CEVŞENÜ’L-KEBÎR (4/ 1-10) 26
يَا مَنْ لَهُ الْعِزُّ وَالْجَمَالُ Ey bütün kainatı en azametli cirimleriyle kudret-i mutlakası altında tutan nihayetsiz izzetiyle beraber, herbir mahlûkuna nihayetsiz cemâl-i şefkatiyle nihayet derecede yakın olan ve herşeyi muhît azamet-i kudreti içinde herbir mevcûda müteveccih hususî rubûbiyetiyle nihayetsiz cemâlini gösteren Zât-ı Celîl-i Zülcemâl,
يَا مَنْ لَهُ الْمُلْكُ وَالْجَلاَلُ Ey ferşten Arşa, ezelden ebede hiçbir şey Onun mülkünden hariç kalmayan ve mevcûdat aynalarındaki haşmeti tecelliyâtının delâletiyle evsâf-ı celâliyesinde hiçbir şerike hiçbir ihtimal bırakmayan Mâlikü’l-Mülk-ü Zülcelâl,
يَا مَنْ لَهُ اْلقُدْرَةُ وَالْكَمَالُ Ey bütün mahlûkat Onun mücessem kudret kelimeleri olan ve bütün masnûat hadsiz dillerle Onun nihayetsiz kemâlât-ı kudsiyesini ilan eden Zât-ı Kadîr-i Zülkemâl,
يَا مَنْ هُوَ الْكَبِيرُ الْمُتَعَالُ Ey hudutsuz sıfat ve isimlerinin mârifetimiz haricindeki nihayetsiz kibriyâsıyla kainatın bütün kusûrâtından ve ehl-i dalâletin efkâr-ı bâtılasından münezzeh ve muallâ olan Zât-ı Vâcibü’l-Vücud,
يَا مَنْ هُوَ شَدِيدُ الْمِحَالِ Ey azabı pek şiddetli ve ehl-i küfrün hile ve hud’alarını cezalandırması pek dehşetli olan Zât-ı Aziz-i Cebbâr,
يَا مَنْ هُوَ شَدِيدُ الْعِقَابِ Ey ehl-i küfür ve tuğyânın nihayetsiz cinayetlerine cezası ve azap ve ikabı pek şiddetli olan Zât-ı Zülcelâl,
يَا مَنْ هُوَ سَرِيعُ الْحِسَابِ Ey mîzân-ı azîm-i adaletinde bütün ins ve cinnin küçük büyük bütün amellerinin birden hesabını sür’at-i mutlaka içinde gören Zât-ı Hasîb-i Kadîr,
يَا مَنْ هُوَ عِنْدَهُ حُسْنُ الثَّوَابِ Ey güzel ameller için katında en güzel mükafatlar ve göz görmemiş, kulak işitmemiş, kalb-i beşere hutûr etmemiş Rahmânî hediyeler bulunan Zât-ı Rahmân-ı Rahîm,
يَا مَنْ هُوَ عِنْدَهُ أُمُّ الْكِتَابِ Ey bütün mevcûdât ve bütün hâdisât, bütün ahvâl ve etvâr ve eşkâl ve harekâtıyla ilm-i ezelîsinde mevcut ve ilmin divânı olan Levh-i Mahfûzunda yazılı olan Zât-ı Alîm-i Ezelî,
يَا مَنْ هُوَ يُنْشِئُ السَّحَابَ الثِّقَالَ Ey dağlar gibi yağmur hazinelerini cevv-i semâda inşâ edip zemin ile âsumân ortasında muallâkta durduran Zât-ı Vâhibü’l-Hayat,
سُبْحَانَكَ يَا لاَ إِلهَ إِلاَّ أَنْتَ اْلأَمَانَ اْلأَمَانَ خَلِّصْنَا مِنَ النَّارِ
Sen aczden ve şerikten münezzeh ve mukaddessin. Senden başka ilâh yok ki bize imdad etsin. El-aman, el-aman! Bizi azap ateşinden ve Cehennemden halâs et.
CEVŞENÜ’L-KEBÎR (5/ 1-10)
وَأَسْئَلُكَ بِأَسْمَائِكَ يَا حَنَّانُ Ey âsâr ve ef’âlinde rahmetlerin en lâtif cilvesini gösteren Hannân,
يَا مَنَّانُ Ey nihayetsiz ihsânâtı ve saymakla bitmez nimetleriyle mahlûkatını dâimî perverde eden Mennân,
يَا دَيَّانُ Ey ins ve cinnin küçük büyük bütün amellerine layık karşılığı veren, iman ve taat ehlini rahmet ve cemâline lâyık şekilde mükafatlandıran ve küfür ve isyan ehlini izzet ve celâline ve adaletine münasip şekilde cezalandıran Deyyân,
يَا غُفْرَانُ Ey dergâh-ı rahmeti, af ve mağfireti her günahkarın ve her âsînin tahassungâhı olan Gufrân,
يَا بُرْهَانُ Ey vücub-u vücudunun ve vahdâniyetinin ve sıfat ve esmasının delilleri bütün kainatta ve herbir mevcudatta zâhir olan Burhan,
يَا سُلْطَانُ Ey semâvât ve arzın bütün mevcûdâtı emri altında olan ve Arş-ı Azîm-i Muhîtin tahtında saltanat-ı rubûbiyeti bütün âlemlere hükmeden Sultan,
يَا سُبْحَانُ Ey şerikten ve kusurdan münezzeh, bütün evsâf-ı kemâliye ile muttasıf ve bütün esma-i kudsiye ile müsemmâ olan Sübhân,
يَا مُسْتَعَانُ Ey herşey her şe’ninde Ona muhtaç olan ve Ondan istiâne eden ve meded bekleyen Müsteân,
يَا ذَا الْمَنِّ وَالْبَيَانِ Ey hadsiz zîhayat mahlukatını hadsiz nimetleriyle perverde eden, delâil-i vahdâniyetini bütün mevcûdatta hadsiz dillerle izhâr eden ve zîşuur kullarına idrâk ve beyan ve ifâde-i meram nimetini ihsân eden Zü’l-Menni ve’l-Beyân,
يَا ذَا اْلأَمَانِ Ey hıfz ve himayesi her korkuya ve her tehlikeye kafi gelen Zü’l-Emân,
سُبْحَانَكَ يَا لاَ إِلهَ إِلاَّ أَنْتَ اْلأَمَانَ اْلأَمَانَ خَلِّصْنَا مِنَ النَّارِ
Sen aczden ve şerikten münezzeh ve mukaddessin. Senden başka ilâh yok ki bize imdad etsin. El-aman, el-aman! Bizi azap ateşinden ve Cehennemden halâs et.
ESMÂÜ’L-HÜSNÂ 27
Esmâ-i Husnâ Nedir?
Esmâ-i Husnâ, Allah’ın güzel isimleri demektir.
Bir âyet-i kerîmede:
“En güzel isimler O’nundur (Allah’ındır)” (el-Haşr, 24) buyurulmaktadır.
Diğer bir âyette de; en güzel isimlerin Allah’a ait olduğu belirtildikten sonra, bu isimlerle dua edilmesi tavsiye olunmaktadır (el-A’râf, 180).
Allah’ın isimleri tevkifîdir. Yâni, Allah hakkında ancak âyet ve hadîslerde zikri geçen ve söylenmesine izin verilmiş olan isimler kullanılabilir. Rastgele isim izafe edilemez.
Esmâ-i Husnâ ile ilgili olarak Buhârî ve Müslim’de:
“Allah’ın 99 ismi vardır. Kim bunları ezberlerse (îman eder ve ezbere sayarsa) Cennete girer” buyurulmuştur.
Tirmizî, İbn-i Hibban ve Hâkim’in bu konudaki rivâyeti ise, şöyledir:
“Kim bunları (Esmâ-i Husnâ’yı) mânâlarını anlayarak sayar, bunlarla Allah’ı zikrederse Cennete girer.”
Şâh-ı Nakşıbend Hz.leri bu hadîsle ilgili olarak buyurur ki:
“Bu hadîs-i şerîfteki Ahsâ kelimesinin bir mânası, saymaktır. Diğer bir mânası ise, bu ism-i şerîfleri öğrenip bilmektir. Bir mânası da, bu esmâ-i şerîfin mûcibince amel etmektir. Meselâ: Rezzâk ismini söylediği zaman, rızkı için asla endişe etmemeli. Mütekebbir ismini söyleyince, Allahü Teâlâ’nın azametini ve kibriyâsını düşünmelidir.”
Hadîslerde zikri geçen 99 isim şunlardır:
Allah, er-Rahmân, er-Rahîm, el-Melik, el-Kuddûs, es-Selâm, el-Mü’min, el-Müheymin, el-Azîz, el-Cebbâr, el-Mütekebbir, el-Hâlık, el-Bâri’, el-Musavvir, el-Gaffâr, el-Kahhâr, el-Vehhâb, er-Rezzâk, el-Fettâh, el-Alîm, el-Kâbıd, el-Bâsıt, el-Hâfıd, er-Râfi, el-Muiz, el-Müzill, el-Basîr, es-Semi’, el-Hakem, el-Adl, el-Lâtîf, el-Habîr, el-Halîm, el-Azîm, el-Gafûr, eş-Şekûr, el-Aliyy, el-Kebîr, el-Hafîz, el-Mukît, el-Hasîb, el-Celîl, el-Kerîm, er-Rakîb, el-Mücîb, el-Vâsi’, el-Hakîm, el-Vedûd, el-Mecîd, el-Bâis, eş-Şehîd, el-Hakk, el-Vekîl, el-Kaviyy, el-Metîn, el-Veliyy, el-Hamîd, el-Muhsî, el-Mübdî, el-Muîd, el-Muhyî, el-Mümît, el-Hayy, el-Kayyûm, el-Vâcid, el-Mâcid, el-Vâhid, es-Samed, el-Kâdir, el-Muktedir, el-Mukaddim, el-Muahhir, el-Evvel, el-Âhir, ez-Zâhir, el-Bâtın, el-Vâli, el-Müteâlî, el-Berr, et-Tevvâb, el-Müntakim, el-Afüvv, er-Raûf, Mâlikü’l-Mülk, Zü’l-Celâli ve’l-İkrâm, el-Muksit, el-Câmi’, el-Ganiyy, el-Muğni, el-Mâni’, ed-Dârr, en-Nâfi’, en-Nûr, el-Hâdi, el-Bedî’, el-Bâkî, el-Vâris, er-Reşîd, es-Sabûr.
ALLAH
Bu ism-i şerif, Cenâb-ı Hakk’ın has ismidir. Bu itibarla diğer isimlerin ifade ettiği bütün güzel vasıfları ve İlâhî sıfatları içine alır. Diğer isimler ise, yalnız kendi mânalarına delâlet ederler. Bu bakımdan Allah isminin yerini hiçbir isim tutamaz.
Bu isim, Allah’tan başkasına ne hakikaten ve ne de mecazen verilemez. Diğer isimlerin ise, Allah’tan başkasına isim olarak verilmesinde bir mahzur yoktur. İnsanlara Kadir, Celâl ismini vermek gibi. Yalnız bu isimlerin başına, insanlara izafe edildiklerinde, “kul” mânâsına gelen “abd” kelimesinin ilâvesi güzeldir. Abdülkadir ismi gibi...
er-RAHMÂN
Ezel’de bütün yaradılmışlar hakkında hayır ve rahmet irade buyuran;
Sevdiğini, sevmediğini ayırdetmiyerek bütün mahlûkatını sayısız nimetlere garkeden...
Hayatları için lüzumlu olan bütün rızıkları veren...
er-RAHÎM
Pek ziyade merhamet edici;
Verdiği nimetleri iyi kullananları daha büyük ve ebedî nimetler vermek suretiyle mükâfatlandırıcı...
Rahmân ism-i şerîfinden Allah Teâlâ’nın ezelde bütün mahlûkatı için hayır ve rahmet irade buyurduğu anlaşılır. Rahîm ism-i şerîfi ise, mahlûkatı arasında irade sahipleri, hususan mü’minler için rahmet-i İlâhiyyenin tecellisini ifade eder.
Dostları ilə paylaş: |