kalîlen (a.zf.) az olarak.
kallâb (a.s. kalb'den) 1. kalıptan kalıba giren, düzenbaz, hîlekâr. 2. kalpazan, kalp para basan.
kallâş (a.s.) kalleş, kancık, hilebaz, dönek.
kaltaban (f.s.) pezevenk; namussuz.
kal û belâ ("ka" uzun okunur, a. cü.) (bkz. belâ).
kâlûc (f.i.) 1. güvercin, (bkz: kebûter). 2. küçük parmak.
kâlûs (f.s.) ahmak, akılsız, (bkz: ebleh).
kâlûs-âne (f.zf.) ahmakcasına, akılsızcasına. (bkz: ebleh-âne).
kâlûşe (f.i.) 1. tencere. 2. çömlek.
kalya, kalye (f.i.) 1. deniz nebatlarının (bitkilerinin) yakılmasıyla meydana gelen tuz. 2. patlıcan, kabak gibi yemeklerin yağda kavrularak pişirilmişi.
kalye-i lahmiyye vet. husye seretânı.
kalye-i mâiyye vet. husye istiskası.
kalye tuzu kim. soda.
kalyan (f.i.) nargile.
kam' (a.i.) ezme, kırma; zaptetme.
kâm (f.i.) 1. anat. ağzın üstü, tavanı, damak, (bkz: kubbetü’l-hanek). 2. meram, arzu, emel. istek. 3. lezzet, zevk.
Be-kâm isteğine kavuşmuş.
Nâ-kâm isteğine kavuşmamış.
kâm u nâ-kâm ister istemez, elbette.
kamâkım (a.i. kumkuma'nın c.) içine zemzem, mürekkep gibi şeyler konulan yuvarlak testiler.
kamâme (a.i.) süprüntülük.
kamârî (a.i. kumru'nun c.) zool. kumrular.
kamât ("ka" uzun okunur, kamet'in c.) boylar, endamlar.
kâm-bîn (f.b.s.c. kâm-bînân) kâm görücü, meramına erdiren, mes'ud, bahtiyar, mutlu, (bkz: kâm-ver).
kâm-bînân (f.b.s. kâm-bin'in c.) kâm görücüler, meramına erdirenler, mes'ud-lar, bahtiyarlar, mutlular.
kâm-bînî (f.b.i.) kâm-bînlik, saadet, bahtiyarlık, mutluluk.
kâm-cû (f.b.s.) meramını, isteğini arayan, gayesine, maksadına ulaşmak isteyen.
kâme (f.i.) meram, arzu, maksat.
Bül-kâme isteği, arzusu çok olan.
kamer (a.i.c. akmâr) astr. Ay. (bkz: Mâh).
kamerî (a.s.) Ay'a mensup, Ay ile ilgili [müen. kameriyye dir].
kameriyye (grk.i.) 1. çardak. 2. bahçelerde, mehtaplı gecelerde oturmak üzere, tel veya kafes tarzında, kubbeli olarak yapılıp, etrafı sarmaşık ve şâir güzel, süslü çiçeklerle örtülü bulunan yer, küçük köşk. [Arapça "kamer" kelimesi ile ilgili değildir].
kamet ("ka" uzun okunur, a.i.c. kamât) boy, boybos.
kamet alma ("ka" uzun okunur) cemaatle kılınan farz namazlara başlamadan önce cami veya şâir namazgah kabul edilen yerde "kad-kametissalât" kelimelerinin ilâvesiyle ve fakat yavaş eda ile müezzinlerce tekrarlanan ezan cümleleri.
kamet-i bâlâ ("ka" uzun okunur) uzun boy.
kamet-i dil-cû ("ka" uzun okunur) gönül çeken, hoşa giden boy.
kamet-i mevzun mütenasip vücut.
kamet-i ömr ("ka" uzun okunur) ömür boyu.
kamet-i şimşâd ("ka" uzun okunur) boyu, şimşir ağacı gibi güzel ve düzgün olan.
kâm-güzâr (f.b.s.) isteğini elde edebilen.
kamı' ("ka" uzun okunur, a.s.) kam'eden, kahreden, yok eden.
kam'î (a.s.) bot. aşağıdan yukan doğru huni şeklinde gelişen çiçek.
kâmil (a.s. kemâl'den) 1. bütün, tam, noksansız eksiksiz. 2. kemâle ermiş, olgun. 3. yaşını başını almış, terbiyeli, görgülü, pişmiş [kimse]. 4. âlim, bilgin, geniş bilgili [kimse].
