Âb (f i. su. (bkz: mâ')



Yüklə 17,16 Mb.
səhifə163/189
tarix21.10.2017
ölçüsü17,16 Mb.
#8652
1   ...   159   160   161   162   163   164   165   166   ...   189

ta'mîkat ("ka" uzun okunur, a.i. ta'mîk'in c.) derinleştirmeler; araştırmalar, incelemeler, (bkz: tahkikat, tedkikat).

ta'mîm (a.i. umûm'dan) 1. umûmîleştirme, umûmîleştirilme. 2. genelge, fr.circulaire.

ta'mîmât (a.i. ta'mîm'in c.) tâmimler.

ta'mîmen (a.zf.) tâmim suretiyle, genelge ile.

ta'mîr a.i. umrân'dan. c. ta'mîrât) onarma, düzeltme, bozuk şeyi düzeltme, eski şeyi düzeltip yeni hâline getirme, (bkz: termîm).

ta'mîrât (o.i. ta'mîr'in c.) tamirler, düzeltmeler, onarım.

ta'mîr-hâne (a.f.b.i.) daha çok motorlu vâsıtaların tamir edildiği yer, onarım yeri.

ta'miye (a.i. amâ'dan) 1. körletme, kör etme. 2. kapalı şekilde anlatma. 3. ed. "ebced" hesabıyla düşürülen bir târihte, hesabı doğru bulmak için çıkartılacak veya eklenecek sayı. [Meselâ Sürûrî'nin 1,206 sayısını göstermesi gereken "rûh-i îsâ etdi eflâke urûc (= ) mısraı 1205 sayısını gösterdiğinden "asman târihe kıldı ser-furû" ta'miyesiyle, yânî â nın delâlet ettiği l sayısının katılmasıyla târih tamamlanmıştır].

tâmm, tâmme (a.s.) 1. bütün, eksiksiz, noksansız; mükemmel, olgun.

Ma'lûmât-ı tâmme tam bilgi. 2. kat'î bir zamanı, ortamı bildirir, zaman anlatan zarflara getirilerek mânâyı kesinleştirir.

tâmm-ül-a'zâ her uzvu (organı) bütün, tamam.

tammâ' (a.i. tama'dan) son derece tamah eden.

tammât (a.i.c.) mânâsız, uygunsuz, saçma sözler.

Tammât-ı cühelâ câhillerin, bilgisizlerin saçmasapan sözleri (bkz: türrehât).

tâmmât (a.i.) kıyamet.

tâmme (a.i.) l. büyük kıyamet, büyük felâket. 2. keskin çığlık.

tams (a.i.) âdet görme, aybaşı, (bkz: hayz)

tams (a.i.) yoketme, belirsiz kılma,

ta'n (a.i.) sövme, yerme; ayıplama.

tanâbîr (a.i. tunbûr [tanbur] un c.) müz. tanburlar.

tanbûr, tanbûre (a.i.c.) müz. tambur, Türk halk müziğinde kullanılan, cura, bulgari, çöğür, bağlama gibi mızrapla çalınan telli çalgılara verilen genel bir ad. [aslı "tunbûr" dur].

tanbûr-ı Horasân müz. Türk müziğinde vaktiyle kullanılmış bir çeşit tambur.

tanbûr-i kebîr-i Türkî müz. Türk müziğinde kullanılmış bir çeşit tambur.

tanbûr-i Türkî müz. Türk müziğinde vaktiyle kullanılmış olan bir çeşit tambur.

tanbûrânî (a.s.). (bkz. tanbûrî).

tanbûrî (a.s.) tamburu çok güzel çalan mûsiki üstadı, (bkz: tanbûrânî).

tanbûr-zen (a.f.b.s.) tambûrî, tambur çalan.

ta'ne (a.i.) sövme; zemmetme, çekiştirme, yerme.

ta'ne-zen (a.f.b.s.) söven; zemmeden, çekiştiren, yeren.

ta'nîf (a.i. unfdan. c. ta'nîfât) şiddetle azarlama, darılma, (bkz. ta'zîr, tekdir).

ta'nîfât (a.i. ta'nîf’in c.) şiddetle azarlamalar, darılmalar.

tanîn (a.i.) 1. tınlama, çınlama. 2. vızlama, vızıltı. 3. 19 Temmuz 1908 de Hüseyin Cahid Bey (Yalçın) tarafından çıkartılan ve ilk sorumlu müdürü Muammer Nailî Bey olan, istanbul'da yayımlanmış günlük bir gazete.

