Âb (f i. su. (bkz: mâ')



Yüklə 17,16 Mb.
səhifə5/189
tarix21.10.2017
ölçüsü17,16 Mb.
#8652
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   189

âlât-ı câriha yaralayıcı âletler.

âlât-ı katıa kesici âletler.

âlât-ı nâriyye ateşli silahlar.

âlât-ı rasadiyye astronomi ve meteoroloji araştırmalarında kullanılan âletler.

âlât-ı tab'iyye baskı âletleri.

âlât-ı ziyâiyye fiz. ışık vâsıtaları, ışık araçları, fr. instrument d'optique.

âlât ve edevât avadanlık, takımlar.

âlâ tarîkın (a.zf.) yoluyla mânâsına mürekkep kelime yapar.

alâ tarîk-ilhezl hezl yoluyla gibi.

alâ-tarîk-il-hezl (a.zf.) eğlence yoluyla, alay suretiyle.

alâ-tarîk-il-icmâl (a.zf.) kısaca.

alâ-tarîk-il-istişhâd (a.zf.) şahit, tanık göstererek.

alâ-tarîk-il-kıyâs (a.zf.) kıyâs yoluyla.

alâ-tarîk-il-münâvebe (a.zf.) nöbet yoluyla, nöbetleşe.

alâ-tarîk-iş-şehâde (a.zf.) şahitlik yoluyla.

alâ-tilk-en-niam (a.zf.) bu nimetler karşılığı üzere.

âlâv, âlâve (f.i.) alev, yal.

alâ-vechi (a.zf.) üzere mânâsına

alâ vech-il-isti'câl acele üzere.

alâ vech-il-ihâta içine almak üzere.

alâ-vech-it-tafsîl tafsîl üzere,inceden inceye.

alâ vefk (a.zf.) uygun olarak manâsıyla terkip yapılır.

alâ vefk-il-matlûb istenilene uygun olarak.

alâvî (a.i. ilâve'nin c.) ilâveler.

âlây (f.i.) alay.

âlây-ı vâlâ hep beraber, hep birlikte, cümbür cemaat.

alâye (a.i.) yüksek yer, yükseklik.

âlâyiş (f.i.) 1. bulaşıklık, bulaşma. 2. depdebe, tantana, gösteriş, [ikinci mânâ uydurma olmakla beraber yaygın ve galiptir].

Alcem (a.s.) uzun boylu, uzun.

âle (a.i.) 1. [Güneş veya yağmura karşı] sığınak. 2. fakirlik.

âle (f.i.) ilâç için kullanılan ve "hint sünbülü" denilen bir çiçek, (bkz: âlek, sünbül-i asâfir).

alebât (o.i. alebe'nin c.) yemiş kapçıkları, çanaklar, fr. capsules.

alebe alebât) bot. yemiş kapçıkları, çanaklar, fr. capsules.

alebî, alebiyye o.s.) bot. yemiş kapçığı, çanak ile ilgili, fr. capsulaire.

ale-d-derecât (a.zf.) derecelerine göre, sırasıyla, (bkz: alâ-merâtibihim).

ale-d-devâm (a.zf.) daimî surette, boyuna, sürekli olarak.

alef (a.i.c. a'lâf, alûfe [ulufe olarak da kullanılır]. 1. hayvan yemi. 2. ot, saman, yulaf.

âlef (a.s.) çok veya en teklifsiz, cana yakın.

âlek (f.i.) ilâç 'için kullanılan ve "hint sünbülü" denilen bir çiçek, (bkz: âle, sünbül-i asâfir).

âlek (a.i.) I. kan pıhtısı. 2. sülük.

aleka (a.i.c. alekat) 1. kan pıhtısı. 2. yapışkan balçık, çamur.

alekî (a.s.) 1. pıhtımsı (kan). 2. sülü-ğümsü.

alekıyye (a.i.) zool. sülükgiller.

ale-l-acâib (a.zf.) tuhaf, şaşılacak şey. (bkz: garîb).

ale-l-acele (a.zf.) çabucak, çarçabuk, (bkz: aceleten).

ale-1-âde (a.zf.) 1. âdet olduğu üzere. 2. bayağı, basbayağı.

ale-l-amyâ (a.zf.) körü körüne, körlemeden. [aslı ale-1-ımıyâ'dır]. (bkz: ale-1-ımıyâ).

ale-l-ekser (a.zf.) çok vakit, çokluk. (bkz: ekseriyyâ).