Kâmilü’l-ıyâr ayan tam, karışık veya noksan olmayan. 5. i. aruz bahirlerinden birinin adı. (bkz: bahr-i kâmil). 6. i. erkek adı. [müen. "kâmile"].
kamilen (a.zf.) noksansız; tam olarak, hep, bütün, (bkz: cümleten, kâffeten, tamamen).
kâmili (a.s.) kâmile ait, kâmille ilgili.
kâmiliyye (a.i.) Ebû Kâmil adında bir şahıs tarafından kurulan bir şîî tarikatı.
kâmil-ma'rifet (a.b.s.) hünerli, marifetli, bilgili kimse.
kâmin (a.s.) 1. gizli, saklı, belirsiz. 2. fiz. potansiyel. 3. pusuda duran.
Tedâî-i kâmin fels. fr. latente (association).
kamîr (a.s. kumâr'dan) kumarda rakip olan.
kamîs (a.i.) 1. gömlek. 2. anat. dölyatağını kaplayan ince deri. 3. bot. bâzı nebatların ('bitkilerin) üzerini örten zarlar.
kamîs-i ebyaz anat. akgömlek.
kâmîs-i Yûsuf Hz. Yûsuf un Mısır'da azîz iken babasına yolladığı gömlek.
kâmîsiyye (a.i.) zool. gömlekliler. fr. tuniciers.
kâm-kâr (f.b.s.) isteğine ulaşmış, mutlu, (bkz: kâm-rân).
kâm-kârâne (f.zf.) kâmkâr olana, kutlu, mutlu olana yakışacak surette, kutlulukla, mutlulukla.
kâm-kârî (f.b.i.) kâmkârlık, mutluluk, murada ermektik, merama nail olmaklık.
kaml, kamle (a.i.c.) bit, kehle, (bkz: şüpüş).
Dâ'ül-kaml bitlenme hastalığı [insanlarda]
kamle (a.i.) bir tek bit.
kâm nâ kâm (f.zf.) ister istemez. (bkz. hah nâ hah).
kâm-perver (f.b.s.c. kâm-perverân) emel besleyici.
kâm-perverân (f.b.s. kâm-perver'in c.) emel besleyiciler.
kâm-perverî (f.b.i.) kâmperverlik, emel besleyicilik.
kâm-rân (f.b.s.c. kâm-rânân) 1. kâm sürücü, süren, arzusuna, isteğine kavuşmuş, mutlu, (bkz. kâm-kâr). 2. i. erkek ve kadın adı.
kâm-rânan (f.b.s. kâmrân'ın c.) kâm sürücüler, sürenler, arzusuna, isteğine kavuşmuş olanlar; mutlular.
kâm-râne (f.zf.) kâmrancasına.
kâm-rânî (f.i.) kâmranlık, arzusuna, isteğine kavuşmuş olma, mutluluk.
kâm-revâ (f.b.s.) isteğine erişen, (bkz: kâm-rân).
kâm-revâyî (f.b.i.) kâm-revâlık, isteğine erişirlik.
kamtarîr (a.s.) şiddetli, sert.
kamus ("ka" uzun okunur, a.i.) 1. denizin ortası. 2. meç. lügat kitabı, sözlük.
kamûs-i Arabî ("ka" uzun okunur) Arapça lügat, sözlük.
kamûs-i Fransevî Fransızca lügat, Fransızca sözlük.
kamûs-i Osmânî ("ka" uzun okunur) Osmanlıca lügat, sözlük.
Kamûs-i Türkî ("ka" uzun okunur) 1. Türkçe lügat, sözlük; 2) Şemsettin Sami'nin 1317 (1899/1900) yılında yayınladığı Türkçe lügati.