tanîn-endâz (a.f.b.s.) tınlayan, çınlayan.

tanîn-gâh (a.f.b.i.) çınlama yeri.

tanînî (a.s.) tanîne ait, taninle ilgili.

tannân (a.s. tanîn'den) tınlayan, çınlayan.

tannâne (o.i.) müz. Senfoni.

tannâz (a.s.) herkesle eğlenen, (bkz. müstehzî).

tannâz-âne (a.f.zf.) herkesle eğlenerek, eğlenircesine. (bkz: müstehziyâne).

tansîb (a.i. nesb'den) yükseğe kaldırma, kaldırılma.

tansîf (a.i. nısf’dan) yan yarıya bölme, iki müsâvî (eşit) kısma ayırma.

tansîf-i zâviye geo. bir zaviyeyi (açıyı) iki müsâvî (eşit) kısma ayırma.

tansîr (a.i. nasr'dan) Hıristiyanlaştırma.

tansîs (a.i. nass'dan) 1. kayıtları ve teferruatını inceden inceye tedkik etme. 2. Kur'an veya hadisten şahit göstererek bir dâvayı müdâfaa etme, savunma.

tansîs-ale-l-esâmî huk. [eskiden] bir zümreden isimleri sayılmak suretiyle gösterilen meşrût-ün-lehleri ifâde etmek üzere kullanılan bir ıstılah.

tansîsât (a.i. nass'dan. tansîs'in c.) araştırmalar, incelemeler.

tantana (a.i.) 1. "tan tan" diye seslenme, ses çıkarma. 2. şa'şaa, debdebe, patırtılı, gürültülü gösteriş.

tantana-i şevket ü iclâl ululuk ve azamet gürültüsü.

tanz (a.i.) alay etme, eğlenme, (bkz: istihzâ).

tanzîd (a.i.) istifetme, edilme.

tanzîf (a.i. nezâfet'den. c. tanzîfât) temizleme.

tanzîfât (a.i. tanzîf in c.) temizlik işleri [Belediyece yaptırılan-].

tanzîfât ve tenvîrât temizleme ve aydınlatma.

tanzîh (a.i.) gereği gibi pişirme, pişirilme.

tanzîm (a.i. nazm'dan. c. tanzîmât) l. düzeltme, düzenleme, düzen verme, yoluna koyma. 2. nesir veya nazım olarak yazma.

Tanzîmât (a.i. tanzîm'in c.) 1. düzeltmeler, düzenlemeler, düzen vermeler, yoluna koymalar; nesir ve nazım olarak yazmalar. 2. Sultan Abdülmecit zamanında, 1839 yılının 3 Kasım günü Gülhâne'de okunan ve Gülhâne Hatt-ı Hümâyunu adı altında anılan bir pâdişâh fermanı olup Büyük Reşit Paşa tarafından îlân edilen ıslahat tasarısı ve bu ıslahat devri (dönemi). [1877 Rus harbine kadar sürmekle sınırlandırılır. Asıl adı "Tanzimât-ı Hayriyye" dir].

Tanzîmât Edebiyyâtı ed. edebiyatımızın Batı medeniyetinin tesiri altında gelişen ve Tanzimat'ın ilânından 20 yıl kadar sonra, yâni 1860 da başlayan ve Edebiyat-ı Cedîde'nin başladığı 1896 yılına kadar devam edegelen bir akım.

Tanzîmât-ı Hayriyye (bkz: Tanzîmât2).

tanzîr (a.i.) tazelendirme, tâzeleştirme.

tanzîr (a.i. nezâret'den. c. tanzîrât) 1. benzetme, benzetilme. 2. bir şiirin mânâca, şekilce benzerini yapma.

tanzîrât (a.i. tanzîr'in c.) 1. benzetmeler. 2. benzerleri yapılmalar [şiir hak.].

tanzîren (a.zf.) nazîre olarak, tanzîr, benzetme suretiyle.

târ (f.s.) 1. karanlık, (bkz: muzlim).