ale-1-fevr (a.zf.) derhal, defaten, birden.

ale-l-gafle (a.zf.) dalgınlığa gelerek, boş bulunarak, dalgınlığa getirerek.

ale-1-hâdise (a.s.) gölge hâdise, fr. epiphenomene.

ale-1-hâdisiyye (a. i.) gölge hâdisecilik, fr. epiphenomenisme.

ale-l-hesâb (f. (a.zf.) hesaba sayarak.

ale-l-husûs (a.zf.) hele, husûsiyle, ençok.

ale-1-ımıyâ (a.zf.) körü körüne,körlemeden. (bkz. ale-1-amyâ).

ale-l-ıtlak (a.zf.) umumiyetle, genel olarak, mutlaka, nasıl olursa olsun, rastgele.

ale-1-icmâl (a.zf.) topluca, toplu olarak.

ale-l-infirâd (a.zf.) birer birer, ayrı ayrı, teker teker.

ale-1-istimrâr (a.zf.) aralıksız.

ale-l-iştirâk (a.zf.) müştereken, birlikte.

ale-l-ittisâl (a.zf.) aralarında fasıla olmadan, birbiri ardınca.

ale-l-kaide ("ka" uzun okunur. a.zf.) kaideye kurala göre.

ale-l-kifâye (a.zf.) yeter derecede, yetecek kadar.

ale-l-umûm a.zf.) umumiyet üzere, genel olarak.

ale-l-usûl (a.b.zf.) yol yordam gereğince.

alem (a.i.c. a'lâm) 1. nişan, alâmet. 2. bayrak, sancak. 3. sınır işareti. 4 yüksek dağ. 5. dudaktaki çatlaklık. 6. has isim. 7. minare tepesi. 8. sarıgın altın teli.

a'lem (a.s. âlim'den) en (daha, pek, çok) bilen, bilgin.

a'lem-ül-ulemâ âlimlerin âlimi, bilginlerin bilgini.

âlem (a.i.c. âlenıîn, âlemûn, avalim) 1. dünyâ, cihan, (bkz. dehr).

âlem-i âb içki âlemi, içkili eğlence.

âlem-i âhiret öteki dünyâ.

âlem-i berzah (bkz: mânend, âbâd).

âlem-i berîn en yüksek âlem.

âlem-i ceberût 1.Tanrının bulunduğu dünyâ, fânî dünyânın dışında olan âlem. 2. insanlar, halk. 3. meç. eğlence. 4. lüzum, mânâ.

âlem-i ervâh ruhlar âlemi, öteki dünyâ.

âlem-i esbâb madde âlemi, bu dünyâ.

âlem-i fânî fânî âlem, fânî dünyâ, bu dünyâ.

âlem-i gayb görünmez âlem.

âlem-i hâb uyku âlemi.

âlem-i istiğrak iç dünyâ; kişinin kendinden geçip daldığı âlem.

âlem-i kevn varlık âlemi, var olma dünyâsı.

âlem-i kevn u fesâd var olma ve bozulma dünyâsı.

âlem-i kitmân saklı âlem.

âlem-i kudsî Tanrı âlemi.

âlem-i lâhut Tanrı âlemi.

âlem-i ma'nâ rüya âlemi.

âlem-i melekût Tanrının mutlak hükümdar olduğu âlem.

âlem-i menâm, âlem-i misâl uyku, rüya âlemi.

âlem-i nakayis nakîseler âlemi.

âlem-i nâr ateş dünyâsı.

âlem-i siyâset siyâset âlemi, siyâset dünyâsı.

âlem-i sabâvet çocukluk dünyâsı.

âlem-i şahâdet tas. yaradılışın dördüncü basamağı. [Buna "âlem-i mülk, âlem-i nâsût, âlem-i hiss, âlem-i anâsır, âlem-i eflâk ü encüm, âlem-i mevâlid" de derler].

âlem-i şems Güneş ve peykleri.

âlem-i ulvî ruhlar âlemi.

âlemâne (a.f.s.) dünyâya ait, dünyevî.

âlem-ârâ (a.f.b.s.) âlemi, dünyâyı süsleyen.

alem-dâr (a.f.b.s.) 1. bayrak taşıyan, (bkz: sancak-dâr). 2. Refi' Cevad Ulunay tarafından istanbul'da yayımlanmış günlük siyâsî bir gazetedir. Örfî idare (sıkı yönetim)' nin kapatmasıyla "Takvimli gazete" ve "Teşrih" adıyla çıkmıştır.

