Âb (f i. su. (bkz: mâ')



Yüklə 17,16 Mb.
səhifə46/189
tarix21.10.2017
ölçüsü17,16 Mb.
#8652
1   ...   42   43   44   45   46   47   48   49   ...   189

gerdûn-iktidâr (f.a.b.s.) felek gibi muktedir, kudretli.

gerdûn-mînâ (f.b.i.) gök. (bkz: âsmân).

gerdûn-pâye (f.b.s.) yüksek şerefi olan.

gerdûn-penâh (f.b.s) feleğin sığınağı

gerdûn-serîr (f.b.s.) tahtı felek kadar yüksek olan.

gerdûn-sirişt (f.b.i.) 1. kibirli, gururlu [kimse]. 2. tembel. 3. kann dökücü, zâlim, (bkz. hûn-hâr, hûn-rîz, seffâh, seffâk).

gerk (f.s.) uyuz [hayvan].

germ (f.s.) sıcak, [zıddı "serd" dir].

germ ü serd (sıcak ve soğuk) iyilik kötülük; darlık genişlik; acı tatlı.

germâ (f.s.) sıcak.

Mevsim-i germâ (sıcak mevsim) yaz.

germâbe (f.i.) sıcak su hamamı, kaplıca, ılıca, kaynarca.

germâ-germ (f.b.s.) 1. kızışıp ısınmış, pek kızışmış. 2. zf. sıcağı sıcağına.

germâ-germî (f.b.i.) kızışıp ısınmak hâli.

germâ-peymâ (f.b.i.) termometre.

germ-gâh (f.b.i.) öğle vakti.

germ-hâne (f.b.i.) çiçek seri.

germ-hûn (f.b.i.) kanı sıcak, yalpak, sokulgan.

germî (f.i.) sıcaklık, kızgınlık, hararet.

germî-i şems Güneş'in sıcaklığı.

germî-i mübâhase konuşmanın harareti.

germiyyet (o.i.) hararet, sıcaklık; ateşli çalışma, [yapma kelimelerdendir].

germ-mend (f.b.s.) aceleci, acele eden.

germ-rân (f.b.s.) atı çok süren.

germ-ülfet (f.a.b.s.) görüşmesi hararetli olan; sıkı-fıkı görüşen.

Gerşâsb (f.h.i.) îran hükümdarlarındandır. İran'ın eski masallarına göre Rüstem'in ecdâdından biri ve Neriman'ın babasıdır. Feridun'un muasırıdır. "Esedî-i tûsî" fütuhatını yazmıştır.

gerziş (f.i.) zulümden şikâyet etme.

gestî (f.i.) çirkinlik, yakışıksızlık.

geş (f.s.) 1. güzel, hoş. 2. naz ve eda ile yürüme.

geşt (f.i.) 1. gezme, seyretme, dolaşma. (bkz ; tenezzüh, teferrüc2'3 ).

geşt ü güzâr gezme, gezip tozma. 2. geçme.

-geşte (f.s.) gezmiş, dönmüş, dolaşmış.

Ber-geşte altüst olmuş.

Ser-geşte başı dönmüş.

gev (f.s.c. gevân) kahraman, bahâdır, yiğit, (bkz: batl).

gevâh (f.s.) şahit, tanık.

gevâhî (f.i.) şahitlik.

gevân (f.s. gev'in c.) kahramanlar, yiğitler.

gevç (f.i.) ağaç zamkı.

gev-çâh (f.b.i.) dibi görülebilen alçak kuyu.

gevden (f.s.) ahmak, sersem, (bkz: lâde).

gevder, gevdere (f.i.) 1. buzağı. 2. dana derisi, güderi.

geveşt (f.i.) müz. Türk müziğinin en eski mürekkep makamlarından olup, XVI. asırdan kalma, sahibi bilinmeyen remel peşrev ile bir saz semaîsi, Kantemiroğlu'nun sakil peşrevi, bu makama misaldir. Durak, segah ve güçlü mahur (geveşt) perdeleridir.

geveşt-büzürg (f.b.i.) müz. Türk müziğinin en az dört asırlık mürekkep makamlarından olup, nümunesi kalmamıştır.

geveşt-gerdâniyye (f.b.i.) müz. Türk müziğinin en az dört asırlık mürekkep makamlarından olup, nümunesi kalmamıştır.

geveşt-hicâz (f.b.i.) müz. Türk müziğinin en az dört asırlık mürekkep makamlarından olup, nümunesi kalmamıştır.

