Âb (f i. su. (bkz: mâ')



Yüklə 17,16 Mb.
səhifə143/189
tarix21.10.2017
ölçüsü17,16 Mb.
#8652
1   ...   139   140   141   142   143   144   145   146   ...   189

saf (a.i.). (bkz. saff).

sâf, sâfî (a.s. safa, safvet'den) 1. temiz, hâlis, katkısız, karışık olmayan. 2. bön, kolay aldatılabilen, kurnazlığa aklı ermeyen. [müen. "sâfıyye"].

Safâ' (a.i.) l. saflık, berraklık, (bkz: safvet). 2. gönül şenliği, kedersizlik, neş'e, zevk, eğlence.

ehl-i safâ safa adamı, keyif adamı. 3. müz. Türk müziğinin en az iki asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış nümunesi yoktur.

safâ-yı hâtır gönül rahatlığı, gönül huzuru.

safâ-yı bâtın iç saflığı; ruhun kedersizliği.

safâ-yı gülşen gülşen safâsı; gül bahçesi eğlencesi.

safâ-yı hilkat yaradılışın zevki. 4. erkek adı.

Safa (a.h.i.) Mekke civarında bir yer olup hacılar, burası ile Merve denilen yer arasında Hz. Hacer'in gidiş geliş hareketini remzederek dört defa gidip üç defa gelirler.

safâ-bahş (a.f.b.s.) safa veren, eğlendiren, rahatlandıran.

safâ-cû (a.f.b.s.c. safâ-cûyân) rahat, eğlence arayan.

safâ-cûyân (a.f.b.s. safâ-cû'nun c.) rahat, eğlence arayanlar.

safahât (a.i. safha'nın c.) 1. safhalar. 2. Mehmet Akif in meşhur eserinin adı [7 kitaptan ibarettir].

safâih (a.i. safîha'nin c.) düz yassı şeyler; madenî levhalar.

safâ-perver (a.f.b.s.) safâlı, safa veren, iç açan.

saf-ârâ (a.s.). (bkz. saff-ârâ).

safarî (a.i. sefer'den) 1. Afrika'da, siyahların bulundukları yerlerde kafile hâlinde yapılan vahşî hayvan avı. 2. sefer kafilesi.

safat (a.i.). (bkz. sefat).

safâ-yâb (a.f.b.s.) safâlanmış, safa bulmuş.

safâyih (a.i. safıha'nın c.) (bkz: safâih).

saf-beste (a.s.). (bkz. saff-beste).

saf-der (a.f.b.s.). (bkz: saff-der).

saf-derân (a.s.). (bkz: saff-derân).

saf-derâne (a.zf.). bkz : (saff-derâne).

saf-derî (a.s.). (bkz. saff-derî).

sâf-derûn (a.f.b.s.c. sâf-derûnân) bön, kalbi temiz, içi saf, kolay aldatılabilen.

sâf-derûnân (a.f.b.s. c. sâf-derûn'un c.) bönler, kalbi temiz, içi saf olanlar.

sâf-derûnâne (a.f.zf.) bönlükle, saflıkla, (bkz: sâf-dilâne).

sâf-dil (a.f.b.s.) kolay aldatılan, saf, bön. (bkz: sâf-derûn).

sâf-dilâne (a.f.zf.) yürek saflığıyla, bönlükle, (bkz: sâf-derûnâne).

sa'fe (a.i.) hek. kel.

safer (a.i.c. esfâr). (bkz: sefer).

saferân (a.i.c.) muharrem ve sefer ayları, (bkz: seferân).

Safevî (a.s.c. safeviyyân) Safî adındaki kimsenin soyundan olan; Fars hükümdarı şah İsmail'in soyu.

Safeviyyân (a.s. safevî'nin c.) safevîler.

Safeviyye (a.h.i.) tas. Safiyüddîn-i Erdebîlî tarafından kurulmuş olan tarikatın adı. [kurucusuna nispetle "Erdebîliyye" de denilir].

saff (a.i.c. sufûf) 1. dizi, sıra; camide cemâatin sırası.

saff-ı düşmenân düşmanların safı. 2. bir sıraya dizilmiş asker.

saff-ı harb ask. savaş hattını meydana getiren asker dizisi.

saff-ı niâl ayakkabıların dizildiği sıra, papuçluk; meclisin en aşağı yeri.

saff-ı sipâh asker safı, dizisi.

saff-ârâ (a.f.b.s.) sırayı, asker saflarını süsleyen.

saff-beste (a.f.b.s.) saf bağlamış, sıra sıra dizilmiş.

saff-der (a.f.b.i.c. saff-derân) 1. düşman saflarını yaran yiğit, (bkz: saff-zen). 2. i. erkek adı.

saff-der-i yegâne biricik, eşsiz kahraman.

saff-derân (a.f.b.i. saff-der'in c.) düşman saflarını yırtan yiğitler.

saff-derâne (a.f.zf.) yiğitcesine.

saff-derî (a.f.b.s.) 1. saf-der'e, düşman saflarını yırtan kimseye ait, bununla ilgili. 2. i. yiğitlik, kahramanlık.

saffet (a.i.). (bkz. safvet).

saffeyn (a.i.c.) 1. iki sıra. 2. savaşta karşılaşılan iki taraf.

saff saff (a.zf.) sıra sıra, dizi dizi.

saff-şikâf (a.f.b.s.) düşman saflarını yaran, bozan [yiğit].

saff-şiken (a.f.b.s.c. saff-şikenân). (bkz: saff-şikâf).

saff-şikenân (a.f.b.s. saff-şiken'in c.) düşman saflarını yırtan yiğitler.

saff-zen (a.f.b.s.) düşman saflarını vuran, yaran yiğit, (bkz: saff-der).

safh (a.i.) 1. yüz çevirme. 2. affetme, suç bağışlama, (bkz: afv).

safha (a.i.c. safahât) 1. bir şeyin düz yüzü. 2. bir cismin görünen tarafları. 3. yazılmış veya yazılabilir sahife. 4. ince, yassı ve geniş cisim, levha; yufka. 5. bir hâdisede bir biri ardınca görülen hallerin her biri.

safî, sâfiyye (a.s. safvet ve safâ'dan) 1. duru, temiz, katıksız; bir şeyle karışık olmayan, katkısız. 2. samîmî, saf. 3. net. [sayı için]. 4. zf. sadece, yalnız.

safîh (a.i.) 1. gökyüzü. 2. yassı, düz olan şey.

safîha (a.i.c. safâih) 1. düz, yassı yüz. 2. madenî levha. 3. fiz. plaka.

safîhî, safîhiyye (a.s.) yufka gibi, ince, yassı ve geniş bir biçimde olan.

safîhiyy-ül-minkar zool. süzgeçgagalılar, fr. lamellirostres.

sâfil (a.s.) aşağı, alçak.

merd-i sâfil alçak adam.

taraf-ı sâfil aşağı taraf.

sâfil (a.s.) çökelek, tortu. (bkz: rüsûb, dürdî).

sâfile (a.i.) dip, alt, bir şeyin aşağısı, altı, alt tarafı.

sâfiliyyet (a.i.) aşağılık, alçaklık.

sâfin (a.i.c. sâfinât) 1. cins at, soy at. 2. anat. iç aşık kemiğinden topuğa kadar giden büyük damar.

sâfinât (a.i. sâfin'in c.) cins, soy atlar.

sâfir, sâfire (a.s. sefer'den c. süffâr) 1. yola çıkmaya hazır, yolcu.

Asâkir-i sâfire sefere hazır askerler. 2. i. yazıcı, kâtip.

safîr, safîre (a.i.) 1. ıslık. 2. ince, güzel ses. 3. leng. ıslığımsı [ses].

hurûf-ı safîre ıslık harfleri "i, ş" gibi. fr. sifflant. 4. gök yakut.

safîr-endâz (a.f.b.s.) avazı çıktığı kadar bağıran, haykıran.

safîri, safîriyye (a.s.) ıslığımsı [soluk].

harâhir-i safîriyye hek. ciğer hastalarında, nefes alırken duyulan ıslığımsı hırıltılar.

sâfiyâne (a.f.b.zf.) 1. safça, bönce. 2. çok temiz, çok saf olarak.

safiyy (a.s.) temiz, pak, saf, arı.

safiyy-üd-dîn (dîni temiz, dîni pak) erkek adı.

safiyy-ül-kalb kalbi temiz.

safiyy-ullah Hz. Âdem.

safiyye (a.s.) ["safiyy" in müen.]. (bkz: safiyy).

sâfiyyet (a.i.) 1. saflık. 2. bönlük.

safka (a.i.) 1. bir satış sırasında satıcı ile müşterinin tokalaşarak hayrını gör demeleri. 2. yapılan satış.

safka-i vâhide bir pazarlık sonunda karar verildi diye satıcı ile alıcının el sıkışması.

safrâ (a.i.) hek. 1. öd. 2. [eskilerin] "ahlât-ı erbaa" dedikleri şeylerden biri olup

esası, öddeki yeşilimsi sarı mayi (sıvı) dır. 3. s. sarı. 4. safra.

safrâvî (a.s.) 1. hek. safraya, öde mensup, öd ile ilgili. 2. safra'ya ait. 3. atik, hırçın, zayıf ve esmer olanların yaradılışına verilen bir sıfat [eski hekimlikte].

saf-sâf (a.i.) bot. söğüt ağacı. lât. salix. (bkz. bîd).

saf-saf (a.zf.). (bkz. saff-saff).

safsâfîn (a.i.) hek. söğüt ağacının hazım güçlüğüne karşı kullanılan te'sirli bir cevheri.

safsâfiyye (a.i.) bot. söğütgiller, fr. salicinees.

safsâfiyyet (a.i.) hek. salisilat.

safsata (a.i.) 1. görünüşte doğru gibi göründüğü halde gerçekte yanlış olan kıyas, tasım. 2. fels. Bilgicilik. fr. sophisme.

safsata-perdâz (a.f.b.s.) safsata kabilinden söz söyleyen [adam].

saf-şikâf (a.f.b.s.). (bkz: saff-şikâf).

saf-şiken (a.f.b.s.) bkz : (saff-şiken).

saf-şikenân (a.f.b.s.). (bkz. saff-şikenân).

safvet (a.i.) 1. saflık, hâlislik, temizlik, paklık, arılık. 2. erkek adı.

safvet-i vicdân vicdan saflığı.

safvet-ullah Hz. Muhammed.

saf-zen (a.i.). (bkz: saff-zen).

Sagaîr ("ga" uzun okunur. a.s. sagîre'nin c.) küçük günahlar.

sâgar (f.i.) 1. kadeh, içki bardağı. (bkz. nâcûd, piyâle). 2. tas. Allah'ın nuru ile dolan insan gönlü.

sâgar-ı gerdân dönen kadeh [elden ele-].

sâgar-ı keşîde çekilmiş, içilmiş kadeh.

sâgar-ı sahbâ şarap kadehi.

sagîr (a.s.c. sigar) 1. küçük, ufak. (bkz. hurd) 2. bülûğa ermemiş, erginlik çağına gelmemiş çocuk.

sagîr-i gayr-i mümeyyiz alıma, satıma aklı ermeyen, alışverişte aldanan çocuk.

sagîr-i mümeyyiz alıma satıma aklı eren, alışverişte aldanmayan çocuk.

sagîr ü kebîr küçük ve büyük.

sagîr-üs-sinn yaşı küçük. (bkz: hurd-sâl).

sagîre (a.s.c. sagair) 1. küçük. 2. [öldürme, zina, hırsızlık çeşidinden olmayan] küçük günah.

sagr (a.i.c. sugur) sınır, düşman ağzı olan yer.

sah (a.i. sahâ'nın c.). (bkz. sâhât).

sah (a.i.). (bkz: sahh).

Sahâ' (a.s.) cömertlik, elaçıklığı. (bkz: sahâvet, semâhat).

sâha (a.i.c. sah, sâhât) meydan, avlu, alan.

sâha-i mıknatısiyye fiz. magnetik alan.

sâha-i zuhûr görünme meydanı.

sahâbe (a.i. sâhib'in c.) 1. sahipler, sahip çıkanlar, tutanlar, (bkz: eshâb). 2. (bkz: sahâbî).

sahâbet (a.i.) 1. sahip çıkma. 2. koruma, arka olma, yardım etme.

sahâbet-kâr (a.f.b.s.) sahip çıkan, koruyan.

sahâbî (a.i.) Hz. Muhammed'i görmüş ve Kendilerinin sohbetlerinde bulunmuş olan mü'min kimse. [müen. "sahâbiyye" dir].

sahâbiyye (a.i.) Hz. Muhammed'i görmüş ve Kendilerinin sohbetinde bulunmuş olan kadın.

sahâfet (a.i.) 1. zayıflık; bozukluk. 2. hafiflik, akılsızlık.

sahâif (a.i. sahîfe'nin c.) sahifeler, yapraklar, (bkz: suhuf).

sahâif-i ikbâl bahtiyarlık sahifeleri.

sahâ-kâr (a.f.b.s.) cömert, eli açık. (bkz. sahî).

saham (a.i.) güneşde yanma [biri].

sahanân (a.s.) (bkz: sahnân, suhnân).

sahânet (a.i.) sıcaklık, kızgınlık. (bkz. suhûnet).

sahar (a.i. sahre'nin c.), (bkz. suhûr).

sahârâ (a.i. sahrâ'nın c.) sahralar, kırlar; çöller, (bkz: sahârî).

saharât (a.s. sahre'nin c.) (bkz: suhûr).

saharî (a.s.) kaya ile ilgili; kaya cinsinden.

sahârî (a.i. sahrâ'nın c.) sahralar, kırlar; çöller, (bkz: sahârâ; sahrâvât).

sâhât (a.i. sâha'nın c.) açık yerler, meydanlar, avlular, alanlar.

sahâvet (a.i.) 1. cömertlik, elaçıklığı. (bkz. sahâ, semâhat). 2. kadın adı.

sahâvet-kâr (a.f.b.s.) cömert, eliaçık. (bkz: cevâd, sahî).

sahâvet-kârâne (a.f.zf.) cömertlikle, cömertçesine.

sahb (a.s. sâhib'in c.) sahipler, yakın dostlar, (bkz: eshâb).

sahb (a.i.) gürültü, patırdı etme. (bkz: tevelvül).

sahbâ (a.i.) şarap, (bkz: bâde, hamr, mey), [asıl mânâsı ashab" ismi tafdîlinin müennesi olup "al, kızıl" mânâsına gelir].

sahh (a.fi. sıhhat'den) "doğrudur, yanlışsızdır" mânâsına resmî yazılara konulan bir işaret.

sahhâf (a.i. sahf’den) (eski) kitap alıp satan kimse, kitapçı.

sahhâka (a.i.) sevici kadın, (bkz: sahika2).

sâhıt (as.) kırgın, dargın.

sahî (a.s.) cömert, eliaçık. (bkz: fetâ2, sahâ-kâr).

sâhî (a.s. sehv'den) hatâ işleyen, yanılan.

sahib (a.s. ve i. sahb'den. c. eshâb) 1. sahip, (bkz: mâlik). 2. bir vasfı olan. (bkz: hâiz). 3. koruyan, (bkz: hâmî). 4. bir iş yapmış olan. (bkz: müellif, musannif)

sâhib-i arz devlet; devleti temsîl eden zat. [timar, zeamet ve has sahipleri].

sâhib-i asâ Hz. Musa

sâhib-i ayâr darphanede kesilen paraların ayar ve ölçülerini düzenleyen kimse.

sâhib-i beyân Hz. Muhammed.

sâhib-i cemâl güzel, yakışıklı [kimse].

Sâhib-i devlet talihli, şanslı [kimse], vali. tar. sadrazam (başbakan).

sâhib-i emel ihtisas sahibi, girişken [kimse].

sâhib-i firâş yatalak [kimse].

sâhib-i hâne ev sahibi, (bkz: sâhib-ül-beyt).

sâhib-i hayrât hayırlı işler yapmış olan kimse [cami gibi, çeşme gibi].

sâhib-i hurûc 1) islâm dinine göre dünyayı, düzene sokmak için günün birinde ortaya çıkacak olan kimse; 2) tar. hükümdarlara isyan eden kimse.

sâhib-i hût (balık adamı) Yunus Peygamber.

sâhib-i iktidâr bir işi başarmaya gücü yeten, (bkz. muktedir).

sâhib-i imtiyâz imtiyaz sahibi, kendisine ayrıcalık tanınmış olan [kimse].

sâhib-i kadîb (kılıç sahibi) Hz. Muhammed.

sâhib-i kâinat Hz. Allah.

sâhib-i mâide "sofra sahibi" huk. [eskiden] evinde yemek pişirip ehil ve ıyâline yediren kimse, [sâhib-i mâide olmak için, nafakası üzerine vacip olmayanları beslemek şart değildir].

sâhib-i menzil eskiden ok atışlarında birincilik alarak, oku düşürdüğü yere kendi adına kitabe diktiren atıcı.

sâhib-i nâmûs 1) kanun yapıcısı; 2) namuslu; 3) Hz. Muhammed.