Alemdâr-ı Nebî (Peygamberin bayraktarı) Hazret-i Ebû Eyyûb-il-Ensârî.

alem-dârî (a.f.b.i.) bayraktarlık.

alem-efrahte (a.f.b.s.) bayrağı kaldırmış, yükseltmiş.

alem-efrâz (a.f.b.s.) bayrak çeken, bayrak kaldıran.

âlem-efrûz (a.f.b.s.) cihanı parlatan, bütün âleme ışık saçan.

âlemeyn (a.i.c.) iki âlem. [dünyâ ile âhiret |.

âlem-gîr (a.f.b.s.) cihanı tutan, dünyâyı zapteden, bütün âleme yayılan.

âlemî (a.s. âlem'den. c. âlemiyân) cihâna mensup, insan.

alemî (a.s. alem'den) has isimle ilgili, orta ait.

âlemîn (a.i. âlem'in c.) dünyâlar, (bkz: âlemûn, avalim).

âlemiyân (alemî'nin c.) âleme mensup olanlar, insanlar.

âlemi-yâne (a.f.zf.) insanoğluna ya-kışırcasına.

alemiyyet (a.i. alem'den) bir kelimenin has ismi olma vasfı.

âlemli (a.t.b.i.) halının bordur çerçevesi içinde yalnız bir tarafta bulunan mihraba benzer hattî şeklin üzerinde, çubuklara bağlı dörtgen motifleriyle birlikte heyet-i umûmiyesi.

âlem-nümâ (a.f.b.s.) dünyâyı gösteren.

âlem-penâh (a.f.b.i.) âlemin sığınacağı yer.

âlem-pesend (a.f.b.s.) herkesin beğendiği [yer, şey].

âlem-pîrâ (a.f.b.s.) âlemi süsleyen.

âlem-sûz (a.f.b.s.) cihanı yakan.

âlem-şümûl (a.f.b.s.) cihanı saran, (bkz: cihân-şümûl).

âlem-tâb (a.f.b.s.) dünyâyı parlatan, aydınlatan.

Âlemûn (a-i- âlem'in c.) dünyâlar, (bkz: âlemin, avalim).

alen (a.i.) aşikâr, meydanda olma. (bkz: alâniyet).

alenen (a.zf.) açıkça, açıktan açığa, göz önünde, (bkz: alâniyeten).

âleng (f.i.) 1. siper, istihkâm. 2. saldıran asker.

alenî (a.s.) açık, gizli olmayan.

aleniyye (a.s.) alenî, açık, göz önünde.

Müzâyede-i aleniyye açık artırma.

Müzâkere-i aleniyye açık müzâkere.

aleniyyet (a.i.) gözönünde olma.

ale-r-rağm (a.zf.) rağmen.

ale-r-re'si ve-l-ayn (a. zf.) "baş ve göz üstüne" başüstüne, peki.

ale-s-sabah (a.zf.) sabahleyin, erkenden.

ale-s-seher (a.zf.) seherleyin, seher vakti, gün doğmadan evvel.

ale-s-seviyye (a.zf.) 1. müsavat üzere. 2. bir boyda.

âlet (a.i.c. âlât) 1. vâsıta. 2. avadanlık, (bkz: edevat). 3. makine, aygıt.

âlet-i musavvat fız. mikrofon.

âlet-i tecfîf kurutaç, fr. dessiccateur.

ale-t-tafsîl (a.zf.) mufassal olarak, uzun uzadıya.

ale-t-tahkik (a.zf.) muhakkak surette, besbelli, (bkz. muhakkak).

ale-t-tevâlî (a.zf.) arası kesilmeksizin, arka arkaya, birbiri ardınca.

ale-t-tahmîn (a.zf.) aşağı yukarı, kararlamadan.

ale-t-tahsis (a.zf.)hususî olarak, hele, en çok.

ale-t-tertîb (a.zf.) sırasıyla, bir düzen üzere.

alevgîr (t.f.b.s.) alevlenmiş.

alev-hîz (t.f.b.s.) alevlenen, parlayan.

Alevî (a.i. s.) 1. Hazreti Ali'ye intisabı olan kimse. 2. kızılbaş.

alev-keş (t.f.b.s.) alevden fırlayan.

alev-rîz (t.f.b.s.) alevlenen.

aley (a.c.) âlâ edatının zamirle birleştiği zamanki şekli.

aleyh (a.i.) karşı, karşıt.

aleyhâ (a.e.) onun üzerine olsun.

aleyh-dâr (a.f.b.s.) karşı, zıt.

aleyhi (a.e.) onun üzerine.

aleyh-il-la'ne (a.c.) "lanet onun üzerine olsun!" mânâsında şeytandan bahs edilirken kullanılan bir söz.

aleyhim, aleyhimâ (a.c.) aleyh kelimesinin cemi ve tesniye şekilleri.

aleyh-is-selâm (a.c.) "ona selâm olsun!" mânâsında peygamberin adı anılırken kullanılan bir söz.

aleyke (a.e.) senin üzerine.

Aleyküm (a.e.) sizin üzerinize.

aleynâ (a.e.) bizim üzerimize olsun.

âlgûn (f-s.) al renginde, koyu ve parlak pembe.

âlgune ("gu" uzun okunur, f.i.) 1. allık, kadınların yüzlerine sürdükleri pembe düzgün. 2. i. serap, pusarık.

âlî, âliye (a.s. ulüvv'den) 1. yüce, ulu. 2. i. [birincisi] erkek, [ikincisi] kadın adı.

alî (a.h.i.) Ebû tâlib'ih oğlu ve Peygamberimizin damadı ve amcazadesi, dördüncü halîfe.

âlî, âliye (a.s. âlet'den) 1. âlete mensup, âletle ilgili. 2. yemin edici, eden.

âlî-baht (a.f.b.s.) bahtı yüksek, çok talihli.

âlî-câh (a.f.b.s.) yüksek rütbeli.

âlî-cenâb (a.f.b.s.) 1. cömert. 2. şerefli, haysiyetli kimse.

âlî-cenâb-âne (a.f.b.zf.) (bkz: civân-merd-âne).

alîf (a.i.) yem torbası.

âlî-fıtrat (a.b.s.) yüksek yara dılışta olan.

âlî-güher (a.f.b.s.) mayası yüce olan.

âlih (a.i.c. âlihât) tapınılan şey, mabut.

âlihât (a.i. âlih'in c.) tapınılan şeyler, mabutlar.

âlih (a.s.) hafif mizaçlı.

âlihe (a.i. ilâh'ın c.) ilâhlar, tanrılar.

âlî-himmet (a.b.s.) himmeti yüksek olan.

alîk (a.i.) hayvana bir defada verilen yem.

alîk-üd-devâb yem torbası.

âlî kadr (a.b.s.) 1. yüksek kıymette olan, çok kıymetli, çok takdir edilen, çok saygıdeğer. 2 . meşhur bir çeşit lâle.

alîl (a.s. illet'den) l, kör. (bkz: a'mâ). 2. sakat. 3. hasta.

âlim (a.s. ilm'den. c. ulemâ') çok okumuş, bilgin.

âlim-ül-gayb (a.it.) Allah.

âlim-ül-gayb ve-ş-şahâde görüleni görülmeyeni bilen, Tanrı.

âlim-ül-guyûb (a.it.) Allah. (bkz. râzık-ül-verâ).

âlim (a.s.) elemli, kederli, ıztırap çeken.

alîm (a.s. ilm'den) çok bilen. [Allah'ın sıfatlanndandır, "bilgisi ezelî ve ebedî olan" demektir].

âlî-makam (a.b.s.) makamı yüksek.

alimallah (a.b.zf.) Allah bilir ki.

âlimân (a.i. âlim'in c.) âlimler, bilginler.

âlim-âne (a.f.zf.) âlime yakışacak surette.

âlî-mekân (a.b.s.) yeri, derecesi yüksek olan.

alîn (a.s.) alenî.

âlî-şân (a.b.s.) 1. şan ve şerefi büyük olan. 2. meşhur bir çeşit lâle.

âlî tebâr (a.f.b.s.) soyu yüksek ve temiz olan.

Âliye (a.i.) bir şeyin en yukarısı, tepesi.

Mekâtib-i âliye yüksek mektepler, okullar.

Tedrisât-ı âliye yüksek öğretim. 2. Halvetî tarikatı şubelerinden birinin adı. [kurucusu Ahmed ibni Alî-yül Harîrî-yül-Alî-yüd Dımışkıy-yül Şâfıî-yül-Halvetî'dir.].

aliyy (a.s.) yüksek, büyük, necip, meşhur, ünlü.

âliyye (a.s.) âlete mensup.

Ulûm-ı âliyye teknik bilgiler.

aliyy-ül-a'lâ (a.zf.) en iyi, en a'lâ.

âlîz (f.i.) kıç atma, çifte. [Farsça "âlîzîden" mastarından].

âlîzende (f.s.) çifteli [at].

alkam (a.i.) acı hıyar.

alkame (a.i.) 1. acılık, acı tat. 2. acı hıyar.

Allah (a.i.) Tanrı. (bkz. Rabb, Halik, Hûda).

Allah-Muhammed-Alî Bektaşi tarikatına mahsus bir deyim. [Hrisriyanlann "Peder-oğul-Ruhullah" telâkkilerine uygun bir teslistir].

Allah-Eyvallah [bektâşilerce]. 1) tasdik işareti; 2) yemin.

Allah-Kerim Yeri Eski Türk kahvelerinde fakirlerin para vermeden oturup yattıkları yer ve sayvan,

Allahü a'lem bi-s-savâb Allah doğrusunu daha iyi bilir.

Allahü ekber Tanrı uluların ulusudur.

Allâhân (a.f.i.c.) Allah adamları, ermişler.

Allâhî (a.i.c. Allâhiyân) Allah adamı, veliyy-ullah).

Allâhiyân (a-i- Allâhî'nin c.) Allâhîler, Allah adamları, veliyy-ullahlar.

allak (o. s.) 1. sözünde durmaz, dönek. 2. kendisine güvenilmesi caiz olmayan [kimse].

allâk (a.i.) sakızcı.

allâm, allame (a.s. ilm'den) çok bilgin. [Allâm, Allah'ın sıfatıdır].

Allâme-i küll her şeyin sırrına vâkıf olan.

allâm-ül-guyûb görünmeyen şeyleri bilen, Allah.

âlû (f.i.) 1. erik, şeftâlû [şefteâlû] kayısı eriği, tüylü erik, şeftali.

Zerd-âlû [canerik] zerdali.

âlû-yi Buhârâ 1. Türkistan eriği. 2. tuğla fırını.

âlû-bâlû (f.i.) vişne, [konuşmada kısaltılarak "âlbâlû" denilir].

âlûd, âlûde (f.s.c. âlûde-gân) bulaşmış, bulaşık.

âlûde-dâmân, âlûde-dâmen (f.b.s.) eteği bulaşık, iffetsiz [kadın].

âlûde-dâmânî, âlûde-dâmenî (f.b.i.) günahkârlık.

âlûde-gân (f.b.s. âlûde'nin c.) 1. bulaşmışlar, bulaşıklar. 2. suçlular.

âlûde-gî (f.i.) 1. bulaşıklık. 2. s. garkolmuş, dalmış.

alûfe (a.i. ulüfün c.) hayvan yemi ["ulufe" olarak da kullanılır], (bkz. ulufe).

âlû-gürde (f.i.) can eriği.

âlûs (f.i.) naz veya kırgınlıktan dolayı göz ucu ile bakma.

âlûsî (f.s.) nazlanarak göz ucu ile bakan.

âlüfte (f.s.c. âlufte-gân) 1. alışık, ahşkan. 2. iffetsiz, namussuz kadın, fahişe, (bkz: aşüfte).

âlüfte-gân (f.b.i. âlüfte'nin c.) namussuz kadınlar.

âlüğde (f.s.) şiddetle saldıran, saldırıcı.

âl-ül-âl (a.zf.) en yüce, en üstün, yücelerin yücesi.

alyâ (a.i.) 1. yüksek yer, yükseklik. 2. gök.

âm (a.i.c. a'vâm) sene, yıl.

âm-ı kâbil, âm-ı mukabil gelecek sene, önümüzdeki yıl.

âm-ül-fîl (a.b.i.) fil yılı.

a'mâ (a.s.) 1. kör. 2. meç. câhil.

amâ (a.i.) 1. körlük, görmezlik; manevî körlük, bilgisizlik. 2. yağmur bulutlan.

âmâc (f.i.) 1. nişan tahtası, hedef. 2. saban demiri, (bkz: âhen-i cüft, âhen-i gâv).

âmâc-gâh, âmâc-geh (f. b.i.) nişan yeri, nişan atılacak yer.

âmâde (f.s.) hazır, hazırlanmış.

âmâde-gî (f.i.) âmâdelik, hazırlık.

âmâh (f.i.) kabarcık, şiş (bkz: âmâs).

amâim (a.i. imâme'nin c.) sarıklar, başa sarılan şeyler, baş zırhlan.

amâir, amâyir (a.i. imâret'in c.) 1. ma'mûreler, bayındırlıklar. 2. (bkz: imaret).

amâir-i hayriyye hayır müesseseleri.

âmâk (a.i. maak ve mauk'un c.) göz pınarları.

a'mâk (a.i. umk'un c.) derinlikler.

a'mâk-ı zemîn yer derinlikleri.

amâkat (a.i.) derinlik, (bkz: umk).

a'mâl (a.i. amel'in c.) işler.

a'mâl-i erbaa mat. dört işlem, [toplama, çıkarma, çarpma, bölme].

a'mâl-i hasene güzel işler.

a'mâl-i mürekkebe mat. karışık işlem,fr. operation composee.

a'mâl-ül-ma'den metalürji.

a'mâl-i şakka eziyetli, ıstıraplı, zahmetli işler.

âmâl (a.i. emel'in c.) ummalar, ümitler, dilekler, istekler.

âmâl-i kavm kavmin emelleri.

âmâl-i ma'sûmâne ma'sumcasına emeller.

Amalika (a.h.i.) çok eskiden Sînâ yarımadası bölgesinde yaşadığı sanılan ve gariplikleriyle şöhret bulan bir kavim.

a'mâm (a.i. amm'ın c.) amcalar.

amân, emân (a.i.) 1. eminlik, korkusuzluk. 2. bağış, bağışlama.

amân-nâme (a.f.b.i.) bir kimseye iltimas yapılması için bir başkasına hitaben yazılan yazı.

a'mâr (a.i. ömr'ün c.) 1. yaşanılan müddetler, yaşayışlar, hayatlar. 2 hakkıyla ve iyi yaşamalar. 3. yaşlar, sinler. 4. hoşa gidecek tuhaf, garip şeyler,

âmâr, âmâre (f.i.) 1. hesap, fr. mathematique. 2. inceleme. 3. karında su birikme hastalığı.

âmâre-gîr (f.b.i.) muhasebeci, say man.

amâs (f.i.) ' insan vücûdunda hâsıl olan şiş ve kabarcık, (bkz. âmâh). –

-âmây (f.s.) dolduran, süsleyen.

a'mâ-yı elvân psik. renk körlüğü, akromatopsi.

a'mâ-ül-eşkâl psik. işlev yitimi, edi yitimi, apraksi.

amd (a.i.) kast, niyet, karar.

amden (a.zf.) isteyerek ve bilerek, (bkz: kasden).

âme (f.i.) divit, yazı hokkası.

âmed (f.i.) gelme, geliş.

âmed ü reft 1. geliş-gidiş. 2. geldi-gitti. (bkz: şüd).

âmed ü şüd geliş-gidiş; varıp-gelme; geldi -gitti.

âmedci (f.j-I (f.t.i.) [eskiden] bakanlar kurulu başkâtibi.

âmede-gû (f.b.s.) düşünmeden güzel söz söyleyen kimse, hazırcevap [kimse].

âmeden-gâh (f.b.i.) herkesin girebildiği umûmî yer.

âmedenî (f.s.) 1. gelen. 2. bir işi yapan, meydana getiren.

âmeden-i laklak leyleklerin gelmesi.

âmedî (f.i.) 1. geliş. 2. (bkz: âmedci).

âmediyye (f.i.) gümrük vergisi, [yapma kelimedir].

âmed-şüd (f.b.i.) (bkz: âmed ü şüd).

amel (a.i.) 1. iş. 2. niyet, (bkz: fiil). 3. sürgün, içsürmesi.

amel-dâr (a.f.b.s.) vergi tahsildarı.

amele (a.i. âmil'in c.) işçi, ırgat.

amelehu (a.cü.) bir sanat eserinde sanatkârın imzasından önce yazılan "tarafından yapıldı" mânâsında bir söz.

amelen (a.zf.) fiilen, işleyerek, çalışarak.

amelî (a.s.) işleme suretiyle, pratik,

amel-i cüz'î kim. elemansal iş, fr. travail elementaire.

ameliyyât (a.i.) 1. işleyerek yapılan şeyler, tecrübeler. 2. bir doktorun hastanın bir yerini kesip tedâvî etmesi, operasyon.

ameliyyât-hâne (a.f.b.i.) hastaların ameliyat yapıldığı yer.

ameliyye (a.s.). (bkz. amelî).

amel-mânde (a.f.b.s.) iş yapmaktan kalmış, iş göremez durumda olan.

amel-nâme (a.f.b.s.) yetki belgesi, berat.

amel-nüvîs (a.f.b.i.) işyazar, fr. ergographe.