geveşt-hüseynî (f.a.b.i.) müz. Türk müziğinin en az dört asırlık mürekkep makamlarından olup, nümunesi kalmamıştır.

geveşt-ırak (f.a.b.i.) müz. Türk müziğinin en az dön asırlık mürekkep makamlarından olup, nümunesi kalmamıştır.

geveşt-ısfahân (f.b.i.) müz. Türk müziğinin en az dört asırlık mürekkep makamlarından olup, nümunesi kalmamıştır.

geveşt-kûçek (f.b.i.) müz. Türk müziğinin en az dört asırlık bir mürekkep makamı olup, nümunesi kalmamıştır.

geveşt-nevâ (f.b.i.) müz. Türk müziğinin en az dört asırlık mürekkep makamlarından olup, nümunesi kalmamıştır.

geveşt-pûselik (f.b.i.) müz. Türk müziğinin en az dört asırlık mürekkep makamlarından olup, nümunesi kalmamıştır.

geveşt-rast müz. Geveşt âvâzesine ana makam rastın katılmasıyla elde edilen terkip.

geveşt-rehâvî (f.b.i.) müz. Türk müziğinin en az dört asırlık bir mürekkep makamı olup, nümunesi kalmamıştır.

geveşt-uşşâk (f.a.b.i) müz. Türk müziğinin en az dört asırlık mürekkep makamlarından olup, nümunesi kalmamıştır.

geveşt-zengüle (zirgüle) (f.b.i.) müz. Türk müziğinin en az dört asırlık mürekkep makamlanndan olup, nümunesi kalmamıştır.

gevher (f.i.) 1. elmas, cevher. 2. inci. 3. değerli taş. 4. bir şeyin aslı, esâsı.

Bed-gevher soysuz.

Pâk-gevher aslı temiz, soylu.

gevher-i pend 1) nasihat incisi; 2) öğüt küpesi. 5. ed. "ebced" hesabı ile yapılan târihlerden yalnız noktalı harfleri hesaba katılacak olanlar, (bkz: cevher, cevherîn, menkut, mu'cem).

gevher-bahş (f.b.s.) "gevher bağışlayan" mec. çok cömert.

gevher-bâr (f.b.s.) cevher yağdıran.

gevher-efşân (f.b.s.) cevher saçan, (bkz: gevher-pâş).

gevher-fürûş (f.b.i.) cevahirci, kuyumcu, (bkz: gevherî, gevher-şinâs).

gevherî (f.i.) kuyumcu, (bkz: gevher-fürûs, gevher-şinâs).

gevherîn (f.s.) 1. cevherli. 2. mücevher gibi.

gevher-nisâr (f.b.s.) 1. cevahir serpen, (bkz: gevher-efşân, gevher-pâş, gevher-rîz). 2. güzel, düzgün söz söyleyen.

gevher-nişîn (f.b.s.) cevahirle işlenmiş.

gevher-pâş (f.b.s.) 1. cevher saçıcı, saçan, (bkz: gevher-efşân, gevher-nisâr). 2. çok güzel söz söyleyen.

gevher-rîz (f.b.s.) cevher döken, çok güzel konuşan kimse, (bkz: gevher-nisâr).

gevher-şinâs (f.b.i.) cevahirden anlayan, cevahirci, kuyumcu, (bkz: gevher-fürûş, gevherî).

gevher-tâb (f.b.i.) altınla işlenmiş kadın başörtüsü.

gevsâle (f.i.) bir yaşına girmiş dana.

gevz (f.i.) ceviz, (bkz: cevz, girdgân, girdû).

gez (f.i.) 1. arşın, endâze. 2. kısa tâlim oku. 3. okun çentiği. 4. nişane. 5.ılgın ağacı.

gezâ (f.s.) ısıran, ısırıcı.

Can-gezâ can ısıran, can acıtan.

Leb-gezâ dudak ısıran, şaşakalan.

gezend (f.i.) 1. zarar, ziyan. 2. elem, keder; âfet, musibet,

îsâl-i gezend etmek zarara, ziyana sokmak.

gezî (f.i.) hâre taklidi arşınlık enli kumaş.

gezîde (f.s.) ısınılmış.