sâhib-i re'y 1) düşüncesi kabul olunan, öğütü tutulan [kimse]; 2) vezir.

sâhib-i rüşd 1) rüştünü ispat etmiş olan [kimse]; 2) gerçek dindar.

sâhib-i Sıffîn Sıffın savaşının ulu kişisi, mec. Hz. Ali.

sâhib-i sikke ve hutbe kendi adına sikke (para) basan ve camilerde namına hutbe okutan hükümdar.

sâhib-i tabîat iyi tabiatlı, yaradılışı iyi.

sâhib-i tasnîf eser sahibi.

sâhib-i Yâsin Yasin okutularak kendisine çağrıda bulunulan kimse; Hz. Muhammed.

sâhib-i yed-i beyzâ (beyaz elin sahibi) Hz. Musa; mucizeler yaratan kimse.

sâhib-i zemân zamanın kuvvetli, kudretli büyük adamı.

sâhib-ül-beyt ev sahibi, (bkz: sâhib-i hâne).

sâhib-ül-mekasım huk. [eskiden] ganîmet mallarını mücâhitler arasında tâyin ve tevzîa me'mur olan kimse.

sâhib-üs-selem selemde para veren müşteri.

sâhibât (a.i. sâhibe'nin c.) sahibeler, kadın sahipler.

sâhib-dil (a.f.b.s.) 1. cesur. 2. kutsal (kimse). 3. dindar.

sâhibe (a.i.c. sâhibât) 1. sâhib'in müennesi.

sâhibe-i cemâl güzelliği olan kadın.

sâhibet-ül-beyt ev sahibesi, kadın ev sahibi. 2. kadın adı.

sâhib-fırâş (a.f.b.s.) yatağa düşmüş, hasta.

sâhib-hurûc (a.f.b.s.) ayaklanarak idareyi ele geçirmiş [kimse]; ayaklanmış, âsî.

sâhib-kemâl (a.b.s.) kemal sahibi, olgun [kimse].

sâhib-kırân (a.f.b.i.) 1. her zaman başarı, üstünlük kazanan hükümdar. 2. meşhur bir çeşit lâle.

sâhib-nazar (a.b.s.) tecrübesi, görüşü, düşüncesi kuvvetli olan.

sâhib-saâde (a.b.s.) saadet sahibi.

sâhib-vücûd (a.b.s.) mevki sahibi, varlığı sayılır, sözü geçer [kimse].

sâhib-zuhûr (a.b.s.) ayaklanan, baş kaldıran, başa geçen.

sahîf (a. s. sahâfet'den) 1. zayıf, hafif. 2. gevşek, boş. 3. seyrek dokunmuş bez.

sahîfe (a.s. sahâfet'den) ["sahîf" in müen.]. (bkz: sahîf).

sahîfe (a. i. sahfdan. c. sahâif, suhuf) l . üzerine yazı yazılan veya basılan bir kâğıt yaprağının iki yüzünden her biri; kâğıt yaprağı.

sahîfe-i hâliyye boş sahife.

sahîfe-i mütelemmis birine, bir yere götürmesi için verilen ve içinde götürenin kendi ölüm emri bulunan mühürlü mektup. 2. kendinden öncekilere veya sonrakilere kıyaslanarak düşünülen olay veya an.

sahîh, sahîha (a.s. sihhat'den. c. sihâh) 1. gerçek, doğru. 2. hâlis, kusursuz, ayıpsız.

efkâr-ı sahîha gerçek fikirler, doğru düşünceler. 3. ed. lafzî ve manevî nakîselerden ârî üslûp. 4. a. gr. kelimenin ana harfleri (hurûf-ı asliye). 1) hemze (başta "elif, orta veya sonda hamze) den; 2) tazîf (iki aynî harf yanyana geldiği zaman yalnız biri yazılıp üzeri şeddelenmek) den; 3) harf-i illet (değişmeyi kabul eden "ve", "ye" ile bunlardan kalbolunan "elif) den salim bulunursa kelime sahihtir. Meselâ şerk, şâkir "şükr", ma'kul "akl", efdal "fazl", mezâhib "mezheb"… gibi.

sahîhan (a.zf.) gerçekten, (bkz: cidden, hakîkaten).

sahîk (a.s.) 1. uzak. (bkz: baîd). 2. çok karışık anlaşılmaz söz.

sâhik (a.s.) ezip döğen.

sâhika (a.s.) 1. sâhik'in müennesi. 2. i. sevici kadın.

sâhil (a.s.) kişneyici, kişneyen.

sahîl (a.s.) at kişnemesi, (bkz: şîhe).

sâhil (a.i.c. sevâhil) deniz, nehir, göl kenarı, yalı, kıyı.

sâhil-hâne (a.f.b.i.) yalı evi.

sâhilî (a.s.) sahil ile "ilgili, kıyısal.

sâhil-resîde (a.f.b.s.) kıyıya ulaşmış.

sâhil-serây (a.f.b.i.) büyük yalı kasrı.

sahîn, sahîne (a.s. suhûnet'den) sıcak, kızgın, ısınmış.

mâyiât-ı sahîne sıcak sular.

sahîn, sahîne (a.s. sihan'den) 1. kalın. 2. sık. 3. katı, pek.

abâ-i sahîn kalın aba.

sâhir (a.s. sihr'den. c. sâhirîn, sâhirûn, sehere) l. büyücü. (bkz: efsûn-ger, füsûn-kâr, sihr-bâz). 2 .büyüleyici te'sir yapan güzel.

sâhir (a.s. seher'den) 1. gece uyumayan, uykusuz. 2. erkek adı. [müen. sâhire].

sâhir (a.s. sahr'den) maskaralık eden. (bkz: mashara).

sâhir-âne (a.f.zf.) büyülercesine; büyüleyici gibi.

sâhirât (a.s. sâhire'nin c.) büyücü kadınlar, (bkz: sevâhir).

sâhire (a.i.) 1. yer yüzü.

sâhire-i gabrâ yer yüzü. 2. çöl. (bkz: beyâbân).

sâhire (a.s.c. sâhirât, sevâhir) büyücü kadın.

sâhiret-ün-nisâ 1) kadınların sihirbazı; 2) kadınların erkekleri kendine en ziyâde bağlayanı.

sâhirîn (a.s. sâhir'in c.) büyücüler, büyüleyiciler. (bkz: sâhirûn).

sâhir-pîşe (a.f.b.s.) 1. sihirbaz huylu; sihirbazlığı iş edinmiş olan. 2. güzelliğiyle insanı büyüleyen dilber.

sâhirûn (a.s. sâhir'in c.) büyücüler, büyüleyiciler, (bkz: sâhirîn).

sâhiyye (a.s. sehv'den) ["sâhî"nin müen.]. (bkz: sâhî).

sahk (a.i.) 1. döğme, döğülme, ezme, kırma, kırılma, doğup yumuşatma. 2. sürtme.

sahl (a.i.) ses boğukluğu, ses kısıklığı.

sahleb (a.i.) ; salep, lât. orchis.

sahlebî (a.i.) sâlepçi, salep satan.

sahlebiyye (a.i.) bot. salepgiller, fr. orchidacees.

sahn (a.i.) sıcaklık, hararet.

sahn (a.i.c. suhûn, sıhân) 1. avlu. 2. evin ortasındaki açıklık. 3. oyuk, boşluk, boş yer. 4. orta, meydan, aralık; cami ve medreselerde umûmun toplanmasına mahsus üstü kubbeli, örtülü yer. 5. büyük kâse. 6. sahan. 7. sahne. 8. zil. 9. anat. kulağın dış boşluğu.

sahn-i dûreng Dünyâ [gece ve gündüz olması itibarıyla].

sahn-i çemen bahçenin ortası, meydanı.

sahn-i gülşen gül bahçesinin ortası.

sahn-i lâle-zâr lâle bahçesinin ortası.

sahn-i seman [ibtidâ-yi hâric ve ibtidâ-yi dâhil kısımlarından sonra gelen] (sekiz medrese meydanı). Fâtih medresesi, Fâtih câmiinin iki tarafındaki kârgir ve kurşunlu sekiz medrese, ilmiye (sarıklıların) medrese tedrisâtında bir derece.

sahn-i sîm beyaz kâğıt.

sahn (a.i.) kırma, (bkz: kesr).

sahnân (a. s. ) (bkz: sahanân, suhnân).

sahnân (a.i.c.) çifte zil. (bkz: sahneyn).

sahne (a.i.c. sahanât) sahne, şano.[aslı taşlık tepelerdeki "düzlük" demektir].

sahneyn (a.i.c.) çifte zil. (bkz: sahnân).

sahr (a.i.c. suhûr) kaya.

sahr (a.i. sahre'nin c.), (bkz. suhûr).

sahrâ (a.i.c. ; sahârâ, sahârî, sahrâvât) kır, ova, çöl. (bkz: bâdiye, deşt, feyfâ).

sahrâ-yi adem yokluk çölü; ölüm.

sahrâ-yi kebîr güneyde Çat gölü hizasından doğuya doğru ve kuzeyde Cezayir, Tunus, Libya altına kadar uzanan Afrika'nın en büyük çölü.

sahrâî (a.i.) sahraya, kıra, ovaya ait.

sahrâ-neverd (a.f.b.s.) çölde, kırda dolaşan.

sahrâ-nişîn (a.f.b.s.) kırda, çölde oturan, (bkz: bedevi).

sahrâvât (a.i. sahrâ'nın c.) ovalar, kırlar; çöller, (bkz: sahârî).

sahre[t] (a.i.c. sahr, sahar, suhûr, saharât) 1. kaya. 2. jeol. külte.

sahre-i indifâiyye jeol. püskürme külte.

sahre-i mültesika jeol. yapışık külte.

sahre-i müştaile jeol. yanar külte.

sahret-ullah (a.b.i.) Beyt-i Mukaddes (Beyt-ül-Makdis) de Benîisrâil peygamberlerinin ibâdet ettikleri meşhur kaya ki Hz. Peygamber Mîrac gecesinde semâya buradan urûc etmiştir.

sahrınc (a.i.) sarnıç.

sahrınc-ı peke anat. peke sarnıcı.

sahrîc (a.i.). (bkz. sahrınc).

saht (f.s.) 1. katı, sert, çetin, pek. 2. kuvvetli, güçlü, sağlam. 3. güç, zor.

saht-bâzû (f.b.s.) kolu kuvvetli.

saht-dil (f.b.s.) katı yürekli.

sâhte (f.s.) 1. düzme, düzmece, yapmacık; yalandan; taklit. 2. kalp; karışık.

sâhtegî (f.i.) sahtelik, kalplık; yalan, düzme.

sâhte-kâr (f.b.s.) 1. sahteci; gerçeği bozan, değiştiren. 2. kalpazan, (bkz: hîle-kâr).

sâhte-kârî (f.b.i.) sahtekârlık, hilekârlık.

sahte-vekâr (f.a.b.s.) yapma tavırlar takınan, kendini satmaya çalışan.

saht-gîr (f.b.s.) bir şeyi sıkıca tutan.

sahtî (f.i.) 1. katılık, sertlik. 2. güçlük, sıkıntı.

sahtiyân (f.i.) 1. sepilenerek boyanmış ve cilalanmış deri. 2. s. bu deriden yapılmış, [aslında "sahtyân" dır].

Sahtiyânî (f.s.) sahtiyan (deri) yapan veya satan.

saht-ligâm (f.b.s.) başı sert, gem almaz [at].

saht-rû (f.b.s.) 1. pek yüzlü, 2. dargın, süratı asık.

Sahûr (a.i.) sahur, temcit yemeği.

sâhûr (a.i. suhûr'dan) 1. gece uyanıklığı, uykusuzluk. 2. ay ağılı, (bkz: hâle).

sâhûr (a.i.) Dünyâ'nın Ay'a düşen, husûfu (Ay'ın tutulmasını) meydana getiren gölgesi.

sahûrî (a.i.) 1. sahur davulcusu. 2. sahurdaki davul gürültüsü.

sahv (a.i.) 1. ayılma, ayıklık, kendine gelme. 2. hastanın iyileşmesi. 3. tas. sekr (kendinden geçme) hâlinin zıddı olup bîhudluk (kendinden geçme) hâlinden sonra his âlemine tekrar dönme.

sahve (a.i.) ayıklık, uyanıklık.

sâî (a.s. sa'y'den. c. sâûn) 1. çalışan. 2. hızlı yürüyen. 3. haberci; haber götüren; koğuculuk eden.

sâî-bi-l-fesâd ortalığı birbirine katan fesatçı.

sâib (a.s.) bir yerle, bir şeyle ilişiği olmayan.

sâib (a.s. sevâb'dan) 1. yanlışsız, doğru, yanlışlık yapmayan. 2. maksada, hedefe uygun. 3. hedefe doğru ulaşan.

Sehm-i sâib hedefe ulaşan ok. 4. i. erkek adı.

sâib (a.i. se'b'den) yağmur getiren bora.

sâib-ül-bahr denizin med ve cezr'den sonra kıyıyı basıp doldurduğu su.

sâibe (a.i.) başı boş bırakılmış hayvan; deve (özellikle dişi deve).

sâibe (a.s. sevâb'dan) ["sâib" in müen.]. (bkz: sâib).

sâibî (a.i.c. sâibiyyûn) yıldızlara tapan.

sâibiyyûn (a.i. sâibî'nin c.) yıldızlara tapanlar.

saîd (a.s. sa'd'den) 1. mutlu, uğurlu. (bkz. ferhunde, mes'ûd, mübârek). 2. âhiretini hazırlamış [kimse]. 3. i. erkek adı.

sâid (a.s. suûd'dan) 1. yukarı çıkan, yükselen, kalkan, kalkıcı. 2. anat. önkol. fr. avant-bras. 3. müz. pestten tîze doğru giden çıkıcı dizi. [tizden peşte doğru giderse nazil (inici) denir].

sâid hareket coğr. ağış, fr. Mouvement ascendant.

saîd (a.s. suûd'dan) 1. yüksek. 2. yukarı çıkan.

sâid (a.i.c. sevâid) kolun dirsekle bilek arasındaki kısmı. (bkz. mirfak).

sâid-i billûr bembeyaz kol.

sâid-i sîmîn gümüş gibi kol.

sâidân (a.i.c.) kol ve bacak. [her ikisi birden].

saîde (a.s. suûd'dan) ["saîd" in müen.]. (bkz: saîd).

saîde (a.i. sa'd 'den) 1. ["saîd" in müen.]. (bkz: saîd). 2. i. kadın adı.

sâig, sâiga (a.s.) kolay yutulan [yiyecek ve içecek].

Sâik (a.i.c. sâka) ask. ardçı.

sâik, sâika (a.s. sevk'den) 1. sevkeden, götüren. 2. süren, sürücü. 3. psik. güdü, fr. motif.

sâika (a.i.c. savâik) yıldırım.

Siper-i sâika yıldırımsavar, paratoner, fr. paratonnerre.

sâika (a.s.) sevkeden, sürükleyen, götüren hal; sebep.

sâika-zede (a.f.b.s.) yıldırım çarpmış.

sâil (a.s. savlet'den) saldırıcı, saldıran. (bkz. mütecaviz).

sâil (a.s. suâl'den) 1. suâl eden, soran. 2. i. dilenci, (bkz. deryûze-ger, gedâ). 3. (seyelân'dan) akıcı, akan.

sâiliyyet (o.i.) 1. akıcılık, akan şeylerin hâli. 2. dilencilik.

sâim (a.s. savm'den. c. sâimîn, sâimûn, suvvâm) 1. oruç tutan, oruçlu. 2.i. erkek adı. [müen. "sâime" kadın adıdır].

sâime (a.i. sevm'den. c. sevâim) çayıra başıboş olarak salıverilen hayvan.

sâime (a.s.) 1. ["sâim" in müen.]. (bkz: sâim). 2.i. kadın adı.

sâimîn (a.s. sâim'in c.) oruç tutanlar, (bkz: sâimûn, suvvâm, suvvem).

sâimûn (a.s. sâim'in c.) oruç tutanlar, (bkz: sâimîn, suvvâm, suvvem).

saîr (a.i.) 1. ateş, alevli ateş. 2. Tamu, Cehennem.

azâb-ı saîr Cehennem azabı.

sâir (a.s. seyr'den) 1. seyreden, harekette olan, yürüyen, (bkz: câil). 2. bir şeyden kalan başka şey. 3. geçen, dolaşan. 4. diğer, başka, gayri.

sâire (a.s.) 1. "sâir" in müennesi. 2. seyr ve hareket eden.

sâir-fi-l-menâm (a.b.s.) uyurgezer, fr. somnambule.

sâis (a.i. siyâset'den). (bkz: sâyis, râyiz).

sâit (a.s. savt'dan) 1. sesli; ses çıkartan. 2. gr. sesli [harf], fr. voyelle.

sâite (a.s. savt'dan) ["sâit" in müen.]. (bkz. sâit).

sâiyân (a.f.s. sâî'nin c.) 1. çalışanlar. 2. haberciler, haber götürenler, (bkz. sâûn).


Yüklə 17,16 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   139   140   141   142   143   144   145   146   ...   189




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin