şem'-i İlâhî (ilâhî mum) mec. Kur'an-ı Kerîm, (bkz: Fürkan, Hûda, Hitâb, Kitâb, Mushaf, Necm, Nur, Zikr).
şem'-i kâfûr kâfurdan yapılan beyaz mum.
şem'-i külbe-i ahzân hüzünler kulübesinin mumu; mec. Hz. Yusuf.
şem'-i küşte söndürülmüş mum.
şem'-i meclis-ârâ meclisi süsleyen, meclise zevk veren mum; mec. topluluğa neşe veren güzel.
şem'-i mezâr mezar başında yakılan mum.
şem'-i şam-efrûz geceyi aydınlatan güzel.
şem'-i şeb-ârâ (geceyi süsleyen ışık) mec. güzel; sevgili.
şem'-i şeb-istân gece mumu, gece kandili.
şem'a (a.i.) mumlu fitil, muma batırılmış fitil.
şem'a-ger (a.f.b.i.) mumcu, mum yapan kimse.
şem'a-gerân (a.f.b.i. şem'a-ger'in c.) mum yapıcılar, mum yapanlar, mumcular.
şem'a-gerân-ı hâssa tar. Osmanlı sarayında mum yapan görevliler.
şemâil (a.i. şimâl'in c.) 1. huylar, tabîatler, ahlâklar. 2. tas. güzelliğin ve büyüklüğün bir araya gelmesi.
şemâil-i şerîfe Hz. Muhammed'in mübarek tavırları.
şemâil-nâme (a.f.b.i.) bir kimsenin dıştan görünüşündeki özellikleri anlatan eser.
şemâim (a.i. şemîme'nin c.) kokular, (bkz: revâyih).
şemârîh (a.i. şimrâh'ın c.) 1. hurma veya üzüm budakları, salkımları. 2. dağ tepeleri.
şemâte (a.i.) şamata, gürültü, patırtı.
şemâtet (a.i.) birinin kötü durumda olmasına veya düşmesine sevinme.
şem'dân (a.f.b.i.) şamdan.
şem-dânî (a.f.b.i.) şamdancı.
şemelât (a.i. şemle'nin c.) Arapların baş örtüleri; kıldan yapılmış örtüler; sarıklar.
şem'î (a.s.) 1. şem'a, ışığa mensup, ışıkla, mumla ilgili. 2. mum yapan veya satan kimse. 3. i. şâir; Hafız Dîvânı'nın şârihi. 4. erkek adı.
şemîm (a.s. şemm'den) güzel kokan, güzel kokulu; güzel koku.
şemîm-i cibâl dağların kokusu.
şemîm-i kâkül kâkülün kokusu.
şemîme (a.i.c. şemâim) güzel kokulu şey. (bkz. nefha, râyiha).
şeml (a.i.) 1. örtme, bürüme; kavrama, içine alma. 2. topluluk, insan yığını.
şemle (a.i.c. şemelât) Arapların baş örtüsü; kıldan yapılmış örtü; sarık.
şemm (a.i.) koklama, koklanma, koku alma.
Hiss-i şemm koku duyma hassası.
şemmâmât (a.i. şemmâme'nin c.) şamamalar.
şemmâme (a.i.c. şemmâmât) şamama, yenmeyen kokulu bir cins kavun.
şemmâs (a.i.) 1. başının tepesi tıraşlı olan bir papaz sınıfı. 2. kilise kandilcisi.
şemme (a.i.) 1. bir kere koklama. 2. pek az şey.
şemmî (a.s.) 1. koklamaya ait, koklama ile ilgili. 2. koku alan.
şems (a.i.c. şumûs) 1. Güneş, (bkz: Âftâb, Horşîd, Mihr).
Gurûb-i Şems Güneşin batması.
Tulû-i Şems Güneşin doğması.
ke-ş-şems fî vasat-in-nehâr gün ortasındaki güneş gibi meydanda, gün gibi âşikâr ve sarih, apaçık, besbelli.
Şems ü Kamer Güneşle Ay.
şems-i asr ikindi güneşi.
şems-i dırahşân parlak güneş.
şems-i fürûzân parlak güneş.
şems-i hakikat hakikat güneşi.
şems-i münîr parlak güneş.
şems- rahşân parlak güneş. 2. müz. Türk müziğinin birkaç asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış nümunesi yoktur.
şems-i cemâl müz. anonim bir edvâr-ı ilm-i mûsikîde tanımlanan makam. 3. tas. bir ışık kaynağı olarak görünüş alanına çıkan Allah'ın adı.
şems-âbâd (a.f.b.s.) günlük güneşlik [yer].
şemse (a.i.) 1. Güneş şeklinde yapılan işleme resim. 2. yazma kitapların başına yapılan süs; cildin orta kısmında bulunan beyzî süsleme.
Şemseddin Sâmi (a.h.i.) 1850 yılında Rumeli’de "Fraşeri" kasabasında doğmuştur. Babasının adı Hâlid'dir. Merhum büyük bir dil âlimi idi. Arapça, Farsça, Fransızca, Rumca ve biraz da İtalyanca bilirdi, ilk eseri "Muhtasar Târih-i Fransa" adlı bir tercümedir. 1872 de "Taaşşuk-ı Tal'at ve Fıtnat" adlı büyük hikâyesini yazdı. Sonra "Gâve", "Beşâ" piyeslerini, "Hafta" ve "Aile" mecmualarını neşretti. Onun en büyük hizmeti, altı ciltlik "Kamûs-ül-a'lâm"ı, "Kamûs-i Türkî"si, Fransızcadan Türkçeye, Türkçeden Fransızcaya olan kamusları iledir. (d. 1850 - ö. 1904).
şemseli g. s. ortasında beyzî (oval) bir göbek bulunan halı.
şemsî (a.s.) 1. Güneşe ait, Güneşle ilgili. 2. i. erkek adı.
şemsiyye (a.i. şems'den) 1. şemsiye. 2.s. Güneşle ilgili.
Hurûf-ı şemsiyye (bkz: hurûf).
Manzûme-i şemsiyye astr. Güneş sistemi. [Utârid (Merkür), Zühre (Venüs), Arz, Merih (Mars), Müşteri (Jüpiter), Zuhal (Satürn), Uranüs, Neptün, Plüton]. 3. tas. halvetiyye tarikatı kollarından biri olup kurucusu Sivaslı Şeyh Şemseddin (öl. 1598) dir. 4. s. ["şemsî" nin müen.]. (bkz: şemsî). 5. i. zool. günsüler, fr. heliozoaires.
şems-pâre (a.f.b.i.) 1. Güneş parçası. 2. mec. çok parlak.
şems-siper (f.b.i.) 1. Güneşten korunmak üzere başa giyilen en çok beyaz bezden yapılan başlık. 2. şapka siperi.
şems-üd-dîn (a.b.i.) 1. dînin güneşi. 2. erkek adı. [yanlış olarak "şemsettin" şekli yaygındır].
Şems-ül-Hakayık (hakikatler güneşi) Hz. Mevlânâ'nın dîvânı (bkz: Dîvân-ı Kebîr).
şems-ül-mekâtîb (mekteplerin Güneşi) istanbul'da, Ortaköyde bulunan bir mektep (okul).
şemşîr (f.i.) kılıç, (bkz: seyf, tîg).
şemşîr-i Hindî Hindistan'da çelikten yapılan makbul bir kılıç.
şemşîr-i tâb-dâr parlak kılıç.
şemşîr-i zulm zulüm kılıcı.
şemşîr-bâz (f.b.i.) kılıçla oynayan, kılıçla oyunlar yapan, iyi kılıç kullanan kimse.
şemşîr-be-dest (f.b.s.) elinde kılıç tutan.
şemşîr-ger (f.b.i.c. şemşîr-gerân) kılıççı.
şemşîr-gerân (f.i. şemşîr-ger'in c.) 1. kılıççılar. 2. tar. sarayın kılıççıları.
şemşîr-zen (f.b.s.) kılıçla vuran, kılıç çeken.
şemyâne (f.i.) gölgelik, (bkz: sâyebân1).
şe'n (a.i.c. şiân, şüûn) 1. iş. (bkz: fi'l, kâr). 2. yeni iş, yeni çıkan hal, hâdise.
şen (f.i.) 1. naz ve eda. 2. göze ve gönüle hoş görünen hal. 3. s. ferahlı, sevinçli.
4. kendir. 5. s. bayındır, (bkz. ma'mûr).
şen (a.i.c. eşnân), (bkz: şem).
şenâat (a.i.) kötülük, fenalık, (bkz: habâset).
şenâr (a.i.) büyük utanç, ayıp.
şenâyi' (a.i. şenîa'nın c.) kötü işler, ayıp işler, yakışıksız hareketler, [aslı "şenâi1" dir].
şenbih (f.i.) 1. gün. 2. cumartesi.
Çe-hâr-şenbih Çarşanba.
Dü-şenbih pazartesi.
Penc-şenbih perşenbe.
Se-şenbih salı.
Yek-şenbih pazar.
şeng (f.i.) 1. haydut, eşkıya, (bkz: şâkî). 2. s. neşeli, kıvrak.
şengare, şengaret (a.i.) kötü huyluluk.
şengerf (f.i.) zincifre denilen boya.
şe'nî (a.s.) fels. gerçek, fr. reel.
şenî' (a.s. şenâat'den) fena, kötü, ayıp, utanılacak.
Fi'I-i şenî' (bkz: zina), [müen. "şenîa"].
şenîa (a.i.c. şenâyi') kötü iş, ayıp iş, yakışıksız iş.
şe'niyyet (a.i.) fels. gerçek, gerçeklik, fr. realite.
şenn (a.i.c. eşnân) şaraba su karıştırma.
şennâr (a.i.c. şenâir) ayıp; utanç; kötülük.
şenşene (a.i.) âdet; usûl.
şenşene-i azamet ve ikbâl ikbal ve azamet âdeti.
şer (a.s. ve i.c. eşrâr) . (bkz: şerr).
şer (a.i.c. şürûr). (bkz: şerr).
şer' (a.i.) Allah'ın emri, âyet, hadîs, icmâ-i ümmet ve kıyâs-ı fukahâ esasları üzerine kurulmuş olan din kaideleri, (bkz: şerîat).
Hâkim-üş-şer' şer'iye mahkemesi reisi, kadı.
şer'-i şerîf islâm şerîatı.
şerâb (a.i.). (bkz. şarâb2).
şerâfe (a.i.). (bkz. şerâfet).
şerâfet (a.i.) 1. şerefli olma, şereflilik. 2. kişizâdelik, soydanlık. 3. şeriflik, îmam Hasan vasıtasıyla Hz. Muhammed soyundan gelme, (bkz: siyâdet).
şerâfet-i Mekke-i MükerremeMekke şerifliği.
şerâif (a.i. şerîfe'nin c.) mutlular, kutlular.
şerâih (a.i. şerîha'nın c.) et dilimleri; vücuttan kopmayarak ayrılmış olan et parçaları.
şerâir (a.i. şerire'nin c.) kıvılcımlar.
şerâit (a.i. şart ve şarîta'mn c.) şartlar, [aslında "şarîta" nın c. olmakla beraber ancak mânâca büyük bir fark olmadığından bizde "şart"ın c. olarak da kullanılır].
şerâit-i istibdâl huk. [eskiden] vakfiyede öngörülmediği halde, vâkıfın şartlarının değiştirilmesini gerektiren durumlar; istibdâl tasarrufunu inşâ için aranan kayıt ve şartlardır ki vakıf akarın intifa edilemez bir hâle gelmesi, tamiri için gailenin bulunmaması, hâkimin izni, ülülemr'in emri, bedel alınacak milk akarın mahal ve mevkiinin vakıf akarın mahal ve mevkiinden şeref ve rağbetçe aşağı olmaması hallerinden ibarettir.
şerâit-i mevkîiyye coğr. *konuş, bir yerin çevresi içindeki duruşu.
şerâit-i vakf huk. vâkıfın vakıfnamede açıkladığı kurallar.
şerâket (a.i.) 1. şeriklik, ortaklık. 2. arkadaşlık, (bkz: refâkat).
şer'an (a.zf.) şeriatça şeriat hükmünce, şeriata uygun olarak.
şerâre (a.i.c. şerer) kıvılcım.
şerâr, şerâre (a.i.) 1. kıvılcım. 2. Muallim Naci'nin 1885'te basılmış bir şiir kitabı.
şerâre-i elektrîkiyye f i z. müsbet (anot) ve menfî (katot) elektriğin birbirine değmesinden meydana gelen kıvılcım.
şerâre-figen (f.b.s.) kıvılcım saçan.
şerâret (a.i.) şerirlik, şer işleme, fenalık, kötülük.
şerâset (a.i.) titizlik, huysuzluk; geçimsizlik.
şerâsîf (a.i. şersûfun c.) anat. kaburga kemiklerinin ön taraf uçlarındaki kıkırdaklar.
şerat (a.i.c. eşrât) 1. alâmet, nişan, iz, işaret. 2. bir şeyin en bayağısı, en aşağısı.
şerâyi’ (a.i. şerîat'ın c.) şeriatlar, şeriat hükümleri [aslı "şerâi1" dir].
şerâyîn (a.i. şiryân'ın c.) anat. atardamarlar, f r. arteres.
şerâyîn-i harkafiyye anat. harkafa denilen uyluk kemiğinin içinden ve dışından geçen kırmızı veya siyah kan damarları.
şerâyîn-i kilyevî anat. böbreklere kan dağıtan damarlar.
şerâyîn-i masarıkıyye anat. bağırsaklara kan dağıtan damarlar.
şerâyîn-i sübâtiyye anat. şahdamarları, boynun iki tarafında kalbden kafaya çıkan iki kalın atardamar.
şerâzet (a.i.) 1. çok sert ve kuru olma. 2. sertlik, kabalık, haşinlik.
şerâzim (a.i. şirzime'nin c.) küçük, az olan topluluklar.
şerbet (a.i. şürb'den) 1. şerbet, içilecek tatlı şey. 2. bardakla müshil olarak içilen ilâç. 3. bâzı maddelerin suda eritilmişi [suda eritilmiş çimento, suda eritilmiş gübre.. gibi].
şerbet-hâne (a.f.b.i.) [Osmanlılar devrinde] meyhane.
şerc (a.i.) anat. kıç, dübür, anus. [Arapçada "ferc" mânâsına da gelir].
şeref (a.i.) 1. [ma'nen] büyüklük, yükseklik, ululuk. 2. övünme, (bkz: iftihar). 3. üstünlük, (bkz: mümtâziyyet). 4. erkek adı.
şeref-i ârızî, - -i izâfî mevki ve rütbeden gelen büyüklük.
şeref-i hamîdî müz. ser-müezzin Tevfik Bey'in terkîbederek II. Abdülhamid'e ithaf ettiği makam ki, ismi sonraları Dr. Suphi Ezgi tarafından "şeref-nümâ" olarak değiştirilmiştir, (bkz; şeref-nümâ).
şeref-i zâtî kendi öz vasıflarından ve faziletlerinden doğan büyüklük.
şeref-üd-dîn 1) dînin şerefi; 2) dilimizde "şerâfettin" şeklinde erkek adı olarak kullanılır.
şeref-ül insân XVI. asır bilginlerinden Bursalı Lâmiî Çelebi'nin Kanunî Sultan Süleyman adına kaleme aldığı eserdir, [insanların yaradılışta hayvanlardan her suretle üstün olduklarını belirtmek için yazılmıştır].
şeref-ül-mekân bi-limekân mekânın şerefi mekîn (oturan) ile dir.
şeref-bahş, şeref-bahşa (a.f.b.s.) şeref veren, şereflendiren.
şerefe (a.i.c. şüref, şürefât, şürüfât) 1. yüksek bir yerin çıkıntısı. 2. minarede ezan okunan yer. (bkz: şürfe).
şeref-efzâ (a.f.b.s.) şeref artıran, artırıcı.
şeref-hâh (a.f.b.s.) şeref dileyen; onur sağlayan.
şerefiyye (a.i.) bir yerin îmârıyla civarda bulunan mülklerin artan kıymeti gözönünde tutularak bunların sahiplerinden belediyece alınan vergi veya bu emlâkin arasından sokağa terk olunan yer.
şeref-nümâ (a.f.b.i.) müz. Türk müziğinde bir mürekkep makamdır. Asıl adı "şeref-i hamîdî" olup Dr. Suphi Ezgi tarafından sonradan bu ad verilmiştir. Ser-müezzin Tevfik Bey tarafından II. Abdülhamid'in şerefine terkîbedîlmiştir. Hicaz ve aşîran'da beyâtî ile ye-gâh'da rast makamlarından mürekkeptir. Son makam ile yegâh perdesinde durur (bu perde, hicazın da güçlüsüdür). Güçlüleri, birinci derecede -hicazın durağı ve iki makamın da güçlüsü olan- dügâh (la), ikinci derecede de -yegâh'ın sekizlisi bulunan- neva (re) perdeleridir. Donanımına hicazın "si" bakıyye bemolü ile "fa" ve "do" bakıyye diyezleri konulur. Aşîranda beyâtî için "si" bekar ve "do" bekar (fa diyez müşterektir), yegâhda rast için de "si" bekar (diğer iki arıza müşterektir) nota içerisinde kullanılır. inici çıkıcı karışık bir şekilde seyreder.
şeref-pezîr (a.f.b.s.) şeref ve îtibar bulan.
şeref-resân (a.f.b.s.) şeref eriştirici, şeref eriştiren, ulaştıran.
şeref-rîz (a.f.b.s.) şeref veren.
şeref-sâdır (a.b.s.) şerefle çıkan [pâdişâh emri], ("olan" yardımcı fiili ile kullanılır).
şeref-sânih (a.f.b.s.) şerefle hatırlanan [padişah emri], ("olan" yardımcı fiili ile kullanılır).
şeref-sudûr (a.b.s.). (bkz. şeref-sâdır). ["eden" yardımcı fiili ile kullanılır].
şeref-sünûh (a.f.b.s.). (bkz şeref-sânih). ["eden" yardımcı fiili ile kullanılır].
şeref-tevârüd (a.b.s.). (bkz. şeref -vârid). ["eden" yardımcı fiili ile kullanılır].
şeref- vârid (a.b.s.). şerefle gelen.["olan" yardımcı fiili ile kullanılır].
şeref-vâsıl (a.b.s.) şerefle gelen.
şeref-vurûd (a.b.s.). (bkz: şeref-vârid). ["eden" yardımcı fiili ile kullanılır].
şeref-vusûl (a.b.s.). (bkz: şeref-vâsıl).
şeref-yâb (a.f.b.s.) şeref bulan, şeref kazanan.
şeref-zâhir (a.b.s.) şerefle çıkan, ["olan" yardımcı fiili ile kullanılır].
şeref-zuhûr (a.b.s.). (bkz. şeref-zâhir). ["eden" yardımcı fiili ile kullanılır].
şereh (a.i.) şiddetli hırs, tamahkârlık, açgözlülük.
şereng (f.i.) zehir, (bkz: semm).
şerer (a.i. şerâre ve şerere'nin c.) kıvılcımlar.
şerere (a.i.c. şerer), (bkz: şerâre).
şerer-feşân (a.f.b.s.) kıvılcım saçan.
şerer-nâk (a.f.b.s.) kıvılcım saçan.
şer-gîr (f.b.s.). (bkz. şerr-gîr).
şerh (a.i.c. şürûh) 1. açma, ayırma. 2. açıklama, açımlama [bir ibareyi veya eseri-]. 3. bir kitabın ibaresini kelime kelime açıp îzah ederek yazılan kitap. 4. açık anlatma, (bkz. îzâh, tafsil).
şerh-i mütûn (metinler şerhi) eskiden Dârülfünûn'da okutulan ve konusu edebî eserleri şerh etmek olan ders.
şerha (a.i.) dilim, kesilmiş, dilinmiş şey, parça.
şerha şerha dilim dilim, parça parça.
şerhân (a.i.) çok tamahkâr, açgözlü, (bkz: harîs).
şer'î, şer'iyye (a.s.) şeriata ait, şeriatla ilgili; şeriata uygun.
Hükm-i şer'î şeriata uygun hüküm.
Mahkeme-i şer'iyye şer'î mahkeme, şeriat hükümlerine göre dâvalara bakan mahkeme.
şer'î dirhem orta büyüklükteki arpa ağırlığında olan ölçü.
şer'î hâsılat huk. şer'iye mahkemelerinin resimleri.
şer'iyye vekâleti 27 Mayıs 1336 târih ve 3 No. Büyük Millet Meclisi icra Vekillerine dâir kanunla teşkîl olunan vekâlet. [3 Mart 1340 târih ve 429 Nolu Şer'iye ve Evkaf ve Erkân-ı Harbiye-i Umûmiye Vekâletlerinin ilgasına dâir olan kanunla ilga edilmiş ve yerine aynı kanunla "Diyanet işleri Reisliği" makamı tesîs olunmuştur].
şerîat (a.i. şer'den. c. şerâi') 1. doğru yol. 2. Allah'ın emri. 3. âyet, hadîs ve icmâ-i ümmet esaslarına dayanan din kaideleri, (bkz: şer').
şerîat-ı garrâ islâm dîni.
şerîat-ı îseviyye (Hz. isa'nın kullara gösterdiği Allah'ın emri); Hz. İsa'nın şeriatı.
şerîat-ı İslâmiyye, - -ı muhammediyye, - -ı Ahmediyye islâm şeriatı.
şerîat-ı mûseviyye (Hz. Musa'nın kullara gösterdiği Allah'ın emri) Hz. Musa'nın şeriatı.
şerîat-ı sâbie Hz. ibrahim'in şeriatı.
şerif (a. s. şeref den. c. eşrâf) 1. şerefli, mübarek, kutsal. 2. soylu, temiz. 3. (a.s. c. şürefâ) Hz. Muhammed'in torunu Hasan'ın soyundan gelenlere ve Mekke emirlerine verilen bir unvan. 4. i. erkek ve kadın adı. [müen. "şerîfe"].
şerih (a.s.). (bkz. şerhân).
şerîha (a.i.c. şerâih) 1. et dilimi. 2. vücuttan kopmayarak ayrılmış olan et parçası.
şerîk (a.s. ve i. c. şürekâ) 1. ortak. 2. ders, mektep, medrese arkadaşı.
şerîk-i cürm huk. suç ortağı.
şerîke (a.s. ve i.) ["şerîk" in müen.]. (bkz. şerîk).
şerîr (a.i.c. şerâir) kıvılcım.
şerîr (a.s. şer'den. c. eşirrâ, esrâr) kötü, kötülük işleyen, hayırsız [adam], fesatçı.
[aslı "şirrîr" dir]
şerîre (a.s. şer'den) ["şerir" in müen.]. (bkz. şerîr).
şerît, şerîtî (a.i.c. şerâit) 1. şerit.
Menkûşât-ı şerîtiyye şerit şeklinde olan mimari süsler. 2. uzun yol. 3. dar ve uzun parça, dokuma parçası. 4. zool. vücudu yassı, ince uzun bir bağırsak asalağı.
şerîta (a. i. şart'dan. c. şerâit) husûsî şart, mukaveleyi, sözleşmeyi meydana getiren maddelerden her biri.
şer'iyyât (a.i.c.) şer'î işlere, islâmî şeriata uygun ve bununla ilgili olan hususlar.
şer'iyyet (a.i.) şeriata uygun olma.
şerm (f.i.) utanma.
Bî-şerm utanmaz. (bkz: hicâb, mahcûbiyyet).
şerm-âlûd (f.b.s.) utanan, utangaç, sıkılgan.
şermende (f.s.). (bkz: şerm-gîn, şerm-sâr).
şermendegî (f.i.) utangaçlık. (bkz. şerm-sârî).
şerm-gîn (f.b.s.) utangaç. (bkz: şerm-sâr).
şerm-nâk (f.b.s.) utangaç, mahcup. (bkz. şermende, şerm-gîn, şerm-sâr).
şerm-sâr (f.b.s.) utangaç, (bkz: mahcûb, müstahyî).
şerm-sârî (f.b.i.) mahcupluk, utangaçlık, (bkz: mahcûbiyyet).
şerr (a.i.c. şürûr) 1. kötülük, fenalık; kötü iş. [zıddı "hayr" dır]. 2. kavga, gürültü. (bkz. nizâ').
şerr ü fesâd kötülük ve bozukluk.
şerr (a.s. ve i. c. eşrâr) 1. fena, fenalık eden adam, kötü adam. (bkz. fâsid, fâsik, muzır). 2. daha (pek, en) kötü.
şerr-ün-nâs insanların en zararlısı, en kötüsü.
şerrâh (a.s. şerh'den) şerh eden, açıklayan, yorum yapan [kimse].
şerret (a.s.) (bkz: şirret), [aslı "şerret" dir].
şerr-gîr (f.b.s.) âsî, karşı gelen; saldırgan.
şerrî (a.s.) kötülüğe ait, kötülükle ilgili.
şerriyye (a.s.) ["şerrî" nün müen.]. (bkz. şerrî).
şersûf (a.i.c. şerâsîf) anat. kaburga kemiklerinin ön taraf uçlarındaki kıkırdak.
şersûfî, şersûfiyye (a.s.) şersûfa ait, şersufla ilgili.
şerûd (a.i.) ed. atasözü yerine geçen güldürücü ve manzum söz.
şerûm (a.s.) ferci ile şerci birleşip arası kaybolmuş [kadın].
şervâl (a.f.i.) şalvar, (bkz: sirvâl).
şerze (f.s.) kudurmuş, kuduruk. (bkz: akur).
şest (f.i.) 1. okçuların parmaklarına geçirdikleri yüksük (bkz. zih-gîr). 2. balık oltası.
şeş (f.s.) altı [sayı], (bkz: sitt).
Dü-şeş 1) 6 (ile) 6, iki zarın 6 sayılı iki yüzünün yanyana gelmesi; 2) mec. güzel bir tesadüf, rastgele.
şeş-cihet altı cihet, altı yön, her yön, her taraf, dünya [bizim-].
şeş-kalem (altı kalem) islâmî yazının Türklerce kullanılan sitillerine esas teşkil eden 6 sitilin müşterek ismi. [şeş kalem l) muhakkak; 2) reyhânî; 3) sülüs; 4) tevkî'; 5) nesih; 6) rik'a].
şeş ü beş (şeşbeş) 6 (ile) 5. [zar oyununda].
şeş ü dü (şeşidü) 6 (ile) 2. [zar oyununda].
şeş ü çihâr (şeşcihar) 6 (ile) 4. [zar oyununda].
şeş ü se (şeşise) 6 (ile) 3. [zar oyununda].
şeş ü yek (şeşiyek) 6 (ile) 1. [zar oyununda].
şeş-arûs (f.a.b.i.) astr. "altı gelin" [Utârid (Arzıtilek), Zühre (Venüs), Arz, Merih (Mars), Müşteri (Jüpiter), Zuhal (Satürn)]. (bkz: şeş-bânû).
şeş-bânû (f.b.i.) astr. "altıhanım" [Utârid (Arzitilek), Zühre (Venüs), Arz, Merîh (Mars), Müşteri (Jüpiter), Zuhal (Satürn)], (bkz: şeş-arûs).
şeş-berg (altı yaprak) (f.b.i.) g. s. fildişi oyma ve kakmalarda görülen ucu sivri 6 petalli çiçek motifi.
şeş-der (f.b.i.) 1. tavla kutusu. 2. mec. dünya [bizim-].
şeş-gâh (f.b.i.) müz. Türk müziğinin birkaç asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış nümunesi yoktur.
şeş-hâne (f.b.i.) 1. şişâne, namlusunda 6 yivi bulunan tüfek veya top. 2. g. s. tezhipte kullanılan 6 petalli bir çiçek motifi.
şeşhâne-nokta g. s. tezhipte (süslemede) kullanılan bir süsleme motifi.
şeş-pâ (f.b.s.) altı ayaklı.
şeş-per (f.b.i.) 1. altı kanat. 2. eski harp âletlerinden 6 dilimli topuz.
şeş-sad (f.b.s.) altı yüz (600).
şeş-sâle (f.b.s.) altı yaşında, altı yıllık bir zamanı olan.
şeş-tâ (f.b.i.) 6 telli tanbur.
şeş-târ (f.b.i.) 1. altı telli. 2. müz. Eskiden Türk müziğinde ve umumiyetle islâm müziğinde kullanılan bir mızraplı saz olup üç asırdanberi Türk müziğinde tanbur bu çalgıyı unutturmuştur.
şeş-târî (f.b.i.) 1. müz. şeştar çalan san'atkâr. 2. Şam, Hindistan gibi ülkelerde dokunan yollu bir kumaş.
şeşüm (f.s.) altıncı, (bkz: sâdis).
Mâh-i şeşüm altıncı ay.
şet (a.i.). (bkz. şett).
şetâret (a.i.) 1. neşe, şenlik, sevinç. 2. bâzı Arap halayıklara verilen bir ad. [Arapçadaki asıl mânâsı "hilekârlık", "şaklabanlık" dır]. 3. çoğunlukla, Arap ve Çerkez kadınlarına verilen bir ad.
şetîm (a.s.) sövülmüş, küfredilmiş [kimse].
şetîme 1. ["şetîm" in müen.]. (bkz: şetîm). 2. i. sövüş, sövme, sövüp sayış, (bkz: düşnâm; şetm).
şetît, şetîte (a.s.c. şettâ) ayrı, dağınık; çeşitli; türlü.
Eşyâ-yi şetîte dağınık eşyalar.
şetm (a.i.c. şütûm) sövme, sövüp sayma, (bkz: düşnâm, sebb).
Sebb ü şetm sövüp sayma.
şetm-i galîz edepsizce sövme; ağır, sunturlu küfür.
şetm ü darb dövme, sövme.
şetm ü la'n sövme, ilenme, beddua.
şett (a.i. eştât, şütût) ayrı, dağınık olma.
şettâ (a.s. şetît'in c.) 1. değişik, çeşitli, türlü [şeyler].
Mevâdd-ı şettâ çeşitli maddeler.
Ulûm-ı şettâ çeşitli ilimler. 2. gazetelerin siyasî meselelerden bahsetmeyen husûsî kısmı.
şettâm (a.s. şetm'den) çok küfür eden. (bkz: sebbâb, şâtim).
şev (f.i.) 1. gece. (bkz: leyl, şeb). 2. yokuş aşağı, inişli yer. 3. s. meyilli, eğik.
şevâgil (a.i. şagîle'nin c.) meşguliyetler, uğraşmalar.
şevâhid (a.i. şâhid'in c.) şahitler (tanıklar).
şevâhik (a.i. şâhika'nın c.) yüksekler, tepeler; dağ tepeleri, dağ dorukları.
şevâi' (a.i. şâyi'in c.) şâyi olanlar, yayılmış bulunanlar.
şevâib (a.i. şâibe'nin c.) 1. lekeler, kusurlar, ayıplar; noksanlar. 2. eserler, izler.
3. şüpheler.
şevâhîn (a.i. Farsça şâhîn'in c.) şahinler, doğanlar.
şevâil (a.i. şâile'nin c.) ateş alevleri.
şevâir (a.i. şâire'nin c.); kadın şâirler.
şevâkil (a.i. şâkile'nin c.) yollar, tarikler, mezhepler; meslekler; yaradılışlar.
şevâmih (a.s. şâmiha'nın c.) yüksekler, yüksek şeyler, yüksek tepeler.
şevâmil (a.s. şâmile'nin c.) içine alanlar, kaplayanlar, çevreleyenler.
şevârık (a.i. şârika'nın c.) aydınlıklar.
şevâri' (a.i. şâri'in c.) yollar, caddeler.
şevârib (a.i. şârib'in c.) bıyıklar.
Ebû şevarib pos bıyıklı kimseler.
şevârid (a.i. şerd'den. şâride'nin c.) dağılmış, dağınık şeyler.
şevâtî (a.i. şâtî'nin c.) kıyılar, kenarlar.
şevâzî (a.i.c.) dağların dik tarafları.
şevâzz (a.i. şâzze'nin c.) şazlar, müstesnalar; kaide dışı olanlar.
şevende (f.s. şüden'den) 1. var olan, olan. 2. giden.
şevher (f.i.) koca. (bkz: şûy, zevç).
şevher-dar (f.b.s.) evli [kadın].
şevher-dîde (f.b.s.) koca görmüş, [eskiden] kocası olmuş kadın.
şevk (a.i.c. eşvâk) diken, (bkz: hâr).
şevk (a.i.c. eşvâk) şiddetli arzu; keyif, neşe, sevinç. [Türkçe'de "ışık" manasınadır].
şevk-i cedîd müz. araban kürdî makamının bir adı.
şevk-ı dil 1) gönül şevki, gönül neş'esi, sevinci; 2) müz. Türk müziğinde bir mürekkep makam olup en az iki asırlıktır (belki Abdullah Ağa tarafından terkîbedilmiştir). Şevk-ı dil, rast ile sûznâk makamlarından mürekkep olup, her iki dizinin müşterek seslerinden istifâde edilmiştir. Sûznâk ile rast (sol) perdesinde kalır (ki bu perde, aynı zamanda rast'ın da durağıdır). Her iki makamın da güçlüsü olan neva (re), şevk-ı dil'de de güçlüdür. Donanımına rast gibi "si" koma bemolü ile "fa" bakıyye diyezi konulur ve sûznâk'ın "mi" bakıyye bemolü, nota içerisinde bunlara ilâve edilir (icâbında zengüle'li sûznâk'ın "la" bakıyye bemolü de böyle kullanılır).
Dostları ilə paylaş: |