Kamûsü’l-a'lâm (özel isimler lügati) Şemsettin Sami merhumun 1890-1900 yıllan arasında yayınladığı 6 ciltlik tarih, coğrafya ve biyografiden bahseden lügati.
kâm-ver (f.b.s.c. kâm-verân) isteğine kavuşmuş, mutlu, (bkz: kâm-bîn).
kâm-verân (f.b.s. kâmver'in c.) isteğine kavuşmuş olanlar, mutlular.
kâm-yâb (f.b.s.) kâm bulucu, bulan, talihli, isteğine ulaşmış, bahtiyar, mutlu, (bkz: kâm-bîn).
kân (f.i.) 1. mâden ocağı, mâden kuyusu. 2. bir şeyin menbaı, kaynağı.
kân-ı Ahmed Hz. Muhammed'in özü, cevheri.
kân-ı hilm ü şerm iyi ahlâklı ve terbiyeli kimse.
kân-ı kerem kerem, bağış kaynağı.
kân-ı merhamet merhamet kaynağı.
kânâ (f.s.) câhil; ahmak; idraksiz.
kanâat (a.i.) 1. kısmete razı olma, bir şeyi yeter görüp fazlasını istememe. 2. kanma, kanış. 3. görüş, tahmin.
kanâat-bahş (a.f.b.s.) kanaat verici, inandıncı.
kanâat-kâr (a.f.b.s.) kanaat eden, kanaat sahibi; az şeyle yetinen.
kanâat-kâr-âne (a.f.b.zf.) kanaat edene yakışacak surette.
kanâdîl (a.i. kandîl'in c.) kandiller.
kanâfiz (a. i. kunfuz'un c.) 1. kirpiler. 2 . dağ fareleri.
kanas (a.i.) avlak, av yeri.
kanat (a.i. c. kanavât) 1. yer altında bulunan künk, suyolu. 2. anat. kanal.
kanât-ı nâkıletü’l-meneviyye biy. atmık kanalı.
kanât-ı dâfıka anat. atar kanal, fr. ejaculateur.
kanât-ı merâre anat. koledok kanalı, fr. canal choledoque.
kanât-ı nısf-ı dâireviyye anat. yarımçember kanallar.
kanât-ı sadrî anat. göğüs kanalı, fr. canal thoracique.
kanât-ı safrâvî anat. öd kanalı.
kanât-ı şevkî anat. omurga kanalı, fr. canal rachidien.
kanatır (a.i. kantara'nın c.) taştan yapılan kemerli büyük köprüler.
kanatır (a.i. kantar'ın c.) kantarlar.
kanavât (a.i. kanât'ın c.) 1. yer altında bulunan künkler, su yollan. 2. anat. kanallar.
kanâzı' (a.i. kunzua'nın c.) 1. çocukların başlarındaki perçem. 2. uzamış saç. 3. baş tıraş edilirken yer yer bırakılan saç.
Kanber (a.h.i.) 1. Hz. Alî'nin sâdık, vefakâr kölesi. 2. meç. bir evin gediklisi.
kand (a.i.) şeker, şeker kamışının donmuş usaresi, (bkz: sükker, şekker).
kand-i leb dudağın şekeri, dudaktaki tad.
kand-i mükerrer ed. "güzelin iki dudağı"ndan kinaye.
kandî (a.s.) 1. şekerle ilgili. 2. şekerden yapılmış.
kandil (a.i. c. kanâdîl) kandil, [aslı "kındîl"dir].
kandîl-i tersâ Hıristiyanların kilisede ve başka yerlerde devamlı olarak yaktıktan kandil.
kâne (a.fi.) "oldu, husule geldi" mânâsına bâzı terkiplere katılır.
Maşa'Allah kâne Allah'ın istediği oldu, husule geldi.
kanevât (a.i. kanât'ın c.), (bkz. kanavât).
kanfese (a.i.) tespih böceği, (bkz: hunfesâ).
kanıt ("ka" uzun okunur, a.s. kunût'dan) ümîdi tamamen sönmüş, ümitsiz, kederli, (bkz: me'yûs, nevmîd).
kânî (a.s.) kinaye söyleyen, dokunaklı iğneli söz söyleyen.
Kânî (a.h.i.) XVIII. asırda Osmanlı edebiyatının nazım ve nesir üstadlarındandır. Tokatlı'dır, hezl ve mizah tarzında yazdığı güzel mektuplarla şöhret kazanmıştır, istanbul'a Sadrâzam Hekimoğlu Ali Paşa ile gelmiştir. (1712-1791).
kani' ("ka" uzun okunur, a.s. kanâat'-den. c. kaniûn, kaniîn) 1. kanaat eden, yeter bulup fazlasını istemeyen. 2. inanmış, kanmış, (bkz: mutmain).
kanit ("ka" uzun okunur, a.s. kunût'dan) itaatli; bağlı; dindar.
kân-ken (f.b.i.) mâden kazıcısı, madenci.
kân-kenî (f.i.) maden çahşmacılığı, madencilik.
kannâd (a.i.) şeker yapan, şekerci.
kannâs (a.i.) avcı. (bkz: sayyâd).
kans (a.i.) av, av avlama, (bkz: sayd).
kansa (a.i.) 1. kuş kursağı. 2. katı, katıca [kuşlarda].
kantar (a.i.c. kanâtîr) kantar, [aslı "kıntar" dır].
kantâriyye (a.i.) kantar, tartma ücreti.
kanû' (a.s.) kanaatli, kanaat sahibi.
kanun ("ka" uzun okunur, a.i.c. kavânîn) 1. devletin teşrî' (yasama) kuvveti tarafından herkesçe uyulmak üzere konulan her türlü nizam, kaide, kural. 2. her hangi bir mevzu üzerindeki kanunu taşıyan kitap. 3. tabîat hâdiselerinin bağlı göründükleri ve dışına çıkamadıkları düzen. cisimlerin düşme kanunu .. gibi. 4. âdet, yol, yordam. 5. muz. ilk defa olarak Fârâbî tarafından yapıldığı söylenilen, bir köşesi kesik dik dörtgen şeklinde ve dizler üzerinde parmaklarla çalınan bir çalgı.
kanûn-ı askerî huk. askerlik kanunu, fr. loi militaire.
kanûn-ı cedîd tar. Midhat Paşa'nın II. Abdülhamid'e sunduğu Kanun-ı Esâsî taslağı.
kanûn-ı ceza huk. ceza kanunu, fr. code penale.
kanûn-ı dua Osmanlı ordusu düşman topraklannda iken edilen dua.
kanûn-ı esâsî huk. fr. loi de constitution.
kanûn-ı kadîm ötedenberi alışılmış olan, gelenekler, görenekler, âdetler.
kanûn-ı mahsûs huk. husûsî, özel kanun, fr. loi speciale.
kanûn-ı medenî huk. medenî kanun, fr. loi çivile.
kanûn-ı Muhammedi Fatih Sultan Mehmet zamanında yapılmış olan kanunnâme.
kanûn-ı nev-müslim Osmanlı İmparatorluğu'nda bir yabancının islâm dinine girmesiyle ilgili olan kanun.
kanun-ı teferrüd (bkz: bî-rey).
kanûn-ı tekevvün biyojenetik.
kanûn-ı ticâret huk. ticâret kanunu, fr. code de commerce.
kanûn-ı örfî örfî idare, sıkıyönetim.
kanûn-i kadîm eski âdet.
kanunü’ş-şifâ' İbn-i Sina'nın eski hekimliğe dâir olan eseri.
kânun (a.i.) l. ateş ocağı. 2. soba. 3. mangal. 4. bir şeyin tutuşup yandığı yer. 5. kış mevsiminin ilk iki ayı. (Aralık, Ocak).
kânun-ı derûnî gönül ateşi.
kânûn-ı evvel (ilk kânun) Aralık ayı.
kânûn-ı sânî (ikinci kânun) Ocak ayı.
kanunçe ("ka" uzun okunur, a.f.b. i.) küçük kanun .
kanunen ("ka" uzun okunur, a.z.) kanuna göre, kanuna uyarak, kanuna uygun olarak, kanun yoluyla.
kanûniyye ("ka" uzun okunur, a. s.) ["kanunî" nin müen.]. (bkz: kanunî).
kanûniyyet ("ka" uzun okunur, a. i.) huk. bir kararın kanun olması, kanun hâline girmesi.
Kesb-i kanûniyyet huk. kanûniyet kesbetme, kanunlaşma.
kanûn-nâme ("ka" uzun okunur, a.f.b.i.) huk. kanun kitabı.
kanûn-nâme-i Al-i Osman Osmanoğullarının kanunnâmesi) tar. idarî, mâlî ve cezaî alanlarda Osmanlıların örf ve âdetlerine göre, pâdişâhların yalnız kendi otoritelerine dayanarak çıkardıkları kanunları bir araya getirmek suretiyle hazırlanmış dergi, yasaknâme.
kanûn-nâme-i rumât ("ka" uzun okunur) okçulara (atıcılara) ait usulü bildiren eser.
kanûn-şinâs ("ka" uzun okunur, a.f.b.s.c. kanûn-şinâsân) kanunun inceliklerini bilen [kimse], kanun ve nizam koyan.
kanûn-şinâsân ("ka" uzun okunur, a.f.b.s. kanûn-şinâs'ın c.) kanunun inceliklerini bilen [kimseler], kanun ve nizam koyanlar.
kanût (a.s.). (bkz. nevmîd).
kar' (a.i.) kapıyı çalma, (bkz: dakk-ı bâb).
ka'r (a.i.c. kuûr) 1. çukur şeyin dibi, dip, nihayet. 2. derinlik, (bkz: bun, gavr).
ka'r-ı pür-sükûn durgun dip.
kâr (f.i.) 1. iş güç, iş. (bkz: amel, fi'l). 2. kazanç, temettü. 3. meşguliyet; sanat. 4. işleme, te'sir. 5 savaş, (bkz: cenk, harb).
kâr-ı âkil akıllı iş.
kâr-ı kadîm eski zaman işi.
kâr-ı nâtık muz. lâdînî Türk müziğinin büyük bir şeklidir. Bu şekli, fihrist peşrev ve saz semaîsi şeklinin söz müziğindeki karşılığı olarak kabul edebiliriz. Kâr-ı nâtık, birbirini takiben gelen makamlardan teşekkül etmiştir. Eser, çok zaman aynı makam ile başlayıp biter ve o makamın ismini taşır; eğer başladığı ve bittiği makamlar ayrı ayrı ise, bittiği makamın ismini alır. Güftede dâima bir edebî san'at ile üzerinde durulan makam zikredilmiştir; bu sebepten "nâtık" sıfatı verildiği, kolayca anlaşılmaktadır. Bu şekilde eserin "didactique" bir mâhiyet taşıdığını da ilâve etmek lâzımdır. Kâr-ı nâtık eski bestekârlar arasında bir hüner nişanesi olarak rağbet bulmuştur.
kâr-ı reva kullanılabilir, işe yarar.
kâr ü bâr iş güç, kazanç.
Bî-kâr işsiz.
Kesb ü kâr geçim yolu, san'at; ticâret.
Ser-i kâr iş başı.
kar' (a.i.) hek. 1. doktorun, hastayı muayene ederken, ses almak üzere, bir uzva parmakla vurması.
kar'-ı esbaî hek. doktor, hastanın muayene edilebilecek yerine sol elinin ayasını koyarak, sağ elinin parmağiyle sol elinin üstüne vurması. 2. (a.i.c. kara'). 1) kapı çalma; 2) su kabağı.
kara (a.i. kar'ın c.) 1. su kabaklan. 2. gülsuyu kaplan.
karâbe (a.i.) 1. kırba, büyük testi. 2. büyük şişe.
karabet (a.i. kurb'dan) yakınlık, hısımlık, akrabalık.
kârabet-i ebb huk. [eskiden] baba ve dedeler tarafından olan karabet, [baba ve ana bir, veya yalnız baba bir kardeşler ve ferileri, yakın ve uzak amcalar ve bunların ferileri gibi].
karâbet-i gayr-i vilâd fer. usûl ile fürû hısımlığın dışında bulunan kan hısımlığı, [kardeş, amca, hala, dayı, teyze hısımlıklan gibi].
karâbet-i vilâd fer. usûl ile fürû arasındaki karabet, [baba ile çocuk, dede ile torun arasındaki karabet gibi].
karâbet-i sıhriyye kız alıp kız vermekle meydana gelen akrabalık, hısımlık, yakınlık.
karâbîn (a.i. kurbân'in c.) kurbanlar, minnet ve şükran ifâdesi olmak üzere Allah için kesilen koyun, keçi, sığır, deve v.b.
kâr-âgâh (f.b.s.) iş bilir; uyanık, (bkz: kâr-âşnâ, kâr-dân, kâr-dîde, kâr-şinâs).
kâr-âgâhî (f.b.i.) iş bilirlik, uyanıklık, (bkz: kâr-dânî, kâr-güzârî).
karâin (a.i. karîne'nin c.) karineler, ipuçları.
karak (a.i.) hisar.
karaka (a.i.) den. Ortaçağ ve XVII. yüzyıl sonlarına kadar kullanılmış büyük gemi.
kâr-âmûz (f.b.s.) işbilir, tecrübeli, becerikli.
karanfil (a.i.) 1. g. s. fildişi oyma ve kakmalarda sapından yukarısı alınmış karanfile benzeyen sitilize bir motif. 2. g. s. çini, tezhip üzerine boya ile ve mezar taşı, yahut çeşme gibi eserlere kabartma suretiyle yapılan bir motif.
karanfül (a.i.) bot. karanfil.
karanfüliyye (a.i.) bot. karanfilgiller.
karâniyâ (a.i.) bot. kızılcık, lât. cornus sanguinea.
karâr (a.i.) 1. durma. 2. rahat. 3. devamlılık, süreklilik. 4. ölçülülük. 5. tahmin. 6. tam ölçü, ne az, ne çok. 7. muz. şark müziğinde, taksim yaparken ana makama dönüş. 8. neticeye bağlama.
Ber-karâr aynı durumda olan.
Bî-karâr kararsız, sebatsız, bir halde durmayan.
Dûzah-karâr durağı cehennem olan.
karâr-i kat'î huk. dâvayı neticelendiren kat'î (*kesin) karar.
karâr-ı serî acele karar.
kararlarında sularında, (bkz: takriben).
karâr-dâde (a.f.b.s.) karârı verilmiş; pazarlığı kesilmiş.
karâr-gâh LS (a.f.b.i.) 1. bir yerde oturup karar kılınacak, dinlenilecek yer. 2. aşk. bir ordu kurmay heyetinin bulunduğu yer, merkez, (bkz: ma-asker).
karâr-gîr (a.f.b.s.) kararlaşmış, karârı verilmiş, karâra bağlanmış, (bkz: mukarrer).
karâr-nâme (a.f.b.s.) 1. verilen karan bildiren yazı; vekiller heyetinden çıkan resmî emirler. 2. cumhurbaşkanının onayladığı hükümet karan.
karâr-yâb (a.f.b.s.) karar bulan, bir yerde oturup dinlenen.
kâr-âşnâ (f.b.s.) iş bilir, işten anlar, (bkz. kâr-âgâh, kâr-dân, kâr-dîde, kâr-sinâs).
kâr-âşnâyî (f.b.i.) işbilirlik.
karâtîs (a.i. kırtâs'ın c.) kâğıtlar, kâğıt tabakalan, sahifeler.
kâr-âzmâ (f.b.s.) tecrübeli, görgülü; iş bilen, (bkz. kâr-âzmûde).
kâr-âzmâyî (f.b.i.) iş bilicilik, görgülülük. (bkz: kâr-âz-mûdegî).
kâr-âzmûde (f.b.s.) görmüş geçirmiş, görgülü (bkz: kâr-âzmâ).
kâr-âzmûdegî (f.b.i.) görgülülük, beceriklilik, iş bilicilik. (bkz: kâr-âzmâyi).
kârbân (f.i) kervan.
kârbân-ı râh-ı tecrîd tecrîd (maddî kaygu-lardan ruhu sıyırma) yolunun kervanı.
kârbân-serây (f.b.i.) kervansaray, şehirlerde, köylerde, yol üzerinde yolcuların, misafirlerin gecelemelerine mahsus büyük han. (bkz: kârvân-serây).
karcığar muz. Türk müziğinin on iki numaralı basit makamıdır. Zeynü’l-elhân'da geçtiğine göre en az beş asırlık ise de ancak bir buçuk asırdan beri bestekârlar tarafından kullanılmaktadır. Karcığar, coşkun haraketlerde bir makam olup Türk halk müziğinde fazla görülür. Makam, uşşak dörtlüsüne hicaz beşlisinin ilâvesinden teşekkül etmiş olup bu iki dizi parçasının birleştiği dördüncü derecedeki "re" (neva) güçlüdür. Tabu durak perdesi "la" (dügâh) dır. Donanımına "si" koma ve "mi" bakıyye bemolleri ile "fa" bakıyye diyezi konur. Dizisi inici-çıkıcı bir seyirdedir. Niseb-i şerife adedinden yalnız 6 tanesine mâliktir. Orta sekizlideki sesleri, -pestden tîze doğru olmak üzere- şöyledir: dügâh, segah, çargâh, neva, hisar, eviç, gerdaniye ve muhayyer.
kâr-çe (f.i.) kısa ve küçük kâr.
kârd l (f.i.) bıçak, (bkz: mûs, sikkîn).
kâr-dân (f.b.s.) iş bilir, işten anlar. (bkz. kâr-âgâh, kâr-âşnâ, kâr-dîde, kâr-şinâs).
kâr-dânî (f.b.i.) iş bilirlik, uyanıklık.
kâr-dâr (f.b.s.c. kârdârân) iş tutan, işi elinde tutan.
kâr-dârân (f.b.s. kârdâr'ın c.) iş tutanlar, işi elinde tutanlar.
kâr-dîde (f.b.s.c. kâr-dîdegân) iş bilir, uyanıklık, tecrübeli (bkz. kâr-âgâh, kâr-âşnâ, kâr-âzmûde, kâr-dân, kâr-şinâs).
kâr-dîdegî (f.b.i.) kâr-dîde'lik.
kâr-fermâ (f.b.i.c. kâr-fermâyân) iş buyuran, iş buyurucu, (bkz: âmir, hâkim).
kâr-fermâyân (f.b.i. kâr-fermâ'-nın c.) iş buyuranlar, iş buyurucular.
kâr-ferrnâyî (f.b.i.) iş buyurma, iş buyuruculuk.
kâr-gâh (f.b.i.) iş yeri, fabrika, (bkz: kâr-hâne1). [nazımda "kâr-geh" şeklinde geçer].
kâr-gâh-ı kün fekân kâinat ve kâinatta olan bütün şeyler.
kâr-geh (f.b.s.) 1. işyeri, atölye, (bkz: kâr-gâh). 2. mec. bu dünya.
kâr-gen (f.b.s.). (bkz. kâr-ger).
kâr-ger (f.b.s.) 1. iş yapan, iş işleyen, işleyici. 2. te'sirli, nüfuzlu.
kâr-gil (f.b.i.) kerpiç bina.
kâr-gîr (f.b.s.) 1. iş tutan, iş tutucu. 2. o. taştan veya tuğladan yapılmış bina.
kâr-güdâz (f.b.s.) kârını eritmiş, işi bitmiş, iflâs etmiş,
kâr-güzâr (f.b.s.c. kârgüzârân) iş beceren, elinden iş gelen becerikli, (bkz. kâr-âgâh, kâr-âşnâ, kâr-âzmâ, kâr-dân, kâr-perverd, kâr-saz).
kâr-güzârân (f.b.i. kâr-güzâr'ın c.) iş becerenler, elinden iş gelenler, becerikliler.
kâr-güzârî (f.b.i.) iş bilirlik, beceriklilik, (bkz: kâr-âgâhî, kâr-âzmâyî, kâr--azmûdegî, kâr-dânî).
karh (a.i.) 1. yaralama, yaralanma. 2. vücutta çıkan çıban.
karha -i (a.i.c. kurûh) yara; ülser, (bkz: ceriha), [aslı "kurha" olduğu halde "karha" şekli yaygındır].
karha-i âkile hek. etrafını yiyip, gittikçe genişleyen yara.
karha-yi efrenciyye hek. fırengi yarası.
karha-yi redîe hek. güç iyileşen kötü bir yara.
kâr-hâne (f.b.i.) 1. iş yeri, iş işlenen yer. (bkz: kâr-gâh). 2. süt evi, süt satılan yer, süt fabrikası. 3. genel ev. (bkz: umûm-hâne). (bkz: mûmesât).
kari'î ("ka" uzun okunur, a.i. kırâat'den. c. kurrâ) 1. kıraat eden, okuyan, okuyucu. 2. Kur'ân'ı usulünce okuyan.
kari ("ka" uzun okunur, a.i.) kariyye ahâlîsinden, köylü.
kariat ("ka" uzun okunur, a.i. karie'nin c.) kıraat eden, okuyan [kadınlar].
karîb (a.s. kurb'dan. c. akribâ) yakın, yakın olan, uzak olmayan; soyca yakın.
An-karîb yakında, bir zaman sonra, çok vakit geçmeden; soyca yakın olan.
karîb-i hakikat gerçeğe yakın, gerçeksi.
karîben (a.zf.) yakında, bir zaman sonra, çok vakit geçmeden; soyca yakın olan, olarak.
karîbü’l-ahd (a.zf.) yakın zamanda.
karie ("ka" uzun okunur, a.i. kari'den. c. kariat) kıraat eden, okuyan [kadın].
karîh (a.s.) 1. yaralı. 2. çıbanlı.
kariha (a.i.) 1. insanda kendiliğinden hâsıl olan fikir ve niyet. 2. tabîat. 3. fikir kuvveti, bir fikri meydana koyma hassası; yapılacak bir iş için husule gelen fikir.
karîha-i sabîha pâdişâhın isabetli reyi, fikri.
karîha-zâd (a.f.b.s.) karihadan meydana gelen, karihadan doğan.
kariîn ("ka" uzun okunur, karî'in c.) kariler, okuyanlar, okuyucular, (bkz: kurrâ').
karin (a.s.c. kurenâ) 1. yakın, (bkz: karîb). 2. bir şeye sahip olan, bir şeye nail olan. 3. hısım, komşu, arkadaş gibi yakın olanlardan her biri. 4. pâdişâhın dâimi surette yakınında bulunan, mabeyinci.
Ser-karîn baş mabeyinci.
karîn-i evvel baş mabeyinci.
karîn-i kabul kabul olunmuş.
karîn-i re'y-i saib kabule hak kazanılmış, razı isabetli, düşünceye uygun.
karîn-i sânî ikinci mabeyinci.
karîn-i tahsîn uygun görülmüş, beğenilmiş.
karîne-i katıa-i kanûniyye huk. hükmün sebeplerinden olan yemin, şahitlik., v.s.
karîne-i kâtıa-i takdîriyye bir tüccarın, ticâreti meslek edinip, devamlı olarak bu işle meşgul olması gibi.
karîr (a.s.) sevinmiş, (bkz: memnun, mesrur, şad).
karîrü’l-ayn gözü aydın, (bkz: rûşen-çeşm).
kârîz (f.i.) keriz, yer alü lâğımı.
karm (a.i.c. kurum) değerli insan.
karnabit (a.i.) bot. karnıbahar.
kâr-nâme (f.b.i.). (bkz: kâr-nümâ2).
kâr-nümâ (f.b.s.) 1. iş, menfaat gösteren. 2. usta çıkacak çırakların, ustalıklarını göstermek üzere yaptıkları örneklik iş.
kâr-perdâz (f.b.s.) 1. iş düzenleyen. 2. i. şehbender, konsolos.
kâr-perverd l (f.b.s.) iş yapan, becerikli, (bkz: kâr-güzâr, kâr-sâz).
karrâ‘ (a.s.c. karrâûn) güzel okuyan.
Hâfız-ı karrâ' güzel okuyan hafız.
karrâûn (a.i. karrâ'ın c.) güzel okuyanlar.
kâr-sâz (f.b.s.) iş işleyen, becerikli. (bkz: âmil, fail, kâr-perverd).
kâr-sâzân (f.b.s. kâr-sâz'ın c.) iş işleyenler, iş yapanlar, becerikliler.
kâr-şinâs (f.b.s.c. kâr-şinâsân) iş bilir, işten anlar, (bkz. kâr-âgâh, kâr-âşnâ, kâr-dân, kâr-dîde).
kâr-şinâsân (f.b.s. kârşinâs'ın c.) iş bilirler, işten anlayanlar.
kâr-şinâsî (f.b.i.) iş bilirlik, iş anlayıcılık.
Karun ("ka" uzun okunur, a.h.i.) 1. benî israil'de zenginliğiyle meşhur olan bir insan, Krezüs. 2. [bu isimden kinaye olarak] çok zengin kimse.
karûre ("ka" uzun okunur, a.i.c. kavâ-rîr) 1. gözün siyahı, göz bebeği. 2. sırçadan yapılan kap. 3. sidik kabı, ördek.
kârvân (f-i-) kervan, kafile, yolcu katan, (bkz: kârbân).
kârvân-kırân (f.t.b.i.) astr. kervankıran, zühre (venüs) gezegeni.
kârvân-serây (f.b.i.) kervansaray, (bkz: kârbân-serây).
karyetü’n-nahl Arı yuvası.
Karyetü’l-ensâr (a.b.i.) Medîne-i Münevvere.
karye (a.i.c. kura) köy. (bkz: kasaba).
Ehl-i karye köylü.
Karyetü’n-neml karınca yuvası.
karz (a.i.) 1. ödünç verme, ödünç alma. 2 . ödünç verilen veya alman şey; borç.
karz-ı hasen faizsiz verilen borç.
karz-ı şi'r ed. şiiri ezbere okuma.
kâr-zâr (f.i.) ceng, kavga, savaş.
kârzâr-ı düşvâr zor savaş.
kâr-zâr-gâh (f.b.i.) savaş yeri, savaş meydanı.
karzen (a.zf.) borç olarak, ödünç olarak.
Dostları ilə paylaş: |