âmen (a.s.) çok veya en emin, güvenilir.

âmennâ (a.zf.) inandık, diyecek yok.

âmennâ ve saddaknâ inandık ve tasdik ettik.

âmentü (a.cü.) Kur'an'da, islâm dîni inanışlarını anlatan ve "Âmentü billahi ve me-lâiketihî ve kütübihî ve resulihî..." diye geçen bir âyetin başında bulunarak Müslümanlık kurallarının remzi olup "inandık, diyecek yok!" anlamına gelir, (bkz: âmenna).

a'mer (a.s.) uzun ömürlü, pek yaşlı.

ameş gözü zayıf olma, zayıf gözlülük.

Âmî (a.s.) 1.senevî, yılda, yıllık. 2. (bkz : amiyy).

amîd (a.s.) 1. çok hasta. 2. aşk hastası. 3. başlıca nokta. 4. önder, şef; komutan.

Âmid (a.h.i.) Diyarbakır'ın eski adı.

a'mide (a.i. amûd'un c.) direkler, sütunlar, kolonlar.

âmîg, âmîge (f.s.) 1. hakikat. 2. karışık, katkılı. 3. meç. çiftleşme.

âmîgî (f.s.) hakikî [mecazî karşılığı].

âmih (a.s.) şaşkın, şaşakalmış, [müen. âmihe].

âmîhte (f.s.) karışmış, karışık olan.

âmîhte-gî (f.i.) karışmış olma.

âmîje (f.s.) 1. karışık, karışmış, mahlut, (bkz: âmîze). 2. i. şâir.

amîk (a.s.umk'dan) derin.

Bahr-i amîk derin deniz.

Fikr-i amîk derin düşünce.

âmil (a.s.) emeli olan, isteyen.

âmil (a.s. amel'den. c. amele, avâmil). 1. sebep. 2. işleyen. 3. i. vergi tahsiline me'mur kimse; mütesellim; mütevelli. 4.i.tar. vâlî.

âmile (a.i. amel'den. c. avâmil) bacak, ayak.

âmiletân iki bacak, iki ayak.

amîm (a.s. umûm'dan) umûma ait, umûmî, genel, yaygın.

amîm-ül-ihsân ihsanı, bahşişi, bağışı umûmî olan.

âmîn (a.n.) öyle olsun, yâ Rab duamızı kabul eyle!

âmin alayı [eskiden] çocuğun ilk mektebe başladığı gün yapılan tören.

âmin (a.s. emn'den) gönlü emin, kalbinde korku olmayan.

Âmine (a.h.i.) Hz. Muhammed'in annesi.

âminen (a.zf. emn'den) sağlıkla, esenlikle, emin olarak, korkusuzca, (bkz: salimen).

âmîn-hân (a.f.b.s.c. âmîn-hâ-nân). âmin diyen, âminci.

âmîn-hânân (a.f.b.s. âmin-hân'ın c.) âminciler, âmin diyenler.

amir (a.s.) 1. bayırdır. 2. resmî.

âmir (a.s. umrân'dan) 1. mâmur eden, şenlendiren, (bkz: ammâr). 2. îmâr olunmuş. 3. devlete ait. [müen. "âmire"].

âmir (a.s. emr'den c. ümerâ) 1. emreden, buyuran. 2. bir memurun vazife bakımından büyüğü. 3. huk. bir kimseyi öldürmek veya bir uzvunu kesmek ve sakatlamak tehdidiyle bir fiili yapmaya veya yapmamaya zorlayan ve bu tehdîdi yapmaya muktedir olan kimse.

âmir-i mücbir bir kimseye bir işi yapmaya veya yapmamaya zorlayan kimse.

âmir-i i'tâ eko. Devlet hizmetlerine ait mas-rafl'ann muvakkaten veya daimî olarak yapılmasını temin etmek üzere muhasiplere yazılı olarak izin ve emir veren şahıs.

âmir-âne (a.f.zf.) âmircesine, âmir olana yakışacak surette, emrederek.

âmiriyyet (a.i.) amirlik, buyuruculuk.

âmirziş (f.s.) 1. tanrı bağışı. 2. affetme, bağışlama, (bkz: âmürziş).

âmirz-kâr (f.b.i.) 1. affeden, Tanrı. 2. s. affeden, bağışlayan.

âmiyâne (a.f.zf.) adîce, bayağı.

âmiyy (a.s.) avama mahsus, avamca.

amiyyâ (a.zf.) görmeyerek, düşünmeyerek.

-âmîz (f.s.) ...le karışık, ...yi içine alan.

âmîze (f.s.) karışık, karışmış, mahlut, (bkz: âmîje').

âmîze-mu[y] (f.b.s.) saçı sakalı kırlaşmış adam.

âmîze-mûyî (f.b.i.) kır saçlı, kır sakallı olma.

âmîz-gâr (f.s.) yaraşan, uygun.

âmîziş (f.i.) geçiniş, uysallık, (bkz: imtizaç).

amm (a.i.c. ammât) amca.

âmm (a.s. umûm'dan) umûmî, genel, herkese ait. [bkz. ammî, şâmil].

ammâ (a.e.) 1. ama, fakat, lâkin, ancak; şu kadar ki, o kadar ki, öyle ki. 2. çokluk bildirir Amma yaptın ha. Amma sıkıntı çektik ha.

ammâ ba'dü (a.zf.) bundan sonra, gelelim maksadımıza.

ammâl (a.i.c.) 1. yapıcılar. 2. devlet idare adamları.

ammâr (a.s.) mamureden, bayındırlaştıran. (bkz: âmir).

ammât (a.i. amın'ın c.) amcalar.

âmme, ammete (a.i.) hala.

âmme (a.s.) umûma mahsus olan.

âmmeten (a.zf.) umûmi, genel olarak.

âmmî (a.s.). (bkz: âmm).

Ammûriyye (a.i.) Ankara şehri.

amû (a.i.) amca. (bkz: âmm).

amûd (a.i.) 1. direk, sütün.

amûd-i fekarî bel kemiği. 2. yukarıdan aşağı dik inen çizgi, *dikey.

amûd-i nûrânî nurdan sütün.

âmûde (f.i.) dizilmiş, dizi.

amûden (a.zf.) dik olarak, boyuna.

amûdî (a.s.) yukarıdan aşağı, dikey olarak, (bkz. kaimen).

âmûg (f.i.) l- vakar. 2. s. uzun boylu [adam].

âmûhte (f.s.) okumuş, öğrenmiş.

âmûhte-gân (f.b.i.) öğretmenler.

âmûhte-gân-ı ezel nebîler ve velîler.

amûl (a.i. amel'den) 1. işçi; iyi, kalifiye işçi. 2. çok çalışan, çalışkan.

âmûsnî (f.i.) bir erkeğin nikâhında bulunan bir kaç kadından herbiri, ortak, kuma.

âmût (f.i.) yalçın kayalarda ve yüksek yerlerde bulunan kuş yuvası.

-âmûz (f.s.) bilen, öğrenmiş; öğreten.

Edeb-âmûz edep öğreten.

âmûzende (f.i.) 1. öğrenci. 2. öğretmen.

âmûz-gâr (f.b.s.) öğretici, öğretmen, muallim.

âmûz-gârî (f.b.i.) öğreticilik, öğretmenlik, muallimlik.

âmûzî (f.i.) hocalık, öğretmenlik mesleği.

âmûziş (f.i.) 1. öğrenme. 2. öğretme, öğretim.

âmürg (f.i.) 1. fayda, menfaat. 2. kader, kıymet. 3. zahire, meyva. 4. bir miktar, az bir pay. 5. asıl, hülâsa.

âmürz, âmürzâ (f.s.) affeden, bağışlayan, (bkz: afi, afüvv.)

âmürzende (f.i.) affeden, bağışlayan.

âmürz-gâr (f.b.s.) affeden, günâhları affeden Tann.

âmürziş (f.i.) affeden, (bkz: afi, âmirziş).

amyâ (a.zf) görmeyerek, düşünmeyerek

ımyâ (a.zf) görmeyerek, düşünmeyerek

ımiyyâ, ammeyyâ, ummiyyâ (a.zf) görmeyerek, düşünmeyerek.

Ammiyâ (a.zf) görmeyerek, düşünmeyerek

an (a.e.) -dan ve -den.

an-asl aslından.

an-cehlin bilmeyerek, bilmezlikle.

anh ondan (müzekker).


Yüklə 17,16 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   189




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin