BAHÇELİEVLER CUMHURİYET ANADOLU LİSESİ -TÜRKLERDE TOPLUM HAYATI- DERS ÖĞRETMENİ: VEDAT AKBULAK
A. ES K İ T Ü R K L ER D E (İLK TÜRKLERDE) T O P L U M Y A P I S I
Türklerin yaşadığı bölgedeki iklim şartları çetin ve acımasızdı. Ancak tabiat yasalarına uyanlar sağ kalabilirdi. Çünkü bu bölge, yükseltisi 1200-1400 metre arasında değişen yaşam şartlarındaki yüksekliklerindeki yaylalardı. Türklerin yaşamlarını sürdürdüğü Altay Dağlarının yüksekliği 4600 metreden fazlaydı. Asya’nın orta kesiminde bulunan Gobi Çölü’nün yıllık ortalama yağışı 100 milimetreden azdı. Türklerin yaşamını sürdürdükleri Asya steplerinde kışın soğukluk -50 dereceye kadar inmekteydi. Dolaysıyla iklim şartları hayat şartlarını oldukça zora sokmuştur. Türklerin yaşadığı iklim şartlarındaki zorluklar Türkleri daha mücadeleci kılmıştır.
Türkler içinde yaşadıkları tabiat şartlarına uygun “atlı göçebe” (konar-göçer) hayat tarzını benimsemişlerdir. Coğrafi şartlar Türklerin karakterini etkileyerek, onları; sert, mücadeleci ve bağımsız yaşama” bilincini geliştirmiştir.
Eski Türk topluluklarının göçebelikleri, amaçsız, gezgincilik arzusundan değil, sürülerine daima taze ot ve su bulmak içindi. Hayatları kışlak ve yaylak arasında düzenli gidip gelme şeklindeydi.
Türk devletlerinde kağanın bulunduğu yerde veya sarayında kurultayda ve ziyafetlerde her boyun oturacağı yer belliydi ve buna “orun” denirdi. Kesilen hayvanın etinden alacakları paya “ülüş” denmiştir.
Türklerde birey, toplum ve devlet daima birbirleri ile sıkı bir ilişki içindeydi. Türk toplumunda bireyin devletten en önemli isteği adaletti. Devlet bunu sağlarken birey de devlete bağlı olmak, vergi vermek, askerlik görevini yapmakla yükümlüydü. Yöneticilerle yönetilenler arasında karşılıklı görev ve sorumlulukların yer aldığı “tüz” adı verilen söz verme yani yazılı olmayan bir anlaşma mevcuttu.
İlk Türk devletlerinde toplumsal yapı:
Oğuş (aile): en küçük toplumsal yapı
Urug: ailelerin birleşmesinden oluşurdu.
Boy: urugların birleşmesinden oluşurdu.
Budun (millet): boyların birleşmesinden oluşurdu.
Aile (Oguş):Türk sosyal hayatı, akrabalık bağları üzerine kurulmuştu. Toplumun çekirdeğini oluşturan ailede babanın yanında annenin de söz hakkı vardı. İlk Türklerde babaya “kang” anneye ise, “ög” denirdi.
Eski Türk ailesi bugün olduğu gibi “küçük aile” yani çekirdek aile tipindeydi. Evlenen erkek çocuklara çadır ve bir miktar mal verilirdi. Ancak küçük oğul, evlendiğinde babasının çadırında kalmakta ve onların ölümlerinden sonra da çadır ve babaya ait malın sahibi olmaktaydı.
Kız çocukları evlenirken baba tarafından verilen çeyiz ile evden ayrılır ve daha sonra baba mirasında bir hakkı yoktu.
Türklerde genellikle akraba sayısını artırma karşılıklı olarak birbirlerine destek vermek, akraba boylar arasındaki çatışmaları önlemek için başka kabileden evlilik (exogamie) tercih edilmekteydi.
Türklerde evlilik, erkek ve kızın ortak iradesi ile ailelerin karşılıklı rızasına bağlıydı. Evlenme; söz kesme, nişan ve düğün töreniyle tamamlanırdı. Kadının mülkiyetinden olmak üzere kız tarafı erke evinden kalıng (kalın) alırdı. Gelinin çeyizine eğne veya yumuş adı verilirdi. Düğünde verilen yemeğe törün denirdi. Evlenen kıza gelin, evlenen erkeğe ise güvey denilmekteydi.
Ailede eşler arasında; sadakat, güven, saygı ve eşlerin birbirine karşı duyduğu sevgi önemliydi. Evli erkek veya kadın gayrı meşru ilişkide bulunduğunda cezası ölümdü.
Eşler arasında karşılıklı olarak sebep göstermek ve ispat etmek şartıyla boşanma hakları vardı.
Söz Kesme:
Dede Korkut Hikayelerinde; evliliğin ilk aşaması olan söz kesme kız ve oğlan tarafının at üzerine binmiş olarak karşılaşması ve antlaşmaları ile gerçekleşmekteydi. Söz kesiminde kız evlenmeyi kabul ettiğini belirten bir rızalık belirtisi olan mendil veriyordu. Erkek ise kızın parmağına kendi yüzüğünü takmaktaydı. Bu durum karşısında daha sonra kız nişanlısına düğünde giymesi için kendi diktiği kırmızı renkli bir kaftan göndermekteydi.
Yurt (Çatır)
Eski Türk ailesinin meskeni; kağnılar, develer ve katırlar üzerinde bir yerden başka bir yere taşına bilen çadırlardan ibaretti. Yurt veya kergü olarak adlandırılan bu çadırların yanı sıra daimi nitelikli evler de bulunmaktaydı.
Çadırın kapısı doğuya açılırdı. Çünkü güneş doğudan doğduğundan dolayı doğu kutsaldı. Çadırın tam ortasında ocak vardı. Ocağın hemen arkası tör (başköşe), ailenin yaşlılarına, reisine ve misafirlere ayrılmaktaydı.
Bey:
Urugların birleşmesiyle meydana gelen boyun başında bey unvanı ile anılan bir boy başkanı bulunmaktaydı. Bey; cesur, cesaretli, mali kudreti, hizmeti, adaleti ve doğruluğuyla tanınmış aile reisleri ve urug reisleri arasından seçilmekteydi.
Boy başkanının görevi,boydaki iç dayanışmayı korumak, hak ve hukuku sağlamak, boyun çıkarlarını gözetmekti. Devlet teşkilatında görülen meclislerin küçük bir örneği boyda da bulunurdu. Meclis üyeleri aile ve urug reislerinde oluşmaktaydı. Bir siyasi birliğe katılan boya “ok” denirdi.
Her boyun kendine ait kışlağı ve yaylağı vardı. Yaylak, bütün boyun ortak malı olduğu halde kışlak ferdin özel mülkü sayılıyordu.
Her boyun kendisine özgü bir damgası (tamga) vardı.
Boya mensup aileler sürüler hâlinde besledikleri hayvanlarını komşularının hayvanlarından ayırt edebilmek için onları işaretlemekteydiler.
Türklerde At Kültürü:
At, Türklerin hayatında en önemli unsulardan biriydi. Atın ve koyunun etinden, sütünden, derisinden faydalandıklarından en çok bunları beslerlerdi. Türklerin günlük hayatında en çok kullandığı vasıta at idi. Atlarına yapışmış gibi binen Hun Türkleri at sırtında alışveriş yapar, yiyip içer, hatta atın ince boynuna sarılarak uyuyabilirlerdi. Çadırın önünde daima koşumlu bir iki at bulunurdu. Türk çocukları küçük yaşlarda ata binmeyi öğrenirlerdi.
Budun: (millet)
Akraba boyların bir teşkilat etrafında toplanması ile meydana gelmekteydi. Başında kağan, han, yabgu, şad, il-teber, erkin gibi unvanlar taşıyan bir başkan bulunmaktaydı. Budun siyasi bir topluluk niteliğindeydi. Boyların bir araya gelmesiyle oluşan devlet veya il, toprağı, halkı, töresi ile yurdu koruyan, milletin huzur ve barış içinde yaşatan siyasi bir kuruluştu.
Yaşayış:
Türkler, kışın korunaklı vadilerdeki kışlaklarda, yazın da otlakların yer aldığı yaylalarda yaşarlardı. Yaylaklarda çadır, kışlaklarda ise genellikle kerpiçten yapılan evler bulunurdu. Bununla birlikte ahşaptan da evleri vardı. Türkler temizliğe önem verdiklerinden evlerinde hamam da bulundururlardı.
Eski Türklerde görev ve sorumluluklar, töreye göre belirlenmişti. Ani düşman saldırısı karşısında kimin ne yapacağı ve nerede bulunacağı önceden belirlenirdi.
Türkler yerleşik hayata Uygurlar döneminde geçti. Bu nedenle Uygurlar döneminde şehirler oluşturulmuştur. Evlerini genellikle kerpiçten inşa etmişlerdir. Türkler Hunlardan beri bayram ve festival türünden birçok tören ve etkinlikleri vardı. Beşinci ayda topluca büyük bir bayram yapmaktaydılar. Gök Tanrı adına ve kutsal arz (yer) için kurbanlar keserlerdi. Beşinci ve sekizinci ayda at yarışları düzenlerlerdi.
Eski Türk toplumunda yardımlaşma ve yarışma iç içeydi. Yardımlaşma toplumu daima birlik ve dayanışma içinde tutardı. Yarışma ise rekabet ortamı yaratırdı.
Eski Türklerin tükettikleri yiyecekler; at ve koyun etinden kebap yaparlardı. Konserve, et, süt, peynir ve yoğurt çok tüketilen yiyecekti.
Giyecek:
İpek, pamuk, deve tüyü ve yünden imal edilen kumaşları yaparlardı. Kışlık giysiler ve başa giyilen börk hayvan kürkünden yapılmaktaydı.
Sosyal ve Kültürel Etkinlikler:
Eski Türklerde yaz aylarında günlük işlerin dışında sosyal, kültürel etkinlikler de düzenlenmekteydi. Genellikle ok atma ve at yarışlarının düzenlendiği faaliyetlerde aynı zamanda güreş tutulmakta, çeşitli oyunlar oynamaktaydı. Ayrıca cirit, çevan, kılıç ve tepik de uğraştıkları spor dallarından biriydi.
Türklerde Müzik (Tıkla)
Eski Türklerde Dini Hayat:
Gök Tanrı tek yaratıcı olarak görülmekte ve din sisteminin merkezinde yer almaktaydı. Türk toplumlarında kendisine kurban sunulan varlıkların başında ve hepsinin üstünde Gök Tanrı vardı. Gök tanrı inancına göre; Tanrı tektir ve en yüce varlıktır. Sonsuz bir hayata sahip ezeli ve ebedi olan Tanrı, kâinatın yaratıcısı ve hâki olarak benimsenmiştir.
Ruhun uçarak Tanrı katına ulaştığına inanılırdı. Ölüm; uçarak gitme “uça barmak” şeklinde söylenmiştir. İnsan ölümlü Tanrı ölümsüzdü. Ölen birisinin cenazesi eşük denilen bir kefen ile toprağa verilirdi. Ölen insanın hatırasına “yuğ” denilen törenler düzenlerlerdi.
İyi insanların “uçmag’a” (Cennet), kötülerin ise “tamu’ya” (Cehennem) gideceklerini inanılırdı. Din adamlarına “kam” denir ve toplumda özel bir statüleri yoktu.
Türk hükümdarları ve kahramanları öldükleri zaman mezarlarının başına hayatta iken savaşıp öldürdükleri tanınmış kişilerin sayısı kadar insan biçiminde yontulmuş ve balbal denilen taşlar (heykeller) dikilirdi.
Dağ, tepe, kaya, ırmak, su, ağaç, orman, demir, gök gürültüsü, şimşek gibi unsurlar eski Türklerce kutsal sayılmıştır.
Kutsal saydıkları gök, güneş, ay, yer, su için kurban kesmişlerdir.
Türkler düşmanların kutsal günlerine saygı gösterir, savaştıkları ve kuşatma altına aldıkları şehrin inançlarına saygı gösterir ve böyle zamanlarda düşmanların dini kutsal günlerinde kuşatmayı durdurur, onlara yiyecek yardımında bulunurlardı.
Türklerin benimsedikleri dinler;
Uygurlar; Budizm ve Maniheizm sonraları İslâmiyet’i benimsediler.
Macarlar, Bulgarlar, Kumanlar ve Peçenekler ise Hıristiyanlığı benimsediler.
Hazarlar ise Musevilik, Hıristiyanlık ve İslâmiyet’i benimsediler.
Tabagaçların Budizm’i kabul etmeleri Çin kültürünü benimsemeleri ile sonuçlanmıştır.
Uzlar, Kumanlar ve Peçenekler Hıristiyan halk arasında kaybolup gittiler.
Avrupa’ya giden Avarlardan ve Hunlardan eser kalmamıştır. Macarlar ile Bulgarlar uzun süre Hıristiyanlığın koruyuculuğunu üslenmişler ve bir kalkan gibi İslâmiyet karşısında Hıristiyanlığı savunmuşlardır.
Türklerin kabul ettikleri dinler arasında sadece İslamiyet olumsuz etkiye neden olmamış ve milletimize çok daha büyük hamleler yapma imkânı sağlamıştır. İslamiyet diğer dinlerin aksine Türklerin manevi cephesini yenilemiş ve tamamlamıştır. İslamiyet’in insani ve ahlakı değerlerinin yanında herkesi çalışmaya, faaliyet icabında cihada, fedâkârlığa teşvik etmiş mücadeleci ve hareketli Türklerin ruhuna hitap etmiştir.
Eski Türklerde Ekonomi ve Sosyal Hayat
Uygurlara kadar Türkler tabiat koşullarına bağlı olarak yarı göçebe bir hayat tarzını benimsemişlerdir. Yaylak ve kışlak hayatı yaşayan Türkler çadırlarda kalmışlar ve daha çok hayvancılıkla uğraşmışlardır. Yerleşik hayata geçilmesi ölçüsünde çadırlardan vazgeçilmiş ve Uygurlar döneminde iki katlı beyaz badanalı evlerde oturmaya başlamışlardır.
İslamiyet'ten önceki Türk toplumlarında baharın gelişi (Nevruz) bayram havası içinde festivallerle kutlanırdı. Bu festivallerde at yarışları düzenlenir, şarkılar söylenir, kadın ve erkeklerle bir arada yemekler yenilir ve müzik eşliğinde dans edilip eğlenilirdi.
Türklerde özel mülkiyet hakkı vardı. Bu durum Türklerde sınıf ayrımının görülmemesinin nedenlerinden biri olmuştur. Ayrıca Türklerde sosyal alanda kadın-erkek eşitliği uygulanmıştı. İslam öncesi Türk devletlerinde ekonominin temeli hayvancılık ve ticarete dayanıyordu. At, koyun ve sığır besleyen Türkler komşu ülkelere hayvan satarak ekonomik kazanç sağlamışlardır. Hunlar ve Göktürkler döneminde Çin'e sattıkları mallarının karşılığı olarak Çin'den ipek almışlardır. Çin'den başlayıp Avrupa'ya kadar ulaşan "İpek Yolu"nda Türkler için önemli bir gelir kaynağı olmuştur. Türk - Çin sınırındaki kasabalar iki toplum arasında ortak pazar yeri olarak kullanılmıştır.
İpek yolu:
Uygurlar döneminde yerleşik hayata geçiş ve şehirleşme ile birlikte ticaret de gelişmiştir. Ticaret kervanlarının geçtiği yollar "İpek Yolu" olarak isimlendirilmiştir. Türk devletleri Çin, Sasani ve Bizans ile bu ticaret yoluna hâkim olabilmek amacıyla mücadele etmişlerdir.
Demircilikte ilerleyen Türkler özellikle yaptıkları at koşum takımlarını ve silahları komşu ülkelere satmışlardır.
İslamiyet'ten önceki Türk devletleri Türgişlere kadar para yerine daha çok üzeri resmi damgalı ipek parçaları kullanmıştır. Türgişler döneminde ise para kullanmaya başlamışlardır.
TÜRK İSLAM DEVLETLERİNDE TOPLUM YAPISI
Talaş Savışı’ndan sonra Türkler arasında İslamiyet hızla yayılmıştır. Karahanlılar Türk-İslam toplumunun oluşturulmasında köprü görevini gördü. Gazneliler ve Büyük Selçuklu Devleti farklı etnik toplulukların bulunduğu bölgede kurulup genişlediğinden bütün siyasi iktisadi ve dini faaliyetlerin bu toplumların özelliklerini dikkate alarak yerine getirmişti. X. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren Hazar Denizi’nden Maveraünnehir’e kadar yerlerde yaşayan Oğuzlar arasında İslam hızla yayılmıştır.
İlk Müslüman Türk Devletleri zamanında toplum; yönetenler ve yönetilenlerolmak üzere iki bölümden oluşmaktaydı.
Asker, vali ve din adamları sınıfı yönetenler sınıfını oluşturmaktaydı. Selçuklularda en üst düzey yöneticiye sultan denirdi. Sultanın halka karşı sorumlulukları vardı. Görevi ihmal, adaletten ayrılma ve toplum refahını sağlayamama durumlarında iktidardan ayrılmak mecburiyetinde bırakılırdı.
Karahanlılar devletinde toplumun tamamı Türklerden oluşmaktaydı. Gaznelilerde toplum, Gurlular, Hindular gibi farklı halklar vardı. Büyük Selçuklu Devleti’nde ise Halk; Türklerin yanında Araplar, İranlılar, Rum, Berberi vardı.
İlk Müslüman Türk Devletlerinde Evlenme:
Evlenmede genellikle “arkuçı” veya “savsı” adı verilen aracılar vardı. Görücü usulü ile ya da gençlerin birbirlerini görüp beğenmeleri sonuncunda erkek tarafı kızı isteme işini gerçekleştiriyordu. Evlenme kararı “aldum” ve virdüm” kelimeleri ile ifade ediliyordu. “Aldum” kelimesini dünür söylüyor bununla nikâhın yapılmasını vaat etmiş oluyordu. “Virdüm.” kelimesini ise kızın büyükleri söylüyor bununla bu vaade bağlı kalacaklarını bildiriyordu.
Daha sonra İlk Müslüman Türk devletlerinde damat ailesi (damadın babası veya büyükleri) kız tarafına bir at veriyordu. Buna başlık parası denirdi bu kızı yetiştiren kız babasının hakkıydı.
Kızın annesine ise süt hakkı olarak “sütlük adında bir elbise verilirdi. Kızın erkek kardeşine ağırlık adında bir elbise, kızın kardeşine ise “yandaş” adında bir elbise verilirdi. Evlenme sırasında düğün yapmak zorunluydu. Düğünde “küden” adı verilen düğün yemeği ikram edilirdi.
Türk-İslam devletlerinde tek eşlilik esastı. Evlilikte samimilik, açıklık, sadakat, güven, saygı ve sevgi önemliydi.
Aile anne, baba, ve çocuklardan oluşmaktaydı. Baba sağ olduğu müddetçe aileden evlenen erkeklerin ayrılması söz konusu değildi.
Türk İslam Devletlerinde Toplumsal Yapı
İlk Müslüman Türk Toplumlarında aile pederşahi (babaerkil) olmasına rağmen Türk aile yapısında annenin de nüfus ve ağırlığı bulunmaktaydı. Aile içi iletişimde saygı ve sevgi esastı. Bu sayede toplumun temel yapı taşı olan aile, sağlam olarak ayakta kalmaktaydı.
Türk-İslam toplumlarında halk yaşayış şekillerine göre
-göçebeler
-köylüler
-şehirlilerolmak üzere üç gruba ayrılmaktaydı.
Şehir ve kasabalarda; tacirler, zanaatkârlar, devlet memurları, askerler otururdu. Surlarla çevrili şehirde saray, hükümet konağı, kışla, cuma camisi, meydan, pazar yeri, ribat (çarşı) medrese, hamam ve hastaneler bulunurdu. Ayrıca şehirlerde zaviye, imaret ve su kemerleri de mevcuttu. Toplum Türk, Fars, Arap; Rum, Ermeni, Yahudilerden oluşmaktaydı.
Sufilik, Yesevilik, Mevlevilik görüşleri ilk Müslüman Türkler arasında hızla yayılmıştır. Her üç mutasavvın ortak felsefesi; insanlar arasında hiçbir farkın gözetilmemesi ve hoşgörü ve sevgidir.
Çeşitli ırk ve dinlerin bulunduğu Türk-İslam devletlerinde toplumsal ilişkilerin şekillenmesinde İslam hukuku belirleyici olmuştur.
Kadrilik, Kübrevilik, Ekberilik ve Yesevilik en çok müridi olan tarikatlardı ve bu tarikatlar yüzünden Müslümanlar arasındaki birlik ve beraberlik bozulmuştur. Aralarında çıkan çatışma ve savaşlardan dolayı Müslüman ülkeler düşman saldırıları sonucunda istilaya uğramıştır.
Türk-İslam Devletlerinde Toplumsal Yaşantı
Türkler, Müslüman olduktan sonra da kendilerine has “Türkmen” kıyafetlerini kullanmaya devam etmişlerdi. Giysilerde kırmızı ve yeşil renkler tercih edilirken kumaş olarak da pamuk, yün, ipek ve kürk kullanılmaktaydı. Oğuz erkekleri uzun saç, kâkül ve bıyık bırakmaktaydı. Türkler nişan ve düğün yemekleri vererek toplum hayatını canlı tutarlardı. Dini bayramlar ve festivaller düzenleyerek eğlence tertip etmişlerdir.
Türkler önceki dönemlerdeki müzik aleti çalma ve türkü söyleme geleneğini devam ettirmişlerdi. “Kopuz” en sevilen çalgılardan birisi olarak daha geniş bir coğrafyada tanınıyordu. Halay, grup olarak oynanan sevilen bir oyundu. Mızıka (orkestra) da Türklerin önce Horasan ve daha sonra Orta Doğu’ya getirdikleri bir adetti. Hun Türkleri, Kök Türkler ve Uygurlarda birçok çeşidi bulunan askeri mızıka, yeni kurulan Türk devletlerinde de varlığını devam ettirmiştir.
Spor olarak; avcılık, çöğen eğme, kuş uçurma, top kapma en çok tercih edilen spor etkinliğiydi. Ayrıca yürüme, dağa çıkma ve koşma da Türk toplumunda yaygın olarak yapılan sporlardandı. Cirit ve güreş bütün Türk dünyasının ortak oyunu olarak bilinir.
Yemek olarak ilk Müslüman Türk devletlerinde; et, bal, yumurta, süt, yoğurt, peynir, kaymak ve tereyağı gibi yiyecek maddeleri Türklerin beslenme anlayışında önemli idi. Bunlarla birlikte buğday, arpa, darı, pirinç ve muhtelif sebzeler de tüketilmekteydi. XI. Yüzyıl Türk toplumunun milli yemeği olarak bilinen “tutmaç” bugün Anadolu’da Ramazan aylarında özel olarak yapılan yemeklerdendir. İtil Bulgarlarının baldan imal ettikleri bir içecek olan “sücüv” gibi içeceklerde tüketmekteydiler.
C. O S M A N L I L A R D A T O P L U M Y A P I S I
Klasik Dönem Osmanlılarda Toplum Yapısı:
Anadolu XI. Yüzyıldan başlayarak XIV. Yüzyıla kadar yoğun göçler sonucundan Türkleşerek Müslüman bir ülke olmuştur.
XIV. yüzyılın başında kurulan Osmanlı Devleti’nin nüfusunu Büyük Selçuklu ve Türkiye Selçuklu Devleti ile beyliklerden devraldığı unsurlar ve gayrimüslimler oluşturmaktaydı. Balkan fetihleriyle buradaki gayrimüslimler de Osmanlı toplumunun bir parçası olmuştur. Fethedilen bu topraklarda “istimalet” adı verilen iskân siyaseti uygulanarak buralarda kalıcı olmak için Anadolu’dan getirilen Türkmenler yerleştirilmiştir.
Osmanlı Devleti’nin sınırları XVI. Yüzyılın ikinci yarısında Basra’dan Viyana’ya, Kafkasya’dan Fas’a ve Kırım’dan Yemen’e kadar genişledi.
Osmanlı Devletinde millet sisteminin temeli dini esaslara dayanmaktaydı. Buna göre ülkede yaşayan topluluklar Müslim ve gayrimüslim olarak örgütlenmiş olup devlet düzeninde Müslümanların egemenliği esastı. Gayrimüslimler Hıristiyan ve Musevilerden oluşmaktaydı. Hıristiyanlar genellikle ticaret ve tarımla uğraşırlardı. Hristiyan azınlıklar, Islahat fermanıyla Müslümanlarla aynı haklara sahip oldular.
Osmanlı devletinin kendi egemenliği altında yaşayan toplulukları din ve mezhep esasına göre örgütleyip yönetme şekline; millet sistemi denmiştir. Buradaki millet kavramı günümüzdeki anlamından farklıydı. Aynı dinden ve mezhepten olan topluluklar bir millet sayılıyordu.
Osmanlı toplumu yerleşim durumuna göre;
-Köylüler
-Şehirliler
-Göçebeler (konargöçer) den oluşmaktaydı.
1. Köylüler:
Osmanlı toplumunda nüfusun çoğunu köylüler oluşturuyordu. Çiftçi kendisine verilen toprağı işleyip vergisini tımarlı Sipahiye veya bir vakfa verirdi.
XVI. yüzyılın sonlarında tımar sisteminin bozulması ile iltizam sistemi yaygınlaştı. İltizam sistemi sonucunda reayanın (yönetilen toplum) durumu kötüleşti. Köyden kente göçler başladı. Bu göçlerle; şehirdeki sorunlar artmaya, köyler boşalmaya ve tarım üretimi azalmaya başladı.
2. Şehirler:
Osmanlı şehirleri her türden malın ticaretinin yapıldığı, sanayi işletmeciliğinin var olduğu ve çeşitli sosyal kurumların örgütlendiği, idari askeri ve dini işlerin görüşüldüğü yerleşim merkezleridir.
Osmanlı toplumunda şehir halkı;
-askerler
-tacirler (tüccarlar)
-esnaflardan oluşmaktaydı.
3. Göçebeler (Konar-göçerler)
Yörük olarak da adlandırılan bu insanlar hayvancılıkla geçimlerini sürdürüyorlardı.
Devletin kendileri için düzenlediği kanunlar çerçevesinde hayatlarını sürdürüyorlardı.
Devlet göçebelerden; Adet-i Ağnam, ağıl resmi, kışlak ve yaylak adında vergiler alırdı.
Devlet, göçebeler vergi ve asker toplamada sorun olmaları nedeni ile onları yerleşik hayata geçirmeye çalışmışsa da başarılı olamamıştır.
Osmanlılarda Toplum Yapısı:
Osmanlı toplumunun büyük bölümü Türkler oluşturmasına rağmen toplumun diğer unsuları Rum, Ermeni Yahudi, Rumen, Slav ve Araplardan oluşmaktaydı.
Osmanlılarda Millet Sistemi:
Devlet ülkede yaşayan toplulukları din ya da mezhep esasına göre örgütleyerek yönetme biçimine “millet sistemi” deniliyordu. Devlette, toplum yapısı şekillendirirken din temeline dayalı bir model uygulanmaya çalışılmıştır.
Osmanlı toplumunda Türk, Arap, Acem, Boşnak ve Arnavutlar, Müslüman çoğunluğu oluştururken Ortodoks, Ermeni ve Yahudiler diğer üç temel millet olarak kabul ediliyordu.
Sayı bakımından en kalabalık olan Ortodoksların dini merkezleri Fener Patrikhanesiydi.
İstanbul’un fethinden sonra Bursa’daki başpiskopos padişah tarafından İstanbul’a getirilerek Ermeni Kilisesinin patriği tayin edilerek Rum Patriği ve Hahambaşı ile eşit yetkiler verildi.
Osmanlı’da Aile: Osmanlı ailesinin temel yapısını İslam hukuku ve Türk töresi şekillendiriyordu. Aile devlet müdahalesinden uzak özel bir kurumdu. Evlenmek isteyen taraflar şahsen kadıya başvurusu ile evlenme işlemleri başlardı. Şahitlerin huzurunda evlenmek istediklerini beyan eden tarafların nikâhları kıyılır ve akdin kadı defterine kaydedilmesi ile evlilik gerçekleşirdi. Köylerde ise nikâh imam tarafından kıyılırdı.
Tereke Defteri: Osmanlı mahkemelerinde kadıların tuttuğu kadı sicilleri içinde bulunan tereke defterleri; ailenin çocuk sayısı( erkek-kız) mirasçıların durumu ve birden fazla evliliğin hangi amaçla yapıldığı ve bunların kayıt edildiği deftere denir.
Sosyal Hareketlilik: Yönetenler sınıfına geçebilmek için İslam dinine hizmet ile görevinde başarılı olmak gerekiyordu. Enderun’da alınan eğitimden sonra askeri sınıfa girilebilir ve genellikle seyfiye içinde en yüksek mevkilere ulaşılabilirdi. Ayrıca medrese öğrenimi görmüş, kabiliyetli ve liyakat sahibi kişiler de adalet, eğitim, din ve sivil bürokraside en üst makamlara gelebilirlerdi.
Yönetici sınıfa geçebilmenin en önemli şartı Islahat Fermanı’na kadar “Müslüman olmaktı. Osmanlı Devleti’nde sınıflar arası geçişe imkân sağlayan bu sisteme dikey hareketlilik denilmekteydi.
Köyden şehre veya bir bölgeden başka bir bölgeye göçerek yerleşme; bulunduğu bölgenin sosyoekonomik yapısını bozmamak şartıyla serbestti. Buna yatay hareketlilik denirdi. Yatay hareketlilik üç şekilde gerçekleşmekteydi.
-gönüllü yerleşme
-sürgün yoluyla yerleşme
-kendiliğinden yerleşme
Sosyal Yardımlaşma:
1. Ahi Teşkilatı: Avrupa’daki Lonca örgütleri mevcut Anadolu’daki ahilik teşkilatını model alarak oluşmuşlarsa bununla birlikte Lonca sadece ekonomik ve siyasi bir nitelik taşırken Ahilik ekonominin yanı sıra ahlaki, dini sosyal ve hukuki nitelik taşmaktadır.
Ahilik teşkilatının temelleri XII. Yüzyılda Abbasiler zamanında düzenlenen “fütüvet” teşkilatına kadar uzanmaktadır. Anadolu’daki Ahiliğin kurucusu Ahi Evren’di.
Ahi teşkilatının başlıca görevleri:
Aynı meslekte olan üyeler arasında dayanışma sağlamak
Üretimde kalite ve standardı yakalayıp denetlemek
Üyeleri eğitmek
Devletle esnaf arasında ilişkileri düzenlemek
Ahiler şehir ve kasabalarda faaliyet gösteren teşkilat olup sosyal yardımlaşmanın dışında topluma zarar veren kişi ve kuruluşları da ıslah etmiştir.
2. Vakıflar: Osmanlı’lar Döneminde en önemli sosyal yardım kuruluşu vakıflardır. Uygurlar zamanında başlayan vakıf geleneği Türklerin İslamiyet’i kabul etmelerinden sonra dini bir özellik kazanarak devam etti.
Vakıf; bir malı, menfaati kamuya bırakılmak üzere özel mülkiyettin çıkarmaktır.
Vakıflar; hayır yapmak, topluma faydalı olmak, dini ihtiyaçları gidermek; sağlık kültür ve bayındırlık alanlarında toplumun ihtiyaçlarını karşılamak, toplumun kültür ve sanat düzeyini yükseltmek amacıyla kurulmuştu. Vakıfları yöneten kişilere mütevelli denirdi.
Avarız Vakıfları: Osmanlı Devleti’nde vakıfların bir diğer türü de avarız vakıflarıydı.
-mahalle, köy ve esnaf teşekküllerinin ihtiyaçlarını karşılar
-yerleşim birimlerinde bulunan cami, mescit, su yolları gibi yapıların bakım ve onarımını gerçekleştirir
-Vakıf binalarında çalışanların ücretlerini öderdi.
Avarız Vakıfların Kuruluş Amacı:
Mahalle veya köylerde hastalananların tedavisi, hastalık nedeniyle çalışamayanların bakımları ile kimsesizlerin ve yetimlerin korunmasını amaç edinmiştir.
Vakıfların yararları:
Vakıf müessesi Osmanlı toplum hayatında; iskân, istikrar, şehircilik, eğitim kültür, sosyal hizmet ve ekonomik açılardan önemli rol oynamıştır. Bu sistem sayesinde ülke zenginlikleri paylaşılmış ve adil devlet yönetimi tesis edilmiştir.
Toplumda kadın çocuk ve yaşlıların korunması ve özürlülerin bakımı vakıflar aracılığı ile gerçekleşmekteydi.
Tanzimat’tan Sonra Osmanlı Toplum Yapısındaki Değişim:
II. Mahmut’un Osmanlı toplumunu oluşturan bütün unsuları tebaa olarak kabul etmesiyle toplum yapısında yeni bir dönem başladı.
Tanzimat Fermanı’nda “Yüce devletimizin tebaası Müslümanlarla öbür milletler fermanının belirttiği bütün haklardan yararlanacaklardır” Hükmünün yer alması önemli bir yenilikti. Böylece devlet-toplum ilişkilerinde yeni bir dönem başlamıştır.
Padişah, devlet-erkanı ve bütün memurlar, halk huzurunda Tanzimat esaslarına riayet edeceklerine dair söz vermişlerdi. Yapılan bu yeniliklerde “reaya” yerine “teba” oluşturarak eşit hak ve görevler ile “tek vatandaşlık” hedeflenmişti.
Toplumsal Değişim:
Osmanlı Devleti’nde XVII. Yüzyılın sonlarında itibaren nüfus yapısında değişiklikler oldu. Savaşlara bağlı olarak Kırım ve Kafkasya’dan Anadolu’ya göçerler yoğunlaştı.
Bu durum üzerine 1860’ta; “Muhacirin Komisyonu” kurularak göçmenlerin nakili iskanı ve yer-yurt sahibi olmaları sağlandı.
Osmanlı genel toprak sınırları daralırken göçler sonucu daralan Osmanlı sınırlarında Türk nüfusu artmaya başladı.
Cevdet Paşanın Kızı Fatma Aliye:
Batı’da başlayan kadın – erkek eşitliği tartışmaları Osmanlı toplumunu kademeli olarak etkilemiştir. Ahmet Cevdet Paşa’nın kızı Fatma Aliye Hanım yaptığı çalışmalarla Osmanlı Toplumunda ilk kadın hakları savunucusu olmuştur. Kadının sosyal hayatta etkili olması gerektiğini vurgulayan çalışmalarda bulunan yazar, sonraki dönemlerde kadınlar ile ilgili birçok eserin ortaya çıkmasında öncü olmuştur.1892 yılında ilk eseri “Muhaderat” adlı romanıdır. Yine aynı yıl yayınladığı “Nisvan-ı İslâm” adlı kitabında Avrupalı kadınlara İslam’da kadının durumunu ve önemini anlatmıştır.
Tanzimat Dönemi reformları Osmanlı aile yapısını derinden etkilemiş. Şehirlerde modern aileler oluşmaya başlarken kasaba ve köylerde geleneksel aile yapısı devam etmiştir.
Osmanlı toplumunda değişim ilk defa ordu ile başlamıştır.
Yeme içme kültüründe de batıdan etkilenilmiştir. Taşınabilinir Sini yerine yemek masası kullanılmıştır. Yemek esnasında çatal, bıçak ve kaşık kullanılmaya başlanmıştır.
CUMHURİYET DÖNEMİ TOPLUM YAPISI
Çağdaş Türk Toplumunun Oluşum Aşamaları:
Türk toplumunda; çağdaşlaşma (Batılılaşma) Tanzimat dönemiyle başlar. I. ve II. Meşrutiyet döneminde bu modernleşme Kanuniesasi’yenin kabulü ile devam etmiştir. I. Dünya Savışı sonunda yaşanan göçler nedeniyle Osmanlı nüfus yapısında önemli değişiklikler oldu.
İstiklal Savaşı’nın başarı ile sonuçlanmasından sonra imparatorluktan ulus devlete geçildi.
1876 tarihli Kanunuesasi’de ülkede yaşayan herkes hiçbir fark gözetilmeksizin Osmanlı olarak ifade edilerek bir “Omsalı toplumu” oluşturulmaya çalışılmıştır.
1921 Anayasası’nda ise olağanüstü şartlar nedeniyle vatandaşlık ile ilgili hükümler bulunmamakla birlikte, millet ve millet egemenliğinden bahsedilmekteydi.
1924 Anayasası’na göre Türkiye’de yaşayan herkes din ve ırk farkı gözetilmeksizin “vatandaş” olarak tanımlanmıştır. Atatürk Türk toplumu için muasır medeniyete ulaşmayı hedef olarak belirlemişti. Amaca ulaşmada eğitimin önemi üzerinde durulmuş ve Tevhid-i Tedrisat Kanunu çıkartılarak çalışmalara başlanmıştı.
Bilinçli vatandaşın oluşturulmasında Atatürk’ün ”tam bağımsızlık” ve “hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir.” ilkeleri olmuştur.
Toplumsal alanda inkılaplar yapılmıştır;
-Kadın toplum hayatına katılmıştır
-Kadınlar toplumsal ve siyasal alanlarda erkeklerle eşit statüye kavuşturuldu.
-Kadın ve erkek arasında mutlak eşitlik sağlanmaya çalışıldı.
-Kılık kıyafette batı örnek alınmıştır.
-Tekke ve zaviyeler kapatıldı.
-Eskiden kullanılan lakap ve unvanlar kaldırılarak soyadı kanunu çıkarıldı.
-1926 yılında medeni kanunun kabulü ile laik hukuk sistemine geçildi.
1927 yılında radyo kurularak yapılan inkılâplar halka duyurulmaya çalışıldı.
İstanbul Şehir Tiyatrosu kurularak bu kurum adına çocuk tiyatrosu açıldı.
1930’da Opera Cemiyeti kuruldu.
Darülfünun İstanbul Üniversitesi adını alarak eğitim öğretim faaliyetlerine başladı.
Halkın eğitilmesi maksadıyla “Halkevleri” açıldı.
Soralım Cevaplayalım.
1. Türkler için hangi kültür bağımsızlık duygusunun oluşması ve gelişmesinde rol oynamıştır?
Bağımsızlık duygusun oluşması ve gelişmesinin temelinde bozkır kültürü önemli rol oynamıştır.
2. Türkler yaşam biçimi olarak sosyal hayatta en çok neye önem vermişlerdir?
Bağımsızlığı yitirmek, Türk milleti için en büyük felaket olarak görülmüştür, Türk devleti ve milleti siyasi istiklal ile kültür istiklalin birlikte korunmasına önem vermişlerdir.
Dostları ilə paylaş: |