Mâr-gezîde kendisini yılan ısırmış olan.

gıbb (a.e.) 1. son. 2. -den, -dan sonra.

gıbb-ed-duâ duadan sonra.

gıbb-el-muvâcehe muvaceheden sonra.

gıbb-eş-şehâde şahitlikten (tanıklıktan) sonra.

gıbb-et-tahkîk tahkikten sonra. 3. gün aşırı, iki günde bir.

Hummâ-yı gıbb hek. gün aşırı tutan sıtma.

gıbb-et-tasdik huk. şer'iye mahkemelerinden verilip ikrar ve takrire mütedair olan hüccetlerde "gıbb-et-tasdik mâvaka bittalep ketbolunduğu.." ibaresinde çokça tesadüf olunur ki, "diğer taraf tasdik ettikten sonra cereyân-ı hâl talebe binâen yazılı" demektir, [hâkim tarafından tasdik edildikten sonra demek değildir].

gıbben (a.zf.) arasıra, nadiren, seyrek. (bkz. geh, gehî).

gıbta (a.i.) aynı hâli şiddetle arzu etme, imrenme.

gıbta-âver (a.f.b.s.) imrendiren.

gıbta-efzâ (a.f.b.s.). (bkz. gıbta-âver).

gıbta-fermâ (a.f.b.s.) gıpta verici, gıpta veren, (bkz: gıbta-resâ).

gıbta-keş (a.f.b.s.) gıpta eden, imrenen.

gıbta-resâ (a.f.b.s.) gıpta verici, imrendirici, (bkz: gıbta-fermâ).

gıdâ' (a.i.c. ağdiye) 1. insanı besleyen şeyler, besi. 2. yiyip içilen şeyler. 3.mec. zihni ve ahlâkı olgunlaştırmaya yardım eden şey. ilim zihnin gıdasıdır, (bkz: gızâ').

gıdâ-yı rûh rûhun gıdası.

gıdâî (a.s.) gıda ile ilgili, gıda olabilen [nesne].

gılâf (a.i.c. gulüf) kılıf, kın, mahfaza. (bkz. gımd).

gılâf-ı adalât anat. kas kılıfı.

gılâf-ı bızr anat. klitoris kılıfı.

gılâf-ı dâhilî-i semer bot. meyvaiçi.

gılâf-ı hâricî-i semer meyvadışı.

gılâf-ı hücrevî anat. göze zarı, fr. membrane cellulaire.

gılâf-ı lîf-i adalî anat. kaszarı, fr. sarcolemme, myolemme.

gılâf-ı mutavassıt-ı semer bot. meyva ortası.

gılâf-ı seyf kılıç kını. (bkz: gımd-ı seyf).

gılâf-ı veterî anat. kiriş kılıfı.

gılâf-ül-kalb anat. dış yürek zarı.

gılâl (a.i. galle'nin c.) 1. tahıllar, mahsuller. 2. iratlar, gelirler, (bkz: gallât1'2 ).

gılâz (a.s. galîz'in c.) 1. kalınlar. 2. kabalar, (bkz. galîz).

gıll (a.i.) gizli kin ve garez, düşmanlık. [dâima "gışş" ile beraber kullanılır].

gıll ü gışş kin ve hîle.

gılmân (a.i. gulâm'ın c.) 1. tüyü, bıyığı çıkmamış delikanlılar, gençler. 2. köleler, esirler.

gılmân-ı cennet cennet uşakları.

gılmân-ı hassa pâdişâh sarayında hizmet gören gençler.

gılmân ü cevârî köleler ve cariyeler.

gılme (a.i. gulâm'ın c.) gençler, delikanlılar.

gılzet (a.i.) galizlik, kalınlık, kabalık, sertlik.

gılzet-i kumâş kumaş kabalığı.

gılzet-i mizâc huy, tabîat, yaradılış sertliği.

gımd (a.i.c. agmâd) 1. kın. (bkz: gılâf).

gımd-ı seyf kılıç kını. (bkz: gılâf-ı seyf) 2. bakla ve benzerleri gibi şeylerin kabuğu.

gınâ' (a.i.) 1. zenginlik, bolluk. 2. usanç, bıkkınlık. 3. şarkı, türkü, nağme, ezgi, ırlama.

gınâî (a.s.) lirik, fr. lyrique.

gırâr, gırâre (a.i.c. garâyir). (bkz: garâre) büyük kıl çuval, harar.

gırbâl (a.i.c. garâbîl) kalbur, iri delikli elek.

gırbâl-iyy-üş-şekl kalbur gibi bir çok delikleri olan.

gırbâlî (a.s.) kalbur şeklinde olan, kalbur gibi bir çok delikleri olan, kalburumsu [kemik].

gırbân (a.i. gurâb'ın c.) kargalar, (bkz: agribe).

gırîv (f.i.) bağırma, bağrışma.

gırîv-i nisvân kadınların bağrışmaları, çığlıkları.

gırra (a.s.) gururlu, kibirli, kendini beğenmiş [kimse], (bkz: mağrûr).

gışâ' (a.i.c. ağşiye) örtü, perde, zar, deri.

gışâ-i ankebûtî anat. örümceksi zar, fr. arachnoide.

gışâ-i bekâret anat. kızlık zarı. fr. hymen.

gışâ-i cenb biy. akciğer zarı.

gışâ-i dâhilî-i gubâr-ı tali' bot. çiçektozu iç zarı (içzar).

gışâ-i dâhilî-i rahm dölyatağı içzarı.

gışâ-i hâricî bot. dışderi.

gışâ-i hâricî-i gubâr-ı tali' bot. çiçektozu dışzarı. (dışzar).

gışâ-i hücrevî anat. mukoza zarı.

gışâ-i kilye anat. böbrek zarı.

gışâ-i muhâtî anat. vücudun bütün iç boşluklarını kaplayan, örten ince deri.

gışâ-i müstebtın-ül-batn anat. periton, karınzarı.

gışâ-i nebatî bot. çekirdek zarı.

gışâ-i tablî anat. kulak zarı.

gışâiyy-ül-cenâh zool. zarkanatlılar.

gışâî (a.s.) gışâ ile ilgili, zar kabilinden olan.

gışâve (a.i.). (bkz. gışâ').

gışâvet (a.i.) anat. körlüğü meydana getiren zar; aksu, fr. cataracte.

gışş (a.i.) 1. karışıklık, hîle. 2. s. saf olmayan. 3. hainlik, [bizde çok defa "gıll" ile beraber kullanılır].

Gıll ü gışş kin ve hîle.

gıtâ (a.i.c. agtiye) 1. örtü, örtünecek şey.

Keşf-i gıtâ örtüyü açma.

gıtâ-yi rakîk ince örtü. 2. perde, zar.

gıtâ-yi basar göz perdesi, (bkz: gışâ', gışâve).

gıtrîf (a.i.c. gatârîf, gatârife) 1. soydan, asîl kimse. 2. başkan, reis.

gıyâb (a.i.) l. hazır ve mevcut olmama, gözönünde bulunmama, uzaklaşma. 2. kaybolma. 3. arka.

An gıyâbın, an-il-gıyâb kendisi hazır değil iken, arkasından.

gıyâbe (a.i.) dip, derinlik, (bkz: gavr, ka'r, künh).

gıyâben (a.zf.) hazır ve mevcut olmaksızın, bulunmadığı halde; mahkemede, duruşmada bulunmaksızın.

gıyâbî, gıyâbiyye (a.s.) kendisi hazır olmadığı halde yapılan muamele ile ilgili; savcılıkça çağırılan duruşmaya gelmeyen kimse hakkında yapılan muamele ile ilgili: Hükm-i gıyabî.

gıyâs (a.i.) yardım, (bkz: gavs, muâvenet, nusret).

gıyâs-üd-dîn l) dînin yayılmasına yardımı dokunan zât; 2) erkek adı. [eskiden pâdişâhlar, büyük devlet ricâli hakkında lâkap olarak kullanılırdı].

gıybet (a.i.) 1. kaybolma. 2. aleyhinde bulunma, arkasından söyleme, çekiştirme, dedikodu yapma, (bkz: gaybet).

gıylân (a.i. gûl'ün c.), (bkz. agvâl).

gızâ' (a.i.c. agziye) insanı besleyen maddeler, (bkz: gıdâ').

gızâî (a.s.) gızâ (gıda) ile ilgili, (bkz: gıdâî).

gil (f.i.) balçık, su ile ıslanmış toprak, lüleci çamuru, kil. (bkz: tıyn).

gil-i ermeni evvelce eczacılıkta kullanılmış olan, siyaha çalar, kırmızı renkli, biraz yumuşak, yağlı ve kuru bir çamur, kilermeni.

gile (f.i.) 1. yanıp yakılma, şikâyet. 2. üzüm tanesi. 3. iki dağ arasındaki yol.

gile-mend (f.b.s.) şikâyet eden. (bkz: şâkî).

gile-mendî (f.b.i.) şikâyet edicilik.

giliger (f.i.) duvarcı, yapıcı; çamurcu. (bkz: vahhâl).

gilîm (f.i.) kaba yün dokuma, kilim.

Gil-şâh (f.h.i.) 1. balçık şah, balçıktan yapıldığı için Âdem'in lâkabı. 2. Farsların masal hükümdarı Keyyumers'in adı.

gil-zâr (f.b.i.) çamurlu yer.

-gin (f.e.) "gîn" muhaffefi. (bkz: gîn).

-gîn (f.e.) Türkçedeki "-lı, -li, -lu, -lü," ekinin karşılığı.

Gam-gîn gamlı, tasalı, kederli. (bkz: nâk).

gîr (f .i.) tutma, tutuş.

gîr (f.e.) 1. tutan, tutucu [giriften mastarından].

Cihân-gîr cihanı tutan. 2. s. dağılan, yayılan. 3. i. harp, kavga, savaş.

gîrâ (f.s.) tutucu, müessir.

gîrâ-gîr (f.zf.) tutan tutana.

girâmî (f.s.) aziz, muhterem, saygın; ulu.

girân (f.s.) l. ağır sakil, [maddî, mânevî.]

Rıtl-girân (büyük, ağır kadeh) dolu bardak. 2. fena; kokmuş. 3. bıktırıcı, usandırıcı. 4. sert, katı.

girân-bahâ (f.b.s.) pahası ağır, kıymetli, değerli.

Hedâyâ-yi girân-bahâ kıymetli hediyeler.

girân-bâr (f.b.s.) 1. ağır yüklü. 2. meyvası çok ağaç. 3. zengin. 4. gebe [insan ve hayvan].

girân-cân (f.b.s.) ağır canlı, kanı ağır, can sıkıcı [adam].

girân-cânî (f.b.i.) girâncânlık, can sıkıcılık.

girân-dest (f.b.s. c. girân-destân) eli ağır, işini ağır gören [adam].

girân-destî (f.i.) el ağırlığı.

girân-dest-mâye (f.b.s.) sermâyesi çok olan, zengin. 2. hünerli, marifetli.

girân-dûd (f.b.s.) 1. karabulut. 2. sis, duman.

girân-gûş (f.b.s.c. girân-gûşân) kulağı ağır işiten, sağır.

girân-gûşî (f.b.i.) sağırlık.

girân-gûşâne (f.b.zf.) sağırcasına.

girân-hâb (f.b.s.) uykusu ağır [adam].

girân-hâbî (f.b.i.) girân-hâb'lık, uyku ağırlığı.

girân-hâr (f.b.s.) çok yiyici, yiyen. (bkz. ekûl).

girân-hârî (f.b.i.) çok yiyicilik.

girân-hâtır (f.a.b.s.) canı sıkılmış, gücenik, (bkz: münfail).

girân-hûy (f.b.s.) kötü huylu.

girânî (f.i.) ağırlık, (bkz: sıklet).

girân-kadr (f.a.b.s.) kadir ve îtibar sahibi

girân-kıymet (f.a.b.s.). (bkz: girân-bahâ).

girân-kîse (f.b.s.) hasis, cimri, pinti.

girân-mâye (f.b.s.) pahası ağır, kıymetli, değerli [şey].

girân-püşt (f.b.s.) sırtı sağlam.

girân-rikâb (f.a.b.s.c. girân-rikâbân) 1. savaşta düşmana saldıran, düşmanın saldırışından yılmayan, azimli. 2. vakarlı, ağır kimse.

girân-rikâb-âne (f.b.zf.) 1. düşmana saldırırcasına. 2. ağır, vakarlı kimseye yakışacak surette.

girân-rikâbî (f.b.i.) ağırbaşlılık.

girân-sâye (f.b.s.) yüksek mevki sahibi; ordu kumandanı.

girân-sâyegi (f.b.i.) yüksek mevki sahibi olma; ordu kumandanlığı.

girân-seng (f.b.s.) 1. tartısı ağır, vakarlı. 2. kanaatli; sabırlı.

girân-ser (f.b.s.c. girân-serân) kibirli, gururlu, kendini beğenmiş, (bkz: mütekebbir).

girân-serâne (f.b.zf.) kibirlilikle, kendini beğenmişlikle.

girân-serî (f.b.i.) kibirlilik, kendini beğenmişlik.

girân-seyr (f.a.b.s.c. girân-seyrân) yürüyüşü ve hareketi ağır olan.

girân-sirişt (f.b.s.c. girân-siriştân) ağır tabiatlı; tenbel.

girân-siriştâne (f.b.zf.) ağır canlılıkla; tenbellikle.

girân-siriştî (f.b.i.) ağır canlılık, tenbellik.

girân-suhan (f.b.s.) ağır sözlü, tok sözlü.

gird (f.i.) yuvarlak, çevre, değirmi.

Tâ-i gird yuvarlak t.

girdâb (f.i.) 1. suların döndüğü ve çukurlaştığı yer, anafor, çevrimi, burgaç, [rüzgârın da yaptığı çevrintiye "girdap" denilir]. 2. tehlikeli yer. (bkz: mehleke).

girdâb-ı belâ belâ girdabı, felâket anaforu.

girdâ-gird (f.b.s.) çepeçevre, fırdolayı. (bkz: dâir-en-mâdâr).

gird-âlûd (f.b.s.) toza bulanmış, toz toprak içinde.

girdâr (f.i.) 1. meşguliyet, iş.

Belgirdâr işi kötü olan. 2. âdet, tarz, yürüyüş.

gird-bâd (f.b.i.) dönerek çevrinti ile esen şiddetli rüzgâr, kasırga, tulumba, hortum.

girde (f.i.) 1. açılmış yufka. 2. s. değirmi, yuvarlak. 3. evvelce Yahudilerin Müslümanlardan ayrılması için omuzlarına diktikleri san parça. 4. değirmi yastık. 5. s. zf. bütün, hepsi.

girde-bâlin (f.b.i.) yuvarlak yastık.

girde-bâliş (f.b.i.). (bkz. girde-bâlin).

girdebân (f.b.s.) gözetici, gözcü. (bkz. nigeh-bân).

girdgân (f.i.) ceviz, (bkz: girdû).

girdek (f.i.) gerdek, (bkz: hacle).

girdu (f.i.) ceviz, (bkz: gevz, girdgân).

girec (f.i.) kireç, (bkz: gec).

girec-hâne (f.b.i.) kireçhâne, kireçlik, kireç ocağı.

girev (f.i.) rehin.

girîbân (f.i.) elbise yakası, (bkz: ceyb).

Çâk-i girîbân (yaka yırtma) çok acıklanma.

girîbân-çâk (f.b.s.) "yakası yırtık" kederli.

girîbân-gîr (f.b.s.) yaka tutucu, tutan.

girîbânî (f.b.i.) bir çeşit gömlek.

girift (f.i.) 1. tutma, yakalama.

Ahz ü girift yakalayıp tutma. 2. dolaşık, birbiri içine girgin, karışık.

Girift yazı karışık yazı. 3. g.s. arabesk denilen süslemenin bordürlerde kullanılan çeşidi, [çeşitleri çifte dallı girift; çiçekli hendesî girift (süslü hendesî girift)]. 4. müz. Türk müziğinin nefesli sazlarından olup, bu gün unutulmak üzeredir; ney'e benzer. Kaba çâr-gâh'dan muhayyer'e kadar ancak bir buçuk sekizli ses almasına rağmen kısa, küçük kamıştan yapılmış bir âlettir.

giriftâr (f.s.) 1. tutulmuş, yakalanmış, esir. 2. düşkün, uğramış, tutkun, (bkz: dûçâr).

giriftâr-ı aşk aşka tutulmuş.

giriftâr-ân (f.b.s. giriftâr'ın c.) tutulmuşlar, yakalanmışlar; düşkünler, uğramışlar, tutkunlar.

giriftâr-âne (f.zf.) giriftârcasına.

giriftâre (f.i.) tutulma, tutkunluk, yakalanma, (bkz: giriftârî).

giriftârî (f.i.) giriftarlık.

girifte (f.s.) 1. tutulmuş, yakalanmış.

girifte-i dâm tuzağa tutulmuş. 2. yakalanmış, tutulmuş bir hastalığa]. 3. esir (tutsak).

girifte-dem (f.b.s.) nefesi tutulmuş.

girifte-gî (f.b.i.) tutkunluk. 2. tutsaklık. 3. hastalık hâli.

girifte-hâtır (f.a.b.s.) kırgın, gücenik.

girifte-leb (f.b.s.c. girifte-lebân) "dudağı tutulmuş" sakin, sessiz [kimse].

girifte-lebâne (f.b.zf.) sessizlikle, sakinlikle.

girifte-ser (f.b.s.) aklı, fikri dağılmış [kimse].

girifte-zebân (f.b.s.) dili tutuk, kekeme.

girift-zen (f.b.s.) girift (ney) çalan.

girih (f.i.) düğüm, bağ. (bkz: ukde, pîç).

girih girih düğüm düğüm.

girih-bend (f.b.i.) 1. düğümcü, bağcı. 2. uçkur.

girih ber girih (f.zf.) düğüm düğüm üstüne, (bkz: pîçâpîç).

girih-bür (f.b.s.) "düğüm kesen" yankesici, (bkz: kîse-bür).

girihçe (f.i.) düğümcük, küçük düğüm.

girih-gîr (f.b.s.) "düğüm tutmuş" düğümlü, dolaşık, (bkz: muakkad).

girih-küşâ (f.b.s.) "düğüm açan, çözen"zorlukları yenen, halleden, (bkz: hallâl-i müşkilât).

girîs, girîse (f.i.) hîle, oyun, dalavere, (bkz: hud'a).

girişme (f.i.) naz, işve, cilve, gamze, kaş ve gözle işaret, [fasihi "kirişme" olduğu halde, eski lûgatçilerimiz kelimeyi "girişme" şeklinde kabul etmişlerdir].

girîve (f.i.) 1. çıkmaz yol, çıkmaz sokak. 2. içinden çıkılması zor durum.

girîve-i ışk aşkın çıkmaz yolu. 3. geçit, uçurum, yar.

girîz (f.i.) [aslı "gürîz" dir]. (bkz: gürîz).

girîz-gâh (f.b.i.) [aslı "gürîz-gâh" dır], (bkz: gürîz, gürîz-gâh).

girîzân (f.s.) [aslı "gürîzân" dır], (bkz: gürîzân).

girîzende (f.s.c. girîzendegân) [aslı "gürîzende" dir]. (bkz. gürîzende).

gîrûdâr (f.b.i.) cenk, savaş, kavga. (bkz. âşûb, cidâl, perhâş).

giryân (f.i.) ağlayıcı, ağlayan.

Çeşme-i giryân ağlayan göz.

giryânî (f.i.) giryanlık, ağlayıcılık.

girye (f.i.) ağlama, ağlayış; gözyaşı. (bkz. bükâ').

girye-i âşıkane âşıkçasına ağlayış.

girye-i şâdi sevinç ağlaması.

girye-bâr (f.b.s.) ağlayan, gözyaşı döken, (bkz. girye-nâk).

girye-dâr (f.b.s.) ağlamış.

girye-engîz (f.b.s.) ağlamaya sebebolan, ağlatacak.

girye-feşân (f.b.s.) gözyaşı saçan, acı acı ağlayan.

girye-fezâ (f.b.s.) ağlamayı arttıran, çok ağlatan.

girye-hîz (f.b.s.c. girye-hîzân) girye (ağlama) koparan, koparıcı.

girye-künân (f.b.zf.) ağlayarak.

girye-meşhûn (f.a.b.s.) gözyaşı ile dolu.

girye-nâk (f.b.s.) ağlayıcı, ağlayan, (bkz: girye-bâr).

giryende (f.s.) ağlayan, ağlayıcı.

giryende-i hasret hasret ağlayıcısı.

girye-nikab (f.a.b.s.) gözyaşı ile örtülü.

girye-nümâ (f.b.s.) ağlar yüzlü.

girye-nümûd (f.b.s.) ağlar gibi görünen, ağlamışa benzeyen.

girye-pâş (f.b.s.) gözyaşı döken, dökücü.

girye-perverd (f.b.s.) ağlamayı getiren, ağlatan, ağlatıcı.

girye-rîz (f.b.s.) ağlayan, gözyaşı döken, (bkz. girye-bâr, girye-nâk).

girye-zâr (f.b.i.) oturup ağlanılan yer.

girye-zâr-ı hicrân ayrılık acısıyla ağlanan yer.

gîsû (f.i.) omuza dökülen saç, uzun saç, saç örgüsü, kâhkül. (bkz. ferhâl, cu'd, ham, zülf).

gîsû-yi anber-bâr anber saçan saç; güzel kokulu saç.

gîsû-yi müşg-efşân misk saçan saç.

gîsû-yi yâr yârin, sevgilinin saçı.

gîsû-bend (f.b.i.) 1. saç bağı; saç örgüsü. 2. altından yapılmış kadın tarağı.

gîsû-dâr (f.b.s.) saçlı.

Necm-i gîsû-dâr kuyruklu yıldız.

giş (f.i.) 1. yürek, kalb. (bkz: fuâd). 2. kış kış diye kovmak için çıkarılan ses. 3. satrançta kovma.

gîtî (f.i.) dünyâ, (bkz: âlem, cihân).

gîtî-ârâ (f.b.s.) dünyâyı süsleyen.

gîtî-ârây (f.b.i.) bot. iri yapraklı, güzel kokulu sadberk gülü.

gîtî-bân (f.i.) pâdişâh, hükümdar.

gîtî-fürûz (f.b.s.) cihanı aydınlatan.

gîtî-neverd (f.b.s.) dünyâyı dolaşan, gezen.

gîtî-nümâ (f.b.s.) cihanı gösteren. (bkz: cihân-nümâ).

gîtî-sitân (f.b.s.) cihanı zapteden. (bkz: cihân-gîr).

Gîv (f.h.i.) Fars'ların masal kahramanlarından biri. Gyuders'in oğlu, Rüstem'in üvey oğlu.

giyâ, giyâh (f.i.) nebat, bitki, taze ot. [hafıfletilmişi "giyeh" dir].

giyâh-ı kayser bot. sarı yonca, kokulu yonca.

giyâh-ı nem-nâk bot. semizotu.

giyâh-ı şütür bot. deve dikeni.

giyâh-beste (f.b.s.) ot bağlamış, ot bitmiş.

giyâ-zâr (f.b.i.) çayır, otluk, (bkz: giyâ, giyâh).

giyeh (f.i.) giyâh'ın hafifletilmişi. (bkz: giyâh).

gizlik (f.i.) çakı, bıçak, kılıç gibi kesici nesnelerin keskin tarafı, ağzı; uzun saplı kalemtıraş.

gonce (f.i.) konca, tomurcuk, açılmamış çiçek, [bilhassa gülün açılmamışı].

gonce-i âb yağmur yağarken suyun yüzünde meydana gelen kabarcık.

Gonce-i Edeb Sûdi Bey tarafından Selanik'te yayımlanmış fennî, edebî bir dergi.

gonce-i hamrâ kırmızı konca.

gonce-i handân gülen konca.

gonce-i ra'nâ müz. Türk müziğinin mürekkep makamlanndandır. En az iki asırlıktır. Heftgâh ile hüseynî beşlisinin nevadaki şeddinden mürekkeptir. Bu beşli ile neva veya yegâh perdesinde kalır.

gonce-dehân, -dehen (f.b.s.) ağzı konca gibi küçük ve güzel olan, konca ağızlı, (bkz: gonce-fem).

gonce-fem (f.b.s.). (bkz: gonce-dehân, -dehen).

gonce-leb (f.b.s.) dudakları konca gibi olan, konca dudaklı.

gû[y] (f.s.) söyleyen, diyen, ["güften" mastarından].

Suhen-gû söz söyleyen.

Râst-gû doğru söyleyen, v.b.

gubâr (a.i.) 1. toz. (bkz: gerd).

gubâr-ı gam[m] (gam tozu) esrar.

gubâr-ı hâtır keder, elem.

gubâr-ı tâli' bot. bitkilerin cinsiyet tozları, pollen.

gubâr-ı tarîk yol tozu. 2. g.s. bir yazı sitili. ["gubâr" mecazen "esrar" mânâsına da gelir].

gubâr-âlûd (a.f.b.s.) toza bulanmış, tozlanmış, tozlu, (bkz: gerd-âlûd, gerd-âlûde).

gûbâre (f.i.) 1. sığır sürüsü. 2. sığır ağılı, mandıra.

gubârî (a.s.) 1. gubâr ile ilgili, toza benzer, tozdan. 2. eski yazımızda bir yazı çeşidi.

gubât (a.s. gabî'nin c.), (bkz. gabî).

gubeyrâ (a.i.) üvez.

gudde (a.i.c. guded) hek. vücutta deri ile et arasında ve en çok boyunda, kasıkta çıkan şiş, bez.


Yüklə 17,16 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   42   43   44   45   46   47   48   49   ...   189




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin