-kûb).
kûh-kûb (f.b.s.) 1. dağ vuran, dağ kazan, (bkz: kûh-ken). 2. kuvvetli at veya katır. 3. kale döven top. 4. i. Şîrîn'in sevgilisi Ferhad.
kuhl (a.i.) 1. göze çekilen sürme. 2. göz ilâcı.
kuhlî (a.s.) sürme gibi siyah olan.
kûh-nümûn (f.b.s.) dağ gibi görünen, heybetli.
kûh-pâre (f.b.i.) 1. dağ parçası. 2. kuvvetli at.
kûh-pâye (f.b.i.) dağlık, (bkz: kûh-istân).
kûh-peyker (f.b.s.) dağ gibi heybetli, iriyan. (bkz: kûh-nümûn, kûh-ten, kûh-vâr).
kûh-püşt (f.b.s.) kanbur.
kûh-sâr (f.b.i.) dağlık; dağ tepesi.
kûh-ten (f.b.s.) iriyan, gösterişli, dağ gibi (kimse), (bkz. kûh-nümûn, kûh-peyker, küh-vâr).
kuhûf (a.i. kıhfın c.), (bkz. akhâf).
kûh-var (f.b.s.) iri kıyım, gösterişli, dağ gibi (kimse), (bkz: kûh-nümûn, kûh-peyker, kûh-ten).
kûj (f.i.) bot. alıç.
kûlâb (f.i.) 1. göl. (bkz: gadîr). 2. büyük dalga.
kulâfe (a.i.) zarf; kabuk, kılıf.
kulâme (a.i.) kesinti; tırnak kesintisi.
kulâmeteyn (a.i.c.) "iki tırnak kesintisi" parantez [( )].
kulel (a.i. kulle'nin c.) 1. dağ tepeleri, doruklar. 2. kuleler.
kulel-i seb'a yedi kule [İstanbul'da].
kulkasiyye (a.i.) bot. yılanyasnğıgiller, fr. aroîdees.
kulkul (a.s.) l. ruhu hafif, eline ayağına çabuk [adam]. 2. i. bir şeyin hareketinden, deprenmesinden çıkan ses.
kullâb (a.i.c. kalâlîb) çengel, kanca, ucu eğri nesne, (bkz: kullâb).
külle (a.i.c. kulel) 1. dağ tepesi, doruk, (bkz: zirve). 2. kule. 3. den. bâzı harp gemilerinin güvertelerinde bulunan ve makine ile hareket eden ağır top.
kulûb (a.i. kalb'in c.) kalbler, gönüller.
Mahbûbü’l-kulûb 1) bütün kalblerin sevgilisi, Hz. Muhammed; 2) Ali Şîr Nevâî'nin meşhur bir eseri.
kulunç ("ku" uzun okunur, a.i.) hek. bağırsak ağrısı, bağırsalflarda peyda olup omuz başlarına ve vücûda gelen bir ağrı.
kulzüm (a.i.) coğr. 1. deniz.
Bahr-i kulzüm Şap denizi, Kızıldeniz. (bkz: bahr). 2. Kızıldeniz.
kumâme (a.i.) Kudüs'te Hıristiyanlarca Hz. isa'nın mezarı bulunan ma'bed.
kumar (a.i.) para karşılığı oynanan oyun. [aslı "kımar" dır], (bkz: meysir).
kumâr-bâz (a.f.b.i. ve s.) kumarcı, kumar oynamak âdetinde olan. [aslı "kımâr-bâz" dır].
kumâr-bâzî (a.f.b.i.) kumarbazlık, kumarcılık, kumar düşkünlüğü, [aslı "kımâr-bâzî" dir].
kumâr-hâne (a.f.b.i.) [dâima] kumar oynanılan yer. [aslı "kımâr-hâne" dir].
kumârî (a.s.) Hindistan'ın güneyinde kumar (Comorin) burnundan çıkanlan en güzel öd.
kumaş (a.i.c. akmişe) ipek, yün, keten vesâireden yapılan dokuma.
küme (a.i.c. küvem, ekvâm) küme. (bkz. kevme).
kumkuma (a.i.c. kamâkım) içine zemzem, mürekkep gibi şeyler konulan yuvarlak testi.
kumrî (a.i.c. kamârî) kumru.
kumriyye (a.i.c. kamârî) kumru.
kûn (f.i.) kıç, kuyruk sokumu bölgesi. (bkz. mak'ad).
kunduz (a.i.) kunduz, postu makbul bir hayvan, kastor.
kuneyve (a.i.) anat. kanalcık, fr. canalicule.
kunfuz (a.i.c. kanâfız) 1. kirpi. 2. fare.
kunneb (a.i.) kendir, kenevir.
kunû' (a.i.) kanaat etme.
kunût (a.i.) ümitsizlik, ye'se kapılma. (bkz. nevmîdî, ye's).
kunût (a.i.) 1. ibâdet, (bkz: tâat). 2. yatsı namazından sonra kılınan ve salât-ı vitir denilen üç rekâtlık namaz.
kunût duası vitir namazının son rek'atında okunan dua.
kunzua (a.i.c. kanâzı') 1. kafatasının kenarında bulunan saç; tıraşlı başın üstünde bulunan bir tutam saç. 2. çakıl taşı. 3. başa takılan kadın filesi. 4. ibik.
kûpâl (f.i.) demir topuz, gürz.
kür (f.s.c. kuran) kör.
kur'a (a.i.c. kura') 1. yalnız tesadüfe ve talihe bağlı bir ayırma yapmak üzere başvurulan her türlü vâsıta; ad çekme. 2. Tanzimat sonrası askerlik işlerinde kullanılan bir usûl olup, bir yılın doğumluları arasında, ad çekilerek, adına K yazılı kâğıt çekilen asker olur.
kur'acı kur'a çekme işine me'mur edilen subay ve şâir kimseler.
kur'a efradı kur'a çekerek askere gidenler, [eskiden].
kur'a-i şer'iyye askere alma işi.
kur'ası çıkmak asker olmak.
kura' (a.i. kur'a 'nın c.), (bkz. kur'a).
kûrâb (f.i.) serap, ılgım, yalgın.
kûrâbe (f.i.) kubbeli türbe, mezar.
kurad (a.i.) hayvan kehlesi.
kuran (f.s. kûr'un c.) körler.
Kur'ân (a.i.) Hz. Muhammed'e inen kutsal kitap, (bkz: Furkan).
Hâfız-ı Kur'ân Kur'ân'ı, başından sonuna kadar ezberlemiş olan kimse, [kelime Arapçada l) usul ve saygı ile okumak; 2) "zammetmek, cem'etmek" mânâsına gelir].
kûr-âne (f.zf.) körcesine.
kur'ân-hân (a.f.b.i. ve s.) iyi Kur'ân okuyan kimse, Kur'ân okumayı meslek edinen kimse.
Kur'ânî, Kur'âniyye (a.s.) Kur'ân'a mensup, Kur'ân ile ilgili
Âyât-ı Kur'âniyye Kur'ân âyetleri.
Ta'bîr-i Kur'ânî Kur'ân'da geçen söz.
Mu'cizât-ı Kur'âniyye Kur'ân'ın bildirdiği mucizeler.
kurâza (a.i.) 1. altın ve gümüş kırıntıları, (bkz: rîze-i zer).
kurâza-i sîm gümüş kesintileri. 2. kumaş ve şâire parçası. 3. kırıntı, döküntü.
kurâza-i kâğâz kâğıt parçası.
kurb (a.i.) 1. yakın olma, yakınlık, yakın bulunma.
kurb-ı derece fer. ölen kimseye derece ve vâsıta bakımından yakınlık, (müteveffaya oğlu, torunundan daha yakındır].
kurb-ı Hûda Allah'a manevî yakınlık.
kurb-i mesafe yer yakınlığı. 2. s. yakın, (bkz: karîb, nezdîk). 3. tas. ezelde yânî ervah âleminde Allah ile abd (kul) arasında sebkat eden ahde vefa.
kurbân (a.i.) 1. Allah'ın rızâsını kazanmağa vesile olan şey. 2. eti, fıkarâya parasız olarak dağıtılmak niyetiyle farz, vâcib kurbet veya sünnet olarak kesilen (koyun, keçi, sığır, deve... gibi) hayvan. 3. bir gaye uğrunda feda olma.
kurbet (a.i.) 1. yakınlık, (bkz: nezdî-kî). 2. hısımlık, akrabalık. 3. Allah'a yakınlık.
kurbet-i ümm huk. [eskiden] ana ve büyük analar vasıtasıyla olan karabet, [ana bir kardeşler ve bunların ferileri yakın ve uzak dayılar, teyzeler ve bunların ferileri gibi]. kurbiyyet ot (o.i.) yakınlık, [kelime, Arap grameri yönünden yanlış olmakla beraber kullanılmaktadır].
kûr-boğaz (f.b.s.) kör boğaz; obur.
kûr-dil (f.b.s.) gönlü kör, câhil.
küre (f.i.) 1. kuyumcu ocağı; demirci ocağı; mâden ocağı. 2. küre.
kurenâ (a.i. karîn'in c.) yakınlar.
kurenâ-yi pâdişâhı pâdişâhın yakınlarında bulunan kimseler, mâbeynciler.
kûreng (f.i.) al at. (bkz: kürend, küren).
Kureşî, Kureyşî (a.h.i.) Kureyş kabilesinden olan Arap. Âftâb-ı Kureyşî (Kureyş Güneşi) Hz. Muhammed. Nebî-i Kureyşî (Kureyş peygamberi) Hz. Muhammed.
kureybe (a.i.) anat. tulumcuk, fr. utricule.
Kureyş (a.h.i.) Hz. Muhammed'in mensûbolduğu Arap kabilesinin adı olup Kâ-benin korunması bu kabileye aitti.
Sanâdîd-i Kureyş Hz. Muhammed'in peygamberliğini kabul etmeyen ve kendisine karşı duran Kureyş kabilesinin ululan, reisleri.
Kureyşî (a.h.i.) Kureyş kabilesinden olan, Kureyşli.
kurha (a.i.c. kurûh) [kelimenin aslı "kurha" olduğu halde "karha" şekli yaygındır], (bkz: karha).
kûrî (f.i.) körlük, (bkz: âmâ).
kurne (a.i.) 1. sivri, tümsek şey. 2. hamam kurnası.
kurneteyn (a.i.c.) "iki kurna" iki kap ölçüsünde olan su. [yıkanmaya yeter sayılır].
kurrâ' (a.s. kari'in c.) Kur'ân'ı, Yedi Kırâet ve On Rivayet dâhilinde okuyan üstad hafızlar.
kurre (a.i.) 1. soğuk. 2. ışık, tazelik, parlaklık, (bkz: nur, ziya).
kurretü’l-ayn göz nuru. (bkz: nûr-i dîde). 3. bot. su teresi. 4. s. parlak, nurlu, (bkz: münevver).
kurretiyye (a.i.) Bâbîlerden Zerrintaç adında güzelliği, bilgi ve fazileti ile tanınmış bir kadının taraftarları.
kurs, kursa (a.i.c. akrâs) 1. yuvarlak, ve yassı nesne, teker, tekerlek nesne, ağırşak, çörek; küre, dâire ve her türlü dâire şeklinde nesne. 2. bir yıldızın görünen yüzü.
kurs-ı nân yuvarlak, tekerlek biçimindeki ekmek.
kurs-ı Kamer Ay'ın uzaktan düz görülen yüzü.
kurs-ı mer'î görülen halka.
kurs-ı Şems Güneş'in uzaktan düz görülen yüzü.
kurs-ı varak bot. yaprak.
kurs-ı zer altın para.
kurs-ı sîmîn astr. Ay.
kurta (a.i.) kadınların süs olarak kulaklarına taktıkları küpe.
kurta-i gûş kulak küpesi, (bkz: mengûş).
kurubat (a.i. kırba'nın c.), (bkz: kırba).
kurûd (a.i. kırd'ın c.), (bkz. kırede).
kurûh (a.i. karha, kurha'nın c.) yaralar, ülserler.
kurum (a.i. karm'ın c.) değerli insanlar.
kurun (a.i. karn'ın c.) 1. zamanlar, devirler, çağlar.
kurûn-i âhire tar. istanbul'un fethi (1453) nden sonraki zaman.
kurûn-ı muzafferiyyet zafer asırları.
kurûn-ı sâlife geçmiş asırlar.
kurûn-ı uhrâ tar. sonçağ.
kurûn-ı ûlâ tar. ilkçağ [târihin en eski zamanlarından başlayarak, milâdın 395 yılına kadar süren çağ].
kurûn-ı vustâ Ortaçağ, [İsa'nın doğumundan sonra 395. yıldan istanbul'un Türkler tarafından alındığı 1453 yılına kadar süren Çağ]. 2. boynuzlar.
Adîmetü’l-kurûn zool. deve gibi boynuzu oymayan çatal tırnaklı hayvanlar.
kuruz (a.i. karz'ın c.) ödünç verilen paralar, borçlar.
kurûz-i hasene faizsiz olarak verilen borç paralar.
küs (f.i.) kös, eski savaşlarda, alaylarda deve veya araba üstünde taşınarak çalınan büyük davul.
kûs-i gaza savaş davulu.
kûs-i rahîl, kûs-i rihlet göç davulu, ölüm ânı.
kusâme (a.i.) kassâm'ın, mirası üleş-tiren kimsenin ana paradan kendi hissesine düşen miktar.
kusâre (a.i.) 1. husûsî yer, husûsî hücre. 2. den. güvertelerin en üstündeki yarım güverte.
küse (f.i.s.) köse. (bkz: kûsec).
kûsec (a.i.s.) köse. (bkz: küse).
kuseybe (a.i.) anat. bronşçuk.
keseyr (a.i.) küçük şato.
kuseyrâ (a.i.) eğe kemiğinin öksüzcesi, geğrek.
kusûdiyye (a.i.) tas. kasdi, irâdesi irâde-i bârî'de fâni olmak tankında bulunanlar hakkında kullanılan bir tâbir.
kusur (a.i.) 1. eksiklik. 2. ayıp; sakatlık; özür, yersiz hareket. 3. suç, kabahat. (bkz. ihmâl, tekâsül). 4. ihmal, tedbirsizlik. 5. bir hesabın üstü, artanı; artan kısım, üst. 6. (kasr'ın c.) köşkler.
kusûr-i Behişt cennet köşkleri.
kusûr-i cenan gönül köşkleri.
kusûr-i cinân cennetlerdeki köşkler.
kusvâ (a.s.) 1. son derecede bulunan. 2. i. nihayet, son. 3. erişilecek son nokta, son sınır. 4. Hz. Muhammed'in devesinin adı. (bkz. el-Kusvâ).
Hadd-i kusvâ (bkz: aksa).
Derece-i kusvâ, Mertebe-i kusvâ son derece.
kuşa'rîre (a.i.) 1. titreme, (bkz: ikşi'râr). 2. hek. tavuk derisi gibi pürtük pürtük kabararak meydana gelen bir hastalık.
kuşe (f.i.). (bkz. gûşe).
kûşe-i ferağ insanın her şeyi bırakıp çekildiği köşe.
kûşe-i nisyân terketme, unutma köşesi.
kûşiş (f.i.) çalışma, çabalama, (bkz: gayret).
kûşk (f.i.) köşk. (bkz: kâh, kasr).
kusur (a.i. kışr'ın c.) kabuklar.
kuşûr-i eşcâr ağaç kabuklan.
kut ("ku" uzun okunur, a.i.c. akvât) l. yaşamak için yenilen şey. 2. yiyecek.
kut-i lâ-yemût ("ku" uzun okunur) ancak ölmeyecek kadar alınan gıda. (bkz: tûşe).
kut-i mesîh ("ku" uzun okunur) hurma.
kut-i nâ-bûd ("ku" uzun okunur) ölmeyecek (yok olmayacak) kadar yiyecek.
kut-i ruh ("ku" uzun okunur) can için olan gıda.
kut-i uşşak ("ku" uzun okunur) "âşıklann gıdası" öpüş, öpme.
kûtâh, kûteh (f.s.) kısa, boysuz, (bkz: kasîr).
kûtâh-âstîn (f.b.s.) kötü oldu ğu halde iyi gibi görünen [kimse].
kûtâh-bîn (f.b.s.) kısa gören, neticeyi görmeyen, basiretsiz.
kûtâh-nazar (f.a.b.s.). (bkz. kûtâh-bîn).
kûtâh-ter (f.b.s.) pek kısa.
kûtâh-terîn (f.b.s.) en çok kısa.
kutb (a.i.c. aktâb, kutûb) 1. dönen bir çarkın aksi. 2. dünyâ yuvarlağının ekvatordan en uzak olan ve yer ekseninin geçtiği varsayılan iki noktasından herbiri. 3. elektrik cereyanını meydana getiren potansiyel farkının en yüksek dereceyi bulduğu iki noktadan her biri. 4. bir mıknatıs demirinin iki ucundan her biri. 5. Bir tarîkatin ulu'su [Gavs'ten sonra gelir]. 6. bir mevzuda geniş bilgisi ve salâhiyeti olan kimse. 7. bir grupun, bir kavmin başı, ulu'su, büyüğü.
kutb-i amal isteklerin, arzuların cevap bulduğu yer, huzur.
kutb-i arz coğr. kutup; [hiçbir açıklama ile kullanılmadığı takdirde kutb-i şimalî (güney kutbu) karşılığında kullanılır, (bkz: kutb-i şimali)].
kutb-i cenubî coğr. güney kutbu; Arz'ın tul dâirelerinin (boylam) hatt-i istiva dâiresinin (ekvator) altında (güneyindeki) kesişme noktası.
kutb-i coğrafî astr. istiva dâiresinin (ekvator) merkezinden amûd (dik) geçen hattın Arz'ın deldiği iki basık nokta, [farazi olarak tul dâirelerinin kesişme noktalan].
kutb-i coğrâfî-i cenubî coğ. (bkz: kutb-i cenubî).
kutb-i coğrafî-i şimalî coğ. (bkz: kutb-i şimalî).
kutb-i deveran tar. Osmanlı hakanı, halîfe.
kutb-i hakîkî astr. Polaris, yâni Kutup Yıldızının pratik maksatlarla asıl mahrekinden farklı olarak çizdiği tasavvur edilen eliptik mahrekinin büyük ve küçük çaplarının kesişme noktası.
kutb-i izafî astr. mihver-i Arz imtidâdından yânî mihver-i âlem'den yalnız 105 civânnda uzakta bulunan kutup yıldızının her hangi bir andaki durumuna göre tâyin edilmiş olan kutup noktasıdır.
kutb-i menfi astr. *eksi kutup.
kutb-i mer'î astr. kullanılan kutb-i hakî-kî'nin kabul edilen diğer adı. [Mutlak kutup noktası (kutb-i mutlak) bugün için tâyini mümkün olmayan bir noktadır, çünkü Kutup yıldızı, Güneş sistemi dâimi hareket içinde bulunan kâinatta müthiş süratlerle hareket halindedir. Kutup yıldızı ancak on bin sene kadar bu vazifesini görebilecektir, ihtiyâcımız bulunan kutup için pratik maksatlarla kabul edilen basitleştirilmiş kapalı mahrekteki kutup hakîkî değerle eşit tutulmuş bulunduğundan buna kutb-i mer'î adı veriliyor].
kutb-i mıknatîsî fiz., jeod. 1. pusla ibrelerinin gösterdikleri yön. 2. coğr., top., jeod. mıknatîsiyet-i Arz'ın en kesif olduğu yerler coğrafî kutupların bulunduğu yerler değildir. Amerika'da Labrador'un üzerinde zaman zaman yer değiştiren, bununla beraber belli bir sahada mahsur mıknatısiyet en fazla olduğundan bu sahanın ortası kutb-i mıknatısî-i şimalî olarak kabul edilir. Buna benzer bir kutup da cenupta bulunmaktadır. [Kutb-i mıknatîsî tâbiri hiç bir açıklama ile kullanılmadığı takdirde yalnız kutb-i mıknatîsî-i şimâlî'yi gösterir],
kutb-i müsbet astr. artı kutup.
kutb-i risâlet Hz. Muhammed.
kutb-i semavî astr. Arz'ın merkezinden yânî semâ küresinin merkezinden dâire-i istivâ--yi semavi'ye amut (* dikey) olarak geçen hattın semâ küresini deldiği tasavvur edilen iki nokta.
kutb-i semâvî-i cenubî astr. semâ kutuplarından dâire-i istivâ-i semâvî'nin altında (güneyinde) bulunan kutup.
kutb-i semâvî-i şimalî astr. semâ kutuplarından dâire-i istivâ-i semavî' üstünde (kuzeyinde) bulunan kutup.
kutb-i şimalî coğr., jeod., top. Arz'ın tul dâirelerinin hatt-ı istiva (ekvator) dâiresinin üzerinde (kuzeyinde) kesişme noktası, kuzey kutbu.
kutb-i ulemâ bilginlerin en büyüğü.
kutb-i zemân zamanın ermişlerinin başı.
kutbü’d-din 1) dînin kutbu; 2) erkek adı.
kutbü’l-ârifîn arif kimselerin kutbu, en ileri geleni.
kutub yıldızı astr. saplı bir tavaya benzetilen küçükayı denilen takımyıldızının (bir tavaya benzetildiği takdirde tava'nın) ucunda bulunan yıldız, demir kazık, lât. Polaris; fr. Etoile Polaire, Alpha Ursus Minoris.
kutbeyn (a.i.c.) 1. iki kutup [kuzey kutbu, güney kutbu]. 2. meç. Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin.
kutbî, kutbiyye (a.s.) kutuba ait, kutupla ilgili.
kutbiyyet (a.i.) 1. f i z. pusula ibresinin kutuba doğru dönmek hassası, f r. pola-rite. [yapma kelimelerdendir]. 2. tas. kutup mertebesine erme imtiyazı.
kutbiyyet-i kübrâ tas. manevî mertebelerin en yükseği.
kûteh (f.s.) kısa. (bkz: kûtâh).
kûteh-bâl (f.b.s.) kısa boylu.
kûteh-dest (f.b.s.) 1. kısa elli. 2. keremsiz, hasîs.
kûteh-endiş (f.b.s.) kısa düşünen, sonunu düşünmeyen.
kûteh-pâ (f.b.s.) kısa ayaklı, bodur.
kutelâ' (a.s. katîl'in c.) öldürülmüş kimseler, (bkz: katla).
kutn (a.i.) pamuk.
kutne (a.i.) zool. şirden, geviş getiren hayvanlarda dördüncü mîde.
kutnî, kutniyye (a.s.) 1. pamuğa ait, pamukla ilgili. 2. pamuktan yapılma. 3. ipek karışığı pamukla yapılmış renkli entarilik, [vaktiyle erkekler giyerdi].
Dostları ilə paylaş: |