Şeb-i târ karanlık gece. 2. i. tel; saç teli.

târ-ı ud ud teli.

târ-ı zülf saç teli. 3. i. iplik.

târ-ı ankebût örümcek ağı.

târ târ tel tel, iplik iplik. 4. (dokumada) arşak, [zıddı argaç]. 5. i. tepe.

târâ (f.i.) yıldız, (bkz: kevkeb, necm).

tarab (a.i.c. etrâb) sevinçlilik, şenlik; sevinçten gelen coşkunluk ve tepinme, ayş ve sefa.

tarab-âmûz (a.f.b.s.) tarap öğreten.

tarab-efzâ (a.f.b.s.) ferahlığı ve neşeyi artıran.

tarab-engîz (a.f.b.s.) 1. neşe uyandıran; sevindirici, coşturucu. 2. i. müz. vaktiyle Türk müziğinde kullanılmış bir usûl olup zamanımıza numunesi kalmamıştır.

tarab-fezâ (a.f.b.s.) neşeyi artıran, içe ferahlık veren, (bkz: tarab-efzâ).

tarab-gâh (a.f.b.i.) sevinç, coşkunluk yeri.

tarab-nâk (a.f.b.s.) sevinçli, coşkun.

tarab-sâz (a.f.b.s) neşe ve sevinç veren; nağme düzen.

târâc (f.i.) 1. yağma, çapul, talan, (bkz: garet). 2. yağma etme, talanlama.

târâc-gâh (f.b.i.) yağmanın edildiği yer.

târâc-geh (f.b.i.). (bkz. târâc-gâh).

târâc-ger (f.b.s.c. târâc-gerân) yağmacı, (bkz: yağmâ-ger).

târâc-gerân (f.b.s. târâc-ger'in c.) yağmacılar.

târâc-kerde (f.b.s.) yağma edilmiş.

taraf (a.i.c. etraf) 1. yan, yön. 2. bölge, yer, memleket, ülke, kıt'a. 3. [bir kimsenin] yanı. 4. tarafdarlık, sahip çıkma, koruma. 5. aralarında anlaşmazlık bulunan iki kişiden veya iki topluluktan her biri.

Bî-taraf tarafsız, hiç bir tarafı tutmayan.

taraf-âne (a.f.zf.) bir tarafı, bir yanı destekleyerek, bir taraftan yana olarak.

taraf-dâr (a.f.b.s.) bir tarafı tutan, bir tarafı kayıran, (bkz: taraf-gîr).

taraf-dârî (a.f.i.) tarafdarlık, kayırıcılık, (bkz: taraf-gîrî).

tarafeyn (a.i.c.) l. iki taraf. 2. mat. yanlar, f r. extremes.

tarafeyn-i teşbîh ed. teşbih'in unsurlarından müşebbeh ve müşebbehün bih'e müştereken verilen ad.

taraffuz (a.i.) râfızî olma, râfızîleşme.

taraf-gîr (a.f.b.s.) bir tarafı tutan, bir tarafı kayıran, (bkz: taraf-dâr).

taraf-gîrâne (a.f.zf.) taraf tutarcasına, bir tarafı destekleyerek.

taraf-gîrî (a.f.b.i.) tarafdarlık, kayırıcılık, (bkz: taraf-dârî).

tarafiyyet (o.i.) taraf tutma.

taraf taraf (a.zf.) yer yer, semt semt her yanda.

tarâif (a.i. tarîfe'nin c.) az bulunur şeyler.

tarâik (a.i. tarîkat'ın c.) tarîkatler, meslekler.

târân (f.s.) karanlık, (bkz: muzlim, târîk).

tarassud (a.i. rasad'dan. c. tarassudât) gözetme, bekleme, dikkatle bakma, gözleme.

tarassudât (a.i. tarassud'un c.) tarassutlar, gözlemeler, gözetmeler.

târât (f.i.) yağma, çapul, talan, (bkz: taht, târâc).

tarâvet (a.i.) tazelik, taze olma.

tard (a.i.) 1. koğma, sürme, uzaklaştırma. 2. vazifeden, mektepten uzaklaştırma.

tard-ı rekib ed. (bkz: tardiyye).

tard ü aks ed. bir mısraın iki cüzünü metatez ile başka bir mısra meydana getirme ve bu suretle bir beyit teşkil etme. [Meselâ Mümkin değil Hüdâ'yi bilmek de bilmemek de / Bilmek de bilmemek de mümkin değil Hüdâ'yi... gibi].

tardiyye (a.i.) ed. beşinci mısraı, birinci bendin dört mısrâıyla kafiyeli olmayan muhammes. [Şeyh Galib'in Hüsn ü Aşk'ında tardiyelere rastlanır].

târe (a.i.) defa, kere. (bkz: bâr, bâre).

târek (f.i.) tepe, başın tepesi.

târem (f.i.) kubbe, künbet, dam.

târem-i ahzar gökyüzü.

târem-i çârum dördüncü cennet.

târem-i firûze-fâm, - -i nil-gûn gök. (bkz: semâ).

târem-i pâk cennet.

târeten (a.i.) defa, kerre.

târeten ba'de uhrâ bir kaç kerre, defalarca.

tareyân (a.i.) geliverme, oluverme, birdenbire çıkma.

tarf (a.i.) 1. bakış. 2. göz ucu.

tarfe (a.i.) göz kapağının bir kerre açılıp kapanması.

tarfe-i ayn (bkz: tarfet-ül-ayn).

tarfet-ül-ayn bir kerre göz açıp kapayıncaya kadar olan an. (bkz: lemha-i basar).

tarh (a.i.) 1. atma, koma, bırakma. 2. dağıtma, bölme, ta'yin. 3. kurma, tertipleme, düzenleme. 4. mat. çıkarma, fr. soustrac-tion. 5. g. s. süslemeli desen. 6. bahçede çiçek dikmek üzere aynlan yer.

tarh-ı tenâsübî mat. ıskonto.

tarh-i esâs temel atma.

tarhânî müz. Türk-Çağatay klâsik halk şiiri müziğinde XV. asırda kullanılmış bir şekil olup güftenin vezni "müstefilün müstefilün müstefilün müstefilün" dür. [edebiyatta karşılığı "müstatref" dir].

tarh-efgen (a.f.b.s.) kuran, düzenleyen; temel kuran, bina yapan.

tarh-endâz (a.f.b.s.) temel atan, düzenleyen.

tarhûn (a.i.) tuzla otu, hekimlikte kullanılan ıtırlı bir nebat.

târık (a.i.c. etrâk, turrâk) 1. sabah yıldızı, çulpan, Venüs (Zühre). 2. erkek adı.

tarî (a.s. tarâvet'den) taravetli, taze.

Lâhm-i târî taze et.

târî (a.s. tarâ'dan) ansızın çıkan, birdenbire görünen [bir kimsede veya şeyde-].

ta'rîb (a.i. Arab'dan. c. ta'rîbât) 1. Arapçalaştırma, Arapçalaştırılma. 2. birinin sözünü reddetme.

ta'rîbât (a.i. ta'rîb'in c.) 1. Arapçalaştırmalar, Arapçalaştırılmalar. 2. (bkz: takbîhât).

ta'rîc (a.i.c. teârîc) 1. çıkıntı, tümsek peyda etme. 2. anat. beynin büküntüleri arasındaki çıkıntılar.

târid (a.s. tard'dan) tardeden, kovan; sürüp çıkartan.

târid-i dîdân, - -i dud soğulcan düşüren ilâç.

târid-ül-hasât hek. mesaneden taşları çıkaran.

tarîd (a.s.) kovulmuş, çıkartılmış, (bkz: matrûd).

târif (a.s.) yeni. (bkz: cedîd, nev-resîde).

tarîf, tarîfe (a.s. turfa'dan) az bulunan, nâdir, zarif şey.

ta'rîf (a.i. irfân'dan. c. ta'rîfât) 1. etrafıyla anlatma, anlatılma; etrafıyla bildirme, bildirilme. 2. bir maddeyi bütün lüzumlu noktalarını içine alır şekilde bir ibare ile anlatma.

Harf-i ta'rîf a. gr. isimlerin mânâsını belirtmeye yarayan el harf "el-ma'lûm" gibi.

ta'rîfât (a.i. ta'rîfin c.) tarifler.

ta'rife (a.i.) 1. fiat veya zaman gösteren cetvel. 2. bir şeyin kullanılışını anlatan kâğıt.

ta'rîf-hân (a.f.b.i.) cami ve tekkelerde namazdan önce Hz. Muhammed ile büyüklerin evsâfına dâir cemâate yüksek sesle izahlarda bulunan vazife sahipleri.

ta'rîf-nâme (a.f.b.i.) bir şeyin yapılışını, kullanılışını anlatan yazı.

tarîh (o.i.) işe yaramadığından dolayı bir yana atılmış şey.

târih (a.i. erh'den. c. tevârîh) 1. târih.

târih-i edebiyyât edebiyat târihi.

târih-i husûsî husûsî (*özel) târih.

Târîh-i Şâhî (şah tarihi) asıl adı "Tevârîh-i Şâhî fî-l-Ehâdîs-il ilâhî" olan ve XVI. yüzyıl bilginlerinden İbrahim adlı bir zatın yazdığı, yaratılıştan Hud Peygambere kadar geçen olayları anlatan târih.

târih-i tabîî hayvan, nebat (bitki) ve dünyanın tekâmülünü (evrimini) anlatan ilim.

târih-i umûmî umûmî (genel) târih. 2. "ebced" hesabıyla düşürülen târih.

târih-i mühmel ed. noktasız harflerle düşürülen târih, (bkz. târih-i sâde).

târih-i sâde ed. noktasız harflerle düşürülen târih, (bkz. târih-i mühmel).

târih-i nebeân çıkış, kaynama zamanı. [nehir hakkında].

tarîhat köçeği mevlevîlikte, tarikatçıların hizmetinde bulunan kimse, can.

târihçe (a.f.b.i.) küçük târih, özet târih.

târihî, târihiyye (a.f.b.i.) târihe ait, târihle ilgili.

târîh-nüvis (a.f.b.i.) tarih yazan, (bkz. müverrih).

târih-şinâs (a.f.b.i.) tarihçi, târih bilen, tarihten anlayan.

tarîk (a.i.c. turuk) 1. yol. (bkz: râh).

Kuttâ-i tarîk yol kesen haydut.

Evlâ-bi-t-tarîk en iyi, en âlâ yol.

tarîk-i Ahmed-i muhtâr Hz. Muhammed'in yolu; Müslümanlık.

tarîk-i aklâm sivil meslek.

tarîk-i ehl-i seyf askerlik mesleği.

tarîk-i âmm, - -i sultânî geniş yol, cadde. 2. usûl.

tarîk-i hâss bir veya birkaç eve mahsus çıkmaz sokak.

tarîk-i kazâ huk. yargı yolu

tarîk-ı ratîb kim. toz hâline getirilen bir madde su ile karıştırılarak cins ve nevinin tahlîli usûlü. 3. meslek. 4. vâsıta, sebep. 5. tas. Bir velînin Tanrı'ya ulaşması için tuttuğu yol.

tarîk-ı yâbis hararetle bir mâdeni tahlil etme usulü.

tarik bedelî [evvelce] yol yapımı için alınan paraya verilen bir ad, yol vergisi.

târik (a.s. terk'den) terk eden, bırakan, vaz geçen.

târik-i dünyâ 1) dünyâ işlerinden elini ayağını çekip bir köşede oturan; 2) evlenmeyen papaz.

târik-i salât namazı terk eden, namaz kılmayan, beynamaz.

ta'rîk (a.i. arak'dan) terletme, tere yatırılma, terletilme.

ta'rîk (a.i.) 1. uğma. 2. balık ağı çekme.

târîk (f.s.) karanlık, (bkz: muzlim).

şeb-i târîk karanlık gece.

tarîka (a.i.) 1. (bkz: tarîkat). 2. müz. "peşrev" isminden önce bu "forme" daki

saz eserlerine verilmiş isim ki, bilhassa XVI. asırdan evvel kullanılmıştır.

tarîkat (a.i.c. tarâik) Allah'a ulaşmak arzusuyla tutulan yol; tasavvufî meslek.

tarîkat-ı hâcegân Ahmed Yesevî'nin adına kurulan Yesevî tarîkatinden doğan Nakşibendî tarikatı.

tarîkat cihâzı tarikata girerken giyilen ayakkabı, elbise, külah, başlık, asa gibi şeyler.

târîkî (f.i.) karanlık, (bkz. zulmet).

ta'ris (a.i.) 1. düğün yapma. 2. bir kızı gelin etme.

târiye (a.i.) ansızın gelen belâ. (bkz. dâhiye).

ta'riye (a.i.) soyma, soyulma, çıplaklaştırma.

tariyy, tariyye (a.s.) 1. körpe, yaş, taze. 2. yumuşak [ekmek].

tâ'rîz (a.i. arz'dan. c. ta'rîzât) 1. dokundurma [sözle-], dokunaklı söz söyleme, taş atma, taşlama, taş.

ta'rîzât (a.i. ta'rîz'in c.) dokundurmalar [sözle-], dokunaklı söz söylemeler, taş atmalar, taşlamalar, taşlar.

ta'rîzen (a.zf.) ta'riz yoluyla, dokunaklı söz söyleyerek, taş atarak.

ta'rîz-kâr (a.f.b.s.) îma yoluyla, dokunaklı söz söyleyen, taş atan.

târ-mâr (f.s.) karmakarışık; dağınık; perişan, (bkz: târ ü mâr).

tarrâde (a.i.) dibi düz bir çeşit hafif kayık.

tarrâh (a.s.) 1. tarh eden. 2. i. g. s. süslemeli desen çizen sanatkâr. 3. resim, daha çok bahçe resmi yapan kimse.

tarrâka (a.i. tarr'dan) gümbürtü.

tarrâr (a.i.) yankesici.

tarsî' (a.i. ras'dan. c. tarsîât). (bkz: tersî').

tarsîf (a.i.) birbirine bitiştirip kuvvetlendirme, sağlamlaştırma.

tarsîf-i cidâr duvarın sağlamlaştırılması.

tarsîn (a.i. rasânet'den. c. tarsînât). sağlamlaştırma, (bkz: tahkîm, takviye).

tarsîn-i cidâr duvarı sağlamlaştırma.

tarsînât (a.i. tarsîn'in c.) sağlamlaştırmalar.

tarsîs (a.i. rasâs'dan) 1. kurşunlama, kurşunlaştırma. 2. sağlamlaştırma. 3. kadının yalnız gözleri görünecek şekilde örtünmesi.

tarsîs-ül-esnân çürük dişlerin kurşunla doldurulması.

tartîb (a.i. ratâbet'den) 1. rutubetlendirme, ıslatma, ıslatılma.

tartîb-i lisân güzel bir söz söyleyerek dili ma'nen tatlılaştırma. 2. taravet, tazelik verme. 3. hoşlandırma, hoşlandırılma.

tartîl (a.i. ratl'dan) saçı, yukarıdan boğarak örgüsünü, kıvırcıklarını açma.

târ u mâr (f.b.s.). (bkz. târ ü mâr).

târ ü mâr (f.b.s.) karmakarışık; dağınık; perişan, (bkz: târ-mâr).

târ ü pûd (f.b.i.) arsak ile argaç, çözgü ve atkı [dokumacılıkta].

tarz (a.i.) 1. şekil, biçim, suret, kılık. 2. usul, yol. (bkz: üslûb).

tarz-ı bârid ed. soğuk bir üslûb ile yazı yazma.

tarz-ı faâliyyet işleyiş.

tarz-ı hâl çözüm yolu, çözüm şekli.

tarz-ı hareket tutum.

tarz-ı i'tilâf uyuşma, uzlaşma yolu.

tarz-ı mefsûl ed. kesik kesik cümlelerle söz söyleme.

tarz-ı müteallik, - -ı mevsûl ed. bilinmeyen, alışılmamış kelimeler kullanılarak anlaşılması güçleştirilmiş yazı tarzı.

tarz-ı cedîd müz. Türk müziğinde bir mürekkep makamdır, Kazasker Mustafa izzet Ef. tarafından terkîbedilmiştir. Sultanî yegâh veya yegânda rast mürekkeptir, inici, çıkıcı olarak karışık seyrederek bu dizilerde gezinir. Acem-aşîran ile acem-aşîran "fa" perdesinde karar eder. Güçlüleri, birinci derecede -sultanî yegâh ile yegâhta rastın durağı ve nev-eser ile nihâvend'in güçlüsü olan- neva "re", ikinci derecede -sultanî yegâh ile yegâhda rast'ın güçlüsü- dügâh "la", üçüncü derecede -nihâvend ile nev-eserin durağı olan- rast "sol", dördüncü derecede de -acem-aşîran'ın güçlüsü olan-çârgâh "do" perdeleridir. Donanımına "si" küçük mücenneb bemolü konulur. (Bu arıza acem-aşîranda, nihâvend'de, nev-eser'de, sultanî yegâh'da bulunur, yânî makamın hemen bütün dizilerinde vardır). Ayrıca îcâbettikçe nota içerisinde şu arızalar ilâve olunur sultanî yegâh'ın, yeden "do" bakıyye diyezi, yegâh'da rast'ın "si" bekan ile fa ve "do" bakıyye diyezleri, nihâvend'in "mi" küçük mücenneb bemolü ile yeden "fa" bakıyye diyezi, nev-eser'in "mi" bakıyye bemolü ile "fa" ve "do" bakıyye diyezleri. Görülüyor ki, müşterek seslerden ve yakın dizilerden istifâde edilmiştir; fakat hiçbir orijinalliği yoktur.

tarz-ı nevîn müz. Türk müziğinde bir mürekkep makamdır. Haşim Bey tarafından terkîbedilmiştir. Tarz-ı nevîn, nikriz beşlisi kullanmayan ikinci çeşit şevk-efzâ (ki terkibi çargâh'da zengüle ile acem-aşîran'dan ibarettir) ile rast'ta kürdî dörtlüsü ve bâzan da bunun yerine rast' ta uşşak dörtlüsünden mürekkeptir. Sondaki dörtlü ile rast "sol" perdesinde durur. Güçlüleri, birinci derecede -çârgâh'da zengüle-nin durağı ve acem-aşîran'ın güçlüsü olan-çârgâh "do", ikinci derecede -acem aşîran'ın durağı olan- acem aşîran "fa" perdeleridir. Aynı zamanda tiz durak ve çârgâh'da zengülenin güçlüsü olan gerdaniye "sol" büyük ehemmiyetle kullanılır (ikinci güçlü, aynı zamanda yedendir). Birinci güçlü de, aynı zamanda sonda kullanılan mevzuubahs her iki dörtlünün de son sesidir. Donanımına şevk-efzâ gibi "si" küçük mücenneb ve "re" bakıyye bemolleri konulur. Gene şevk-efzâ'nın çârgâh'da zengüle dizisi için "si" bekar, "si" koma bemolü, "mi" koma bemolü, "la" bakıyye bemolü, rastta uşşak dörtlüsünün "la" koma bemolü, rastta kürdî dörtlüsünün "la" küçük mücenneb bemolü îcâbeden yerlerde nota içerisinde ilâve edilir. (Son iki dörtlüde "re" sesi mecut olmadığından, donanımın "re" bakıyye bemolünün te'sîri bunlar için yoktur; gene donanımın "si" küçük mücenneb bemolü ise, her iki dörtlüde de müşterektir).

tarz-ı teşkîl kurtuluş.

tarziye (a.i. rızâ'dan) 1. razı ve hoşnûdetme. 2. işlenen bir kusura karşı özür dileme, ["vermek, almak, istemek" yardımcı fiilleriyle kullanılır].

tarzîz (a.i.) hek. cildin altındaki nesiçleri (dokuları) ezmek, dokuların ezilmesi.

tas (a.i.) tas, su sabi.

ta's (a.i.) yok olma, kaybolma.

tasabbî (a.i. saby'den) çocuklaşma, çocuk tavrı takınma.

tasabbu' (a.i. ısbî'den) parmak parmak ayrılma.

tasabbun (a.i.) 1. sabun gibi köpürme. 2. kim. sabunlaşma.

tasabbur (a.i. sabr'dan) sabırlanma, sabretme.

tasaddî (a.i. sady'den. c. tasaddiyât) bir işe girişme, başlama, (bkz: mübâşeret, ibtidar, teşebbüs).

tasaddu' (a.i.) 1. dağılma. 2. yarılıp çatlama.

tasadduk (a.i. sadaka'dan. c. tasaddukatt) sadaka olarak verme, verilme.

tasaddukat ("ka" uzun okunur, a.i. tasadduk'un c.) sadakalar, (bkz: sadakat).

tasaddur (a.i. sadr'dan) baş sedire geçme, en başta oturma.

tasaffî (a.i. sâf’dan) saflaşma, durulma.

tasaffuh (a.i.) 1. levha levha olma; levha hâline konulma. 2. yaprak yaprak olma.

tasallut (a.i. salâtet'den. c. tasallûtât) musallat olma, sataşma, başına ekşime.

tasallutât (a.i. tasallut'un c.) musallat olmalar, sataşmalar.

tasalluten (a.zf.) tasallut ederek, musallat olarak, sataşarak.

tasallüb (a.i. sulb'den c. tasallübât) 1. katılaşma, sertleşme. 2. sağlamlaşma.

tasallüb-i cilt anat. cildin katılaşması.

tasallüb-i dimağ anat. beynin katılaşması.

tasallüb-i şerâyîn anat. damarların sertleşmesi. 3. din hususunda fazla gayret ve taassub gösterme.

tasallübât (a.i. tasallüb'ün c.) 1. katılaşmalar, sertleşmeler. 2. din hususunda çok taassub ve gayret göstermeler.

tasallüf (a.i.c. tasallüfât) 1. övünme, kendi gücünün dışında olan fazîlet ve zarafet iddiasında bulunma. 2. ed. şâirin, fahriye (kendini övme) yolunda yazdığı şiir.

tasallüfât (a.i. tasallüf ün c.) gösteriş olarak yapılan nezâketler.

tasannu' (a.i. sun'dan. c. tasannuât) l. yapmacık. 2. bir şeyi olduğundan daha süslü, daha değerli gösterme.

tasannuât (a.i. tasannu'un c.) tasannu'lar, yapmacıklar.

tasârîf (a.i. tasrif'in c.) Allah'ın istediği yolda idare ve irâdeleri.

tasarruf (a.i. sarfdan. c. tasarrufât) 1. sâhibolma. 2. idare ile kullanma, tutum, ekonomi, (bkz: iktisâd).

Bi-t-tasarruf tasarrufla. 3. artırma, artırılma [para, mal-]. 4. bir "zevce" muamelesinde bulunma.

tasaruf-ı fi'lî huk. [eskiden] fiil ile olan tasarruf bir malı istihlâk etmek gibi.

tasarruf-ı kavlî huk. [eskiden] beyi, îcâr, kefalet, havale, ikrar, hibe, nikâh, talâk gibi söz ile yapılan tasarruflar.

tasarruf-ı müllâk huk. [eskiden] bir milkte yalnız mal sahibinin yapması caiz ve sahih olan tasarruf.

tasarruf-ı şer'î huk. [eskiden] satmak, bağışlamak, vekâlet, kefalet, havale teslîmi gibi muameleler.

tasarruf nisâbı tereke ile mahfuz hisselerin mecmuu arasındaki fark.

tasarruf sandığı küçük tasarrufları değerlendirip işleten kuruluş.

tasarrufan (a.zf.) idare, tutum, iktisat maksadıyla.

tasarrufât (a.i. tasarrufun c.) tasarruflar.

tasarrufât-ı fi'liyye bir san'atın icrası, tam bir salâhiyete mâlik olma.

tasarrufât-ı lisâniyye (dil tasarrufları) dilde, herkesin kabul edebileceği yenilikleri kullanma.

tasarrufî (a.s.) tasarrufa mensup, tasarrufla ilgili.

tasarrum (a.i.) yiğitlenme cesaretlenme.

tasa'ub (a.i. suûbet'den. c. tasa'ubât) güçleşme.

tasa'ubât (a.i. tasa'ub'un c.) güçleşmeler.

tasa'ud (a.i. suûd'dan) 1. yukarı çıkma, ağma. 2. yükselme, kalkma [buhar ve gaz].

tasa'udât (a.i. tasa'ud'un c.) tasa'udlar, buharlaşmalar.

tasa'udât-ı merzagiyye bataklık yerlerden yükselen fena kokular.

tasâvîr (a.i. tasvîr'in c.) tasvirler, resimler.

tasâvîr-i esâtîr mitolojiye ait resimler.

tasavvuf (a.i. sûf dan. c. tasavvufât) sofulaşma, gönlünü Allah sevgisine bağlama.

İlm-i tasavvuf tasavvuf ilmi, tasavvuf bilgisi.

tasavvufât (a.i. tasavvufun c.) tasavvuflar.

tasavvufî (a.s.) tasavvufa ait, tasavvufla ilgili.

tasavvur (a.i. sûret'den. c. tasavvurât) l. zihinde şekillendirme, kurma. 2. göz önüne getirme [zihinde]. 3. istek, arzu.

tasavvur-ı sâzec psik. ilksezi, fr. apprehension.

tasavvurât (a.i. tasavvur'un c.). 1. tasavvurlar. 2. mant. kaziye (önerme) lerin zihinde meydana gelişini ve bunların nazariyesini mevzu yapan bahis.


Yüklə 17,16 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   159   160   161   162   163   164   165   166   ...   189




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin